Bölüm 1

1189 Words
"Sevgili kardeşlerim, gönül dostlarım, can dostlarım. Bizler gönlümüzde birbirimizle dostuz, gönlümüzden dostuz. O gönül ki, o kalp ki Allah'ın her zaman baktığı ve gördüğü yerdir. Öyleyse Allah ile olan ilişkilerinizde O'na dikkatle bakın. O, sizin sadece ve sadece mutlu olmanızı ister. Mutlu olmanızın ötesinde hiçbir talebi yoktur sizden." Etrafına bakındı. Küçük bir toplantı salonunda üç farklı dine sahip ailenin çocukları, varisler olarak toplanmıştı. Bu acil bir toplantıydı. Bir anda yeri, ilk kez ayak bastıkları bu ülkedeki küçük, basit bir toplantı salonu ve zamanı, gecenin bir yarısı olarak bildirilmişti. Bu defa kimsede pahalı aksesuarlar ya da şık giyimiyle birbiriyle yarışanlar yoktu. Hepsinin üzerinde sade, yalın bez parçaları vardı. Çünkü süslenip püslenmeye ayıracak zamanları olmamıştı. Kimse kimsenin üstüyle başıyla da ilgilenmemişti. Pür dikkat karşılarında oturan öğretmeni, çağın elçisini dinliyordu. Onun sözleri her şeyden, herkesten önce gelirdi. Bu bir aile geleneği olarak başlamış, öğretiye dönüşerek benimsetilmişti. "Buna karşılık iblis, devamlı sizin mutsuz olmanız konusunda bir faaliyetin sahibidir. Öyleyse Allah sizden ne ister? Sadece mutlu olmanızı. Unutmayın, kitaplar bir saadet, bir mutluluk davetiyesidir; bütün insanlığa ve size de. Ama siz gözlerinizi Allah'a değil, kalbinizi Allah'a değil, dünya işlerinin sadece sizi üzen kesimlerine çevirdiniz. Sevgili dostlarım, yaşamak bir hünerdir. Sadece Allah'a sığınanlar, çözümleri Allah'tan, gece gündüz Allah'a yalvararak dileyenler elde eder. Dünyadaki şartlar ne olursa olsun, onlar hep mutludurlar." Varislerin öğretmeni, Devrin Elçisi onların ortak dili olan İngilizceyi seçmişti konuşurken ki onlar da kendi aralarında birbirlerini anlamak için İngilizce konuşurlardı. Öğretmen, onların yaşantılarının farkındaydı. Her birinin dünyaya olan aşkını biliyordu. Onların amacı bambaşkayken, aynı zamanda bayağı bir hayat yaşamayı tercih ediyorlardı. Nefis üstün geliyordu. Üstelik en başı o çekiyordu. Müslümanlığın buradaki tek temsilcisi; Sada. "Sevgili öğrencilerim, can dostlarım, gönül dostlarım. Unutmayın ki şu dünyada başka insanlar da yaşıyor. Üstelik herkes sizin standartlarınızda yaşamıyor. Bir kısmı şeytanla işbirliği halinde. Bir kısmı Allah ile hiç ilişkisi olmayan insanlar. Bir kısmının kalbi sadece insanlara kötülük yapmak için çalışıyor. Olabilir. Ama onlar ne yaparlarsa yapsınlar, Allah sizinleyse, siz bunun farkındaysanız, onlar size bir zarar veremezler." Öğretmenin koyu gözleri loş ışığın altında tek tek öğrencilerinin üzerinde gezdi. Gözlerin yerini biliyor gibi konuşmasına devam ederken onlarla göz göze gelmeye özen gösteriyordu. Sada ise suçunun farkındalığıyla onunla göz göze gelmeye çekiniyor, her defasında gözlerini kaçırıyordu.. "Görevinizi unutuyorsunuz. Neden o devre 'asr-ı saadet' diyoruz? Hatırlıyor musunuz, aç kalmışlardı. Ama mutluydular. Siz aç değilsiniz. Ama şikayet ediyorsunuz. Mutsuzsunuz. Hep hayatın sizi üzebilecek olan yanlarını iblis size gösteriyor. Kanıyorsunuz. Allah ile olan ilişkiyi lazım gelen boyutta kuramıyorsunuz. O halde varisliğin ne önemi vardır sevgili dostlarım? Unutmayın ki sizler gelecek olanı tanıyacak, O'nun yanında olacak olanlarsınız." Sessizleşti. Onu ilk defa bir söyleşinin arasında sessizliğe bürünürken görüyorlardı. Devrin Elçisi gözlerini kapattı. Oturduğu koltukta dikleşti. Ellerini dizlerinin üzerine koydu. Derin bir nefes alıp yeniden baktı öğrencilerine sırayla. "Sevgili kardeşlerim, gönül dostlarım, can dostlarım. Bugün itibariyle bana verilen görevi yerine getirmiş bulunmaktayım. Yakın zamanda fizik bedenim toprakla buluşacak. Son görevimi bu sohbetle tamamlıyorum. Varis olarak görevlerinizi yerine getirmelisiniz. Siz Allah'tan isteyin. Bir bakmışsınız görevinizi yerine getiriyorsunuz. Ancak Allah size görevinizi sevdirebilir ve mutlulukla yapmanızı sağlar. Sevgili kardeşlerim, gönül dostlarım, can dostlarım. Her zaman hayatın dikenleri olacaktır. Hayat bir dikensiz gül bahçesi değildir. " Öğretmenin herhangi bir dine sahip olduğu daha önce hiç işitilmemişti. Bir keresinde Yahudilerden Yasef bunu dile getirip sormuştu ve o bir dine mensup olmadığını açıkça dile getirmişti. Bu defa O'na olan ifadesinde neden 'Allah' hitabını kullandığını merak etmiş ve sormuştu. O anı unutamıyordu Sada. Elçi'nin yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu. 'Bizler Allah'ın varlığına ve birliğine, meleklerine ve peygamberlerine iman eder yalnızca Allah'a teslim oluruz. Kelimelerin bir anlamı yoktur sevgili kardeşim. Önemli olan O'na ne hissettiğindir. O'ndan bahsederken ne düşündüğündür. Allah kelimesi mutluluktur benim için. O'na böyle seslenmek kalbime huzur veriyor.' yanıtını almıştı. Müslümanlığı temsil eden Sada bile bu şekilde düşünmediğini ilk o an fark etmişti. Allah, onun için Allah'tı. O zamana kadar başka bir mana yüklememişti. "Allah'ın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını dileyerek sözlerimizi burada tamamlıyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Unutmayın ki bizler, hepinizi çok ama çok seviyoruz." Şaşkınlık öğreticiye bir yanıt vermelerini engelledi. Varislerden her biri Devrin Elçisi'nin salondan ayrılışını izleyebildi yalnızca. Yedi kişiden biri de ağzını açıp tek kelime edememişti. Kimse engelleyemedi onu. Üstelik bu son görüşleriydi onu. Sada, öğretmeninin arkasından bakamamıştı bile. Gözleri onun oturduğu sandalyede kalmıştı. Kalbi korkuyla titredi. O henüz öğrenciliğin gerektirdiği getirileri bile düzgün yapamamışken, daha çok eksiği varken nasıl olur da öğretmeni gideceğini söyleyebilirdi? Bu aslında beklenilen bir şeydi. Sadece zamanını bilemiyorlardı ve o zaman tam da şimdiydi. Onun gidişiyle herkes birbiriyle vedalaşıp ayrıldı salondan. Her birinin içinde soru işaretleri kalmıştı fakat şaşkınlıktan dile getirememişlerdi. Sada oturduğu yerden kalkamadı. Dostlarıyla vedalaşamadı. Öylece karşısındaki boş sandalyeye bakmaya devam etti. Sada'ya göre eksik kalmıştı. Öğretmeni gerisinde eksik bırakarak gidiyordu. Kalbi telaşla çırpındı. Oturduğu yerden bir hışımla kalkıp çıkışa koştu. Kapıdan çıktığında soğuk hava sert bir tokat gibi çarptı yüzüne. Etrafa bakındı gözleri korkuyla. Yoktu. Geç kalmıştı. Bir daha bulamayacaktı da onu. 'Bir başıma kaldım koca dünyada' diye düşündü. Dünyalığa dalan ruhu öğretmeninin konuşmasından sonra bir kabustan uyanmış gibi sıçramıştı. Onun tüm öğrencilerinden haberi vardı. Vedalaşmadan öncesinde bile onlarla, onlar için konuşmuştu. Kilometrelerce koşmuş gibi alıp verdiği nefesleri arasında gözleri öğretmeni ardında kalan bir iz aradı. Arayışları hep boşa çıktı. Onu nerede bulacağını hiç bilemezdi. Öğretmeni aynı zamanda bir gezgindi. Alelade bir markette ya da hiç tanımadığı bir ailenin evinde de rastlanabilirdi ona. Siyah bir araba önünde durdu. Arabayı tanıyordu. Buraya gelirken kullandığı arabaydı. Arka kapının camı aşağı indi ve yeşil gözleriyle ona baktı dostu, Hristiyanlardan Lucas. "Nerede kaldın? Uçağa geçelim hadi." Başını usulca sallayıp yanına geçti. Yol boyunca sessizliğini korudu. Sada diğerlerinin aksine kendisinin daha çok üzüldüğünü düşünüyordu. Ya da dostları belli etmemeyi tercih etmişti. Ya da kendi kederinden dostlarının hüznünü fark edememişti. Araba havalimanının önüne geldiğinde durdu ve şoför inerek dostu Lucas'ın kapısını açtı önce. Sada kapısının açılmasını beklemeden indi arabadan. VIP bölümünden geçerek özel jetlerine ilerlediler. Buraya gelmeden önce Lucas İstanbul'a Sada ile bir iş için görüşmeye gelmişti. Bu nedenle buraya birlikte gelmiş olsalar da Lucas İngiltere'ye dönmek için kendi jetini kullanacaktı. VIP bölümünden geçtikten sonra yollarını ayırmışlardı. Tüm bu mal, mülk ne varsa hepsini büyük dedesinin günlüğünden etkilenerek elde etmişti Sada. Babası işlerin başına geçtiğinde şirketten çok az bir hissesi kalmıştı ona. Hayatı ondan sonra alt üst oldu. Ellerinde ne var ne yoksa her şeyi kaybetmişlerdi. Babasının vefatından önce işlere el atan Sada sonrasında aldı ipleri eline. Büyük şirketleri, oluşturduğu platformlara yatırımcı yapmakla başladı. Teknoloji alanında geliştirdi kendini. Kısa sürede ellerinden giden, hatta büyük dedesine ait ne varsa hepsini geri aldı. Görünürde annesi oldu. Sada arka planda kalmayı tercih etmişti çünkü onun planı başkaydı. Büyük dedesinin en çok istediği şey şu anki yedi aile içine girmekti. Günlüğünde her şeyi onun için yaptığını yazmıştı. Fakat oğlu onunla hem fikir olmamıştı. Dedesinin ölümünden sonra elde ettiği malları zamanla erimişti. Yedi aile içinde olmak için her şeyden önce maddi durumunun çok üst düzeyde olması gerekiyordu. Çünkü O geldiğinde dünyalık hiçbir şeyin eksiğini çekmemeliydi. Onlar öncü olacaktık O'na. Bir şey istediğinde var olmalıydı. Öğretmenini kendini bildi bileli tanırdı. Dedesinin günlüğünü okuduktan sonra hep takibinde kalmıştı. Birkaç yıl önce tanışmış, onun öğretilerinden faydalanmaya başlamıştı. Peki bundan sonra ne yapacaklardı? Öğretmeni artık olmayacaktı. Dünya telaşına dalan bir o değildi. Grubun yarısından çoğu onun gibiydi. Ve dünya tatlıydı. .
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD