Zahik bölgesi, zenginliği ve fakirliği bir arada yaşayan, adaletin olmadığı bir bölgeydi. Peki adaletin olmadığı yerde en çok ezilen kim olurdu?
Asiye balkondan sokağa bakıyordu. Çocukların ayakları çıplak, üzerinde onları örtecek bir kıyafet yok, olan da zaten yırtıktı. Kıyafet bir lüks ve özgürlük belirtisiydi. Yanından geçen köle kadına baktı. Üzerinde sadece yırtık bir elbise vardı. Saçları yağlanmış ve açıktı. Ayağında ayakkabı olmayan kadın bir erkeğin arkasından gidiyordu. Belli ki köle pazarından yeni alınmıştı. Yanında iki koruma ile önünde giden atlı adama baktı. Tüccar Avigdor yine formundaydı. Evinde altıdan fazla köle kız vardı. Bir yenisi daha eklendi demek ki diye düşündü Asiye.
Kapının çalınma sesi gelince odasına girdi. Elinde tepsiyle içeri giren kadına baktı. Yıllardır yanında ve her ihtiyacını o karşılardı. Sabah kahvaltısını masaya bırakan kadın ona bakıyordu. Asiye masaya oturdu. Kadın batıdan gelen özel çayını fincanına doldurdu. Gözleriyle onu takip ediyordu. Dilsiz kadının gözleri şahin gibiydi. Bir yerden kurak olan duyusu diğer alanlardaki duyularını geliştirmişti. Üstelik kulakları zehir gibiydi. Elli yaşlarında olmasına rağmen en ufak bir sesi işitir ve tepki verirdi.
- Gidebilirsin.
Asiye kahvaltısını yaparken kadın elini önünde bağlayarak çıktı. Ava bu evdeki kahya kadındı. Asiyenin sağ koluydu. Kızları hizaya dizer, korumaları yönlendirir, Asiyenin tüm hizmetiyle sadece o ilgilendirdi. Özel odasına girme hakkına sahip nadir çalışanlardandı.
Kahvaltısını yaparak odadan çıktı. En üst katta sadece onun odası vardı. Buraya giriş tamamen yasaktı. Çatı katında büyük bir oda ve balkondan oluşan odasını bırakıp merdivenlere yöneldi. Merdivenin başında iki koruma duruyordu. Onu görünce selam vererek geri çekildiler ve Asiye kütüphane diye adlandırdığı, tüm işleri yönettiği odasına gitti. Gitmeden önce kapının üst kısmında yazan yazıya baktım. " DÜŞES "
Bu lakap onun kaderi olmuştu. O bu evin Düşesi ve patroniçesiydi. Kızların tek sahibi ve genelevin yöneticisi Düşes. Saray adı verilen evde geceleri eğlence düzenler, üç katlı evde statüye göre kadın satardı.
Bakır odalar adı verilen birinci katta her türlü kadın olurdu. Fiyatı ucuz kadınlar yılardır burada çalışan orta yaşlı ya da güzellik standartlarına uymayanlardan oluşurdu. Genellikle işçiler gelir ve o gece orada kalmazdı.
Gümüş odalar adı verilen ikinci katta güzel ve herkese hitap eden, şarkı söyleyen ve zayıf, balık etli, kısa ya da uzun olacak şekilde çoğu adama hitap edecek çeşitte genç kızlar vardı. Bu kata memur, tüccar yada parasını ödeyebilecek kişiler gelirdi.
Altın odalar adı verilen üçüncü kata öyle herkesi çıkarmazdı. Düşesin bizzat seçtiği ve çoğu kriterleri en özel hanımefendilerde bile bulunmayan güzellikleriyle dünyayı mest edebilecek 7 kız vardı. En özel fantazileri gerçekleştirebilecek eğitimi almış kızlar ultra zengin ve bir statüye sahip adamlar için vardı. Özel davetlere katılan, yeri geldiğinde evlere giden, özel yetişmiş kızlara ulaşmak bölgedeki her erkeğin sadece hayali olabilirdi. Düşesin Şeytanları adı verilen kızlar sadece güzel değil bir o kadar zeki ve eğitimliydi.
Evde ayrıca korumalar, hizmetliler, aşçılar vardı. Yıllardır bu düzende ilerleyen ev bölgenin en kapsamlı ve tek geneleviydi. Sabahları ahlaklı hayatına devam eden erkekler geceleri bölgenin en karanlık ve tehlikeli sokağına gelerek ihtiyaçlarını karşılayıp giderdi. Bu düzen yıllardır böyle devam ediyordu.
Gavr sokağı bu bölgenin en bataklık yeriydi. İsmi gibi en dipteki yerdi. Saray ise sokağın önemli bir parçasıydı. Bu sokağa ne adamlar getirmişti de kimsenin ruhu bile duymamıştı. Bu sokak hariç bölgenin her yerinde cinayet işlemek meşru, zina yapmak gayrimeşruydu. Birini öldürürseniz kimse size bakmazdı ama bu sokakta bile bir kadını öpemez ya da kol kola gezemezdiniz. Bu sokağa kadınlar hakimdi.
Sokağın kendine göre kuralları vardı. Asiye bu kurallara hep gülmüştü. İnsanların doğru kabul etmesi, olayların doğru olduğu anlamına gelmiyordu.
Kafasında ayrı şeyler önünde duran hesapları inceliyordu. Muhasebeci dün gece kazançları doküman olarak masaya bırakmıştı. Her sabah incelerdi. Ayın birinde ise geçen ayın tüm hasılatı toplanır ve açık var mı diye bakılırdı.
Sıradan bir gündü. En alt kat tüm ay boyunca Altın odalardan birinin, bir günde kazandığı parayı bile çıkaramıyordu. Sokağın iti, kopuğunu tanımak içindi orası. Yoksa hiçbir kârı yoktu. En sadık adamı olan Selim'i çağırdı. Aynı zamanda korumaların da amiriydi.
- Buyrun hanımım dedi eli önünde adam.
Hala ona hanımım derdi. Hâlbuki o zamanlar geride kalmış. O artık bir Hanım değil bir fahişeydi. Hatta bir genelev yöneten bir patroniçeydi. Babasının evinde getirdiği tek şey. Sadık bir adam. Erkeklerde zor bulunur sadakat diye geçirdi aklından. Ya da kadınlara karşı sadakat zor bulunur. Onlar parasına, koltuğuna, zevklerine sadıktı sadece. Bir kadına asla sadık olmazlardı.
- Bakır odalar canımı sıkıyor. Kimse para vermiyor mu? Bu ahval ne olacak?
- Hanımım en alt katları bilirsiniz. Kadınlar iyice saldı. Artık onlar da pek para almıyor. Hepsi kendi kafasına göre birini içeri alıyor ve gece onunla kalıyor dedi.
Her katın kapısı ayrıydı. Kimse birbirini görmezdi. Bakır odalarla ilgilenecek vakti de olmuyordu ama bu durum kabul edilebilir değildi.
- Sen usulünce ilgilen.
- Emredersiniz dedi.
Kapıdan çıkmıştı. Yine hesaplara dalmış aynı zamanda gelen bilgileri de inceliyordu. Bir kasada paralar varken kimsenin bilmediği gizli bir kapının arkasında olan kasada ise bölgenin ileri gelenlerinin bilgileri vardı. Erkekler bazen fazla konuşurdu. Ya da benim Şeytanlarım iyi iş çıkarmıştı. Bilgileri okuyup kasaya kaldırdı. Sonra da paraları hesapladı ve açık çıkmayınca onları da kaldırdı. Kapı çalınmıştı. Koltuğuna oturdu.
- Gel.
Selim elleri önünde biraz stresli içeri girdi. Onun gözlerini okurdu. Acil bir durum vardı.
- Ne oldu?
- Hanımım ... şey.
- Ağzında geveleyip durma, neler oluyor Selim?
- Efendim Afra hanım kaçırılmış. Adamlarımız takipteymiş. Size haber vermemi istediler.
- Ne ? Kim? Kimler benim kardeşimi kaçırmaya cesaret edebilir? Babam neredeymiş? Evi kimse korumuyor mu?
Asiye panik ve üzüntü ile koltuktan kalkıp Selim'in yanına gitti.
- Şuan bir bilgi yok, adamlar peşinde ama.
Asiye adamın yakasına yapıştı.
- Bana bak Selim. Kardeşimi hemen bul. Adamları da hazırla. Gidip kendim alacağım kardeşimi.
- Tabi efendim.
Selim giderken Düşes öylece bakınıyordu etrafına. Kardeşi bu dünyadaki en kıymetli iki kişiden biriydi. Onun kılına zarar gelmesine izin veremezdi. Kafayı mı yemişti bu millet. Afra'yı kim, niye kaçırırırdı? Bilmezler miydi ki Düşes birine düşman olursa onun bu dünyadan alacağı tek şey iki metre toprak olabilirdi.
Sinirle odanın içinde volta atıyordu.
Günlük raporların yazıldığı belgeyi bile okumamıştı. Kim bilir kardeşi ne kadar da korkmuştu. O bana benzemiyor, şimdi kim bilir ne halde diye düşünmeden yapamıyordu. Haber geldiğinde çoktan hazırlanmıştı.
- Aldığımız bilgiye göre kardeşinizi Kemal Demircioğlu'nun adamları kaçırmış.
- Kafayı mı yemiş bu adam?
- Siz yardım etmeyince demek ki sinirlenmiş. İki gece önce size verdiği teklif ortada.
- Sonu olacak o teklif. Nerede tutuyorlarmış kardeşimi?
- Vali Bey'in konağında.
Selim ne saçmalıyor diye bakıyordu Asiye. Vali Bey'in konağı ne alakaydı? Selim bunu anlamış olacaktı ki ağzındaki baklayı çıkardı.
- Yeni Vali gelmiş. Kemal de Afra Hanımı ona hediye etmiş.
Gözlerini sinir ve şaşkınlıkla açan Asiye sinirle masaya yumruğunu vurdu. Kardeşinin iffeti tehlikedeydi. Yaşadıkları gözünün önünden gidiyordu. Bunların olmasına izin veremezdi. Onu da kendisi gibi ezmelerine izin vermeyecekti. Bu toplum onu yutamayacaktı.
- Hemen en güvendiğin üç adamı yanına al, gidiyoruz.
- Efendim sizin gelmeniz şart mı?
- Dediğimi yap. Adam aldığı emirle hazırlıkları yapmak için çıktı. O konağı ve gizli geçitleri Asiye adı gibi biliyordu. Neye mal olursa olsun kardeşini kaçıracaktı.
Akşam vaktiydi. Hava serindi. İnsanlar yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı. Bazıları kendi evine, bazıları zevklerinin peşine. Selim ve arkasında üç adamla bahçeden içeri girdiler. Kadın avucunun içi gibi biliyordu bu konağı. Tüm çocukluğu burada geçmişti. Bir adam elinde bombayla bir köşeye, diğeri diğer köşeye gitti. Korkutmaları yeterliydi. Elindeki ışığa baktı. Pencereye ışık tutunca biri patlatacaktı. Uzun süre haber alınmazsa diğeri de patlayacaktı.
Tüm halk buraya yığılırdı. Her odaya açılan gizli bölmeler vardı. Elindeki meşaleyi köşeye indirdi ve Vali odasını açtı. Sinirden titriyordu.
- Selim sen burada kal. Kapıyı açar açmaz kaçalım.
- Ama efendim.
- Dediğimi yap.
Adam bekliyordu. Asiye odaya gidip kapının arkasına saklandı. Vali kendi odasına getirmediyse Afrayı, bu kız neredeydi?
Kapı açılınca sessiz durdu. Adam içeri bir adım atmıştı ki onun olduğu tarafa baktı. Esmer, uzun boylu adam yaşlı değildi. Yaşlı bir vali bekliyordu. Gelen adamın siyah gözleri ve esmer teniyle yakışıklı bir yüzü vardı. Üstelik çok uzundu. Boyuna göre fazla kalıplıydı.
Ona doğru hamle yaptı. Adam onu sıkıştırmış bir de dalga geçiyordu.
- Yoksa burayı ateşe verecekler. Yarım saat içinde dışarıda olmazsak içinde kül olacağız diye tehtit etti adamı. Yine de kıpırdamıyordu Vali. Adam gittikçe kendini ona sürtüyordu. Şerefsiz diye içinden geçirdi. Hepsi aynıydı.
Valinin dudağının tek tarafı yukarı kalktı.
- Ben de çok üşümüştüm. Biraz ısınmış oluruz.
Aldığı cevapla şok olan Asiye adamın bacaklarının arasına bir tekme atmaya çalıştı ama adam onu da engelledi. Elindeki ışığı pencereye tuttu. Hamza ne yaptığını anlamıştı. Birden bomba patlayınca dengesini kaybedip düştü. Kadın fırsattan istifade ara kapıya gidip hemen kapattı. Hamza şaşkınca kapanan kapıya bakıyordu. Selim içeride bekliyordu.
- Afra burada yok.
Duvar yumruklanıyordu. Vali kapı kolunu bulamazdı ama çabuk olmaları lazımdı. Hemen aşağı indiler.
- Hizmetçilere sordun mu? Bir adam hizmetçilerin yanına gidip soracaktı.
- Vali onları göndermiş. Valinin odasında olmalı dediler.
- Aframa ne yaptı bu adam? Kahretsin gelin mahzene gidelim.
Adamlar arkasından geliyordu. Ortalık sakinleşene kadar mahzende beklemelilerdi. Oradan tekrar bahçeye iner ve tüm odalara bakabilirlerdi. Üç adam, Selim ve Asiye mahzene indi.
- Halk birazdan patlama yüzünden toplanır. O zaman Vali de çıkar. Hemen odalara bakarız dedi Selim.
- Tamam dedim.
Bu gibi operasyonlara gitmiştim. Ellerim niye titriyor onu bile bilmiyordum. Bu gece birşey olmuştu. Sadece onun ne olduğunu anlamadım. Umarım yanılıyorumdur. Yoksa başıma büyük bir bela açacaktım. Hem de çok büyük...
.
.
.
Hamza sinirle kapıyı yumrukluyordu. Bu kadın nereye gitmişti.
Demek ki evde gizli kapılar vardı. Dışarıdan içeriye girilebiliyordu. Buraya geldiği ilk gece neler yaşanmıştı. En azından evin içinde dönen dolapların bazılarından haberi olmuştu. Bu gizli geçitleri kim bilebilirdi ki? Belli ki gizli geçidin anahtarını bulamayacaktı. Hemen kapıdan dışarı çöktü. Ali de odasından çıkmıştı.
- Kız nerede?
- Uyuyor. Patlama oldu abi.
- Yanından ayrılma. Sen kıza sahip çık hemen geliyorum diyerek dışarı çıktı. Seher içeri geliyordu.
- Efendim patlama oldu. Dışarı çıktığı için örtüsünü örtmüştü. Köle olmayan kadınlar dışarıda başını kapatıyordu. Bölgenin kurallarına bakmıştım.
- Gizli geçitler mi var? Birkaç adam içeri girdi sanki.
Ona doğru gelen kadını süzüyordu. Kadın şaşkındı.
- Ben bilmiyorum efendim.
- Tamam sen eve git.
- Babam içeride mi?
Lanet olsun onun işi miydi yoksa?
- Dediğimi yap kadın. Eve git. Murat da geliyordu. Seher uzaklaşmaya başladı.
- Abi halk dışarıda. Onları sakinleştirmen lazım. Patlama olmuş burada.
Hemen olanları anlattım. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Benimle aynı boyda olan adam kulağıma eğildi.
- Şevket bir adamla buluşup kese aldı. Sanırım altın. Kemal ya da oğlu değildi.
- Onların itidir. Bu gece uyumak yok. Herkes tetikte olmalı. Dediğim askerler beldeye varmış mı?
- Bir saate gelirler.
- Murat hepsini konumla, evde gizli geçitler var ve biz bilmiyoruz. Onlar biliyor.
- Tamam abi.
- Tamam Valim. Oğlum alıştırın dilinizi.
Bana bakıp sırıtıyordu.
- Tabi Valim tabi. Götünü toplarım ben senin.
Bu halde bile şaka yapıyordu. Asıl bu deliydi. Benim adım çıkmış. Şevket arkadan koşturuyordu. Hamza onu süzdü.
- Efendim patlama ol ...
- Dışarıdaki insanları dağıt. Kimseye birşey olmadı. Yeni Vali ısınıyor dersin.
Arkasına bakmadan eve doğru yol aldı. Ali'nin odasına vardı. Ali kızın başında bekliyordu. Üstünü örtmüştü.
- Kızı uyandır dedim diye kükredi Hamza.
- Uyuyor, sabah konuşsak olmaz mı?
Sikerim böyle işi. Fazla merhametliydi bu bebe.
- Ahh Ali ahh. Evi başımıza yıkacaklar. Kız uyusun aman.
Mahcup olmuş gibi ellerine bakıyordu.
- Tamam otur sen. Ben de burada bekleyeceğim. Bu kız herşeyi bize anlatacak.
İkisi birden kızın başında beklemeye başladı. O kadar patlama oldu. Ne polis gelişmişti ne de bir görevli. Yarın onları da bir kontrol etmesi gerekiyordu. Hamza da sanıyordu ki Sultan ona iş vermiş, ikinci bir şans vermişti. Sultan onu boktan bir yere göndermiş sürünmesini istiyordu belli ki.
- Abi ya kız hiçbir şey bilmiyorsa.
- Mutlaka biliyordur. Elimizde sadece o var ve illa ki konuşacak. Sabah olmak üzereydi. Ahali çekilmiş, Başkentten askerler gelmişti. Murat onları evin içinde ve dışında konumlamıştı.
O da odaya geldi.
- Abi herşey tamam. Askerleri yerleştirdim. Yalnız bir sorun var.
- Ne doğru ki? Söyle dedi Hamza.
- Millet dışarıda ırz düşmanı Vali diye bağırıyor.
- Ne? Aynı anda hem Hamza hem de Ali sormuştu. Daha buraya geleli bir gün olmuştu ve ne kız görmüştü ne de kadın. Bir kadınla birlikte olmayalı üç yıl olmuştu hatta.
Yataktaki kadına baktı. Başını tutmuş uyanmaya çalışıyordu. Ali yanına gidip onu tutmaya çalıştı. Muratla Hamza bakıştı. Bu çocuk gerçekten bebeydi.
- Yavaş olun. Başınız ağrıyacak dedi Ali kıza.
- Hanım evladı işte dedi Murat. Amın evladı der gibiydi hep.
- Sen de kimsin? Kız gözlerini sonuna kadar açtı. Bir bize bir de kendine bakıyordu. Üstünü tamamen örttü.
- Bana ne yaptınız? diye bağırdı kız.
- Sakin ol birşey yapmadık dedi Ali. Kızı sorguya mı çekeceğiz yoksa teselli mi edeceğiz anlamadım.
Kız bağırıyordu.
- Sen kimsin? Çabuk söyle dedim bağırarak. Kız korkmuştu.
- Babam size bunun hesabını soracak.
- Yaw senin baban kim? dedi Murat. Hepimizin aklında bu vardı.
- Eski Vali dedi kız. Necip Cerrah.
Eski Vali mi? Amınakoduğum herifi. Beni tuzağa düşürmüştü. Eski Valinin kızını kaçırıp bana hediye etmişti. Beni milletin önünde ilk günden küçük düşürmüş ve kadın düşkünü gibi. Üstelik vali saygın biri olmalıydı. Saygın bir kızı kucağıma atmıştı.
Kapı çalındı. İçeri Şevket girdi. Bu piçin haberi vardı. Bu kızı tanıyor olmalıydı.
- Haberin var mıydı? Hamza kükreyince adam geri çekildi.
- Kızı çarşaflıydı. Yüzünü hiç görmedim yemin ederim. Babası gelmiş. Aşağıda bağırıp duruyor.
- Ablası da gelmiş mi?
Hamza sinirle kıza baktı.
- Benim ablam yok ki.
Adam sinirliydi ama bir o kadar da şaşırmıştı. Peki gece evini basan kadın kimdi? Ona ablası olduğunu söylemişti...