Ertesi sabah erken saatlerde kalktım. Sultan hala uyuyordu ve yüzündeki huzur dolu ifade beni rahatlatıyordu. Sessizce yataktan kalkıp dışarıya çıktım.
Kahvaltı masasına oturduğumda, aile büyükleri çoktan oradaydı. Babam Yaşar Ağa’nın keskin bakışları hemen üzerimdeydi.
Yaşar Ağa: “Sultan’ın ağladığını duydum. Bir sorun mu var?”
Başımı sallayarak sakin kalmaya çalıştım.
“Hayır baba, sadece alışverişten dolayı biraz yorgundu. Her şey yolunda.”
Ama babam gözlerimin içine bakarak, sanki daha fazlasını bildiğini ima eden bir ifadeyle sessiz kaldı. Kahvaltı devam ederken, annem Berfin Hanım da konuşmaya başladı.
Berfin Hanım: “Rojda çok güzel bir kız, Azat. Onunla mutlu olacağına inanıyorum.”
Annemin sözleri beni düşüncelere daldırdı. Rojda’nın güzelliği ve bağımsız ruhu gerçekten etkileyiciydi, ama Sultan’a olan sorumluluğumu da unutmamalıydım. Kahvaltıdan sonra Rojda ile buluşmak üzere yola çıktım. Onu ve Elif’i almak için evlerine gittim.
Arabaya bindik ve bir süre sessizce ilerledik. Elif’i evine bıraktıktan sonra, Rojda’yla yalnız kaldık. Arabada birkaç dakika sessizce ilerledik, sonunda ben sessizliği bozdum.
“Hava çok güzel bugün. Ne dersin, biraz dışarıda vakit geçirelim mi? Bir piknik yapabiliriz.”
Rojda: “İyi fikir. Nereye gidelim?”
“Bilinmeyen bir güzellikte, Mardin’in biraz dışında sessiz ve güzel bir yer biliyorum. Oraya gidelim.”
Rojda gülümsedi ve başını salladı. Arabayı sessiz bir orman yoluna sürdüm. Yol boyunca hafif bir müzik çaldı ve Rojda ile sohbet etmeye başladık.
“Senin İstanbul’da okuduğunu duydum. Nasıl geçti öğrencilik yılların?”
Rojda: “Evet, İstanbul’da tıp okudum. Çok yoğun ve zorluydu ama aynı zamanda çok şey öğrendim. Şehirdeki hayat bambaşkaydı.”
“Orada yaşamayı düşündün mü hiç?”
Rojda: “Bir ara düşündüm, ama ailemi ve memleketimi bırakmak zor geldi. Buraya döndüğümde, insanlara yardım edebileceğimi düşündüm.”
Sohbet derinleştikçe, Rojda’nın ne kadar güçlü ve kararlı bir kadın olduğunu daha iyi anladım. Piknik yapacağımız yere vardığımızda, arabanın arka koltuğundaki sepeti çıkardım ve bir ağacın altına serdik.
Birlikte hazırladığımız yiyecekleri çıkarırken, Rojda’nın ellerine dikkatle baktım. Zarif ve narindi. Göz göze geldiğimizde, içimdeki çekimi daha da güçlü hissettim. Yemek yerken, Rojda ile olan konuşmamız daha da derinleşti.
“Tıp okumak zor olmalı. Neden doktor olmayı seçtin?”
Rojda: “Küçüklüğümden beri insanlara yardım etmeyi seviyorum. Hastaları iyileştirmek, onların hayatlarına dokunmak bana büyük bir tatmin veriyor.”
“Bu çok anlamlı. Buraya döndüğünde ne yapmayı planlıyorsun?”
Rojda: “Burada, Mardin’de bir klinik açmak istiyorum. İnsanların sağlık hizmetlerine daha kolay erişmesini sağlamak istiyorum. Ama şu anlık devlet hastanesindeyim.”
Rojda’nın hayallerini ve tutkularını dinlerken, ona olan hayranlığım daha da arttı. Piknik sırasında zaman su gibi aktı. Yemekten sonra, biraz yürüyüş yapmaya karar verdik. Ormanın derinliklerine doğru yürürken, etrafımızdaki doğal güzelliklerin tadını çıkardık.
Bir noktada, küçük bir dere kenarına vardık. Su, hafif bir melodiyle akıyordu ve ortamın huzuru içimizi kapladı. Rojda, derenin kenarına oturdu ve ayaklarını suya soktu. Yanına oturup, manzarayı izledik.
“Böyle anlarda hayatın ne kadar güzel olduğunu fark ediyorum. Seninle burada olmak, bana huzur veriyor.”
Rojda: “Ben de aynı şekilde hissediyorum, Azat. Seninle olmak bana güç veriyor.”
Bir süre sessizce oturduktan sonra, geri dönmeye karar verdik. Piknik alanına döndüğümüzde, güneş yavaş yavaş batmaya başlamıştı. Arabanın arka koltuğunda oturup, gün batımını izlerken, aramızdaki çekim daha da belirgin hale geldi.
“Rojda, seninle daha fazla vakit geçirmek istiyorum. Seni tanımak, hayatımı daha anlamlı kılıyor.”
Rojda: “Ben de seni tanımak istiyorum.”
O an, duygularımı daha fazla bastıramayarak, Rojda’nın elini tuttum. Ellerimiz birbirine kenetlendiğinde, aramızdaki elektriklenmeyi hissedebiliyordum. Ona doğru eğildim ve nazikçe onu öptüm. Rojda, başta şaşkınlıkla karşılık verse de, ardından o da bana karşılık verdi.
Arabada otururken, öpüşmemiz derinleşti ve aramızdaki duygusal bağ daha da güçlendi. Rojda’nın bana olan yakınlığı beni az da olsa rahat hissettiriyordu.
Yavaşça Mardin’e doğru yol alırken, ikimizin de kafasında geleceğe dair belirsizlikler vardı. Ama o an, Rojda ile birlikte olmanın huzurunu yaşıyordum. Sultan ve Rojda arasındaki bu ince çizgide dengeyi bulmak zor olsa da, her iki kadının da hayatında adil ve dürüst olmaya çalışarak bir yol bulmayı umuyordum.
Rojda’yı eve bırakırken, tam da ışıklarda durduğumuz sırada, yolun karşısındaki kumaşçıda Sultan ve kardeşim Aysima’yı gördüm. Rojda’nın elini öpüyordum ve onların bize baktığını fark etmemiştim. Ancak, artık iş işten geçmişti.
“Eğer müsaitseniz, yarın nişan yapalım. Bu maraton bir an önce bitsin istiyorum.”
Rojda: “Tamam. Biz bugün hazırlıklara başlarız. Yarın her şey tamamlanır, gelirsiniz.”
Rojda’yı evine bıraktıktan sonra, eve döndüm. Konaktan içeri girdiğimde Sultan ve Aysima henüz gelmemişti. Miran ve annesi avluda oturuyorlardı. Yanlarına geçtim. Yengem çok sert bir kadındı, beni severdi aslında ama aşiret işlerinden dolayı başa geçmemin korkusuyla hep mesafeli davranırdı. Miran’la konuşmaya başladık.
Miran: “Rojda’yı seviyor gibisin. Yanılıyor muyum?”
Bu konuları konuşmak bana zor geliyordu çünkü sanırım iki kadını aynı anda seviyordum. Birinin saflığını ve bana bağlılığını, diğerinin ise güçlü ve kararlı duruşunu seviyordum. Tabii bunları içimden söyledim. Mirana bakarak:
“Bu çok zor bir durum. Seviyor muyum, bilmiyorum. Tek bildiğim şey, sevmek zorundayım.”
Miran: “Sen daha iyi bilirsin.”
Yengem, sinsi bakışlarıyla: “Rojda’nın yanındaki kız kimdi? Yemekte açık seçik giyinmişti.”
“Rojda’nın yakın arkadaşı. O, lisede öğretmen.”
Miran annesine döndü: “Neden beğenmedin, anne? Elif’in yanında beğenmemiş gibi görünmüyordu.”
Yengem: “Tabii ki beğenmedim. Açık seçik giyinmişti ve sana bakışları gözümden kaçmadı.”
Miran, annesinin bu yorumu karşısında biraz üzgün görünüyordu. Sanki Elif’le gerçekten ciddi düşünüyormuş gibi, annesinin bu tavrı onu rahatsız etmişti. Halbuki her gece başka kadınlarla yatan biriydi Miran.
O sırada kapıdan Aysima ve Sultan içeri girdi. Sultan’ın gözleri, gerilmiş ve ağlamaktan şişmişti. Sultan’la göz göze geldiğimizde, bir an için uyandım ve yüzümü yere eğdim. Sultan, içeri girip yüksek sesle bağırmaya başladı.
“Ne oldu, güzel geçti mi araba gezmeniz? Bol bol öptün mü doktor karını?”
Aysima, Sultan’ı sakinleştirmeye çalışıyordu: “Yenge, lütfen! Babam duyacak, kes!”
O sırada babam balkona çıkarak bağırdı: “Ne bağırıyorsunuz orada!”
Sultan ağlayarak: “Bu oğlun daha ilk günden doktoru arabasına bindirip onu arabada öpüyordu. Gördüm!” dedi.
Babam bu durumu duyduğunda sevinçten gözlerini kısıp gülümsedi, ama bunu belli etmeden: “Geç odana, Sultan kes ağlamayı!” diyerek sesini yükseltti.
Sultan odasına geçti ve babam bana bakarak sırıttı. Yengemin gözleri fıldır fıldır olmuştu. “Demek doktoru öptün ha, Azat?” dedi.
“Ne öpmesi yenge? Yanlış görmüş Sultan,” dedim.
Yengem: “Tabii tabii, yanlış görmüştür kesin,” diye yanıtladı.
Sonra annem geldi. “Ne oluyor burada? Ne bağırıyorsunuz?” diye sordu.
Yengem heyecanla: “Azat arabada Rojda’yı öpmüş. Sultan da onları görmüş ve bağırıp duruyor,” dedi.
Annem gelip sırtımı ovalayarak: “Aferin aslan oğlum benim,” dedi ve yanımıza oturdu.
Sultan’ı sakinleştirmem gerektiğini düşünüyordum ama tekrar bağırmaya başlayacak diye korkuyordum, bu yüzden bir süre bekledim.
O sırada telefonuma bir mesaj geldi.
Rojda’dan: “Bugün çok güzeldi. Bana kendimi çok iyi hissettirdin. Her şey için teşekkür ederim,” yazıyordu.
Mesajı görünce sırıttım. Çok mutlu oldum ve aniden Sultan’ı bile unuttum. Aklım sadece Rojda’yla yaşadıklarımızdaydı. Misafir odasına geçip uzandım ve Rojda’nın mesajına yanıt verdim.
“Ben de çok güzel hissettim. Uzun zamandır ilk defa böylesine mutluyum. Senin yanında huzur buluyorum.”
Rojda: “Bütün hazırlıklarımız bitti sayılır. Yarın nişan için çok heyecanlıyım…”
“Ben de çok heyecanlıyım. Umarım her şey güzel geçer.”
Sonrasında babamın yanına geçip: “Baba, Rojdalar bütün hazırlıkları tamamlamış. Yarın nişana gidelim,” dedim. Babam sevinerek: “Tamam, ama Sultan’ı da ikna et. O da nişana gelsin. Seninle Rojda’yı yan yana görmeye alışsın,” dedi.
Üzülerek: “Tamam,” dedim. Sultan için bu işkence gibi bir şeydi. Korkarak Sultan’la olan odamıza geçtim. Sultan ağlamaktan konuşamıyordu artık. Yavaşça yaklaşarak alnından öptüm ve pembe yalanlara başladım.
“Ben seni asla bırakmayacağım. Senden başkasını sevmeyeceğim,” deyip alnından öptüm ve sonrasında ona “Senden son bir şey isteyeceğim,” dedim.
Sultan: “Ne istiyorsun?”
“Benimle yarın nişana gel. Yanımda olmanı istiyorum.”
Sultan: “Sen bana acı çektirmek mi istiyorsun? Ne işim var benim?” diye bağırmaya başladı.
O bağırırken, alnından öptüğüm sırada belki de onu sakinleştirmenin sırrını çözdüğümü hissettim. O bağırdıkça ben sakinleştim ve en sonunda ikna ettim.
“Tamam, geleceksin, değil mi?”
Sultan: “Tamam gelicem.”
Sonra beni öpmeye başladı ama ben ona dokunmak istemiyordum ve benim ona dokunmak istemediğimi hissettiğinde, Sultan daha da bana yaklaşmaya çalıştı. Ben tepki vermeyince en sonunda, arkasına dönüp ağlayarak uyudu…