EZMAN
“Bırakmayacağım Berfin. Bu kez elimden kurtulamayacaksın.”
Ahıra yaklaştıkça sesler kulağıma daha net gelmeye başlamıştı. Berfin benimle berdel edilen kızın adıydı diye düşündüm kaşlarımı çatarak. Neler oluyordu? Ahırın kapısını açtım ve Berfin’in üstüne saldıran adamı net bir şekilde gördüm. Kardeşine olan öfkem henüz geçmemişken ve tazeyken bir de abisi mi çıkmıştı başıma? Patlamaya hazır yer ararken kucağıma mı düşmüştü Cahit? Cahit’i, Berfin’in üstünden çektiğim gibi duvara yapıştırıp bir elimle boynunu kavradım. Kadının Berfin olması önemli değildi. Bir erkeğin bir kadına istemediği bir şekilde dokunmaya asla hakkı yoktu. Fakat o kadının benim karım olacak olması da ayrı bir önem teşkil ediyordu benim için. Hiç kimse ama hiç kimse benim helalim olacak olana bu şekilde davranamazdı.
“Bırakmayacaksın ha? Peki seni benim elimden kim kurtaracak Cahit efendi! Sen benim olana saldırmaya nasıl cesaret edersin şerefsiz! Sen kimsin ulan!”
Kardeşi Hevi’yi almıştı elimden. Abisi de benim helalime mi göz koymuştu? Kısa bir an iyi olup olmadığını anlamak için Berfin’e kısa bir bakış attım. O anki öfkemin içinde bile Firuze’ye olan benzerliği şaşkınlıkla duraklamama neden oldu. Kendime gelerek bakışlarımı Berfin’den kopardım.
“O en başında benimdi! Araya giren sensin!”
Öfkem bir kez daha palazlandı. Sözleri cayır cayır yanan ateşin içine bir bidon daha benzin dökmesi gibiydi.
İlk yumruğum yüzüyle buluştu. “Senindi ha! Kız seni istemiyor bile! Hadi onu geçtim Amar Ağa’nın karşısında sesin nerene kaçmıştı? Bizim karşımızda ne diye o benim diye itiraz etmedin ulan! Gücün kadınlara mı yetiyor anca!”
Cahit’i döve döve ahırdan çıkardım. Yakasından tutup bir yumruğumu daha yüzüne geçirdim. Ağzı yüzü kan içindeydi. Berçem şaşkınlık içinde bir bana bir de arkamdaki noktaya baktı. Önemsemedim. Ve bir kez daha Cahit’i yakasından tutup ayağa kaldırdım.
“Ağam!” dedi biri havaya kaldırmaya niyetlendiğim kolumu tutarak. Naif ses tonunda bir ürkeklik vardı. “Ağam, dur ne olur?” diyerek yeniden söze girdi.
Öfkeli bakışlarım ona döndü. Bir adım geriye çekildi. Bu şerefsizi mi koruyor diye düşündüm çok kısa bir an. Fakat sarf ettiği sözlerle niyetinin bu olmadığını çabucak kavradım.
“Ağam birileri görecek. Dur ne olur. Herkes yanlış anlayacak. Yapma.”
Haklıydı. Dışarıdaydık. Ve benim bu öfkem tüm okların Berfin’e dönmesine neden olabilirdi. Derin bir nefes alıp sakinleşmeyi umdum. Cahit’i iterek kendimden uzaklaştırdım.
“Seninle işim bitmedi Cahit! Hiç merak etmeyesin. Bu burada kalmayacak. Seninle en kısa zamanda görüşeceğiz. Berfin’e dokunan her uzvunu kırmazsam bana da Ezman Bicanlı demesinler. Şimdi siktir git! Yoksa beynini dağıtıcam, kimin ne dediğini de umursamayacam.”
“Bence de burada bitmedi Ezman Ağa! Sen Berfin’i benden aldın ya ölmediğim sürece iki elim yakanızda olacak.”
“Hala konuşuyor,” diyerek bir adım atmamla Berfin önüme geçip ellerini göğsüme koydu.
“Dur ağam ne olur. Etme, eyleme. Rezil olacağım.” Cahit söylene söylene yanımızdan uzaklaşıp geçti gitti.
“Sen rezil olacak bir şey yapmadın!” dedim sinirle. Niye kendini suçlu görüyordu.
“Buraları benden iyi bilirsin ağam. Düğün öncesi laf söz olmasın.”
“Berfin haklı ağabey. Hadi içeriye geçelim. Bir sakinleşin.”
Yaşlı bir kadın bize doğru koşturdu. “Berfin’in. Kardelen’im. Neler oluyor? Cahit’in suratı neydi öyle.”
Berfin benden uzaklaşıp annesi olduğunu tahmin ettiğim kadına doğru yöneldi. “Ana Cahit’in her zamanki halleri. Bu kez delirmişti. Bu evlilik olayı için. Ama merak etme bir şey yapamadı.”
Annesine söylediği sözler yüreğimi kor gibi yaktı. Ne demekti her zamanki halleri? Ben berdelden dolayı delirip saldırdığını düşünmüştüm. Daha öncesinde de mi kalkışmıştı böyle davranışlara? Kaçacak delik arasındı Cahit. Eve bir gideyim ilk işim Cahit’i kaldırtmak olacaktı. Bu hesap burada kapanmamıştı.
“Ağam içeriye geçelim,” dedi bana dönüp ve ardından annesinin koluna girip evlerine doğru hareketlendi. Berçem’e başımla işaret edip arkalarından takip ettik.
İçeriye girince yönünü bize dönüp köşede duran terlikleri eğilip önümüze koydu. Ve ardından dimdik durup biraz önce hiçbir şey olmamış gibi “hoş geldiniz ağam, buyurun,” diyerek içeriye buyur etti.
Gözlerine takılı kaldım. Güzelliği değildi takılı kalmanın sebebi. Şu durumda güzellik düşünme lüksüm olduğunu sanmıyordum. Ben gelecek olana razı olmuştum zaten. Bakışlarındaki teslimiyet, kabulleniş etkilemişti beni. Oysa öfke ve nefret görmeye kendimi oldukça hazırlamıştım. Dik duruşu takdirimi kazanmıştı.
“Hoş bulduk,” diyerek ayakkabılarımı çıkarıp önüme koyulan terlikleri giydim ve içeriye geçtim. Berçem’de aynısı yaptı. Elini Berfin’e uzatıp “Ben Berçem, Ezman’ın kardeşiyim dedi.”
“Memnun oldum. Ben de Berfin.” Uzatılan eli sıkıp ardından arkasında kalan annesini tanıttı.
“Annem Gülistan.” Önce ben ardından Berçem annesinin elini öptük. Geçip koltuklara oturduk.
“Sağ olasın oğlum. Kızımı kurtardın,” dedi Gülistan Hanım karşımıza otururken. “Bu berdel işi Cahit’i çıldırtmış. Halbuki babasından, kardeşinden hesap sormalıydı.”
“Ana kapatalım konuyu,” diyen Berfin bir kez daha gözlerini üstüme çevirdi. “Ağam bir kahve ikram edeyim. Ardından çıkarız.”
“Olur,” dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.
“Kahveleriniz nasıl olsun?”
“İkisi de az şekerli olsun,” dedim Berçem’in de yerine. Berçem bol şekerli, ben az şekerli içerdim. Şimdi kızı uğraştırmanın alemi yoktu.
Berfin uzaklaşıp kahve yapmaya gitti.
“Firuze ile çok benziyorlar,” dedim annesine doğru.
Gülistan Hanım küçücük bir tebessüm etti. “Benzerler ya. Ninelerine çekmiş ikisi de. İkisinden başka da benzeyen yoktur rahmetliye.”
Bu benzerlik de bula bula beni bulmuştu. Şansa bak. Firuze’yi kaçırdığımı mümkün olsa da hafızamdan silebilseydim diye umuyordum. Bu yaşıma kadar yaptığım en büyük hataydı fakat geri dönüşü de yoktu işte.
Berfin’i Firuze’den ayıran noktalar vardı elbette. Gözleri çok benziyordu sadece. Bir de yüzlerinin hatları. Firuze kızıl saçlıydı mesela. Berfin’in ise kumral saçları vardı. Firuze’nin yüzünü ya çok mutsuzken görmüştüm ya da çok öfkeliyken. Berfin ise metanetli görünüyordu. Sanki evlerinden bir cenaze çıkmış da yas sürecine girmiş gibi. Gözlerine yerleşen o kabulleniş kolay olmamıştı belli ki... Kolay olmasını da beklememiştim zaten. Kim istemediği bir evlilik yapmak isterdi ki?
Kahveler geldi. Bir yudum aldım. Hala içimde Cahit’e duyduğum öfke yer yer kendini belli ediyordu.
“Bu durumda olmaktan sizin kadar ben de rahatsızım,” diye söze girdim. Konuşulması gerekeni konuşmak gerekirdi. “Böyle olmasını biz de istemezdik. Artık yapacak bir şeyimiz yok. İçiniz rahat olsun kızınıza hiçbir şekilde kötü davranılmayacak. Önce Allah’ın ardından sizin emanetiniz olarak bileceğim Berfin’i. Bundan yana şüpheniz olmasın.”
“Biz de istemezdik oğlum. Dilerdim ki kızım kaderimi yaşamasın. Fakat olana çare bulunmuyor. Ömrünüz bir yazılmış ki olaylar bu raddeye geldi. Benim tek dileğim bu saatten sonra mutlu olmanızdır. Kızımı benden uzak tutma yeter bana.”
“Öyle şey mi olur? İstediğiniz zaman gelip görün. Berfin de gelir yanınıza. Şüpheniz olmasın.”
“Ben üzerimi değiştirip geleyim ağam.”
Herkes çenesini kapattıktan sonra Berfin’in ne yaptığıyla çok ilgileneceğimi sanmıyordum. Annesine gidebilirdi. Buna karışmazdım. Hanımağa olmayı öğrensin başka bir şey istemezdim. Bunları onunla konuşurdum. Annesinin yanında konuşulacak konular değildi.
Berfin üzerini değiştirip geldi. Sıradan bir kot ile bir bluz giymişti.
Kahvemi bitirip ayaklandım. “Çok oyalanmayalım daha fazla. Akşama dini nikah olacak. Yatak odasını seçip bir an önce işlerimize bakalım.”
“Çıkalım ağam.”
Annesiyle vedalaşıp çıktık. Berçem arabanın arka kapısını açıp içine girdi. Berfin’in de onu takip ederken durdurdum.
“Sen nereye gidiyorsun? Öne geç.”
Bakışlarında kısa bir an şimşek çakar gibi oldu ama kendini çabuk toplayıp ön kapıyı açarak oturdu. Dolanıp şoför koltuğuna geçtim. Canım burnumdaydı zaten. Detaylara takılacak değildim. Hele Berfin’in mimiklerine kafa patlatacak sabrım yoktu. Ciddi ciddi akşama nikah kıyılacaktı. İçimde kasırgalar koparken nasıl bu kadar sakin kalabildiğimi ben bile anlamıyordum.
Bir yandan da Dicle vardı aklımda. Son halleri bir türlü hafızamdan çıkmıyordu. Kumalığı bile kabul edecek kadar beni sevdiğini hiç ihtimal vermemiştim daha önce. Bazen yanlış bir düşünce patlak veriyordu kafamın içinde. Şeytan dürtüyordu. Dicle kabul ederken Berfin’in kabul etmeme lüksü var mı diye düşünüyordum ister istemez. İkisi de kabul etse bile ben kendime yedirebilecek miydim? Berfin’in ağzını arasa mıydım? En azından fikrini öğrenmek için. Yok diyordum sonra. Daha nikah kıyılmadan kuma mı öne sürülürdü?
Çarşıya gelince aracı park edip hep birlikte indik. Büyük bir mağazaya girip yatak odalarını incelemeye başladık. Aslında yatak odası yerine iki tekli baza almak bana daha mantıklı geliyordu da kimseye sebebini açıklayamayacağım için ses çıkarmıyordum. Herkes Berfin’i gerçek karım bilmeliydi.
“Beğendiğin var mı?” diye sordum yanımda sessizce yürüyen Berfin’e. Berçem öneri sunmasa dönüp hiçbir eşyaya bile bakmayacaktı. Bu hali ister istemez kızmama neden oluyordu. Ben de onun kadar çaresizdim, görmüyor muydu?
“Ben eşyadan pek anlamam ki ağam! Hepsi birbirine benziyor bence. Yani mobilya işte! Eşyalara gereksiz anlam yüklemem. Hepsi sonunda aynı işlevi görmeyecek mi?”
Böyle ilgisiz bir cevap beklemiyordum. Beğenmediği için burun kıvırdığını düşünmüştüm. Dikkatimi koyu yeşil detayları olan modern yatak odası çekti. Masaj koltuğu detayı, hemen yatağın diğer yanındaki kitap yerleştirilmiş raf detayı, hoparlörü falan vardı. Hem yatak, hem kişisel özel alan gibiydi.
“Bak bu güzel gibi,” dedim sonunda. “Ben sevdim. Hem yanlarındaki raflara kitap koymak güzel olur.”
Çalışan bizi hemen bilgilendirmeye başladı. Kitap deyince Berfin’in ışıldayan gözleri de dikkatimden kaçmamıştı.
“Bu yatak odası oldukça modern ve işlevseldir. Ayarlanabilir masaj yatağı, raf ve gizli kasa bölmesi var,” diyerek bir yandan anlatıyor bir yandan da gösteriyordu. “Bluetooth ses sistemi ve USB şarj noktaları var. Ayrıca kademeli LED dokunmatik ayarı ve kitap okuma aydınlatmalarına sahip. Akıllı laptop sehpası, kapitone döşeme yatak başlığı ve sehpa ve sandıklı saklama alanları mevcut. Hemen yandaki küçük raflar kitaplık gibi kullanmak için de ideal.”
“Maşallah,” dedi Berçem gülerek. “Yatak değil karavan sanki, her şey var.”
“Sen ne diyorsun Berfin?” diye sordum. Ağzından lafları cımbızla falan almam gerekiyordu galiba. Evin önünde her şeye hakim olan o genç kadının nereye gittiğini ister istemez merak ettim. Hani şahit olmasam bu halini her zamanki hali sanırdım.
“Olur ağam, güzel görünüyor.”
“Şükür,” diyerek çalışana yöneldim. “Bunu hemen hazırlatıp Bicanlı konağına göndermen ne kadar sürer?”
“Bugün zor gibi Ezman ağam.”
“Bu cevabı sevmedim. En geç üç saat içinde konağa göndermen lazım.”
“Olur ağam, hemen hallediyoruz,” diyen biri seri adımlarla yanımıza geldi. “Kusura bakma ağam. Geldiğini yeni duydum.”
“Önemli değil Hasip. Bizim işi hallediver yeter. Halılar ne tarafta?”
“Üst katta ağam.” Kızlara bir bakış atıp üst kata yöneldim. “Her şeyi ben mi düşüneceğim? Az sesiniz çıksın!”
“Madem halı falan yenileniyor? Perde de mi baksak?” diye öneride bulundu Berfin.
“Hah şöyle aklına geleni söyle. Dilini yutmuş gibi durma benim yanımda!”
“Dini nikah için elbise de bakalım o zaman,” dedi Berçem.
“Kıyafet eksiğim yok,” diyen Berfin’i şöyle bir süzüp “Belli, diye homurdandım.
“Beğenemedin mi?” diye sordu kısık bir sesle.
“Kusura kalma beğenemedim.”
Yine önce bir şey diyecek gibi oldu ama sonrasında vazgeçerek dudaklarını birbirine bastırdı. Konuşsa ne diyecekti merak etmedim desem yalan olur.
Halıların olduğu bölüme gelmiştik. Krem renginde içinde yeşilin açıktan koyuya her tonunun hakim olduğu bir halı seçti Berfin.
“Uyuma dikkat ediyorsun,” demek ki dedim merdivenlerden inerken.
Cevap vermeye tenezzül etmedi ve ben de şaşırmadım. Mobilyacıya ödemeyi yaptıktan sonra perdeciye geçtik. Adam ölçü isteyince modeli seçerken evi arayıp adamlardan birine ölçü aldırmalarını söyledim. Perde modelini de seçip sonunda bir işi daha bitirdik.
“Kuyumcuya geçelim,” diye mırıldandım kuyumcuyu görünce. Kimsenin aklına gelmemişti yüzük meselesi. Berfin başıyla onaylayıp yanım sıra yürümeye başladı. Uzun boyluydu. Firuze’den kısaydı ama öyle aşırı bir fark da yoktu. Dicle’den uzundu mesela. Dicle omuzundan bir karış daha aşağıda kalıyordu giydiği topuklulara rağmen. Berfin ise ayağındaki düz ayakkabılarla omzuma geliyordu.
Hakkını yersem Yaradana haksızlık etmiş olurdum. Güzel kadındı. Sırtında dalgalanan kumral saçları, başını önüne eğdikçe yüzüne düşen tutamları, cam mavisi gözleri, gözlerini çevreleyen uzun kirpikleri ve sivri yüz hatlarıyla her bakanın bir kez daha dönüp bakacağı bir güzelliğe sahipti. Boyuna oranla zayıftı fakat kıvrımlı hatlara sahipti. Ulan Ezman umursamıyor görünürken ne incelemişsin kızı diye düşündüm kendi kendime.
“Kolay gelsin,” diyerek dükkandan içeriye girdik.
“Sağ ol Ezman Ağam hoş gelmişsin.”
“Hoş bulduk. Yüzük bakacaktık. Alyanslarını göstersene.”
“Hemen ağam. Hayırlı olsun.”
“Sağ ol.”
Adam alyansların olduğu kutuları önümüze çıkarıp sıra sıra dizdi.
“Var mı beğendiğin?” diye sordum Berfin’e dönerek. Omuzlarının kalkıp düşmesine sebep olan derin bir nefes aldı.
“Şu düz klasiklerden olsun,” dedi. Satıcıya işaret ettim. Bir tane uzattı. Yüzüğü alıp Berfin’e elini uzatmasını söyleyen bir bakış attım. Uzattığı elini tutup yüzüğü parmağına geçirdim.
“Tam oldu,” derken gözlerimiz kesişti. Maviler siyaha karıştı. Gökyüzü karardığında yağmur yağardı. Umarım diye düşündüm. Benim karanlığım onun gökyüzünü yağmurlara bırakmazdı.