2- MAVİ GÖZLÜ ADAM

1369 Words
Jale yerinden kımıldayamıyordu bile. Adamın soyunma sesleri geliyordu. Bir ara, “Dikkatli baksan bavulumun da dolapta olduğunu görürdün,” dedi adam. Nasıl dikkatli baksın ki eşyası bile yoktu ki yanında. Alışveriş poşetlerini de aşağıda bırakmıştı. Tamamen olaylar spontane gelişmişti. Jale, adam giyindiği için sırtını ona dönmüştü, ne yaptığını göremiyordu. Ne yapsaydı, çırılçıplak kalkıp giymeye mi gitseydi, yoksa adama yalvarıp çıkmasını mı isteseydi? Derken birden adamın yatağın içine girdiğini fark etti, kaskatı kesildi. Adam ona, “Kızım, seninle uğraşacak vaktim yok. Başka zaman olsa uğraşırdım ama o kadar yorgunum ki bir an önce yatmak istiyorum,” dedi ve sırtını döndü. Jale hiç tanımadığı bir adamla aynı yataktaydı. Bu ne biçim ironiydi? Şimdiye kadar eline erkek eli bile değmemişti ama bir adamla çırılçıplak bir yatakta yatıyordu. Kalbi ağzında atıyordu. İlk önce gözlerini tavana dikti. Sonra derin bir nefes aldı. Birden yataktan fırlayıp çamaşırlarını alıp banyoya gidecekti. Sonra giyinip lobide geceyi geçirecekti. Tam bunları düşünürken hiç beklenmedik bir şey oldu. Adam döndü ve kıza arkadan sarıldı. “Hadi artık dönüp durmayı bırak, uslu uslu uyuyacağız. Kapat gözlerini ve uyu.” Sanki Jale bir emir almış gibiydi, gözlerine ağırlık çöktü. Adamın sıcaklığı ile birlikte derin bir uykuya daldı. jale sabah uyandığında yatakta yalnızdı. Üzerindeki yorganı bırakmadan doğruca banyoya koştu, kimse yoktu. Hemen odanın kapısını kilitledi, alelacele giyindi. Bir an önce buradan çıkmak istiyordu. Birden aklına dün akşamki adam takıldı. Başka yerde karşılaşmış olsalardı, kesin tanımak isterdi. Adam şimdiye kadar gördüğü erkeklerden çok yakışıklıydı. Çok tok bir sesi vardı, kendinden emin, soğuk bakışlı, biraz da kibirliydi. Hele gözlerinin mavisi insanın aklını başından alacak kadar derindi. Aman ne yapıyordu? Kendi kendine öfkelendi. Ne saçma şeyler düşünüyordu. Ah hele zavallı babası kızının bir gece bir adamla aynı yatakta geçirdiğini görse ya da öğrense, kalp krizinden oracıkta ölürdü. Dün gece yaptığını kendisi bile inanamıyordu; bir adamla geceyi aynı yatakta geçirmişti, üstelik çıplaktı. Neyse ki adam ona nazik davranmış, hiç elini sürmemişti. Delilikti bu! Uzun saçlarını sımsıkı toplayarak at kuyruğu yaptı. 29 yaşından ziyade çok genç gösteriyordu, yüzünde hiç makyaj da yoktu. Jale alımlı, güzel bir kızdı. Saçları beline kadar dalga dalga iniyordu, koyu sarı saçları vardı, gözleri yosun yeşiliydi, teni bembeyazdı, hafifçe burnunun üstünde küçücük çilleri vardı ama bu, onun yüzüne güzellik katıyordu. Kirpikleri upuzundu, kaşlarına kadar değiyordu. Eskiden okuldayken bütün erkekler ona dönüp dönüp bakardı. Vücut hatları çok güzeldi, yuvarlak kıvrımları vardı, beli incecikti, hele gözleri devamlı insana güler gibi bakardı. Ama bütün bunlar geride kalmıştı. Jale artık kendine hiç bakmıyor, bütün gününü ev işleri, babasının bakımı ve kitap okuyarak geçiriyordu. Eskiden öyle miydi? Hayalleri vardı; hemşirelik okuyordu ama o malum güne kadar. Abisi ve annesi onu görmeye İstanbul'a gelmişlerdi. Annesi İstanbul'a çok sık gelmezdi, adada doğup büyümüştü, adayı canı gibi severdi. Abisinin adada bir marangozhanesi vardı. Evdeki hemen hemen her şeyi tek tek elleriyle o yapmıştı: kapılardan mutfak dolaplarına, ev eşyalarından süs eşyalarına kadar. Her ikisini de canı gibi severdi. O gün alışveriş yapmışlar, kaldığı yurda doğru gelirlerken bir trafik kazasında hayatlarını kaybetmişlerdi. Jale haberi aldığında yurdun yemekhanesindeydi. Dünyası başına yıkılmıştı, günlerce odasından çıkmadı ama babası ağır bir kalp krizi geçirip hastalanınca ona bakması gerekti. Okulu da yarım bıraktı. Gecesini gündüzüne katarak doktorların iyileşmez dedikleri babasına baktı. Babası iyi olmuştu ama artık ne çalışabiliyordu ne de eskisi gibi neşesi kalmıştı. Tek neşesi kızı Jale'ydi. Bir tek geçimleri de babasının emekli maaşıydı. Çok şükür eskiden pansiyon olan koskoca bir evleri vardı; şimdi yalnızca babası ile ikisi kalıyordu. Bir de emektar tekneleri Akşam Güneşi. Jale bunları düşünürken teknenin yanına gelmişti bile. Sağına soluna iyice bir baktı, teknede hasar var mı diye. Görünürde hiçbir şey yoktu. Tekneye atladı. Dün aldığı yiyecekleri bozulmasın diye otelin dolabına rica ile koydurmuştu, sabah çıkarken onları almıştı. Dikkatlice içeriye yerleştirdi. Sonra teknenin kontağını çevirerek adaya doğru yol aldı. Neyse ki hava bugün tamamen düzelmiş ve açıktı. Kısa sürede adaya vardı. Eve doğru yürürken karşıdan babasını ona gelirken gördü. Yaşlı adam sanki daha da çökmüştü. “Kızım, hep kafanın tersine gidiyorsun. Gitme dedim, yine gittin. Bütün gece uyuyamadım.” “Baba, sana telefon etmiştim, ne yapayım?” “Telefon da etsen merak ediyorum.” Bir geceliğine ayrı kalmış olsalar da özlemle babasına sarıldı, iki yanağından kocaman öptü. Baba kız birlikte evlerine doğru yürüdüler. Aradan iki gün geçmişti. Jale o günden beri adamı neredeyse beş altı kez düşünmüştü. Adamın ne adını biliyordu ne de ne iş yaptığını. Belki de evliydi. Adam da onun hakkında bir şey bilmiyordu. Kınalıada'da olduğunu söylemişti. Acaba adam da onu düşünmüş müydü ya da ima ettiği gibi kötü bir kadın olduğunu mu düşünmüştü? Yine aynı şeyi yapmıştı; hiç tanımadığı adam hakkında kendini düşünürken bulmuştu. Ne oluyordu ona? Ertesi gün öğle yemeğini hazırlarken babası çıka geldi. Birkaç arkadaşıyla dernekte takılır, gün boyu konuşur, oyun oynar, vakit geçirirlerdi. Öğle yemeğinden daha önce eve gelmişti. Hemen babasının yanına gitti. "Baba, hasta mısın? Hayrola, neden erken geldin? Önemli bir şey yoktur inşallah?" Babası saçlarını karıştırır gibi hareket yaptı. "Seninle konuşmam lazım, kızım." "Korkutma beni baba, ne oluyor Allah aşkına?" "Hemen telaşlanma, yok bir şey. Yalnızca sana anlatacaklarım var." Jale hemen mutfağa koşup yemeğin altını kapattı, büyük koltuğa geçip tüm dikkatini babasına verdi. Yaşlı adam, dünyanın bütün yükü omuzlarındaymış gibi eğik oturuyordu. Jale tüm dikkatiyle babasını dinliyordu. "Kızım, biliyorsun artık yaşlandım. Gençken annenle burayı işletirken işlerimiz epey iyiydi. Artık bir emekli maaşından, tekne ve bu evden başka hiçbir şeyimiz yok." "Olsun, bize yetiyor," dedi Jale. "Sus da beni dinle," dedi babası. "Senin yaşıtların ya evlendi ya iş sahibi oldu. Senin ömrün bu koca adama bakmakla geçiyor." "Ben hayatımdan memnunum baba." "Olmaz öyle şey. Ben düşündüm taşındım, teklifi kabul ettim." Hayda, neydi bu teklif? Biri Jale'yi istemeye mi geliyordu? "Ne teklifi baba?" "Biliyorsun, yakında adaya çok büyük bir tesis kurulacak. Ada uygun mu diye birçok görevli ve şantiye ekibi gelecek. Ben de hem burası eskisi gibi canlansın hem de senin kalan eğitimini tamamlaman için lazım olan para elimize geçsin diye firmayla anlaştım. Yakında buraya kalmaya gelecekler. Üst katlarda ki odaları onlara hazırlayalım. Tabii tek başına olmayacaksın, sana yardım etsinler diye adadan bir iki kadın ayarlarız, olmaz mı?" Jale adeta donmuştu. "Ama baba, hiç tanımadığımız insanlar, niye böyle bir şey yaptın? Ne gerek vardı?" "Eskisi gibi işe yaramak, çabalamak istiyorum," dedi adam. Jale tam ağzını açacakken sustu. Babasının gözlerinde yıllardan sonra ilk kez sevinç görmüştü. Bu yaşlı adam için çok iyi bir şeydi. "Tamam baba, bunun altından da kalkarız. Sen nasıl istersen," dedi. Yaşlı adam sevinçle kızına sarıldı. Ertesi gün Jale işlere koyuldu. Bu eski, bir zamanlar ihtişamlı bina uzun süredir temizlenmemişti. Neyse ki geçen sene çatı uçtuğu vakit iyi bir tadilattan geçmiş ve boyanmıştı ama sadece alt katı kullandıkları için üst katları derinlemesine temizlememişti. Tüm günü çarşafları yıkayıp cam silerek geçirmişti. Yorgunluktan akşam nasıl yattığını bile bilemedi. Daha sonraki gün odalardaki sobaları temizleyip mobilyaları ve yerleri sildi. Çarşafları büyük bir özenle yaydı. Bir iki odanın lambalarına ek yapılması lazımdı. Boynunu tuttu, çok yorulmuştu. Gidip biraz dinlense iyi olacaktı. Oturma odasına geçti, babası gazete okuyor ve bir yandan da ıslık çalıyordu. Bu bile Jale için yeterliydi. Kimdi bu adamlar, nasıl tiplerdi, en önemlisi ne zaman geleceklerdi? Yine İstanbul’a gidip erzak alması gerekiyordu. Kışa girmek üzereydiler, sonbaharın son günleriydi. Havalar artık serinlemeye başlamıştı. Birden aklına yine o mavi gözler geldi ama bu düşünce aklından çabucak gitti. O kadar yorgundu ki çabucak sofrayı hazırladı, dünkü yemeklerden ısıtıp sofraya koydu. Akşam yemeğinden sonra bulaşıkları yıkayıp çay suyu koydu. Bir kaç bardak içtikten sonra duş alıp yıkanmayı ve bir an önce yatağa girmeyi düşünüyordu. O sırada sokak kapısı sertçe birkaç kez vuruldu. Saate baktı, dokuzu geçiyordu. Bu saatte kimse gelmezdi. Kapı yine sertçe vuruldu. Babası, "Ben bakarım kızım," dedi. Babasının arkasından kim gelmiş diye bakmaya giderken, içeriye iri iri 6 ya da 7 adam girdi. Jale onlara ters ters baktı. Zaten bütün gün yorulmuş, evi silmiş, toplamıştı ama bu insan azmanları çamurlu ayaklarıyla içeri girmişlerdi. Babası onlarla el sıkışırken, Jale ters ters bakıp bir yandan da adamları azarlıyordu. "Siz girdiğiniz yere dikkat etmez misiniz hiç?" Tam bunu söylerken içeriye, mavi gözlü yatakta bir gece geçirdiği adam girdi. "Hayır hanımefendi, bilakis ben ve adamlarım sınırlarımıza çok dikkat ederiz. Herkesi aynı kefeye koymayın," dedi. Şimdi manalı manalı kıza gözlerini dikmiş bakıyordu. Jale kıpkırmızı kesildi, burnundan soluyarak meydan okurcasına adama gözlerini dikti. Babası araya girdi. "Murat Bey, hoş geldiniz. Siz kızımın kusuruna bakmayın, biraz yorgun. Her zaman böyle kaba değildir. Buyurun içeriye," diye elini uzattı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD