Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla
Ve onlardan bazılarına, onları imtihan etmemiz için, (onlarla) faydalandırdığımız dünya hayatının ziynetlerine gözlerini dikme (imrenme). Ve Rabbinin rızkı daha hayırlıdır ve bâkidir (devamlıdır).
"Aynı yolun yolcusu dostum Sada, hoşgeldin."
Yasef onu candan bir şekilde karşıladı. Aynı yolu paylaştığı dostu Sada için havalanına kadar gelmişti.
"Hoş buldum sevgili dostum."
Önce tokalaştılar ve sonra birbirlerine sarıldılar. Sada'yı kabul etmeleri, aralarına almaları zaman almıştı. Hem sonradan onlara katılan bir öğrenci olduğu için hem de müslümanları temsil ettikleri için.
Hepsi tek olan Allah'a iman ediyor, peygamberlerine inanıyor ve İslam'ı benimsiyorlardı. Fakat köreltemedikleri nefislerine bir müslüman ile dost olmayı yedirememişlerdi. Her şey gibi o da zaman almıştı. Elbette burada birbirlerine 'kardeş' olarak sarılıyorlarsa bunu sağlayan tek kişi; öğretmenleriydi.
Sada ve Yasef birlikte aynı arabada Yasef'in şirketine yola koyuldular. Yol boyunca iki şirket arasındaki anlaşmanın doğruluğunu konuştular.
Sada'nın dili iş konuşuyor olsa da kalbi O'nu zikretmeye devam ediyordu. Aklının bir köşesindeyse öğretmeni vardı. Onlarla son görüşmesi olduğunu söylese de onun olduğu şehre kadar gelip onu görmeden dönemeyeceğini biliyordu.
...
"Kardeşim, öğretmenimizle görüşme fırsatınız oldu mu?"
Yasef'in odasında ikisinden başkası yoktu. Yalnızken asıl amaçları ortaya çıkar ve muhakkak muhabbetleri O'na evrilirdi. Şimdiyse onlar için önemli bir konunun bahsini geçirmişti Sada.
"Maalesef, kardeşim. Birkaç defa haber gönderdim. Fakat kimseyi kabul etmediğini öğrendim."
Yasef'in kederli yüzü sesine de yansımıştı. Sada için Yasef, İshak ve Victor bu şehirde yaşayarak, öğretmenlerine yakın olarak müthiş derecede talihlilerdi ki istedikleri an öğretmenlerinin ilminden daha çok yararlanabiliyorlardı.
"Benim için de görüşme isteği gönderebilir misin?"
Yasef Sada'nın ricasını hemen kabul edip aracılarını aradı. O, burada olarak öğretmenine yakın isimleri de biliyordu ve hatta eşi aracılığıyla hanımıyla bile birkaç defa sohbet etme lüksüne sahip olmuştu.
"Birkaç saate haber gelir. O zamana kadar yemek yemeye ne dersin?"
Sada aç karnını yeni fark ederek Yasef'in teklifini kabul etti ve ikili birlikte lüks bir mekana geçtiler. Sada bulundukları ortamdan hemen rahatsız olmuştu. Böylesi şatafatlı bir mekana sadece yemek yemeye gitmeyeli çok uzun zaman oluyordu. Yine de dostu için sessiz kalmayı tercih etti.
Yemek faslı bitmiş, tatlıları önlerine gelmişti ki Yasef'in telefonu çaldı. Yasef telefondaki ismi görünce heyecanlandı ve yüzü ışıdı. Sada anında beklenilen cevabın geldiğini anladı.
Yasef aramayı hevesle yanıtladı. O daha bir şey demeden karşı taraftan aldığı haberle dumura uğradı. Öyle bir şeydi ki bu, vücudunda tek bir hücresi dahi kıpırdamadı sanki. Kalbi duracak kadar yavaşladı. Tüm bunlar birkaç saniye sürdü. Telefon görüşmesi çoktan biten Yasef, telefonu kulağından yavaşça indirdi. Gözyaşları yanaklarını ıslatmaya başladı. Kendini tutamasa küçücük çocuk gibi ağlayacaktı.
Sada bir şeylerin ters gittiğini anlasa da dili bağlanmış gibi soramadı. Ayaklandı, dostunun yanına oturdu ve köşedeki suyu ona uzattı fakat dostu kendinde değildi. Elini omzuna koyduğunda Yasef kendine gelerek gözlerini kırpıştırdı. Gözkapaklarının sınırında duran birkaç damla da bununla birlikte düştü. Sada'dan aldığı suyu yudumladıktan sonra yanaklarını sildi ama ardı arkası kesilmeyen gözyaşları durmuyordu.
"Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla. De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
Fısıldadı Yasef titrek sesiyle. Sada duyduğu şeye inanmak istemedi. İnkar etmek istedi ve hatta duymak istemedi.
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bu sohbetimizde birlikteyiz. Bugün sizlere ölümü anlatmak istiyorum. Hani insanların o en çok korktukları şey, ölmek.
Sözlerimize şöyle başlamak istiyorum sevgili kardeşlerim; ölüm, hiç de korkulacak bir şey değildir. Her gece zaten ölürsünüz, her sabah da yeniden dirilirsiniz. Her uykuya dalış, aslında bir ölümdür. Bilin ki sevgili kardeşlerim, uykuya dalmanızın realitede ölmekten hiçbir farkı yoktur.
Secde Suresinin 11. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
De ki: 'Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.'
Ölüm meleklerinin bizden aldığı şey nedir? Ruhtur. Ruhu, yedi tane gök katının anahtarları kendilerinde olan ölüm melekleri 7 tane gök katını aşırarak, 7. katın son âleminin en yüksek noktası olan Sidret-ül Münteha'ya ulaştırırlar. Sidret-ül Münteha'dan yukarıya doğru dikey bir yolculukla çıkan ruh, Allah'ın Zat'ına ulaşır ve Allah'ın Zat'ında yok olur.
Bu, Allah'a varışın, insan ruhunun Allah'a ulaşmasının gerçekleşmesidir. Bu gerçekleşme, makbul olan gerçekleşme değildir. Allah'ın makbul kıldığı, kıymetli tuttuğu Allah'a ulaşma, siz ölmeden, hayattayken ruhunuzun Allah'a ulaşmasıdır. Kim ruhunu hayattayken Allah'a ulaştırmayı dilerse Allah, onun ruhunu mutlaka o kişi hayattayken Kendisine ulaştırır. Eğer o kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah'ın sözü vardır. O kişi kim olursa olsun, Allah'a ulaşmayı dilemişse kurtulmuştur; cehennemden kurtulmuştur. Allah'a ulaşmayı dilediği an cehennem olayı bitmiştir, sona ermiştir. O kişi mutlaka Allah'ın cennetin girecektir.
Öyleyse sevgili öğrencilerim, Şûrâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
Allah dînde, onunla Hz. Nuh'a farz kıldığı şeyi; "Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın." diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer.
Ve kim Allah'a yönelirse (Allah'a ulaşmayı dilerse), onları Kendisine ulaştırır.
Bu, Allah'ın sözüdür. Şartlar ne olursa olsun; Allah, sözünden caymaz. Her hâlükârda Allah, sözünü mutlak standartlarda tutar. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse bilsin ki o, kurtulmuştur. Hayattayken onun ruhu, Allah'a ulaşacaktır. Normal standartlarda olay budur. Ama bu, bir süreyi gerektirir. Belki normal standartlarda 3-4 aylık, daha zayıf bir gidiş; 5-6 aylık bir sürede bütün insanların ruhu Allah'a ulaşır; hiçbir güçlükle karşılaşmadan. Hiçbir sıkıntı çekilmez. Görevlerin yapılamaması diye bir olay söz konusu değildir. Çünkü ulaşılacak olan zikir miktarı, sadece 33 bin zikirdir. Kişinin ruhu Allah'a ulaşır ve kişi Allah'ın evliyası olur. Kimin ruhu ölmeden Allah'a ulaşmışsa o kişi, Allah'ın evliyası olmuştur. Evliya, aslında velî kelimesinin çoğuludur. Ama velî kelimesi, tekil olarak kullanılmıyor. Nadiren kullananlar vardır. Hep evliya kelimesini tekilmiş gibi kullanıyoruz.
Öyleyse Allah'ın evliyası kimdir? Hayattayken ruhlarını Allah'a ulaştırmış olanlardır. Bu sebeple Allah'ın evliyasına "ermiş" derler. Nereye ermiş, kime ermiş? Allah'a ermiş. Nesi ermiş? Ruhu ermiş; ölmeden evvel, hayattayken. İşte evliya olmak, bu demektir.
Sevgili kardeşlerim, ölüm nasıl bir olay?
Evvelâ içiniz rahat olsun, hiç de korkulacak bir olay değildir. Şimdi bir şey sormak istiyorum. Uykuya girerken korkar mısınız? Herkes yorulur ve vakti gelince vücuduna uyku basar, o da uyur. İnsanoğlu az uyur veya çok uyur; ama mutlaka uyur. Normal standartlarda herkes uyur. İşte o uykuya girdiğiniz sırlı nokta; orada nefsinizin fizik vücudunuzdan ayrılması söz konusudur. Bu dünyada ölüyorsunuz her uykuda; başka bir âlem için hayata gelirsiniz. Nefsiniz vücudunuzdan ayrılır. Her gece uyumanızı istekle bekleyen nefsiniz, niçin uyumanızı ister? Çünkü siz uyuduğunuz zaman nefsiniz; nefs adı verilen vücudunuz, serbest kalacaktır. Ancak o zaman vücudunuzu terk etme imkânının sahibi olabilir. Vücudunuzda nefsiniz bir esirdir, ayrıca bir rehinedir; ruhunuzun Allah'a ulaşma konusunda üzerine ağır görevler düşen bir rehinedir. Nefsiniz tezkiye olamazsa, zikir adı verilen bir müesseseyle kalbindeki afetleri %51 oranında %50'den daha çok temizleyemezse, o zaman Allah'ın evliyası olamazsınız. Bu temizlik olmadan; nefsin kalbi %51 temizlenmeden, hiç kimsenin ruhu 7 tane gök katını aşamaz ve Allah'a ulaşamaz.
Öyleyse ulaşmalar iki türlüdür.
1 Bilerek, isteyerek, bir insanın ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırması.
2 Kişinin ölmesi, ölüm halinde ruhunun Allah'a ulaşması.
Ne zaman uyku haline girerseniz, bu bir nevî ölümdür. Fizik vücudunuz normal standartlarda bir şey duymaz. Aklınız, fizik vücudunuza kumanda etmemektedir. Aklınız, nefsinize kumanda etmektedir. Öyleyse nefsinize kumanda eden aklınız, ne zamana kadar kumanda eder? Ne zaman fizik vücudunuz uyanırsa ki; her uyanma aslında bir dirilmedir; bu dünyaya yeniden gelmedir. Yeniden bu dünyada yaşamak için hazır olmaktır. Bir başka âlemdeki hayat, uykuya başlandığı noktayla uykunun bittiği nokta arasında tamamlanmıştır. Ve nefs, fizik vücuda, ait olduğu yere geri dönmüştür. Ne zamana kadar geri dönecektir? Öldüğünüz güne kadar. Öyleyse herkesin şu çok korktuğu ölüm adı verilen müessese, aslında hiç de korkulacak bir şey değildir.
Demin söylediğim gibi her gece ölürsünüz. Her gece herkes ölür. Nasıl bir ölüm? Bu, reel bir ölüm değildir. Hakikî bir ölüm değildir. Ama ölümün aynını yaşamaktır.
Sevgili öğrencilerim, ölmek; uykuyla ölmek veya mevt ile (ölümle) ölmek.
Hz. Muhammed (S.A.V), bir üçüncü ölümden bahsediyor; ölmeden evvel ölmek. Aslında mefhumlar birbirinden farklı gibi görünüyor. Nedir ölmeden evvel ölmek? Öldüğünüz zaman ne oluyordu? Eğer ruhunuz vücudunuzdaysa ölüm melekleri sizi öldürdükten sonra ruhunuzu Allah'a ulaştırıyorlardı. Ölüm meleklerinin bir dahli olmadan, ruhunuzun siz hayattayken Allah'a ulaşması; ölmeden evvel ölmektir. Bu, Allah'ın size 700 kat ni'met vermesine sebebiyet verir. Onun için Hz. Muhammed (S.A.V), hadîsi şerifinde, "Ölmeden evvel ölün ki Allah, size 700 kat versin." buyurmuştur.
Ölmeden evvel ölmek, ruhunuzun vücudunuzdan ayrılarak siz hayattayken Allah'a ulaşması ve Allah'ın evliyası olmanız halidir.
Şimdi gelin, beraberce gerçek ölüme bakalım.