1- OTEL ODASI

1055 Words
Jale o güne çok istekli başlamıştı. Bir çırpıda evi toplamış, güzelce giyindikten sonra vapuru kaçırmamak için koşar adımlarla iskeleye doğru gidiyordu. Birden vapuru kaçırdığını fark etti; vapur limandan ayrılmış, ağır ağır suyun üstünde yol alıyordu. Bu çok kötü olmuştu. Kafasında birden bir ışık yandı, kendi teknesiyle gidecekti. Babadan kalma teknenin iplerini çözerken babasının sözleri aklına geldi. Fırtınanın geldiğini, şehre inmenin akıllıca bir iş olmadığını söylemişti. Gerçekten gökyüzünde kara bulutlar vardı. Ama erzakları tükeniyordu, en kısa sürede alışveriş yapması gerekiyordu. Babası çok yaşlı ve hastaydı; bu işleri birilerinin yapması lazımdı. Babası gitmesine karşı çıkmış ama o dinlememişti. Gerçi babası vapurla gideceğini sanıyordu ama olsun, bu suları adı gibi biliyordu, tüm yaşamı burada geçmişti. Ada onun hayatıydı. Birden gözleri yaşardı, annesi aklına geldi. Jale’nin her zaman gülümseyen yüzü ifadesizleşmişti. Jale, araştıran gözlerle havaya tekrar baktı; kara bulutlar sanki çoğalıyordu. Hızlı hareket etmesi gerektiğini anladı, teknenin ipini çözdü, telaşla onu gören var mı diye etrafa baktı. Babası duysun istemiyordu. Bu hasta haliyle daha da telaşlanıp üzülsün istemiyordu. Motoru çalıştırdı, usta bir manevrayla limandan çıktı. İstanbul'a vardığında saat 11 gibiydi. Teknesini bağladıktan sonra şehrin karmaşasına daldı. İstanbul’u çok seviyordu; karmaşasını, mistik havasını, insan çeşitliliğini, hepsini çok seviyordu. Ama çok kalabalık bir şehirdi, Kınalıada gibi sakin değildi. Kafasındaki düşünceleri atmak ister gibi kafasını hafifçe salladı. Şimdi bunları düşünmemeliydi. Öğle tatiline girmeden bankaya gitti. Bu bankayı çok seviyordu; ilk kurulan Ziraat Bankasıydı, hâlâ eski ihtişamıyla iş yapıyordu. Biraz daha bankanın içini gözden geçirdikten sonra numarası yandı. Allah’tan banka kalabalık değildi, hemen babasıyla ortak olan hesaptan biraz para çekti. Karaköy Köprüsü’nü ağır adımlarla geçti. Köprünün üstünde sağlı sollu birçok balıkçı oltasını sallamış balık avlıyordu. Eminönü Camii'ne doğru baktı. Mısır Çarşısı'nın girişine, denizin üstündeki balıkçı teknelerine... İnsanlar bir yerden bir yere hızlı adımlarla gidiyor, bazısı yolda durmuş konuşuyor, birkaç satıcı avaz avaz bağırarak bir şeyler satmaya çalışıyordu. Bir yandan balık kokusu, bir yandan denizin kokusu, çok başka bir hava vardı. Eminönü’nü de seviyordu ama bu kadar karmaşa ona biraz fazla geliyordu. Ne de olsa o, sakin bir yerde büyümüştü. Yine adımlarını hızlandırarak Mısır Çarşısı'nın yanına kurulmuş olan kahvaltı satan dükkânlara yöneldi. Birkaç kalıp peynir, 2-3 çeşit zeytin, biraz pekmez, helva, sucuk, biraz da pastırma, bir karton yumurta almıştı. Bu, onları bir ay kadar idare ederdi. Köşeden biraz da kahve aldı, kahvenin kokusu mis gibi her tarafa yayılmıştı. Oradan da doğruca kasaba gitti. Etleri almış çıkacaktı ki birden sağanak yağmur bastırdı. Geçer umuduyla bir kafede çay söyledi, bir de poğaça. Aradan bir saat geçmişti ama yağmur dinecek gibi değildi ve hava gittikçe şiddetini artırıyordu. Kafenin televizyonundan duyduğuna göre çok şiddetli bir fırtına geliyordu. Bu durumda adaya dönmesi doğru olmazdı, yapacağı tek şey vardı: babasına telefon edecek, burada kalacağını söyleyecek, aile dostu olan Kirkor Amca'nın işlettiği otele gidecekti. Geceyi orada geçirmesi gerekiyordu, aksi takdirde denizde başına bir iş gelmesi yüksek olasılıktı. Otele vardığı zaman Kirkor Amca'nın bir iş için şehir dışında olduğunu öğrendi ama çocuk onu tanıyordu. Ondan kendine bir oda vermesini istedi. İnşallah fırtına iki gün sürmezdi; alışveriş yaptığı için parası da azalmıştı. Babasının emekli maaşıyla geçindikleri için çok dikkatli harcama yapması gerekiyordu. Çocuk, İstanbul'da bir festival olduğu için bütün otellerin neredeyse dolu olduğunu, kendi otellerinin de dolu olduğunu söyledi. Jale'nin birden yüzü asıldı. Başka bir otel bulabilirdi ama o zaman bütün parası da bitebilirdi. Çocuğa ısrarla başka bir yolu yok mu diye sordu. Çocuk, otellerinde bir grup mühendisin kaldığını, belki onlardan ikisini yan yana bir odaya koyabileceklerini, ona da bir oda verebileceklerini söyledi. Sonra içeriye gitti, az sonra elinde bir anahtarla tekrar geldi. 23 numaranın anahtarını uzattı. İsterse kafedeki ücretsiz ikramlardan yararlanabileceğini de söyledi. Bu fikir birden Jale'ye güzel göründü, en azından para harcamadan orada birkaç şey yiyebilir, geceyi böyle geçiştirebilirdi. Cafeye doğru yöneldi, içerisi çok kalabalıktı, daha çok erkek müşteri vardı. İçeri girince birkaç çift göz ona doğru döndü. Yağmurdan sırılsıklam olan kız, ona bakan bu gözlerden rahatsız oldu. En iyisi odaya gitmekti. Zaten akşam üstü çay içip poğaça yemişti, aç değildi. Kışa girmek üzere olduklarından günler kısalmıştı, hava karanlıktı. Bir iki saatte kalmaz uyurdu. Odaya gittiği zaman hemencik soyundu, güzelce bir duş aldı, iç çamaşırlarını yıkadı, elbiselerini yıkadı, kaloriferin üstüne koydu. İnşallah sabaha kadar yağmur diner, elbiseleri kurur ve bir an önce güvenli olan evine dönerdi. Yavaş yavaş göz kapakları ağırlaşmaya ve kapanmaya başladı. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu. Birden içinde bir huzursuzlukla uyandı, bir çift mavi göz başında dikilmiş kendine bakıyordu. Ağzından ufak çaplı bir çığlık çıktı. “Kimsin sen? Burada ne arıyorsun? Avazım çıktığı kadar bağırırım şimdi, çabucak defol git buradan!” Adam 1.85-1.90 boylarında, mavi gözlü, keskin ve sert bakışlı, adaleli ve oldukça yakışıklı sayılacak bir suratı vardı. Giyimi de kaliteliydi. Jale ona sertçe bakıyor ama aynı sert bakışlarla adam da ona bakıyordu. Adam birden sert ve haşin bir sesle, “Esas sen kim oluyorsun? Kimi baştan çıkarmak istiyorsan oraya git, burası benim yatağım, bu oda da benim odam. Kandıracağın adam ben değilim.” Jale'nin ağzı bir karış açık kalmıştı. “Ki-ki-kim? Ben mi baştan çıkaracakmışım?” Bunları kekeleyerek söylemişti. Şimdi çok sinirlenmişti, yemyeşil gözlerini adama dikmiş, “Bana bakın beyefendi, bana iftira atıyorsunuz. Ben burayı aşağıdan parasıyla kiraladım. Hem buranın sahibi Kirkor Amca babamın arkadaşı, ben Kınalıada'ya gidemediğim için burada kaldım. Sizin ithamlarınızla hiç uğraşamayacağım, lütfen çıkar mısınız?” dedi. Neden adama bu kadar açıklama yapmıştı, bilmiyordu. “Giyineceğim.” Birden yatakta çıplak olduğunu hatırlayınca yanakları kızardı. Hafiften başı dönüyordu. Adam gözlerini açmış, uzun uzun yüzüne baktı. “Ben hiçbir yere gitmiyorum. Bu oda benim. Siz çok istiyorsanız kalkar giyinirsiniz.” “Aaa, ne münasebet! Aşağıdaki resepsiyondaki çocuk, odaların dolu olduğunu ama bana bu odayı ayarladığını, iki kişiyi aynı odaya vereceğini söyledi. Ben kimsenin odasını filan almış değilim. İnanmıyorsanız gidin sorun, lütfen çıkar mısınız? Giyineyim.” “Kimseye bir şey sormuyorum, hiç bir yere çıkmıyorum. Ne malum beni tacizle suçlamayacağın? Belki de o numarayı sen hazırladın, belki benden para koparmak istiyorsundur, olamaz mı? Giyinmek istiyorsan dediğim gibi kalkar giyinirsin.” Jale kalkmak istiyordu ama giysileri ve iç çamaşırları kaloriferin üstündeydi, o yüzden kalkamıyordu. Karşısındaki uzun boylu adam onun için neler düşünüyordu, Jale öyle biri değildi. İri cüsseli adama bunu anlatamıyordu. Adam ona anahtarı salladı, “Bak görüyor musun? Bu benim anahtarım, 23 numara.” Jale de masanın üstünde duran anahtarına baktı, “23 numara benim de anahtarım,” dedi. Adam masaya baktı. Sonra Jale'nin bile zor duyacağı bir sesle homurdanarak, “Bu benim sorunum değil, yatağımı da leş gibi kokan arkadaşlarımla paylaşmak istemiyorum. O zaman birlikte uyuyacağız güzelim!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD