EZMAN
“Rabbim ayağına taş değdirmesin. Yüzünü hep güldürsün. Şansını da bahtını da açık eylesin Kardelen’im. Güzel yüzlüm, gözümün nuru... Gözlerine bulutlar hiç çökmesin boncuk gözlüm.”
Gülistan ananın duası kalbime saplanan demir uçlu bir ok gibiydi. Her sözcüğüyle okun ucunu kalbimin orta yerinde çevirip duruyorlardı. Amin demeye utanıyordum. Güldürmeye gücümün yetmeyeceğini bildiğim için dilimden bir kelam dökülmüyordu. Ayağına taş değmemesi için uğraşırdım uğraşmasına ama daha fazlasına benim de gücüm yoktu. Bu bize en başından görülen bir revaydı. Bir başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilmezdi. Bize böyle öğretilmişti. Ben Dicle’nin mutsuzluğundan nefes bile alamazken Hevi ve Cihan onca insanın mutsuzluğu üzerine mutlu bir yuva kurabilecek miydi gerçekten? Bilmiyordum. Zaman en iyi ilaç ve en iyi öğretendi insana. Biz de zamanla görecektik elbette.
Berfin ağlayarak sarıldı annesine. Beni bırakma ana diye haykıracağını düşünmüştüm. Gözünden düşen yaşlar gibi hıçkırıkları da sessizdi Berfin’in. Çığlıklarını içine hapsediyor gibiydi. Sabır ve metanete bir yere kadar sarılabiliyordu insan. Berfin’in de artık dayanacak sabrı kalmamış olacak ki dökülüyordu inci taneleri. İnsanın en zoruna giden de buydu. Kız evinden hiçbir zaman bir kız güle oynaya çıkmamıştır elbette. Fakat Berfin’in ki yalnızca ayrılık gözyaşı değildi ki. Kim bilir neleri akıtıyordu gözlerinden. Çaresizliği, gitmek istemeyişi, töreye kurban edilişi... Bir süre sonra anasının evinden ayrılıp sevdiği adamın kollarında teselli bulacak bir gelin değildi Berfin. Belki bu kadar mutsuz olmasam, içimdeki isyan beni bu kadar kasıp kavurmaya en azından teselli etmeyi deneyebilirdim. Fakat Berfin’den bir farkım yoktu ki benimde. Sevdiği kadını kalbine gömüp sevmediği birini nikahına alan bir adam ne verebilirdi? Benim ne Berfin’e ne kendime verecek hiçbir şeyim yoktu bu saatten sonra.
Sonunda annesiyle ve ablalarıyla vedalaştı Berfin. Uzattığım koluma girerken gözyaşları hala kurumuş değildi. Yol boyunca da sessiz sessiz dökmüştü yaşlarını. Konağa geldiğimizde zılgıtlar çekildi, davul zurna uzun uzun çaldı. Artık şu gürültü bitsin istiyordum.
Nihayet konağın içine girebildik. Bundan dört beş ay önce, anam konağa bitişik olan üç odalı, tuvaleti ve banyosu olan ek binayı benim için düzenlemişti. Yarın öbür gün evleneceksin şimdiden hazır olsun, sonra gönlünüzce düzenlersiniz demişti. İçine mi doğmuştu acaba? Yatak odası bugün düzenlenmişti. Zamanla diğer odalar da düzenlenirdi. En azından biz evcilik oynarken biraz da olsa gözlerden uzak olacak olmak içimi rahatlıyordu.
Berfin tüm aileyle tanıştırıldıktan sonra Anam onu önden bize ait olan ek binaya götürdü. On dakikanın sonunda tek başına avluya çıktı. Hafif bir baş işaretiyle de girmem gerektiğini belli etti. Birkaç el silah sesinin eşliğinde ben de içeriye girdim. İçimden hiç yatak odasına girmek gelmiyordu ama başka çaremin olmadığını da biliyordum.
Kapıyı hafifçe tıklatıp açtım. Berfin yatağın üzerinde oturmuş bekliyordu. Ne diyeceğimi bilemeyerek bir süre öylece ayakta dikilip kalakaldım.
“Ağlama artık,” diyebildim sıkıntılı bir sesle.
“Özür dilerim.”
“Sen burada yat. Ben diğer odaya geçeceğim,” diyerek dolaba yönelip bir pike ile pijama takımı aldım. “İkimizde yeterince yorgunuz. Yarın konuşuruz.”
“Tamam,” demesiyle onu ardımda bırakıp odadan çıktım. Yarın bize bu hayatı reva görenlerin nikahına katılıp ardından nikah için gün alacaktık. Hayat herkes için akmaya devam ediyordu. Dünya başımıza yıkılmış değildi lakin ben yıkılmış gibi hissediyordum.
***
Sabah kapının tıklanma sesiyle gözlerimi açtım. Odadan çıkıp kapıyı açmaya gittim. Akşam kimse içeri dalmasın diye özellikle kilitlemiştim dış kapıyı.
“Buyur ana,” dedim karşımda annemi görünce. Annem beni es geçip içeriye girdi. Gözleriyle etrafı taradı.
“Ben biliyordum böyle olacağını,” diye hayıflandı. “Oğlum niye ayrı yatarsın?”
“Nasıl yatacağımızı da aşiret mi belirliyor ana?”
“Olmaz oğlum böyle?”
“Bırakın da nasıl yatacağımıza da biz karar verelim. İkimizde yorgunduk. İkimizde hazır değiliz. Seninle bunu tartışmayağım.”
“İyi, iyi,” diyerek geçiştirdi anam. “Berfin kızı da kaldır kahvaltı yapalım. Daha nikaha gideceğiz, ardından nikah günü alacaksınız. Bir sürü iş vardır. Hafta sonuna düğün yapacağız dedi baban. Bu kadar kısa zamanda nasıl olacaksa?”
“Bu kadar kısa zamanda nasıl bizi bir araya koyduysanız, onu da hallediverirsiniz. Sen git, biz de geliyoruz.”
Anam çıktıktan sonra yatak odasına yöneldim. Kapıyı tıklatıp Berfin’e seslendim. “Gel,” diyen sesiyle odaya girdim fakat yatakta üzerini değiştirmiş, oturan bir Berfin görmeyi beklemiyordum.
“Sen ne zaman uyandın?”
“Epey oldu,” dedi.
“Niye beni de uyandırmadın?”
“Odadan hiç çıkmadım ki,” dedi omuz silkerek. “Ne yapacağımı bilemedim. Ben de senin gelmeni bekledim.”
“Kahvaltıya geçelim. Kahvaltıdan sonra Cihan ve Hevi’nin nikahına katılıcaz, oradan da işlemleri yapıp nikah için gün almaya gideceğiz”
Berfin’in mavi gözlerinde şimşekler çaktı. Yataktan usulca kalkıp etrafa göz gezdirdi. Bir laf edecek ama söylemeye çekinir gibi bir tavrı vardı.
“De ne diyeceksin!”
“Ben gelmesem?”
“Sen gelmeden nasıl nikah işlemlerini yapabilirim?”
“Nikaha gelmesem? Hiçbir şey olmamış gibi bir de onlara alkış mı tutacağım?”
Derin bir nefes aldım. Ben de gitmek istemiyordum fakat babam bu konuda kimseye seçim hakkı vermiyordu.
“Onlara alkış tut diyen yok. Ama orada olmamız gerek. Babam herkes katılacak dedi ve herkes katılacak. Şimdi kahvaltıya geçelim,” diyerek kapıya yöneldim.
“Bundan sonra böyle mi olacak yani?” demesiyle duraksadım. “Baban emir verecek ve biz birer koyun gibi uygulayacak mıyız?” Sesindeki ton canımı sıktı. Küfreder gibi ukala bir şekilde sormasına sinirlendim. Uysal ve sakin görüntüsünün altında sivri dilli, kinci bir kadın mı vardı tam olarak karar verememiştim.
“Babam normalde kimseye karışmaz Berfin. İnsanlar hala konuşur. Konu kapanıp gitsin istiyoruz artık. Ayrıca evde koyun beslemiyoruz. Onlar çiftliğin ağılında.”
Bir şey demesine fırsat vermeden dış kapıya kadar geçip gelmesini bekledim. Yanıma geldiğinde kapıyı açıp avluya çıktım. Kış ayında olduğumuz için yemek ve kahvaltı konağın büyük salonunda yapılıyordu. Doğrudan konağın salonuna yöneldim.
“Yavaş olur musun?” diyen sesle adımlarımı yavaşlattım. Artık tek kişi olmadığımı kendime sık sık hatırlatmam gerekecekti sanırım. Şu nikah işlerini hallettikten sonra Berfin ile de konuşmamız gerekecekti. Evlenmiştik ama her şey nasıl ilerleyecek daha konuşmamıştık bile. Konağa girmeden Diyar’ın seslenmesiyle Berfin’e bir dakika diye işaret edip Diyar’a doğru yürüdüm. Akşam eve geldikten sonra konakta aramış ama bulamamıştım.
“Sana dediğim iş ne oldu Diyar?”
“Ağam akşam takip ettik ama hiç yalnız kalmadı. Sonra bugün nikah olacağı aklıma gelince peşini bıraktım. Nikahta olmaması dikkat çekerdi. Bugün nikahtan sonra düşeceğim peşine.”
“İyi düşünmüşsün. Nikah işini sonradan öğrendim. Bugün nikahtan sonra halledin.”
“Tamamdır ağam.” Cahit denen itten hesap sormadan rahatlamayacaktım ve peşini bırakmaya niyetim yoktu.
Berfin kapının önünde beni bekliyordu. Konağa alışması, konağın içinde rahat rahat gezinmesi zaman alacak gibiydi. Yanına varınca birlikte içeriye girdik. Bizim dışımızda herkes sofradaydı. Babam, annem, Berçem, Bedir, Ferhad. En küçük kardeşimiz Serhad üniversitede okuduğu için burada değildi. Bir de artık Hevi yoktu. Onun yerini ise Berfin almıştı.
“Geç kaldık, kusura bakmayın,” diyerek bize ayrılan yere oturduk. Kimsenin keyfi yoktu. Nikaha katılacağımız için herkeste bir gerginlik hakimdi. Kahvaltı normal zamanlarımıza göre sessiz geçmişti. Normal zamanda olsaydık Ferhad ile Bedir atışıp durur Hevi de onlarla dalga geçerdi. Ama artık o ikisinin atışmasına karışacak bir Hevi yoktu.
Kahvaltının ardından herkes hazırlanmak için ayaklandı. Biz de odaya geçip üzerimizi giyerken Berfin de hala sessizliğini koruyordu.
“Bazen dilin olmadığını düşünüyorum,” diye takıldım.
“Ailene ayak uyduruyorum,” diye cevabı yapıştırdı. Haklı olduğu için diyecek bir şey bulamadım.
Henüz boşaltmaya tenezzül etmediği valizine eğilip bir pantolon ve bluz çıkarmaya kalkınca kaşlarımı çattım. Bu kızın elbisesi, eteği falan yok muydu?
“Onlarla gelmeyeceksin değil mi?”
“Niye ağam beğenemedin mi?”
“Cevabını bildiğin soruları sormaktan zevk mi alıyorsun? Elbisen yok mu senin?” diyerek onu kenara çekip valizi kendime çektim.
“Aç şu dolabı da yerleştirelim. O arada kıyafet seçeriz. Kaçmayı mı düşünüyorsun da boşaltmadın hala?”
“Kaçabilme şansım var mı ki?” diye söylenip yatağın üstüne koyduğum kıyafetleri dolaba dizmeye başladı.
“Sen böyle her işime karışacak mısın benim?”
“Ne işinde bahsediyorsun? Daha valizini bile açmamışsın? Nikaha gideceğiz diyorum sıradan bir pantolon çıkarıyorsun.”
“Altı üstü gitmek bile istemediğim bir nikah işte.”
“Sen artık benim karımsın. Altı üstü dediğin her ne olmuşsa olsun kardeşimin nikahı. Oraya benim kolumda gideceksin. Lise talebesi gibi giyinip mi gireceksin koluma?”
Gözlerini hafifçe kısıp sinirli bakışlarını üstüme dikerek karşıma dikildi. “Kusura kalma ağam. Ağa karısı nasıl giyinir bilmiyorum tabi!”
Ya Havle... Bunun için ağa karısı olmayı bilmesine gerek yoktu. Dik başlıydı. Artık emindim. Sakin ve uysal hallerinin altında inatçı bir karakteri vardı. Gözlerimi yatağın üstüne döktüğüm kıyafetlere çevirdim. Kırmızı, uzun kollu, v yaka orta boy bir elbise buldum.
“Bunu giy,” diyerek uzattım. “İlk fırsatta alışverişe çıkmalısın. Pantolon, pantolon ve pantolon... Dolabında benimkiyle yarışacak kadar pantolon var.”
“Seviyorum pantolon giymeyi,” diye bir açıklama yaptı.
“Hadi ya,” dedim alayla. “Buradan bakınca hiç belli olmuyordu.”
“Elbise ve etek al. Kaliteli şeyler olsun. Berçem’le çıkın.” Sonra aklıma Berçem’in dün akşam seçtiği kıyafet gelince sözümü geri aldım. “Yok, yok en iyisi beraber çıkalım.”
Berfin ellerimde tuttuğum elbiseye uzanıp çekti. Dibine kadar girip yüzünü yüzüme doğru kaldırdı. Yakınlığı bir an afallamama sebep oldu. “Hayırdır ağam? Kendine yoktan sevilecek bir gelin mi yaratmaya çalışıyorsun? Ne bu kıyafetime olan ilgin çözemedim.”
“Zamanla çözersin Berfin Xanım,” diyerek ondan uzaklaşıp kendime takım almak için dolaba yöneldim. Kalbimin dolu olduğunu zamanla anlardı. Ya da uygun bir zamanda ben açıklardım. Şimdi sırası değildi.
***
Nikah kıyılıp üstümüze düşeni yaparak takılarını taktıktan sonra ailemi beklemeden ayrılmıştık. Nikah işlemlerini halletmek neredeyse akşamı bulmuştu. Neyse ki hafta sonuna aldırabilmiştik. Hava soğuk olduğu için düğünü bizim merkezdeki otelde yapacaktık. Oteli bilgilendirme işini de halletmiştim.
Akşam yemeğini yine ailece yedik. Berfin kızlara yardım ederken sessizce terasa çıktım. Konağı öğrenmesi için onu kadınlarla yalnız bırakmıştım. Artık yavaş yavaş alışması gerekiyordu.
Adamlarımızdan olan Aziz bana doğru geldi. Yine ne oldu derecesine gözlerine baktım. Yalnız da kalamıyordum bir türlü.
“Nişan olmuş bu gece,” diyen Aziz’e gitmesini işaret ettim. Ocak ayının soğukluğuna rağmen içim alev gibiydi. Soğuk ne kelime, bana işlemiyordu bile. Terasta oturmuş Urfa manzarasını izliyor ve yaşadığım birkaç günü düşünüyordum. Kirpiğine takılan gözyaşına kıyamadığım bacım, benim hayatıma kıymıştı. Beni çiğnemiş, üstümden geçmiş ve onu hiç hak etmeyen adamın biriyle kaçarak adımızı lekelemişti.
Onu öldürmemek, kardeş katili olmamak için her yolu denemiştim. Hiç suçu olmayan birini kaçırmış, evlenmeye zorlamıştım. Anlaşacak bir yol bulmayı o kadar yürekten dilemiştim ki araştırma ihtiyacı bile duymamıştım.
Firuze’den etkilenmem çok kolay olmuştu. Güzel kadındı vesselam. Fakat işler hiç de benim tahmin ettiğim gibi gitmemişti. Firuze’yi ikna edebileceğimi, anlaşmalı bir evlilikle herkesin canını kurtaracağımı düşünmüştüm ama olmamıştı. Ben ve Berfin hariç herkes kurtulmuştu ve biz hariç herkes mutluydu.
Firuze ile anlaşma yapmak kolay olurdu. Görmüş, geçirmiş biriydi. Oysa Berfin’le böyle bir anlaşma yapmam mümkün değildi. Firuze’yi bir gün geri göndersem abisi sahip çıkardı ama Berfin’e sahip çıkacak kimse yoktu. Bir ömür birbirimize mecbur olduğumuzu düşünmek içimin öfkeyle dolmasına sebep oluyordu.
Firuze’nin evlenmeden sevgilisiyle her şeyi yaşamasını bile yutmak zorunda kalmış olmama rağmen elimden kaçıp gitmişti. Hayatında kimse olmasaydı yine de gider miydi diye merak ediyordum.
İçeride karım vardı ama ben kuzenini düşünüyordum. Düşüncelerim benim bile midemi bulandırmaya yetmişti. Bir karım vardı. Düşünmesi bile komedi gibi geliyordu. Reddettiğim her hüküm gelip tepeme çökmeye ant içmiş gibiydi. Cihan’ı da bacımı da ömrü billah affetmeyecektim. Kendim için değilse bile Berfin için affedilmeyi hak etmiyorlardı.
“Ağam,” diyen sesle düşüncelerimden sıyrılıp dibime kadar gelmiş olan Berfin’e kısa bir bakış attım. Onu dün ilk gördüğümde bir an Firuze karşımda sanmıştım. Saç renkleri hariç o kadar benziyorlardı ki bu benzerlik ödümü koparmıştı.
Gözleri birbirinin kopyasıydı fakat bakışları o kadar farklıydı ki ikisini karıştırmama imkan yoktu. Dün gece dini nikahımız kıyılmıştı. Ona dokunamamıştım bile. Dokunamazdım. Tenim bir başkasına aitken bir başkasına dokunamazdım. Ben Berfin’e kocalık yapamazdım. Bu yüzden Firuze ile olsun istemiştim. Onun da sevdiği vardı. Anlaşarak idare ederdik diye düşünmüştüm. Fakat Berfin’e anlatmak imkansızın ötesiydi.
“Buyur Berfin? Bir şey mi diyecektin?”
“Yatmayacak mısın ağam?” diye sordu utangaç bir sesle. Firuze ile bu kadar benzeyip bu kadar farklı olmaları çok tuhaftı. Berfin, Firuze’nin tam zıttı gibiydi. Yine de sinirlendiği, bana laf soktuğu anlarda kuzeni kadar sivri dilli olabiliyordu.
“Berfin,” dedim açıklama ihtiyacı hissederek. “Aynı odada kalmak zorundayız biliyorum ama aramızda gerçek bir evlilik olmayacak. Bunu düşünüp tasalanma. Sana el sürmeyeceğim.” Dün gece ayrı yatmıştık ama bunu sürdürmek zordu çünkü en başta anam izin vermezdi bu duruma. Sonra bir de millete laf anlatmak vardı tabi.
“Bir yanlışım mı oldu ağam?” diye sordu yeniden. Neden susmuyordu? Neden kabullenip çekip gitmiyordu? Koynuma girmeye bu kadar mı meraklıydı?
“Baştan sona her şey yanlış Berfin. Yatmak istesem sorun yoktu yani? Yatmıyoruz diye mi sorup duruyorsun?” Gözlerinde kısa bir an öfke parlaması gördüm gibi oldum. Geldiği gibi çabucak söndü.
“Biz evlendik, ben senin karınım. Herkesin ne beklediğini benden iyi bilirsin Ezman Ağa.”
“Demin Ağandık şimdi Ezman Ağa mı olduk?”
O sırada Aziz terasa geldi. Aziz’i görmek canımı sıktı. Daha yarım saat önce göndermiştim onu. Günlerdir hiç iyi haberle gelmiyordu karşıma. Diyar bir, Aziz iki felaket tellalı kesilmişlerdi başıma.
“Ağam,” dedi sıkıntılı bir sesle. Kötü bir haber geleceğini anlamıştım. Konuşması için başımla onay verdim.
“Ağam nasıl söylenir bilmem. Şey ...”
“Uzatma Aziz, de söyle hadi.”
“Ağam, Dicle evlendiğini duymuş. İntihar etmiş Ağam ...” Aziz bir şeyler söylemeye devam ediyordu fakat kulaklarım duymuyordu. İntihar mı etmişti? Yok muydu artık Dicle? Nefesimin kesildiğini, kalbimin yerinden oyulduğunu hissettim.
“Dicle de kim?” diye soran Berfin’le bakışlarımız buluştu.
“Yaşıyor mu?” diye fısıldadım.
“Ağam, karnında bebesiyle öldüğünü konuşuyorlar?”
Dünya bir insanın başına kaç kez yıkılırdı, bilmiyordum artık.