EZMAN
Herkes yattıktan sonra evden çıkmıştım. Millet sonunda işleri yoluna koymanın huzuruna varıp güzel bir uyku çekebilirdi fakat aynı huzur benim için geçerli değildi. Dicle’nin yanına giderken bu gidişin son olacağını bilmek yüreğime kor alevler düşürüyordu. Bir yıl olmuştu Dicle ile görüşmeye başlayalı. Son iki haftadır Dicle de evlenmemiz için artık babamla konuşmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Ben de Dicle gibi artık evlenmeyi düşünür olmuştum. Yan yana gelip dokunamamak, teninde soluklanamamak zor gelmeye başlamıştı. Hem evlenme vaktim de gelmiş, geçmişti bile. Babamla konuşmaya niyetlendiğim vakit Cihan ile Hevi’nin yaptığı hainlik beni kasıp kavurmuştu.
Daha birkaç gün önce Dicle ile evlenmek istediğimi söyleyecekken yarın bir başkasıyla nikahım olacaktı. Kaderin nasıl bir oyunuydu bilmiyorum ama bu kader birçok kişiyi etkilemişti. En çok etkilenecek olanlar ise kaçanlar değil, ben, Dicle ve Berfin olmuştu. Cihan ve Hevi istediği kişiyi almıştı. Nasıl bir adaletti bu değil mi? Kaçanlar istedikleri murada ererken hayatları ve hayalleri sönen başkaları oluyordu.
Arabayı deli gibi sürüyordum. Dicle olayları az çok duymuş olacak ki iki gündür sürekli arıyordu. Açmaya yüz bulamamıştım. Açıp ne diyecektim? Kırdığım kalbinin hakkını nasıl ödeyecektim? Sonunda Dicle’nin evine gelmiştim. Arayıp ahırların oraya gelmesini istedim ve beklemeye başladım. Gelecek olan kıyameti nasıl anlatacaktım bilmiyordum ama anlatmak zorundaydım.
On dakikanın sonunda geceye meydan okuyan, rüzgarla yüzüne çarpıp duran siyah saçlarıyla Dicle yanıma kadar geldi. Koyu kahve gözleri karanlıkta kapkara duruyordu. İçinde yanan öfkeyi görmekten ziyade hissediyordum.
“Doğru mu?” diye sordu benim anlatmama gerek kalmadan. “Berdeli kabul ettin mi?”
Şu saatten sonra dönüşünün olmadığını anlamıştım. Firuze ile olsaydı bir yol bulurdum demiştim ama Berfin ile bu asla mümkün olmayacaktı biliyordum. Bu yüzden kestirip atmak zorunda kaldım. Bu yüzden Dicle’ye yalandan vaatlerde bulunmadım. Bundan sonrası bizim için anca ayrılık, anca kendi yoluna gitmek olurdu. Ötesi ne mümkündü ne de başka türlüsü bana yaraşırdı.
“Doğru,” diye fısıldadım. Rüzgar benim yerime gürlüyor gibiydi. Dicle beni göğsümden iterek öfkeyle haykırdı.
“Ben ne olacağım?” sorusu ciğerimi deşti. Fakat umut fısıldayan cümleler kurmaya cesaretim yoktu. Bu Berfin’e de Dicle’ye de haksızlık olurdu ve ben o çok karşı olduğum töreye uyup gerçek karım olmayacak olsa bile, bir kadının üstüne asla kuma getirme düşüncesine girmeyecektim.
“Rabbim karşına en güzelini, seni hak edeni çıkarsın Dicle. Allah şahit ben seni hak etmemişim. Şükrediyorum ki aramızda olmaması gereken hiçbir şey yaşanmadı. İkimizin de alnı ak, yüzü temiz. O yüzden üzülmeyesin. Bir gün bir başkasını seversin umarım. Ben sevmeyeceğim orası kesin. Bana hakkını helal et.”
Dicle’nin gözleri kızgınlık içinde parladı. Haklıydı kızmakta. Sevdasına sahip çıkamayana adam mı denirdi?
“Ne de kolay söylüyorsun başkasını sevmemi? Ben başkasını sevemem.” Elleriyle yakama yapıştı. “Beni bırakma Ezman. Babanla konuş, seviyorum de. Ben kabulüm kuma olmaya. Senden başkasını istemiyorum ben.”
Dicle’nin kendine reva gördüğü hayata o an inanamadım. Bunu nasıl söyler, nasıl dile getirirdi?
“Ben öyle bir adam mıyım?” dedim öfkeyle. “Sana yazık değil mi? Berfin’e yazık değil mi? Bunu nasıl söylersin Dicle? Bu mümkün değildir. Birileri görmeden gitmem gerekiyor. Hakkını helal et Dicle. Umarım Allah karşına en doğru insanı çıkarır.”
Ellerini tutup yakamdan ayırdım ve dudaklarıma götürdüm. Son kez kokusunu içime çekip ellerinin üstüne öpücük kondurdum. Ona arkamı döndüğüm sırada hıçkırıklara karışan sesi kulaklarımda yankılandı.
“Sana hakkım helal değildir Ezman Ağa. Bu geceyi asla unutmayasın. Sen bu gece beni öldürdün. Dilerim ki gün yüzü görmeyesin.”
Söyledikleri canımı yakıp geçmesine rağmen arkamı dönmedim. Dönersem gidemezdim. Döner de bir kez daha yüzüne bakarsam ayrılamazdım. Arabama binip oradan uzaklaşırken Allah canı yananın bedduası kabul eder diye düşündüm. Zaten şu günden sonra gün yüzü göreceğime de ihtimal vermiyordum. Yine de insan kırılıyordu. Seven insanın dilinden bu kadar kolay mı dökülürdü beddua, bilemiyordum. Ben Dicle için hep en iyisini diledim. O ise hakkını helal etmeye bile tenezzül etmemişti. Canın sağ olsun Dicle diye düşündüm. Hakkını helal etmese de canı sağ olsundu.
***
Sabah kahvaltıdan sonra hazırlıklar başlamıştı. Bu akşam dini nikah kıyılacaktı ve ben nikahlanacağım kadını bu akşam görecektim. Hem komedi gibiydi hem trajedi.
Berfin’in neler düşündüğünü, onun içinde nasıl kıyametler yaşandığını ister istemez merak etmiştim. Lanet okuyor muydu bana? En önemlisi kuzeni gibi, benim gibi bir başka sevdiği var mıydı? Birinin daha hayallerini söndüren kişi mi olacaktım? Düşündükçe, yaşananlar ağır gelmeye başladıkça, içimdeki isyan ateşi büyüdükçe büyüyor bir alev topuna dönüşüyordu. Yanlış kişiyi kırmaktan korkarak dilime sahip çıkmaya, yanlış kelam etmemeye çalışıyordum. Öyle zordu ki anasını satayım!
“Buyur ağam.” Berçem’in uzattığı kahveyi aldım. Kahveyi içmek bile zül geliyordu. Kahve dediğin keyifle içilirdi. Keyifse ben de hiç yoktu.
“Sağ ol bacım.”
“Abi, anam odanın hazırlanması icap eder dedi. Eşyalar akşam olmadan bakılması lazımmış. Ezman hallediversin,” dedi.
“Anama söyle bugün dokunmasın. Ya da gidip konuşalım Berfin ile bakalım. Kız bir bilinmezliğin içine geliyor, bari kalacağı oda dilediği gibi olsun.”
“Ben söyleyeyim ağam.”
Berçem gitti. Ben de dilimde zehirli bir tat bırakan kahveyi zor da olsa içtim. Çok zaman geçmemişti ki anam yanıma geldi.
“Oğlum ben Gülistan ile konuştum. Berçem ile gidin, Berfin’i alın. İki dakika halledin şu işi. Olmaz öyle eski odaya gelmek. Ben siz gelene kadar odayı boşaltır, hazır hale getiririm. Kızlar temizler, eşya da gelince hemen yerleştiriveririz.”
Anama ne diyecektim? Kadın da uğraşmaya çalışıyordu. Yaralarımızı, kırgınlıklarımızı unutmaya çalışıyorduk.
“Tamam ana, sıkma canını hallederiz. Söyle Berçem’e hazırlanıp gelsin.” Anam eğilip yanağımı okşadı. “Allah utandırmasın oğlum. Gönlünüze ferahlık versin. Kaderinizi bir yazmış belli ki, inşallah sevginizi de birbirinize kılar.”
“İnşallah ana,” dedim. Dicle demenin, gönlüm zaten dolu demenin bu vakitten sonra bir anlamı yoktu. Herkesin canı yeterince yanıyordu. Bir de ben mi odun atsaydım?
Berçem gelince hazırlanıp çıktık. Böylesi uygun düşer miydi hesap etmiyordum artık. Sonuçta herkes duymuştu kaçma işini. Koca Ezman Ağa berdeli kabul etmişti, uygun düşüp düşmemesine mi bakacaktı?
Berfinlerin evine ulaştık. Bir gürültü vardı ya hayrolsun. Kapıya ulaşmadan önce gürültünün kaynağına, ahır olduğunu düşündüğüm yere doğru yöneldim.
***
BERFİN
Eve döndüğümde kararımı tam olarak vermiştim. Madem ki her yolum, her türlü evliliğe çıkıyordu. Bildiğim, tanıdığım bir pislikle evlenmektense tanımadığım ama herkesin mert ve dürüst adam dediği ağa ile evlenirdim. Hem belki bu sayede dayım, anama artık bulaşmaz, topraklarımıza karışmazdı. Bir ağanın karısını karşısına almak istemezdi.
Eve gelip anama kararımı bildirmiştim. Eniştemle telefonda konuşmuş onun da fikrini almıştım. Eniştem bir ağa değildi belki ama herkesin tanıdığı, bildiği, sevip saydığı bir toprak sahibiydi. İş verdiği birçok insan vardı. Ezman Ağayı da yakından tanıyordu. Berdel işini duyunca sevdiğim bir kişiyle evlenmeyeceğimi duyunca üzülmüş fakat evlendiğim adamın Ezman olduğuna da sevindiğini söylemişti.
Amar Ağa’nın bile mert dediği bir adam kötü olamaz diye düşünüyordum fakat safi kötü insan yalnızca hor gören ve dayak atan kişi mi olurdu bu konuda emin değildim. Etrafa sorsanız dayım da iyi bir adamdı. Zamanında kız kaçırmış olması onu kötü mü yapardı? Seven herkes kaçırıyordu. Böyle düşünen birçok kişi de vardı. Kötülüğün ucu size dokunmadığında o adamı iyi adam ilan edebiliyordunuz. Karısına attığı dayak başkalarını bağlamıyordu çünkü. Ya da karısını küçük düşürmesi, saygı duymaması da sizi bağlamıyordu. Çünkü sizin önünüzde size saygı duyuyordu. Karısı ile olan ilişkisiyse sizi ilgilendirmiyordu. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın sözü bugünlere kadar boşuna gelmemişti. Yılan size dokunmadığı sürece kime dokunduğunu önemsemiyordunuz çünkü...
Yine de bir umut Cahit kadar pis biri olmadığını umuyordum. Cahit’in yüzünü görmek bile bana artık işkence gibi geliyordu. Gözlerinden o iğrenç niyetlerini okuyabiliyordum..
Yemek sırasında anama gelen telefon bundan sonraki kaderimin bilinmezliğine attığım ilk adımdı. Firuze kurtulmuş, Berfin kurban edilmişti. O saatten sonra ben de yemek yiyecek ne iştah kalmıştı ne de istek.
“Ben odama gidiyorum ana.” Annem yaşlı gözlerle bana bakıp usulca başını salladı. Ah anam ucunda seni üzmek olmasa neler yapardı bu kızın ama ucunda sen olduğun için hiçbir şey yapamıyordu. Yorgun kalbine bir yorgunluk da benim düşürmeye hakkım yoktu. Bunca yıl bizim için uğraşmışken nasıl görmezden gelirdim çabalarını? Anama bir can acısını nasıl reva görürdüm?
Yatağıma uzanıp gözlerimi kapattım ve sessiz sessiz ağladım. Anam duymamalıydı hıçkırıklarımı. Zaten yüreği yangın yeri gibiydi. Bir de benim üzüntümü dert edinir daha çok kederlenirdi.
Bu düşünce içinde sabahı sabah etmiştim. Anam için mutlu gibi davranacaktım. Madem her şeye onun için katlanıyordum, mutlu olduğumu düşünmesi daha elzemdi. O yüzden erken saatte kalkıp kahvaltıyı hazır etmiştim. Anamla son baş başa kahvaltımız olduğunu bilmek boğazıma düğümler atsa da belli etmeyecektim.
Sofrayı kurduktan sonra anamı kaldırdım ve birlikte sofraya kurulduk.
“Ana kimse Cahit’ten kötü ve pis düşünceli olamaz. Dert etme artık kendine. Hem belki ben de, senin babama gönlünü verdiğin gibi gönlümü veririm. Belki Ezman Ağa da babamın sana aşık olduğu gibi bana aşık olur.”
Yalandan kim ölmüş. Yarınım nasıl olacaktı bilmiyordum ama tek gayem anamın yüreğine bir nebze su serpmekti.
“İnşallah kızım, inşallah Kardelen’im. İnşallah boncuk gözlüm.” Berfin isminin anlamı kar gibi demekti. Kardelen anlamına da gelirdi. Annem ablamlara inat bembeyaz tenli doğunca kar gibi anlamına gelen Berfin ismini vermiş bana. Arada böyle Kardelen’im derdi bana. Benimde nasıl hoşuma gider, bir bilseniz... Çünkü annem ve babam dışında kimse Kardelen’im demezdi bana. Ablamlar bile. Çünkü onlar beyaz tenli olmamı kıskanırdı.
Annemle becerebildiğimiz kadar üç maymunu oynayıp kahvaltı yapmaya çalışmıştık. Sanki bir gelin değil de cenaze çıkacaktı evden. Sofrayı toplarken keşke imkanım olsa da anam da benimle gelseydi diye umut etmiştim. Fakat her umut edilen gerçek olmuyordu ne yazık ki.
“Kızım eşyalarını toplayalım istersen.”
“Olur ana.”
Odama geçip kıyafetlerimi toparladık. Neyse ki uzun sürmemişti. Çok fazla çeyizim de yoktu. Anamın yaptıkları vardı. Benim heves edip aldıklarım vardı. Haa bir de çok kitabım vardı. Şimdilik ardımda bırakıyordum onları. Önce gittiğim yeri bir tanır ona göre alırdım. Anama gelmeme izin vermeyecek değillerdi ya.
Beni en çok düşündüren Karainci’ydi. Onu ardımda bırakmayı asla istemiyordum ama nasıl olacaktı bilmiyordum da. Bana babam öğretmişti at binmeyi. Sıkıldıkça Karainci’ye biner dağ bağır demeden gezerdik. En büyük özgürlüğüm Karainci ile gezmeye çıkmaktı. Ezman Ağa’yı bir tanıyayım en kısa zamanda Karainci’yi yanıma aldırmayı talep edecektim. Bu hakkı verirlerse tabi. İnsanın haklarının bir başkasının ellerine bırakılması ne kötüydü. Düşündükçe canım sıkıldı, düşündükçe kaçmak istedim. Biraz nefes alabilmek için anneme haber verip kendimi Karainci’nin yanına attım.
Firuzeler Mardin’e geçmişti. Bahsi geçen sevdiğiyle Mardin’de nişanı olacakmış. Anam kahvaltı yaparken laf arasında söylemişti. İçerleyeceğimi düşündüğü için iki lafın arasına sokup çabucak geçiştirmişti. İçerlememiştim ama durup düşününce acı bir durumdu işte. Firuze’ye nasıl kızabilir, nasıl gönül koyabilirdim. İstanbul’da kendi hallerine yaşarken kaçırılması onun suçu değildi elbette. Kiminin dayısı sahip çıkıyor, kiminin dayısı dünyaya gelip geldiğine pişman ediyordu insanı böyle.
Karainci’nin yelelerini okşadım. Ben demesem de sözcüklere dökmesem de beni bu dünyada bir anam bir de Karainci anlıyordu. İnsanlardan daha çok hissediyordu halimi.
“Seni çok özleyeceğim Karainci. Ama meraklanmayasın en kısa zamanda buluşacağız yeniden. Her mahkuma son isteği sorulur ya, bana da sorarlar diye umut ediyorum. Sorarlarsa ilk isteğim sen olacaksın. Şüphe duymayasın.”
Karainci çenesini omzuma doğru eğdi. Dedim ya iyi anlardı beni.
“Dünden meraklıymışsın ağaya varmaya.”
Duyduğum sesle omuzlarımı dikleştirdim. Tüm tüylerim diken diken oldu. İnsan bir sesten nefret eder miydi? Ben Cahit’in sesinden de kendisinden de iliklerime kadar nefret ediyordum. Fırsatı kollayan hareketlerinden, tek başıma olduğumda kıstırmaya çalışmalarından, bakışlarıyla soymaya çalışan tavrından iliklerime kadar nefret ediyordum.
“Git buradan,” dedim kesif bir nefretle. Ona olan nefretimi hiçbir zaman saklamaya gerek duymamıştım.
Gitmeyecekti. Her zaman yaptığı gibi yüzsüz bir şekilde durmaya devam edecekti. Daha fazla onunla aynı havayı solumak istemedim. Ahırdan çıkmaya yeltendiğimde kolumu kavradı. Öfkeli bakışlarımı gözlerine diktim.
“Benden kurtulduğunu sanıyorsun di mi? Sen benimsin Berfin. Kim ne derse desin benimsin. Kurtulduğunu sanıyorsun ya asla kurtulamayacaksın.”
Kendi kardeşinin ve babasının yüzünden bu halde olduğumu bilirken hala bana ahkam kesmesi sinirlenmeme neden oldu.
“Bırak beni Cahit ağabey. Git hesabı babana sor. Cihan’a sor. Benden uzak dur.”
Elinden kurtulmak için debelenmeye başladım. Çırpınmam onu daha çok öfkelendirdi. İki kolumdan tutup yüz yüze gelmemizi sağladı.
“Onlara da soracağım elbet ama sen benimsin Berfin. Ben sana kavuşmayı beklerken seni kimseye yar etmem.” Yüzünü boynuma gömmeye çalıştı. Kollarında daha çok çırpındım. Ayağına tekme atmaya çalıştım. Onun gücü karşısında gücüm yetersiz kalıyordu.
“Bırak beni Cahit ağabey. Bağırıp milleti toplarım başımıza. Bırak beni! Öfkeni git babandan çıkar. Kardeşinden çıkar. Benden uzak dur. Çığlık atarım bırak beni!”
“Bırakmayacağım Berfin. Bu kez elimden kurtulamayacaksın.”
Bir anda ne olduğunu anlamadan serbest kalmıştım. Nefes nefese geri çekildim. İçeriye giren uzun boylu adam Cahit’i benden uzaklaştırıp boynunu kavramış ve duvara yapıştırmıştı.
“Bırakmayacaksın ha? Peki seni benim elimden kim kurtaracak Cahit efendi! Sen benim olana saldırmaya nasıl cesaret edersin şerefsiz! Sen kimsin ulan!”
Bakışlarım gözleri ateş saçan adama sabitlendi. Benim olana mı demişti o? Bakışları çok kısa bir an bana döndü. Öfkeli gözleri kısa bir şaşkınlığa ev sahipliği yaptı. Neden şaşırdığını düşünecek durumda değildim. Eşim olacak adama bu şekilde yakalanmak utanç vericiydi ve ben yerin dibine girmek için dua etmekle meşguldüm.