lerini bilsem akil hastanesine yatmaya da raziyim», diyordum. Yasamak istiyor, hayata tapiyordum!.. Ama. böyle düsünürken gülümsedigini de aklimda. «Akil hastanesinden çiktiktan sonra ne yapacagini? Gene roman; mi yazacagim yoksa?» Böyle hayal kurarken hava iyice kararmis, gece olmustu. O aksam Natasa'yla bulusacaktim; bir gün öncesinden mektup yazip çagirmisti beni. Yerimden firlayip hazirlanmaya basladim. Zaten bu sikici yerden kurtulmak, yagmur da kar da yagsa, kendimi sokaga atmak istiyordum. Üstelik, karanlik bastikça odam daha bir genisliyor, büyüyordu sanki. Her gece odamin her kösesinde Smith'i görecegim saniyordum: pastanede Adam ivanoviç'e oldugu gibi, oturup gözlerini bana dikecek, Azorka da ayak-larinin dibinde yatacak... Iste tam o anda, beni pek sasirtan bir olay oldu. Bununla beraber, her seyi açik yüreklilikle anlatmaliyim: sinirlerimin bozuklugundan mi, yer degistirmenin verdigi duygululuktan mi, daha yakinda geçirdigim büyük üzüntüden mi neden bilmiyorum, simdi hastaligim nedeniyle geceleri sik sik içine düstügüm, mistik dehset diye ad taktigini ruhsal durum, hava kararmaya basla-yalidan beri yavas yavas sarmaktaydi beni. Ne oldugunu' anlayamadigim, ulasilamaz, gerçekte var olmayan - belki de vardir su anda; aklin siraladigi bütün delillerle alay edercesine, bir gerçek, ürkütücü, çirkin, amansiz bir olay olarak çikar kargima bakarsiniz - evet, ne oldugunu anlayamadigim, ulasilmaz, gerçekte var olmayan bir seyin verdigi dayanilmaz, istirap dolu bir korkuydu bu. Korku, aklimin gösterdigi delillerin hiç birini dinlemeden gün geçtikçe büyür, güçlenir; öyle ki sonunda, böyle anlarda her zamankinden daha bir açik, dinç oldugu-halde, duygulara karsi koyma yetenegini tamamen yiti-- rir akil. Dinleyen yoktur onu artik, yararsiz bir sey olmustur; bu parçalanma korkulu beklemeyi, kasveti daha da arttirir. Sanirim, ölüden korkan insanlarda da durum bir bakima aynidir. Oysa neden korktugumu bilmemem benim istirabimi daha da arttiriyordu. Hatirliyorum, arkam kapiya dönük, masanin üzerinden sapkami aliyordum, tam o anda, geri dönünce karsimda Smith'i görecegim hissi uyandi içimde birden: önce usulca kapiyi açacak, esikte durup odanin içine bir göz atacakti; sonra basini öne egerek sessizce içeri gire-cek, tam önümde durup donuk bakisini gözlerimin içine dikerek, birden gülmeye baslayacakti; dissiz agzini açarak uzun uzun gülüsü bütün bedenini sarsacakti; sesi duyulmayacakti bu gülüsün. Bütün bunlar son derece açik, seçikti kafamin içinde. Hissettiklerimin kesinlikle gerçeklesecegi, hattâ gerçeklestigi, arkam kapiya dönükSoldugu için bunu göremedigim, kapinin belki de o anda yavas yavas açildigi inanci birden içimi doldurmustu. Hizla dönüp baktim... gerçekten de tipki bir dakika önce hayalimde canlandirdigim gibi sessizce açiliyordu kapi. Seslendim. Cevap veren olmadi; kapi kendiliginden açiliyordu sanki. Birden tuhaf bir yaratik belirdi esikte. Karanlikta seçemedigim birisinin gözleri israrli, sabit bakislarla beni inceliyordu. Sirtimdan dogru soguk bir ürperti geçti. Asil beni korkutan, gelenin bir kiz çocugu olmasiydi. Kapida Smith'i görseydim bu kadar korkmazdim belki. Bu saatte tanimadigim bir çocugun ne isi vardi odamda? Kapiyi, içeri girmekten korkuyormus gibi usulca açtigini söylemistim. Esikte durup saskin bakislarla uzun uzun inceledi beni. Sonra bana dogru yavasça iki adim atti, karsimda durdu. Hâlâ konusmuyordu. Daha yakindan görüyordum onu simdi. Kisa boylu, ciliz, agir bir hastaliktan yeni kurtulmus gibi soluk benizli, - iri, siyah gözlerinin parlakligi bu yüzden daha bir dikkati çekiyordu - on iki on üç yaslarinda bir kizdi bu. Aksam sogugundan titreyen gögsünü örttügü eski atkisini sol eliyle tutuyordu. Üstü basi dökülüyordu. Gür, siyah saçlarinin tarak yüzü görmedigi belliydi. Birbirimizin yüzüne bakarak iki dakika öyle ayakta durduk. Gögsü ya da bogazi agriyornius gibi, güç isitilir bi" sesle, - Dedem nerede? diye sordu. Bütün korkum bir anda kaybolmustu. Smith'i soruyorlardi. Onunla ilgili bir iz çikmisti karsima sonunda. Kendimi toparlayamadan, - Deden mi? dedim, öldü deden! Böyle söyledigime o anda pisman olmustum. Bir dakika daha hareketsiz durdu, sonra birden, sinir krizi gelmis gibi zangir zangir titremeye basladi. Düsmesin diye kolundan tuttum. Birkaç dakika sonra düzeldi biraz ama istirabini benden gizlemek için sarfettigi çabanin farkindaydim. - Affet beni küçük, dedim, affet! Ne olur kusuruma bakma! Öyle söyledim sana ya, belki de deden degildi ölen... zavalli yavrum!.. Kimi ariyorsun? Burada oturan ihtiyari mi? Kendini zorlayarak, endiseyle bakti yüzüme. - Evet. - Soyadi Smith miydi? - E-evet! - Öyleyse oydu... ölen dedendi öyleyse... Ama sen üzülme gene yavrum. Niçin bugüne kadar ugramadin hiç T Nereden geliyorsun? Dün topraga verdiler onu; birdenbire öldü... Torunusun demek? Çabuk çabuk sordugum karmakarisik sorularima cevap vermiyordu. Sessizce döndü, kapiya dogru yürüdü. Öylesine sasirmistim ki, durdurmuyordum onu, baska bir seyler sormuyordum. Kapida bir kere daha durdu, yarim geri dönerek, - Azorka da öldü mü? diye sordu. - Evet, Azorka da öldü. Bu sorusu pek tuhafima gitmisti: köpegin de ihtiyarla beraber ölecegini, ölmek zorunda oldugunu biliyor-du sanki. Kiz, benden bu cevabi alinca sessizce disari çikti, ardasindan kapiyi dikkatlice kapadi. Bir dakika sonra pesinden kostum. Onu biraktigim için kendi kendime kiziyordum! Öylesine sessiz çikip gitmisti ki, merdiven basindaki kapiyi açtigini duymamistim. Merdivenleri henüz inmemistir diye düsünüp yukarda durarak asagiya kulak kabarttim. Ama ses seda yoktu. Sadece alt katlardan bir kapi sesi duyuldu, geneSderin bir sessizlik kapladi evin içini. Aceleyle inmeye basladim basamaklari. Merdiven benim dairemden, yani besinci kattan dördüncü kata dönerek iniyor, ordan asagi düzlesiyordu. Küçük küçük daireli apartmanlarda çogunlukla oldugu gibi daima karanlik, pis bir merdivendi bu. Ben inerken ise zifiri karanlikti. El yordamiyla dördüncü kata inince birden durdum. Sahanlikta birisi benden gizleniyor gibi geldi bana. Ellerimle sagi solu arastirmaya koyuldum. Kiz çocugu tam kösedey-Sdi, yüzünü duvara dönmüs, sessiz sessiz agliyordu. - Bak, dedim, neden korkuyorsun? Ben korkuttum seni; kabahat bende. Deden ölürken senden söz etti; son sözleriydi bunlar... Birtakim kitaplar kaldi bende; senin olsalar gerek. Adin ne senin? Nerede oturuyorsun?Kiz, benden bu cevabi alinca sessizce disari çikti, ardasindan kapiyi dikkatlice kapadi. Bir dakika sonra pesinden kostum. Onu biraktigim için kendi kendime kiziyordum! Öylesine sessiz çikip gitmisti ki, merdiven basindaki kapiyi açtigini duymamistim. Merdivenleri henüz inmemistir diye düsünüp yukarda durarak asagiya kulak kabarttim. Ama ses seda yoktu. Sadece alt katlardan bir kapi sesi duyuldu, geneSderin bir sessizlik kapladi evin içini. Aceleyle inmeye basladim basamaklari. Merdiven benim dairemden, yani besinci kattan dördüncü kata dönerek iniyor, ordan asagi düzlesiyordu. Küçük küçük daireli apartmanlarda çogunlukla oldugu gibi daima karanlik, pis bir merdivendi bu. Ben inerken ise zifiri karanlikti. El yordamiyla dördüncü kata inince birden durdum. Sahanlikta birisi benden gizleniyor gibi geldi bana. Ellerimle sagi solu arastirmaya koyuldum. Kiz çocugu tam kösedey-Sdi, yüzünü duvara dönmüs, sessiz sessiz agliyordu. - Bak, dedim, neden korkuyorsun? Ben korkuttum seni; kabahat bende. Deden ölürken senden söz etti; son sözleriydi bunlar... Birtakim kitaplar kaldi bende; senin olsalar gerek. Adin ne senin? Nerede oturuyorsun? DedenSaltinci sokakta dedi... Ama cümlemin sonunu getiremedim. Nerede oturdugunu bildigimden korkmus gibi, bir çiglik atti; siska, kemikli koluyla itti beni, merdivenden asagi kostu. Ben de «pesinden. Ayak seslerini duyuyordum. Birden kesildi ses. 73 - Sokaga çiktigimda görünürlerde yoktu. Voznesenski caddesine kadar kostuktan sonra, aramamin bos oldugunu, anladim: Yoktu kiz. «Belki de merdivenlerden inerken, bir köseye saklanmistir», diye düsündüm. XI Ama caddenin çamurlu yaya kaldiriminda daha birkaç adim atmistim ki, basini önüne egmis, - pek dalgin oldugu belliydi - çabuk adimlarla yürüyen birisiyle karsilastim. Bunun ihtiyar Ihmenev oldugunu farkedince sasardim. Benim için beklenilmeyen karsilasmalarla dolu bir aksamdi bu. ihtiyarin üç gün önce hastalanip yataga düstügünü biliyordum. Simdi de böyle bir havada sokakta karsima çikmisti. Üstelik, eskiden aksamlari hemen hiç çikmazdi sokaga; Natasa'nin kaçmasindan sonra, yani bes alti aydan beri ise büsbütün kül kedisi olmustu. Nihayet, derdini paylasabilecegi bir dostunu bulmus bir insan gibi pek sevinmisti beni gördügüne. Koluma yapisip, nereye gittigimi bile sormadan pesisira sürükledi beni. Son derece telâsli, sabirsizdi. Kendi kendime «Nereye gidiyordu acaba?» diye sordum. Bunu ona sormak gereksizdi, Son zamanlarda çok kuskulu olmustu; bazan en basit bir sorudan ya da sözden almiyordu. Yan gözle süzüyordum onu: Yüzünde renk yoktu; son bes alti aydir iyice zayiflamisti; sakali bir haftalikti. Uzamis ak saclari burus burus sapkasinin altindan tasmis, eski paltosunun yakasini örtmüstü. Onun kimi zaman daldigini; sözgelimi, odada yalniz olmadigini unuttugunu, elini kolunu sallayarak kendi kendine konustugunu daha önce de farketmistim. Acinacak bir durumu vardi. - Ee, ne var ne yok Vanya? diye basladi. Nereye böyle? Ben de söyle bir dolasayim dedim; bazi islerim var da... Nasilsin bakalim? - Siz iyi misiniz? Daha geçen gün hastaydiniz, simdi de bu havada disari çikmissiniz. Beni duymuyormus gibi soruma cevap vermedi. - Anna Andreyevna nasil? diye sordum. - iyi, iyi... O da biraz keyifsiz. Seni merak ediyor; «niçin ugramiyor acaba?» diyordu bugün. Bize gidiyordun galiba, Vanya? Hayir mi? Kuskuyla yüzüme bakarak, - Bir yere gidiyorsan engel olmayayim, dedi. Ihtiyar öylesine hassas olmustu ki, onlara gitmedigimi söyleyecek olsam gücenir, hemen uzaklasirdi yanimdan. Geç kalacagimi, Natasa'ya gidemeyecegimi bile bile, Anna Andreyevna'nin nasil oldugunu ögrenmek için onlara gittigimi söyledim, inandirdim buna onu. içi rahatlayan ihtiyar, - Çok hos, dedi, bu iyi oldu iste... Bir seyi söylemek istemiyor gibi birden sustu, daldi. "Uzun süren bir dalginliktan sonra - bes dakika geçmisti aradan - kendine gelmis gibi, - Bu iyi oldu iste! diye tekrarladi. Him... Bak Van-ya, daima öz oglumuz gibi sevimsizdir seni; Anna Andreyevna'yla bana... bir erkek evlât... vermedi Tanri... ama onun yerine seni yolladi... her zaman böyle düsündüm. Karim da... evet! Sen de daima iyi bir evlât gibi sevdinSsaydin bizi. Anna Andreyevna'yla ben her zaman dua ederiz senin için... Tanri yardimcin olsun! Sesi titredi, bir dakika sustu. - Evet... daha sen nasilsin bakalim? Hasta falan Olmadin ya? Niçin ugramiyorsun bize? Smith olayini anlattim ona; bu islerin beni çok oyaladigini, sonra pek iyi olmadigimi, bu yüzden onlara Vasilyevski'ye (o zaman Vasilyevski'de oturuyorlardi) uzak oldugu için ugrayamadigimi söyleyerek özür diledim, Az-kaldi, bu isler arasinda birkaç kere Natasa'ya gittigimi kaçiriyordum agzimdan, tam zamaninda tuttum kendimi. Smith olayi pek ilgilendirmisti ihtiyari. Dikkatle dinlemisti beni. Yeni dairemin rutubetli, eskisinden belki de daha kötü oldugunu, aylik kira alti ruble verecegimi duyunca öfkelendi. Son günlerde pek sinirli, sabirsiz olmustu zaten. Böyle zamanlarda ancak Anna Andreyevna ya-tistirabiliyordu onu - o da her zaman degil. Öfkeyle, - Him... dedi, bütün kabahat senin su edebiyatinda Vanya! Tavan arasina kadar çikardi seni, mezara kadar da indirecek! Kaç kere söyledim bunu sana, uyardim!... B. den ne haber, hâlâ elestiri yazilan yaziyor mu? - Veremden öldü ya. Söylemistim bunu size yanilmiyorsam. - Öldü ha... öldü demek! Olacagi buydu zaten. Karisina, çocuklarina bir seyler birakmis mi bari? Karisi var diyordun galiba... Ne diye evlenir böyle insanlar acaba! - Hiç bir sey birakmadi, dedim, Olay onunla yakindan ilgiliymis, ölen B. öz kardesiy-mis gibi heyecanla haykirdi: - Öyle demek! Neyse, önemi yok! Sana dogrusunu söyleyeyim mi Vanya, onu öylesine ögdügün zamanlar bile bu adamin sonunun böyle olacagini sezinliyordum. «Hiç bir sey birakmadi» demek kolay! Oysa... isim yapmisti. Tutalim ki ölümsüzler arasina karisti adi, ama karin doyurmaz ki bu. Senin sonunun da aci olacagi içime dogmustu Vanya; ögüyordum seni, ama bir yandan da düsünüyordum. B. öldü demek! Ölmeyip de ne yapacakti! Yasayisi iyi... yeri âlâ... görüyorsun iste! Çabuk, bilinçsiz bir el hareketiyle, rutubetli karan--likta ölgün ölgün titresen fenerlerin aydinlattigi puslu sokagi, çamurlu evleri, karanlikta parlayan islak kaldirim taslarini, sirilsiklam olmus, asik yüzlü yayalari, çini mürekkebiyle boyanmis gibi simsiyah gökyüzünü gösterdi. Sehrin alanina çiktik. Karsimizda, alttan havagazi .lâmbalariyla aydinlatilmis anit vardi. Biraz ötede, Isaak katedralinin büyük kubbesi yükseliyordu. - Onun iyi, temiz, candan, duygulu bir insan oldu-gunu söylemistin Vanya. Bu edebiyatçilar hep iyi, can-dan oluyorlar zaten! Yalniz arkalarinda öksüz birakmak gelir ellerinden! Him... Sanirim, öldügüne kendisi de sevinmistir!... Eeeh! Alip basim bir yere, sözgelimi Sibirya'ya gitseydi!... Sokakta dilenen küçük bir kiz çocugu gördü: - Ne o kizim? Yedi sekiz yaslarinda, üstü basi yirtik, siska mi sis-ka bir kizdi bu; küçücük, çiplak ayaklarina alti delik bir çift papuç geçirmisti. Soguktan titreyen ciliz bedenini, ona artik iyice küçük gelen, yirtik pirtik paltosuyla örtmeye çalisiyordu. Kupkuru, solgun, hastalikli yüzünü bizden yana çevirmis; ürkek, sessiz bakisini gözlerimizin içinedikmis; terslenecegi korkusuyla titrek elini öne uzatmisti. Onu görünce birden ürperdi ihtiyar. Sorusunu öylesine birdenbire sormustu ki, kizcagiz bir an korktu; irkilerek geri çekildi. ihtiyar, - Ne, ne istiyorsun kizim, ne? diye bagirdi. Dileniyor musun? Ya? Al, al sana... al bakalim sunu! Aceleyle, heyecandan titreyerek ceplerini arastirmaya basladi, iki üç gümüs ufaklik çikardi. Ama az geldi ona bu, iç cebinden cüzdanini aldi, bir rublelik bir kâgit para çikardi, - bütün parasi buydu - küçük dilencinin avucuna koydu. - Tanri yardimcin olsun, küçük... yavrum! Tanri korusun seni! Eli titreyerek birkaç kere pespese kutsadi zavalliyi; ama benim durmus ona baktigimi farkedince birden durdu, yüzünü eksitti, çabuk adimlarla yürüdü. Uzun süren öfkeli bir susustan sonra, - Böyle seylere dayanamam ben, Vanya, elimden gelmez, diye basladi. Bu küçükleri... geberesice anne babalari yüzünden sokaklarda soguktan titrer görünce içim bir tuhaf olur... Sunu da düsünmek gerekir ki, kendisi çok kötü durumda olmayan hiç bir anne bu yasta yavrusunu. böyle bir havada sokaga salmaz!... Kadincagizin basinda kim bilir kaç tane yetim daha vardir... en büyükleri bu oldugu için onu yollamistir belki de... kendi de hastadir... him! Prens çocuklari degiller ki! Prens çocugu olmayan çok var dünyada, Vanya! Eh! Bogazinla bir sey dügümlenmis gibi bir an sustu. - Bak, Vanya, Anna Andreyevna'ya söz verdim... yani ikimiz karar verdik, yetim bir kizi evlât edinecegiz... anlayacagin, demin gördügümüz kiz gibi küçük bir zavalliyi yanimiza alip okutacagiz, yetistirecegiz, anlatabiliyor muyum? - Biraz karisik, heyecanli konusuyordu, - Iki ihtiyar yalniz kaldik, canimiz sikiliyor... ama nedense son günlerde vaz geçti Anna Andreyevna. Sen kornis onunla ama sakin benim söyledigimi sezdirme... kendi düsüncenmis gibi konus, razi et onu... duydun mu? Bunu senden istemeyi hanidir kafama koymustum... Onu razi et, ben yapamayacagim... aman canim, bos seyleri