BERFİN
“Evet, tam oldu,” diyerek bakışlarımı zorlukla Ezman Ağa’nın gözlerinden ayırdım. Konağa gidecek olmak zaten ödümü koparıyordu. Beğendiğim eşyayı seçsem buldumcuk olmuş diyeceklerinin korkusuyla sesimi bile çıkaramıyordum. Sonuçta yatak yataktı işte. Neyse ki Ezman Ağa düşünceli davranıp güzel bir yatak seçmişti. Ne yatağı resmen bir karavan almıştı bana.
Yüzüğü de sade seçmek istemiştim. Kimsenin benim için gösteriş budalası falan demesini istemezdim. Kendi yağında kavrulan biriyken şimdi bir Ağa’nın karısı olmak tuhaf bir histi. Ağzımdan çıkacak lafı on kez falan ölçüp biçiyordum kafamda.
Ezman Ağa’yı henüz çözememiştim. Sert birine benziyordu ama vicdanlıydı. İlgili gibi görünüyordu ama ukalaydı. Bir de kendini beğenmiş gibiydi. Alışverişe abiye giyip çıkacak halim yoktu. Her genç kız gibi bluz, pantolon giymiştim. Bunda ne vardı? Fakat ağamıza kendimizi beğendirememiştik. Sorun da değildi esasında çünkü kendimi beğendirmek gibi bir derdim yoktu.
“Siz yandaki elbise mağazasına geçin. Ben de birazdan geleceğim,” diyen Ezman Ağa’yı kız kardeşi başıyla onayladı. Berçem benim yaşlarımda görünüyordu, umarım iyi anlaşabiliriz diye düşündüm. Saat yaklaştıkça içimi bir kasvet sarıyordu. Koca konakta ne yapacağımı bilmemenin telaşı yiyip bitiriyordu içimi.
Berçem’in yönlendirmesiyle bayan mağazasına girdik. İmam nikahında ne giymek icap ederdi? Düğün olacak mıydı mesela? Yoksa sadece imam nikahı ile mi kalacaktık? Resmi nikah da kıyılacak mıydı? Buralarda resmi nikah kıyılmaması şaşırtıcı olmazdı. Sanki tatlı sudan alınıp tuzlu suyun içerisine bırakılan bir balıktım. Çırpınıp duruyordum da kurtulamıyor gibiydim. Bilmediğim sularda boğulmak benim kaderim miydi?
Anam en azından dengini bulmuştu. Oysa Ezman Ağa’nın hayatı ile benim yaşadığım hayat arasında öyle bir fark vardı ki bunu aşmak benim için kolay olmayacaktı. Çabuk öğrenen biriydim. Kolay benimserdim ama bunun için de bir öğreten olması gerekirdi. Bana nasıl davranacaklardı? Her şey bir gizemin parçaları gibiydi. Ve ben parçaları birleştiremeden yok olup gideceğim endişesiyle savaşıyordum.
“Bu nasıl?” diye soran Berçem’le kendime geldim. Öncesinde bir şey demiş miydi hatırlamıyordum ve o yüzden güzel görünüyor diyerek geçiştirmeyi tercih ettim.
“Dene o zaman.” Berçem’in elindeki elbiseyi alıp doğruca kabine yöneldim. Aslında ne elbise almak istiyordum ne de o konağa gitmek. Arkamı dönsem Cahit önüme baksam Ezman vardı. Bir yanım dayım bir yanım berdel. Önüm, arkam, sağım, solum... Her yanım sarılmış gibiydi, ne yana dönsem istemediğim bir durumum içinde buluyordum kendimi. Bir insanın hiç mi doğru yolu olmazdı? Benim yok gibiydi.
Elbiseyi üstüme geçirdim. Beyaz kendinden işlemeleri olan kruvaze v yaka uzun kollu bir elbiseydi. Elbisenin eteğinde de derin yırtmaç vardı. Yakası da oldukça açıktı. Üniversitede okurken giydiğim kıyafetlerde her zaman daha cesur olmuştum fakat memlekete döndüğümde giydiğime falan daha dikkat eden birine dönüşmüştüm. Çünkü niyetim kimsenin dikkatini çekmemekti. Hele Cahit’in dikkatini hiç çekmek istememiştim.
Birkaç saat önce bana laf sokan Ezman Ağa aklıma gelince onun bu tarz bir giyimimi kastettiğini düşündüm. Sonuçta kıyafeti kardeşi seçmişti. Demek ki bu tarz elbiseleri seviyordu. İyi madem diye düşündüm. Artık başım bağlı olduğuna göre en azından kimse istemeye gelecek diye endişe duymama gerek yoktu. Şu an çarşaf giyiyor dahi olsam herkesin dikkatini çekeceğim kesindi. Sonuçta Ezman Ağa ile berdel edilen biriydim. Kendi halinde kimsenin gözüne batmamaya çalışan Berfin ağa karısı oluyordu. Urfa’nın en güçlü aşireti fakir bir kız alıyordu. İnsanlara bundan daha iyi dedikodu malzemesi olur muydu? Omuz silkerek kabinden çıktım. İnsanın kaçacak yeri kalmayınca her şeyi mecbur kabulleniyordu.
Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Elbise gerçekten çok güzeldi. Berçem zevkli biriydi. Fakat bu kadar dekolte normal miydi bilemiyordum.
“Çok güzel olmuşsun,” diyen Berçem’e bakarak gülümsedim.
“Giyinmeyi mi unuttun?” diyen sert ses kulağıma ulaştığında yerimden sıçradım. Ezman hangi ara arkama kadar gelmişti fark etmemiştim bile. Gözlerim aynadan bana bakan dipsiz karanlık gözleriyle çakıştı.
“Bluz ve pantolonu beğenmeyince böyle seversin diye düşündüm. Hata mı ettik ağam?” dedim düz bir sesle. Beni her defasında sinirlendirmesine rağmen sakin olmaya çalışıyordum. Çatışmak bana bir şey kazandırmayacaktı.
“Hata etmişsin,” dedi soğuk bir sesle. Hafifçe bana doğru eğildi. Gözlerimiz ayna aracılığıyla hala birbirine kenetliydi.
“Seni seveceğim kanısına nereden vardın anlamadım.” Buz gibi sesi karşısında yutkundum. Fakat onun karşısında ezilip büzülmeye niyetim yoktu.
“Kendimi değil elbiseyi kast etmiştim ağam. Yanlış anlamışsın. Sevmediğim bir adamın beni sevmesini neden bekleyeyim?”
Ezman birkaç saniye daha gözlerimin içine baktı. Usulca geri çekilip kızgın bakışlarını kardeşine dikti.
“İmam nikahı için böyle mi elbise seçiyorsunuz Berçem? Hadi o bilmiyor. Sen niye uyarmıyorsun?”
Elbiseyi Berçem seçmişti aslında. Şu an onu bir teste tabi tutuyor olduğumu fark ettim. Niyeti benim küçük düşürülmem miydi birazdan anlayacaktım.
“Elbiseyi ben seçtim ağabey, Berfin değil. Yarınki resmi nikah için seçmiştim. Görünce hoşuma gitti.”
Berçem’in amacının beni kötü göstermek olmadığını anlayınca rahatlayarak bir nefes aldım. Daha hiçbir şey yapmamışken beni düşman olarak bellemelerini istemiyordum. Sonuçta onlarla birlikte yaşayacaktım. Bir ömür çekişmeyle geçsin istemezdim. Anam hep tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır derdi. Huzurlu olabilmek için huzursuzluk çıkarmamak ilk gayemdi.
“Babamla konuşup resmi nikahı düğünle birlikte yapacağım. Şimdi imam nikahında giyebileceği bir şey bulun da gidelim artık.”
“Düğün olacak mı ki?” diye sordu Berçem. “Tamam o zaman biz de ilk fırsatta gelinlik bakarız.”
“Berçem,” dedi Ezman uyarır bir sesle. “Elbiseyi alın da çıkalım artık.”
İşi Berçem’e bırakmadan beyaz kapalı bir elbise buldum. Şifon kumaştan, omuzundan beline doğru inen kumaş detayı olan sade bir elbiseydi. Ezman en azından bir konuda haklıydı. Biraz önceki kıyafet imam nikahı için uygun değildi.
Kıyafeti alıp yeniden kabine döndüm ve elbiseyi değiştirdim. Kabinden çıkıp yeniden karşılarına dikilip “bu nasıl olmuş ağam?” diye sordum alaylı bir sesle. Buna da bir kulp bulacak değildi herhalde.
***
EZMAN
“Olmuş,” dedim Berfin’i incelerken. “Bu kez giyinmişsin. Hadi alıp çıkalım.”
Bana yine öfkeli bir bakış atarak kabine yöneldi. Neden kızıyordu anlamak mümkün değildi. Neredeyse bacağının en üst noktasına ulaşan bir yırtmaçla onu bu mağazadan çıkaracağımı sanıyorsa yanılıyordu.
Berfin üstünü değiştirirken Berçem’e döndüm. “O nasıl bir kıyafet seçmek Berçem?”
“Çok güzel olmuştu,” dedi omuz silkerek. “Kıyafet de çok güzeldi bence.’
Kördüm sanki. Ben güzel olduğunu görmüyor muydum?
“Konakta siz nasıl giyiniyorsanız o tarz kıyafetler seçin Berçem. Ayarımı bozmayın benim.”
“Ben de konakta giysin diye değil nikahta giyer diye seçtim.” Özrü kabahatinden büyüktü.
“Nikahta gelinlik giymesi gerekirken niye elbise giysin Berçem? Çok beğendiysen kendine al. Kendi nikahın olduğunda gelinlik değil, o elbiseyi giyersin madem.”
Berfin üstünü değiştirip gelince konuyu daha fazla uzatmayıp kıyafetin ücretini ödeyerek mağazadan ayrıldık. Yolculuk sessiz geçmişti. Berfin’i birkaç saat sonra almak üzere evine bıraktım. Bugün vakit kalmamıştı. Resmi nikah işlemlerini yarın halledecektik artık.
Hevi ve Cihan’a düğünü layık görmediğim için sadece nikah yapılacak demiştim. Fakat kuyumcuda altın seçerken onlar hak etmese de Berfin’in bir düğünü hak ettiğine karar vermiştim. Hevi ve Cihan sade bir nikâhla evlenebilirdi. Ya da çok isterseler sonradan kendileri düğün yapabilirdi. Umurumda değildi. Fakat ben Berfin’e düğün yapacaktım. Hem ağa olarak sade bir nikâhla evlenmek olmazdı.
Konağa döndüğümüzde hazırlıklar son hız devam ediyordu. Oturma odasında olduğunu öğrendiğim babamın yanına geçip düşüncelerimi açtım.
“Haklısın oğlum. Onca olayın üstüne düğün yapmak iyi olur. İnsanlar en azından düğünü konuşur. Hem bir ağaya da böylesi yaraşır. Yarın nikah işlemlerini hallet. Hafta sonuna bir şey kalmadı. Hafta sonu düğünü yapalım o zaman.”
“İmam nikahından sonra Hevi’yi burada görmek istemiyorum,” diye bildirdim. “Resmi nikahlarını ister kıysınlar, ister kıymasınlar.”
“Yarına resmi nikah için gün almışlar,” diye açıkladı babam. “Yarın da gerekeni yapalım. Eğer yapmazsak insanlar konuşur.” İnsanın başına ne geliyorsa milletin çenesinden geliyordu zaten. Babama karşı duramadım. O yorgun düşen kalbiyle hala çabalayıp dururken ve o nikaha katılmaya karar vermişken itiraz edemedim.
“Buna da eyvallah baba, buna da eyvallah...” Babamın yanından ayrılıp çalışma odasına geçerken Diyar’a yanıma gelmesini söyledim.
“Buyur ağam?”
“Cihan’ın abisi Cahit’i imam nikahından sonra kaldırıp bizim çiftliğe götürün.”
“Tamamdır Ağam.”
Koltuğun başlığına başımı dayayıp gözlerimi kapattım. Dünden beri Dicle ne haldeydi acaba? Koşturup dururken insan düşünmeye fırsat bulamıyordu. Fakat bir yere geçip az dinlenmek istediğinde tüm sorunlar ayyuka çıkıyordu.
Biz Berfin ile ne yapacaktık? İnsan yabancı biriyle odasını nasıl paylaşırdı? Bir ömür yabancı biriyle dört duvar arasında nasıl geçerdi? Sorular silsilesi gibiydi kafamın içi ve hiçbirine cevap bulamıyor olmak gelecek günlerin kasvete bürünmesine neden oluyordu.
Kapı vuruldu ve annem başını uzattı. Her şey olup bitmeden yalnız kalmak da mümkün değildi. Yerimde doğrularken en azından düşünmeye zaman bulamam diye sevindim. Düşünmek başımı ağrıtmaktan başka bir işe yaramıyordu.
“Davul, zurna geldi oğlum. Artık gelini gidip almak icap eder.”
Bir davul zurnamız eksik diye düşünüp hazırlanmak için odama çıktım. Düğünlerde giydiğim takımlardan birini seçip üstüme giyerken gelin almaya gitmek yerine keşke bir başkasının düğününe gidiyor olsaydım diye hayıflandım. Bu hayatta en zor şeylerden biri başkalarının hayatından da sorumlu olmaktı bence. Bir kere hiçbir zaman özgür olamıyordunuz. Hep böyle olmuştu ve görünen oydu ki böyle olmaya devam edecekti.
“Sen Ağa olacaksın örnek olman lazım kardeşlerine,” derdi babam. Bazen çok kızardım bu sözüne. Bazen de önemli biri gibi hissederdim kendimi. Oysa şu an herkesin bir olup beni idam sehpasına çıkardığını düşünüyordum. İlk adımı da kendi isteğimle atmıştım ama bu da babamın yüzündendi. Ağa adamdım ya kan dökmek değil durdurmak yaraşırdı bana. Durdurmuştum durdurmasına da ilmeği kendi boynuma geçirmiştim, Berfin’i de kendimle birlikte sürükleyip.
İmam nikahını Berfin’lerin evinde kıyıp kızı alacaktık. Araçlara binip konvoy yaparak yola çıktık. Berfin’lerin evinin önüne geldiğimizde davulcu ve zurnacı çalmaya başladı.
İnsan idam sehpasına çalgı çengi eşliğinde de gidebiliyormuş. Berfin kötü kalpli, huysuz birine benzemiyordu. Aksine sakin ve uysal bir mizacı vardı. Fakat ardımda bıraktığım Dicle aklıma geldikçe karşımda iyilik meleği de olsa içim ısınmıyordu işte. Mecburiyet kisvesine bürünmüş bir evlilik kime hayır getirirdi ki?
Ailem de durum böyle olduğu için memnun değildi ama onlar da üstüne düşeni yapmaya ve gülümsemeye çalışıyordu. Bir süre davul ve zurna eşliğinde oynayanlar oldu. Ardından içeriye girdik. Hoca gelmiş ve bizi bekliyordu.
Berfin’in eniştesi ve ablası gelmişti. Eniştesinin gösterdiği lavaboda abdest aldım. Herkes yerini aldıktan sonra Berfin geldi ve hemen yanıma hocanın tam karşısına oturmuş olduk. Hoca baba adımızı, bizim adlarımızı bir kağıda yazıp mehir belirleyip belirlemediğimizi sordu. Kısa bir an babama baktım. Bunu konuşmamıştık. Ne ailemle ne de Berfin’le.
“Bin gram yeter mi?” diye fısıldadım Berfin’e eğilip. Bana hafifçe döndü. Gözlerini kocaman açmış, şaşkın şaşkın bakıyordu. Daha mı fazla veriliyordu ki?
Hocaya dönüp “iki bin gram altın,” dedim. Berfin hala şaşkın şaşkın bakıyordu. Anlamadım ki ne kadar istediğini. “Ödendi mi?” diye sordu hoca. “Henüz değil, düğünde ödenecek,” dedim.
“Nikah kıyarken mehir için iki durum vardır. Mehri muaccel ile mehri müeccel. Mehri muaccel peşin ödenen, mehri müeccel ödenecek olan demektir,” diye açıklama yaptı.
Hoca duaya başlayıp nikaha geçti.
“Hozan oğlu Ezman, Abdullah kızı Berfin’i iki bin gram altın mehri müeccel karşılığında karılığa kabuk ettin mi?”
Yutkundum. Dönüşü yoktu ya bu işin. Ne diye tereddüt ediyordum.
“Ettim.”
“Ettin mi?”
“Ettim.”
“Ettin mi?”
“Ettim.”
Aynı soruyu bana sorduğu şekilde bu defa üç kez Berfin’e sordu. Berfin’in de benim gibi çaresi yoktu ettim demekten başka. Ardından şahitlere de sordu.
“Ettiniz mi?” diye sordu üçüncü kez ve herkesten “ettik,” kelamı döküldü.
“Ve ben de,” diye başladı hoca. “Tarafların rızasıyla, şahitlerin de şahitliğiyle, Allah azze ve Celle’nin emriyle, peygamber efendimizin sünneti seniyyesiyle, mezhep imamlarımızın da iştihadıyla bu nikahı kıydım. Allah azze ve Celle memnun ve mübarek eylesin inşallah.”
Hoca nikahın duasını yaparak sonunda nikâhımızı kıymış oldu. Berfin artık benim karımdı. Kalkıp büyüklerimizin elini öperken ruh gibiydim. İçim çekilmişti sanki. Ve tonlarca ağırlık üstüme devrilmiş gibi hissediyordum. Boğazıma geçirilen urgan nefesimi kesiyor, yutkunamıyordum. Berfin ile göz göze geldik. Bakışları hislerime eşlik ediyordu. Anladım ki Berfin’in de benden bir farkı yoktu.