İKİ GÜN SONRA...
İnat ettim işte. Eve çıkar çıkmaz o biçim restimi çektim. Ulan biraz olsun ona yüreğim ısınmıştı, ne ısınması anasını satayım, yanardağın ta en dibinden yukarıya doğru tüm gücüyle patlayan ve kraterinden taşan lav gibi, yüreğimi yaka yaka akmıştı daha önce hiç tatmadığım o sıcacık duygu ama şimdi yine onun sayesinde dondu, buza döndü, beni de üşütüyor.
Gitmedim hiç yanına. Odasının önünden bile geçmedim.
Geçer miyim? Neymiş, sıkılıyormuş beyzadem, kapısı açık kalaymış! Kalsın geberesice kalsın.
Getirdiler bu dağ köyüne günler önce bizi. Etrafta, oda biraz uzakta işte aynı çocukken resim defterine çizdiğim gibi kırmızı tuğlalı çatılarıyla, çoğu beyaz boyalı tek tük evler var işte. Arkada da yine ormanlık arazi ve tabii ki evden dışarı çıkmak yasak bana. Oturuyorum bende divanda bütün gün dışarıya bakıyorum. Aklımda Sofia ana var yine. "Kis yine ne düşünür durursun kukiman kuşi gibi e jannimo," derdi şimdi beni böyle görseydi.
Çok özledim be jannimo seni.
Bir daha görebilece miyim işte onu da hiç bilmiyorum.
"Acıkmadın mı Defne kız?" diye sorunca dayı, döndüm baktım ona. Bi cıkss çektim. "Hayırdır yine çok düşünür oldun, kim var aklında?" diye sorunca, burnumun direği sızladı. "Sofia ana," dediğimde sesimin titremesine engel olamadım.
Öyle kolay kolay çok özel duygularımı, düşüncelerimi açmam ama işte sorunca dayı, tutamadım kendimi, kaçıverdi dudaklarımdan düşündüğümün, çok özlediğimin o tatlı adı.
Hüzün var şu yılgın kalbimde. Yıllarımı düşünür oldum bir an.. geçip giden o zor yıllar ve birden kendimi çok yaşlı hissettim. Yirmi üç yıllık hayatıma çok şey sığdırmışım ama hepsi de boktan, çoğu da nefret edilesi şeyler.
Gözümden kopan bir damla yaş, elime düştü. Yalnız kalmak istiyordum ama dayının, zirvesini sis basmışcasına gri dumanlı dağları andıran o gözleriyle bana baktığını biliyorum. Derin bir soluk bıraktı sobanın sıcağıyla ısınmış bu köy evinin geçmiş kokan odasına.
Ahşap zemini attığı o ağır adımlarıyla gıcırdatarak gelip yanıma oturdu. Başım önümdeydi ve hiç istemiyor olsamda gözlerimden bir sel gibi boşalan asi yaşlarım, birbirini kovalar oldu. Omuzumda o güçlü parmaklarını hissederken, ona doğru çekildim. Sarıldı bana ve ben daha çok ağlamaya başladım.
"Noldu şimdi, niye ağlıyorsun?" dediğinde, sesi ondan beklenilmeyecek kadar kısık ve hüzünlü çıktı. Bir şey diyemedim, sadece omuzlarımı kaldırıp indirdim. Bilmiyordum ki neye ağladığımı. Bir çaresizlik hissi kuşatmıştı benliğimi.
"Hayat!" dedi ve sustu bir an. Derin bir nefes aldı. "hayat bazen yorar be kızım, üstelik bunun ne kadar genç yada yaşlı olduğunla ilgiside yoktur. Bazen düşünürüm, gençliğimi geri verseler ne yapardım, hayata nerden, nasıl başlardım ve işin komik tarafı sanki sudan çıkmış balık gibi ne yapacağımı bilemediğimi fark ederim o zamanlarda. Çünkü o kadar alışmışım ki ben olmaya, olduğumun dışında bir ben olmayı nasıl beceririm hiç bilmiyorum. Sorgulama artık, bırak neden diye sorma. Hepimiz şu hayatta öyle yada böyle payımıza düşeni yaşıyoruz. Kimi zaman iyi, kimi zaman kötü ve içinde yaşarkende ne yaşadığımızı fark etmiyoruz bile, sonrasında da ağır bir yük gibi sırtında taşırsın o yaşadıklarının hissettirdiklerini ama bunun bile farkında olmazsın. Hayat denen şey böyle bir kısır döngü işte!" dedi ve sustu yine.
Düşünüyordum, sessizdim. Söylediklerinde öyle haklıydı ki. Verecek cevabımda yoktu, sadece geleceğimden korkuyordum. İstediğim huzurdu. Yoruldum artık kaçmaktan, sürekli kendimi korumaya çalışmaktan.
"Çok yorgunum baba, bitecek mi tüm bunlar, bir gün bende huzur nedir tadacak mıyım ha, sakin huzurlu bir hayat yaşayacak mıyım bende ya?" diye sorduğumda, beni kendisine daha çok çekti. "Deli kız, ben niye varım, niye seni evlat bildim, kanatlarımın altına aldım ki aptal kız... durduk yere canım sıkıldı, biraz aksiyon mu yaşayalım dedik ha bu yaşta? Sevdik işte seni.. deli dolu oluşunu, manyaklığını çok sevdik ama en çokta parmak aramıza sustalı saplamanı sevdik!" dedi ve bir anda attığı o kahkahasıyla bizi saran o kadvetli havayı dağıttı. Onu böyle kahkaha atarken ilk kez gördüm. Ne tatlı gülüyormuş ya, üstelik zırıl zırıl ağlarken benide güldürdü. Susunca bıraktı beni, omuzuyla omuzumu dürttü. "hadi kalk, gir şu mutfağa, Hayriye ananla güzel bir şeyler hazırlayında şöyle keyifli bir kahvaltı yapalım," dedi. İçimden gelen o isteğe mani olamadım. Birbirimize bakarken, uzandım o yılların izlerini taşımaya başlayan yanağından öptüm onu. Gözlerini kaçırırken, dudağının kenarına tatlı bir tebessüm ilişti. Utandı koskoca adam. Bunu görmemek için kör olmak gerekir. Üşüyen kalbim ısındı bu utangaç tebessümle. Tam odadan çıkıyordum ki, "kız şu deli oğlana bir bak, ihtiyacı var mı sor! yeter gavurluk yaptığın," dediğinde kaşlarımı çatmak istedim ama beceremedim. Aslında meraktan geberiyordum ama tutmuştu işte inadım. "ama baba ben," tamamlatmadı ki lafımı. "Kız git, baba soruyor de be! Ölür müsün? Kör inadına sıçayım ya!" diye ciddi ciddi çıkıştı bana.
Bu da bi manyak ya! Anı anına uymuyor.
Ses etmedim bir daha.. mecburen gittim o öküzün odasına.
Kapısı hep olduğu gibi açıktı ve yatağında oturmuş, camdan dışarıyı izliyordu. İki gündür görmemiştim onu, kalbimin atışları anında değişti. İçine sıçtığımın heyecanı her yanımı sardı.
Ne diyeceğim ki, nasıl soracağım ki şimdi ben ona? Buldum ya! Ruhsuz diyordum ya ben bu denyoya... yine öyle sesleneyim en iyisi.. Bora diyemem ki yine.
"Şiii ruhsuz! baba soruyor, bir şey istiyor muymuşun?" diye seslendim. Sesimi duyunca, döndü, ters bir bakış attı yine. "yok istemem, hele senin vasıtanla olacaksa hiç istemem, bas git!" diye afkırdı tüm aksiliğyle köpoğlusu.
"Ulan yağmur olsam bir damlamı düşürmem senin üstüne be! ne gıcık herifsin sen ya!" diye atladım hemen. Belki bu kez azarlamaz diye aklımdan geçiriyordum ki ama yine yaptı yapacağını pislik. Heyecanla çarpan şu garip kalbim anında kırıldı.
Bu kadar mı nefret ediyor bu manyak benden ya?
"gıcıklığın kitabı seninle yeniden yazıldı kızım! çek git sinirimi bozma benim," diye sert yapınca bana, lâl oldu dilim, diyemedim bir şey. Bir an o buz kesmiş gözleriyle baktı gözlerime, sonra başını çevirdi, yine dışarıyı izlemeye başladı. Onun bu can yakan halleri, yüreğimi acıttı yine. Gözlerim dolarken, döndüm mutfağa gittim. Hiç istemesemde ağlamaya başladım, gözyaşlarımın akmasına engel olamıyordum.
Gücüme gidiyordu bana böyle davranması.. tamam bana canım cicim demesini beklemiyordum ama iki de bir böyle azarlaması, yanından kovması çok ağrıma gidiyordu. Farkında değildi ama bana kimsesizliğimi hatırlatıyordu ve ben biraz olsun sahiplenilmiş hissederken, yine onun yüzünden o kimsesizliğin buz gibi üşüten kollarına itiliyor, bu duygudan kurtulmak içinde kaçıp gitmek istiyordum. Ama nereye gidebilirdim ki Ünal benim peşimdeyken, mecburdum burda kalmaya. Kabul etmek istemiyordum ama ilk kez aşık olmuştum, hemde o ruhsuza ve ben sürekli onun tarafından itilip kakılıyorum. Çok şansız hissediyorum kendimi. Kırk yılın başı birini sevdim, oda benden nefret ediyor. Anladım ki cidden insanın kaderi baştan gülmüyorsa yüzüne, ne yaparsan yap gülmüyor işte.. tebessüm bile etmiyor, ettirmiyor insana.
Kızdığım kader miydi yoksa o muydu bilmiyorum ama tüm hırsımla yanağımı sildim. Derin bir nefes verdiğimi duyan Hayriye ana, dönüp bana baktı. Lanet olası gözyaşlarımda bi durmadı gitti. Benim bu halimi gören Hayriye ananın gözlerinde hüzün vardı. "yine mi azarladı?" diye sorunca, cevap veremedim. Biliyordu, kaç kez şahit olmuştu önceden de beni azarladığını.. tamam bende iyi bir bok değilim ama bu kadarını da hak etmiyorum ki.
Başımı önüme eğdim bir suçlu gibi ve tutamadım kendimi, bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. Hayriye ana bu halimi görünce, bıraktı ekmek kesmeyi, geldi sarıldı bana. "Üzülme, bizim oğlan biraz terstir kızım.. sırf sana karşı öyle değil, beni de öyle azarlar," dedi ama yalan söylediğini biliyorum. Bir kez bile ona kötü kelam ettiğini, sesini yükselttiğini duymadım. Sırf ben kendimi daha iyi hissedeyim diye böyle söylediğini biliyorum. "hadi git yüzünü yıka, sonrada sofrayı hazırlayalım," dedi ve başımdan öptü beni.
Çıktım mutfaktan. Çok kötü hissediyorum kendimi. Uzak durunca bari kalbim böyle kırılmıyor, incinmiyor.. sadece özlüyorum onu, onu da idare ediyorum işte ama bir daha tövbe gitmem yanına. Baba yine gönderecek olursa da ona da restimi çekerim.
Yeter be! İlk kez birisine canım diyesim geldi, oda hep canın cıksın diyor bana. Gitmem bir daha... vallahide, billahide gitmem.
Banyoda yüzümü buz gibi suyla yıkayınca biraz olsun rahatladım. Sırrı silinmeyr başlamış aynada yüzüme baktım. Gözlerim hemen nasılda kızarmış.
Pis herif! Değer misin ki sen bu gözyaşlarına... bok değersin!
Düşündükçe kızmaya başladım. Banyodan çıkarken önüme bakıyordum ve bir anda çarpıştım biriyle. Başımı kaldırıp onu görünce şaşırdım. Ayaklanmış pis domuz. Baktığı gözlerimi ondan kaçırırken hemen çekildim önünden. Tam yanından geçerken, kolumdan yakaladı beni, geriye savruldum bir anda. "Noluyo ya?" diyecektim ki duvarla onun arasında sıkışıp kaldım. Şaşkındım.. o çağla yeşilleri, gözlerimi esir aldı.
Deli mi ne bu ya?
Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve sıktığı o dişlerinin arasından, "kim o Ünal ve senden ne istiyor?" diye aniden sorunca dondum kaldım.
Kaçık ya! Bunların hepsi mi böyle be? bir anları diğerine uymuyor. Az önce beni azarlamıştı, şimdi de Ünal kimmiş, düşmüş onun derdine!
Aklımı karıştırdı yine benim. "Sen niye taktın bu kadar ona?" diye tısladım bende yüzüne.
Zaten o biçim kalbimi incitmiş, kızmışım ona şimdi böyle hesap sorar gibi tavır yapması iyice dellendirdi beni. "Ulan bir günde adam gibi cevap ver be baş belası, kim o herif, ne var aranızda söyle çabuk!" diye tüm öfkesiyle üstelerken hafiften sesini yükseltti.
Manyak mıdır nedir anlamadım ki ben?
İyice sinir oldum ya! Az önce bana nasıl davrandı, şimdi de Ünal kim de kim!
"Sevgilim oldu mu?" diyen ben miydim? Hemen geri çekildi, yüzü değişti anında. Bir karartı geçti gözlerinden ve bakışları, o bakışları öyle bir tuhaflaştı ki ne olduğunu anlayamadım.. nefes alışverişleri sıklaştı. Korkmaya başladım ve ben daha ne olduğunu anlayamadan hemen başımın yanından yumruğunu geçirdi duvara.
Refleksle gözlerimi sımsıkı kapatırken, bildiğim dizlerim titredi. Gözlerimi açtım bir an sonra.
Geçen zamanla eskimiş, kabarmış boya, darbe aldığı noktadan un ufak olarak ayaklarımın yan tarafına döküldü. Yere bakan gözlerim onun yeşillerini bulduğunda, yine beni duvarla arasında sıkıştırdı. Kulağıma doğru uzanıp, tüm öfkesiyle fısıldadı. "Senin sevgilinin hayatına sikerim ben! sırf beni delirtmek için öyle söyledin, oynama bana Defne sakın oynama. Şimdi o ibneyi öldürmem için ikinci bir nedenim oldu," dedi bir anda.
Bu da ne demek şimdi ya? Hem ben niye oynayayım ki ona?
İyice aklım karıştı ve aynı anda içimi delicesine bir heyecan kapladı. Zaten onu her gördüğümde beni ele geçiren o heyecan, şimdi tüm acımasızlığıyla saldırıya geçti. Kalbimde birde tuhaf bir sevinç var oldu.
Yoksa o da beni seviyor mu, kısakınıyor mu beni bu ya?
Aklıma düşen bu düşünceler ile kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Gözlerini saniye olsun gözlerimden çekmezken, ikimizde dayının sesini duyduk bir anda. "iyi misin Bora?" diye sorunca hemen geri çekildi ruhsuz. Dönüp babaya baktı ve, "iyiyim baba, yüzümü yıkamak istedim de, sağolsun bana yardım ediyor Defne kız," diye anında yalanı salladı. Şok oldum ama belli etmedim. "tamam, dikkat et yinede hızlı hareket etme, başın dönmesin!" diyince baba, "tamam babam," diye cevap verdi.
Vay üç kağıtçı pislik seni.
Banyonun kapısını açmak için hamle yaptığında, hemen harekete geçtim. Ordan çekip gitmek istedim ama engel oldu bana. Üstelik dayıda durduğu yerden bise bakıyordu. Attı bir yalan ortaya, gelde şimdi yardım etme domuza. Baba çekip gidince, kolumdan tuttuğu gibi beni banyoya itti, kapısınıda kapadı. Kaldık mı yalnız bu dengesizle? Hem korkuyorum, hem de mutluyum. Üstüme üstüme gelmeye başlayınca bende geri geri gittim. Zaten bi lokma banyo, nereye kaçacağım? Yiğitliğe bok sürmeyeceğim ya, "ne öyle caniler gibi bakıyorsun?" diyince pis pis sırıttı. "Ne o kız korktun mu benden?" dediğinde dalga geçer gibi aslında hala bana kızgın bakıyordu ve ama dalga geçti ya benimle anında korkum uçtu gitti. "Siktir be! Ne korkacağım senden, yıka şu şekilsiz sıfatını da çıkalım şurdan," dedim tüm aksiliğimle. "ulan benimle yalnız kalmak için ölmüyorsan bende hiçbir şey bilmiyorum," dedi bir anda.
Ohaaaa bee! Yuuhhh yani yuhhh bee!
"Sen kendini ne sanıyosun ya, o ne biçim lakırdı?" diye tersleyince onu ben, burnumun dibine kadar girdi körolası. "yalan mı?" dediğinde ateş gibi nefesi dudaklarıma çarptı ve o gözleri dudaklarımdaydı.
Elimle ittim onu. "ya bi çekil git, sinirimi bozma benim.. yaralısın, bizi korudun diye laf etmiyoruz, bokunu çıkarma!" dediğimde sinirli sinirli gülümsedi. "öyle olsun bakalım, öyle olsun!" dedi dengesiz. Yumruk attığı eliyle burnunun yanını kaşıyınca, gözüm kızaran yere takıldı. İçim acıdı bie bir an. Manyak herif! Benimde dengemi bozmaya niyet etmiş sanki. Az öncesinde olanları düşününce yine bir sevinç kapladı içimi. İçimden deliler gibi mutluluk çığlıkları atmak istiyordum ama bir yanımda, "bunun ateşi çıktı herhalde, ne yaptığını ne söylediğini bilmiyor," diyordu. Engel olamadım merakıma. Bir adım ona yaklaşıp, uzattığım elimle alnına dokundum. Hiç tepki vermedi. Oysa elimi yakalar ittirir diye düşünmüştüm.
ee ateşi falan da çıkmamış bunun.
İyice aklım, ruhum karıştı. "Yıka hadi yüzünü," dediğimde sessiz sessiz söylendi. Lavabo baya alçaktı ve eğilmeye çalıştığında yüzünün aldığı ifadeden canının acıdığını anladım. "dur, yardım edeyim," dediğimde bu kez sessiz kaldı. "hafif eğilde üstün ıslanmasın," diyince ben, çocuk gibi laf dinledi. Ruhsuz, istediğinde söz dinliyormuş. Bunu da öğrenmiş oldum. Tek avucuma doldurduğum suyla yüzünü yıkarken, gözleri hep gözlerimdeydi. Musluğu kapatıp, lavabonun hemen yanındaki havluyu aldım, yüzünü kuruladım ve o gözleri, hep gözlerimin içine çok derin bakıyordu. "Uzat şu eline de bir bakayım," dediğinde, uzattı hiç beklemeden. "vallahi bravo sana.. yaralandığın yetmedi, birde elini yaraladın şimdi. Pansuman yapmak lazım Bora delisi," dedim ve o hemen elini çekti. "gerek yok, tamamdır hadi gidelim," dedi ve ekledi, "teşekkür ederim," ilk kez bana bunu söyledi. Şaşırdım. İçimden ona sarılmak geliyordu ama tabii ki bu duygumu dizginledim. Biliyorum, ilk fırsatta yine beni azarlayacak, tersleyecek. Dengesiz çünkü.
Açtım banyonun kapısını, bir adım atmıştım ki, "Defne dur,"'dediğini duydum ve hemen dönüp ona baktım. Rengi kaçmıştı, bembeyazdı. Kolundan yakaladım onu. Telaşla, "iyi misin?" diye sorduğumda, "çok pis başım döndü," dediği an korkuya kapıldım. "tamam, dayan bana yatağına götüreyim seni," diyince ben, ters ters yüzüme baktı. "sen taşıyabilecek misin beni tüy siklet!" dediya bana sinir oldum. "maşallah başın dönerken bile bana laf sokmaktan geri kalmıyorsun, istersen babayı çağırayım," dediğimde, "sakın!" dedi hemen. "o zaman laf dinle işte," dedim.
Ağırlığını tam olarak bana vermesede, tutundu bana ve birlikte odasına gittik. Yatağına uzanmasına yardım ettim. "istediğin bir şey var mı?" diye sorduğumda, öylece baktı yüzüme. "yok sağol, sadece babaya bir şey deme, telaşlanmasın," dedi. Onu odasında yalnız bırakıp çıktım. Aklım ondaydı ama yapabileceğim başka bir şey de yoktu. Odaya gittim. İçeri girince mis gibi kızarmış ekmek kokusu karşıladı beni. "Bora iyi mi?" diye sorunca dayı, "aman iyi nolur ki ona?" dedim ama dayının yalanımı çakmasından o biçim tırstım. Bende yer sofrasında yerimi aldım. "Bora bir şey yedi mi?" diye bu defa Hayriye anaya soru sorduğu sırada bende kızarmış ekmeğimden bir ısırık almıştım. "Yedi abi doyurdum," dedi. "iyi, dikkat edin beslenmesine, yemek istemesede zorlayın. O şimdi ben burdayım diye sıkıntı çıkarmaz ama ben gidince yemez, bilirim huyunu," dedi.
Gideceğini duyunca içimi anında bir korku sardı. O yanımızdayken kendimi çok güvende hissediyorum ama olmadığında bu duygum azalıyor, üstelik şimdi ruhsuzda yaralı. "ne zaman gideceksin ki?" diye sorduğum an telefonu çaldı. Hiç bekletmeden açtı.
"Aleyküm selam Atmacam," dedi ve bir an sustu. O gri mavilerinde ateş gibi öfke belirdi bir anda. Kaldırdığı eliyle yere öyle bir yumruk geçirdi ki, boşta bulunup yerimde sıçradım. Kalktı hemen sofradan ve hızlanan adımlarıyla bahçe kapısına gitti. Kesin bir şey olmuştu. Çok kızgındı. Korkmasam bahçeye çıkıp, ne olduğunu soracaktım ama onu daha fazla kızdırmak istemiyordum. Odaya yeniden geldiğinde gözlerimin içine baktı bir an. Kızdığında yaptığı gibi dudağının kenarını ısırıyordu. Yerden kalktım, sanki duymak istemeyeceğim bir şey söyleyecekti. Derin bir nefes verdi. "Geç otur şöyle!" diye divanı gösterdi bana. Korkmaya başladım iyice. Sözünü ikiletmedim. Geldi yanıma oturdu. "Hay ben bu işin ta anasını, avradını!" diye kükredi tüm öfkesiyle. "Baba noldu?" diye sordum titreyen sesimle. "Ah be kızım nasıl söylenir ki bu şimdi sana," dedi ve sustu yine. Aniden kendi bacağına yumruğunu geçirdi. Döndü baktı yüzüme tüm hüznüyle, çaresizliğiyle ve ben çoktan titremeye başlamıştım. * * * * *