Nihayet eve vardığımızda, onu nasıl uyandıracağımı şaşırdım. Başı artık dizlerimdeydi ve sırf o uyanmasın diye saatlerdir aynı şekilde hiç kıpırdamadan oturduğum için benimde ayaklarım uyuşmuştu. Parmaklarımla yavaşça saçlarına dokundum. Belki bir tepki verir diye bekledim ama hiçbir tepki yoktu. Usul usul nefes alıp vermese öldüğünü düşünebilirdim. Biraz öne doğru eğildiğim ve kulağına, "aşkım eve geldik hadi uyan," dediğimde, nefesim kulağına çarpmış olacakki, dizlerinin arasına sıkıştırdığı elini çekti ve kulağını kaşıdı. Bunu yaptığını görünce gülümsedim. Hala tatlı tatlı bir bebek gibi uyumaya devam ediyordu. Diğerleri çoktan arabadan inmiş ve eve girmişti bile. Bir insanın bu kadar derin uyuduğuna ilk kez şahit oluyordum. Çıkan onca sesin hiçbirini duymamıştı. "Defnee, uyan artık aşkım," diye bu kez sesli konuştuğumda gözlerini kıpırdatmaya başladı ve yavaşça o şişlerin altından göz kapaklarını araladı. Bir anda hızla doğruldu ve beni görünce şaşırdı. Etrafını tarayan gözleri yeniden beni bulduğunda dayanamadım, onu ensesinden tuttuğum gibi kendime şektim ve o dudaklarına yumuşak bir öpücük bıraktım. Oysa deli gibi öpmek istiyordum onu ama ah işte o dudaklarının kenarındaki yaralar buna engel oluyordu. "Günaydın," dedim ve gülümsedim. "günaydın aşkım," dediğini duydumya mideme yumruk yemiş gibi oldum. "hadi inelim arabadan, uyuştum kız senin yüzünden," diyince güldü. "ee bana aşık olmak kolay değil," diye lafı yapıştırdı yine edepsiz. Utandığımı hissettim. Aşk zaten zormuş, birde onun gibi bir çılgına aşık olmak daha da zormuş. Sayesinde bunu anladım artık.
Aracın kapısını açıp yavaşça dışarı çıktı. Bende kendi kapımı açıp adımımı dışarı attığımda onu açtığım kapının yanında beni beklerken buldum. Araçtan çıkıp, kapıyı kapar kapamaz sarıldım ona. Hiç itiraz etmedi. İstediğinde uysal olması beni şaşırtıyor. Alnına bir öpücük bıraktım ve, "yeniden aramıza hoşgeldin deli kız," dedim. O elalarıyla tatlı tatlı baktı bana, "hoşbuldum deli aşkım," dediğinde ikimizde güldük. Gözlerimi ondan ayırımakta zorlanırken, dönüp eve baktığımda kapıda bir hareketlilik fark ettim.
Hiç istemesemde onu bırakmak zorunda kaldım. Baba kapıyı açmış bize bakıyordu. "yardıma ihtiyaç var mı Bora?" diye birazda tedirgin bir sesle bana seslendi. Sanırım biz eve girmekte gecikince merakta kalmıştı. "yok babam geliyoruz, anca uyandı bu akıllı!" dediğimde, yüzüne hiç bakmasamda Defne'nin bana ters ters baktığının farkındaydım. Baba,"tamam oğlum," dedi ve hemen gözden kaybolup içeri girerken, bizde eve doğru adımlamaya başladık. Defne ne diyecek diye merak ederken, dayanamadı tabii ve "akıllı geç uyandı ha!" diye çıkışmadan yapamadı. Be beni hiç şaşırtmadı. "yalan mı? kulağının dibinde bomba patlasa duymayacaktın!" diye cevap verince, "gıcıksın işte!" dedi bana. Öyle tatlı söyledi ki, biliyorum, kızacağımı sandı ama ben gülmeye başladım. Güldüğümü görünce de uyuz oldu ve anında omuzuma yumruk attı. Ehh tabii canı yandı. "Off ya omuz değil, beton sanki!" diye söylenmeye başlayınca, "ee Allah'ın sopası yok ki gözüne soksun. Bana vuran o elini Allah taş eder, taş!" dediğimde, "niye sen Allah'ın mübarek kulu musun?" diye atladı hemen cadı. "eh sana katlanmak kolay değil, sana gösterdiğim sabrın yüzü suyu hürmetine erenlere karıştım," dediğimde ise, bu defa kolumu çimdirdi. "kız dur! maşallah cadılık performansından hiçbir şey kaybetmemişsin," dedim inadına. Onu kızdırmak hoşuma gidiyordu ve o ciddi ciddi bana öfkeleniyordu. Zor bela eve girdiğimizde ters ters baktı yine bana. Uzanıp kulağına, "kız şakadanda anlamıyorsun," dedim bu kez ve bana kızgınlıkla bana bakan gözlerinde artık şaşkınlık vardı. O an ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. Biz ayakkabılarımızı çıkarırken mutfaktan çıkan Hayriye ana, onu gördüğü anda ağlamaya başladı ve koşup yanımıza gelip, hemen ona sarıldı. "ah elleri kırılsın o domuzun, sana neler yapmış böyle yavrum," diye söylenirken ben ikisini yalnız bırakarak az ilerdeki büyük odaya geçtim. Odaya girince, dışarının serinliğine inat, içersinin sıcaklığı soğumuş yüzüme vurdu. Hayriye ana sağolsun yine sobayı yakmıştı. Dağ köyünde olunca sabahları serin oluyor. Sanırım üşürüz diye düşünmüş ama benim içimde öyle bambaşka bir ateş vardıki her şeyi yakıp küle döndürebilecek güçteydi. Babayla göz göze geldiğimizde onunda aynı ateşle yandığını hissettim ve fark ettiğim başka bir şeyde babamın da çok düşünceli olduğuydu. Neyi düşündüğünü elbette çok iyi biliyordum. O zehir gibi çalışan beyninin içinde hesap kitap yapmaya başlamıştı bile ve o şerefsizin yerinde olmayı asla istemezdim. Kimbilir aklının gizli odalarında ona hangi cezaları kesiyordu?
Benim ona doğru ilerlediğimi gördükten hemen sonra zifiri karanlığın esir aldığı gözlerini yere diktiğini ve yine dudağının kenarını kemirmeye başladığını fark ettim. Yüzüme bakmadan, "gel evlat, otur dinlen biraz. Sende yoruldun!" dedi ama sesindeki o gizli kızgınlığı hissetmedim de değil. Biliyorum... benim de defterimi dürecekti elbette. Onun devlet yasası gibi sözünü çiğnememin, dinlemememin hesabını soracaktı ama şimdi yanımızda sessizce oturan Sofia ana ve Totori yüzünden hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Onların yanında gururumu incitmek istemediğinin farkındayım. İnce düşünür babam bilirim ve ondan gelecek her şeye razıyım. Hem ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin hiçbir şey şu anki huzurumu bozamaz. Defne burdaya, yanımızdaya gerisi önemli değil. Babamdan gelecek olanda baş göz üstüne.
Odada tam bir sessizlik hakimdi. Defne odaya girince hemen oturduğum yerden kalkmak istedim ama yapamadım. Babadan çekindim. Sofia ana Defne'yi görünce genç bir kız gibi yerinden fırladı. Onun yanına gidince bir an birbirlerine baktılar ve sanki bizim varlığımızı unutarak birbirlerine sarıldılar.
Ah Allahım bunu gördümya çok şükür! * * *
Sofia anama sarılınca kalbim huzurla doldu. Çok şükür onlara kötü bir şey olmadan kurtulabilmiştik. O domuzun tepesi atıp ya onları öldürseydi ben ne yapardım! Sırf bana acı çektirmek için gözümün önünde onları öldürebilirdi. Ama Allahım'a binlerce şükür olsun ki bizi bulmuşlardı. Anam olsa onu ancak bu kadar severdim. Beni serbest bıraktığında İçli içli ağlıyordu. "Ah kisim, nidir zenin bu çilen be yavrom!" dedi burnunu çeke çeke. "bitti gitti düşünme şimdi bunları jannimom," dediğimde hiç istemesede güldü. Onun taklitini ne zaman yapsam hep gülerdi ama bu kez gülmesi uzun sürmedi. "ah be kisim o pis hirif dısarlarda bi yirlerde, o gibirene kadar bise husur yok be jannimom," dedi tüm tedirginliği ile. Bende onun kadar tedirgindim ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Onunla birlikte ağır aksak gidip eski köy divanına oturduk. "güvendeyiz artık, bunları düşünüp canını sıkma canım benim," dedim, dedim ama şimdilik güvendeydik ve nereye kadar güvende olduğumuzu aslında bende hiç bilmiyorum. İçin için korkuyorum ama bunu onlara hissettiremem ki.. aklımı, ruhumu yine o karanlık korku gelip esir aldı bir anda.. o gebermeyince bize huzur yok, işte bunu çok iyi biliyorum.
Ah Allahım bir an önce o pisliği bulsunlar da hepimiz kurtulmuş olalım nolur!... * * *
Üç gün sonra...
Bunlar sırayla nereye kayboluyorlar hiç anlamadım. Bir boklar dönüyor ama neyse, elbette çıkar kokusu. Al işte sonunda geldi bay james Bond müsveddesi. Soracam ulan işte.. karabatak misali biri gelince diğeri kayboluyo ortadan. Kapıdan girdiya gözü hemen beni aradı yine ve alıştığı üzere yine gülümsememi bekledi.
Bok gülümserim sana, kaç gündür soruyorum üstüne kalaylıyosun beni! Çok beklersin hödük!
Dikmiş o uyuz çağlalarını bakıyor gözlerime. Koca adımlarıyla geldi tam karşımda dikildi. Kaş göz işareti yaptı birde.. bende o sinirimle, "noluyo be dilini mi yuttun, kaş göz ediyon bana?" diye tersleyince, tuttu kolumdan zorla odama götürdü Allahsız. "noluyor kız yine?, suratın sirke satıyor, dilin gene çok uzamış?" diye çıkışınca bana bende, "bırak kolumu be... adam gibi davrandıkda ne oldu... hepinizde bir haller, bir gizemler.. noluyonuz oluum? çıldırtmayın insanı be!" diye sesimi yükselttim tüm öfkemle. "sen yada baba sabah erkenden evden çıkıyor, akşama kadar gelmiyorsunuz. Geldiğinizde de soluğu banyoda alıyorsunuz. Bora neler oluyor vallahi söylemezsen çökerim gırtlağına!" diye birde bir güzel tehdit ettim. Yeter ya! Cidden canım sıkılmaya başlamıştı bu gizemli halleri yüzünden. "bi bok olduğu yok ya! sende nerenden uyduruyorsun böyle şeyleri anlamadım. Hem beni azarlayacağına kendine bak sen. Doğru dürüst bir şey yemiyormuşsun. Hayriye ana söyledi, kuş kadar yiyormuşsun. Bak Defne benim tepemin tasını attırma. Zaten çirozdun, iyice bir deri bir kemik kaldın, bilidiği hortlağa benzedin be!" diye birde üstüne azarladı beni ya. Hale bak ya! ben heriften açıklama bekliyorum, o konuyu ne yapıyo ediyo yine bana getiriyo, yetmiyo hoop zeytinyağı gibi üste çıkmayı beceriyo uyuz! İyice ayar oldum ha! Şeytan diyor geçir suratına şöyle en okkalısından bir tokat, aklı başana gelsin ama yook.. olay beni daha çok sinir etmek.. Allah'ın gıcığı!
Söylemezsen söyleme be hanzo... bende babadan öğrenirim! Çokta tın yani... havanı sevsinler senin artist herif! * * *
Üçüncü gün!
Bora'yı güç bela eve gönderdim. Evdeki diğer manyak bizi kaç gündür göz hapsine almış, o yetmezmiş gibi birde benim bu kaçık oğlanla uğraşıyorum.
Arada bir sırf durumu çakmasın, huylanmasın diye Rüstem'i arayıp, "var mı bir haber dostum?" diye soruyorum ve bunu yaparkende aslında vicdan azabı çekiyorum ama içimdeki o ateşi söndürmeden, o şerefsizi doğduğuna pişman etmeden Rüstem'e teslim edemem. Onunla işim bitmedi daha... hoş bana göre bir şeye de başlamış değilim ya.. şimdi onun yanına gidiyorum. Günlerdir insaf edin diye yalvarıyormuş soysuz... insaf edene insaf edilir... adam olmak isteyene merhamet gösterilir, bir şans verilir. Daha çok yalvaracaksın Allah'ın belası... sabret bakalım! daha yeni başlıyoruz! * * *
"Allah rızası için şuna bir son verin artık... delireceğim ya delireceğim... ben yaptım, siz yapmayın!" diye bas bas bağırdıkça, kendi sesim adeta boğuk boğuk kulaklarımda çınladı ve bunu duymak daha da azap verici.
Beni paket yapıp arabanın arkasına attıklarından beri uyku uyutmadılar.. saatlerce süren o yolculukta sızıp kalmışım bir ara.
En son o zaman uyudum, sonra gram uyku uyutmadılar. Elimin tedavisini getirdikleri bir doktora yaptırdılar ve herif her gün gelip kıçıma iğne yapıyor, buda ayrı bir dert. Beni oturtukları şu tahta sandalyede, kabalarımdaki iğne yerleri öyle acıyor ki kıpırdamak istiyorum ama bunu da yapamıyorum. Bağladılar beni bu sandalyeye, hemde ne bağlama.. bedenimin resmen her noktasından kalın halatlar geçiyor ve milim kıpırdayamıyorum. Zaten kıpırdamaya kalkarsam, anladığım kadarıyla iki yanımda cehennem zebanisi gibi dikilen iki kişi sanki beni daha da delirtmek için kafama geçirdikleri teneke midir nedir bilmiyorum onun tam tepesine bir tokat basıyorlar ve işte o çıkan ses kulaklarımda patlıyorya, o anda ölmek istiyorum. Bildiğim Çin işkencesi uyguluyorlar bana. Kafama geçirdikleri o tenekenin üstüne belli aralıklarla yukardan belli bir mesafeden pat pat su damlıyor ve o çıkan ses, sadece kulaklarımı değil, beynimi de ele geçiriyor. Çok ama çok sinir bozucu bu... bir zamanlar başkalarına yaptığım şeyin, şimdi başıma geldiğine inanamıyorum. Defalarca, "nolur bitsin artık bu işkence," diye yalvarsamda vicdansızlar, saatlerdir belki de günlerdir buna devam ediyorlar. Beni döve döve öldürecekler diye düşünürken, şu yaptıkları ölümden beter..her damlayan suyun sesi sanki beynimi oyuyor, tekrar tekrar kulaklarımda yankılanmalar yaratıyor ve çıkan o ses dayanılır gibi değil. İlk başladıklarında, "ulan şerefsizler beni bununla mı alt edeceksiniz?" diye birde hava basmış, hatta üstüne katıla katıla gülmüştüm. Oysa şimdi delirmenin sınırlarında dolaşıyorum.
Kaç saat, kaç gün geçti hiç bilmiyorum. Karanlığa makhum ettikleri gözlerimin ağrıması bir yana, bedenimdeki tüm kaslarım, bütün kemiklerim her bir hücresiyle sızım sızım sızlıyor. Arada bir artık insafa mı geliyorlar yoksa böbrekler iflas edip ölmemem için midir nedir birkaç damla su veriyorlar ama sadece o kadar. Başımdaki nöbetçiler açlıktan midemden yükselen gurultuların sesini duydukça, pis pis gülüyorlar ama hiç konuşmuyorlar.
Neyi bekliyorum artık hiç bilmiyorum. Dayağa, öldüresiye dayağa razı ettiler beni. O haldeyim artık ve bu işkence ne zaman sona erecek bu konuda da hiç fikrim yok. Hayatta en nefret ettiğim şey belirsizlik, bilinmezlikken şimdi bunların, dibinin de dibini yaşatıyorlar bana.
Allahım aklımı koru nolur! Bitsin artık bu zulüm.. ben kimseye hak etmediğini yaşatmadım. Kötü biri olabilirim ama herkese hak ettiği gibi davrandım. Eğer Defne'ye yaptıklarım yüzündense beni bu hale düşürmen, suçlu ben değilim, oydu ve ben ona hakkettiğini verdim.. kurtar beni bunların elinden!
Sanırım artık deliriyorum. İçten içe Allah'a beni kurtarması için yalvarırken, uzaktan gelen bir kapının gıcırtılı sesler çıkararak açıldığını duydum. Yanılmamışım. Git gide bana yaklaşan o adım seslerini duyduğumda bir anlığına korktum ama aynı anda düşünüyordum. Şu yaşadığım şeyden daha beteri en fazla ne olabilirdi ki! Olsa olsa öldüresiye döveceklerdi. Bu düşünceyle sakinleştiğimi hissettim.
Biri gelip tam karşımda durdu. "Çıkarın şu pisliğin kafasındakini," dediğini duyduğumda bu sesi hemen tanıdım. Gelen Boğazkesen Nejat'tı ve aynı anda yine o gür sesi yine dört bir yanımda yankılandı.. "açın ışıkları!"
Başımdaki o Allah'ın belası kovayı çıkardıklarında acayip rahatladım. Nihayet kurtuldum o lanet şeyden. Işıkların açılmasını emretti şerefsiz ama benim için hala her yer karanlıktı. "açın şunun gözlerini!" diye kükrediğinde ise nedense o az önceki korku gelip yine canıma yapıştı ve bir titreme aldı beni. Onca şey yaşamış ben, daha önce hiç böyle kotktuğumu hatırlamıyorum ve ayrıca böylesi korktuğum, bunun yanında deli gibi titremeye başladığım için de için utanç duyuyordum. Hem bu durumumdan, hemde bana böyle hissettirdiği için bu Boğazkesen Nejat denen adamdan nefret ettim. Eğer elim kolum bağlı olmasaydı bu şerefsizleri şuracıkta o nefretimle gözlerinin yaşına bakmadan öldürürdüm. Dişlerimi sıkıyordum. İçimi kaplamaya başlayan öfkem, korkumu bastırırken bağırdım bir anda. "Ulan ibne bana bütün yapacağın bu kadar mı, beni böyle korkutacağını mı sanıyorsun?"
Başımın arkasındaki eller, gözlerimi açmak için hareketlenmişken durdu bir anda. Ortalık çok sessizdi ve bu sessizlik hiç hayra alamet değildi. Nejat şerefsizinin bana cevap vermesini beklerken bir anda yüzümün ortasında bomba gibi patlayan yumrukla, başım sola doğru savruldu ama bu benim için hiçbir şeydi. Gülmeye başladım, hatta kahkahalar atıyordum.
Ben gülmeye devam ederken, başımın arkasından uzamış saçımın geriye doğru acımasızca çekildiğini hissettim. Saç diplerimde hissettiğim o acı dayanılmazdı işte... "gül ibne gül! son gülen iyi gülermiş!" diye kulağımın dibinde fısıldayan o ses sanki bir yılan tıslaması gibiydi. At kuyruğu yaptığım saçımı eline iyice dolayıp, daha da güçlü aşağıya doğru çektirince, boyun kaslarım kopacak gibi gerildiğinde ve saçlarım sanki kafa derimden ayrılacak hale geldiğinde hiç istemesemde bastım çığlığı.. o gür sesiyle kulağımın dibinde, "şimdii" diye bağırdığında sağır oldum sandım. Diğer kulağımın hemen yanında oatlayan silah sesiyle neye uğradığımı şaşırdım ve müthiş bir çınlama kulağımı esir aldı. Refleksle kulağımı tutmak istedim ama yapamadım... ölüyorum sandım. O ses artık sadece kulağımda değil, beynimin içinde, tüm kıvrımlarındaydı sanki ve buda yetmezmiş gibi saçımı serbest bıraktığı anda, gözlerimdeki simsiyah bağıda çözdüler. Gözlerimi açtığım anda projektör gibi bir ışık çarptı irislerime ve bu şey, gözlerimi delicesine kamaştırırken, hissettiğim acı dayanılır gibi değildi. "Allahsızlaaar" diye defalarca bağırdım ama kendi sesimi tanıyamadım.. "sakin ol oğlum... daha yeni başlıyoruz! öldür beni diye yalvaracaksın, yalvarmazsan anam avradım olsun!! Bekle gülüm beklee!" dediğini duydumya, deli bir korku yeniden esir aldı beni ve bacaklarımın arasında bir sıcaklık hissettim... beni korkudan altıma işetti ya ve bu yaşattığı daha hiçbir şeydi... hiçbir şey! * * * * *