GENCO
“Saçmalama,” diyerek araya girdi babam.
“Kendine gel,” diye sakince seslendi Ezman da. Ben sakindim, hatta olay oldu olalı geçen saatler üzerine ilk kez bu kadar sakindim. En iyi çözüm bu gibi görünüyordu.
“Sen kafayı mı yedin?” diye sordu Devran Ağa. Yememiştim ama karşımdaki bu kendini beğenmiş züppe, kız kardeşimle evlenirse yiyebilirdim. Hatice bir melek değildi elbette, kusurları vardı çünkü annemi örnek alan bir tabiatı vardı ama hiç kimse böyle bir adamla evli olmayı hak etmezdi. Hele benim kanımdan, canımdan biri hiç!
“Ne kafayı yiyeceğim? Senin gibi birine kardeşimi vermektense kafama sıkarım daha iyi!”
“Sık kafana! Neden Demre’nin kafasına da sıkmamız gerekiyor ki? Buluruz verecek bir adam. Alıcısı varmış zaten. Koca aşirette dönersek, Demre'yi isteyen bir akraba, kuzen çıkacaktır. Hiç mi bilmezsin buraları da salak salak konuşursun? Sen kendi kafana sık tüm mesele çözülsün.”
Kardeşi için takındığı tavır midemi bulandırdı. Kendi kardeşi için bunları söyleyen adam benim kardeşime neler yapmazdı. Gözüm iyice döndü. Demre neyse de, Hatice’yi buna vermektense harbiden sıkardım kafama. Neden düşünüyordum ki? En güzel çözüm bu değil miydi? Ben ortadan kalkarsam ne berdel kalırdı, ne kan davası.
Silahıma uzanmaya niyet ettiğim sırada Ezman belime uzanan elimi tutup beni sertçe gövdesine yaslayıp kulağıma eğildi. “Baban kötüleşiyor Genco. Kafayı mı yedin? Millete evlat acısı mı yaşatacaksın? Sen öldün diye bu kızın namusu temize mi çıkacak?”
Gözlerim öfke ve kızgınlık içinde endişeyle bana bakan kızı buldu. Kendi kirlettiği namusu ne diye benim derdim oluyordu?
“Yapma oğlum. Evlilikte keramet vardır,” diyen babamla deli gibi gülmek istedim. Kişi de olmayan keramet evlenince mi olacaktı?
İçimi kavurup durmaya karar vermiş olan öfke bir türlü soğumuyordu. Berdel ile keramet olduğu nerede görülmüş diyecekken aklıma Ezman'ın sözleri geldi. Yeniden bakışlarımı Demre denen kıza çevirdim. Hala endişe ve umut içinde bana bakıyordu. Kuma olmak istememesini anlıyordum da neden hedef ben olmuştum onu anlamıyordum işte.
“Artık karar vermen lazım Genco,” diyen Devran'a baktım. “Ben kız kardeşimi öldürmene göz yummam. Teklifini ağalardan önce ben kabul etmiyorum. Ben senin adı çıkmış bacını kabul ediyorum da, sen benim adı seninle çıkmış bacımı niye kabul etmiyorsun?”
Devran'ın rahatlığına akıl sır erdiremedim fakat söylediği son sözlerle sonunda kendime bir hedef tahtası bulmuş gibi yakasına yapıştım. Ne adı çıkmasından bahsediyordu?
“Sen ne dersin ulan? Ağzından çıkanı kulağın duysun! Seni buraya gömerim.”
“Demre,” diye kükredi Devran ben yakasına yapışınca.
“Efendim,” diyen kızın irkildiğini fark etmiştim. Sanırım abisinden böyle bir tepki beklemiyordu.
“Niye kaçtın? Tekrar et!”
“Kuma olmamak için!”
“İyi de niye Genco Akdoğan'a kaçtın?”
“Ben sevdiğim adama kaçtım,” diyen kızla bir kez daha burnumdan derin bir nefes alarak soludum.
“Genco ile aranda ne var?”
“Biz birbirimizi seviyoruz,” dedi yalanlarına devam ederek. “Fakat ailemin kim olduğunu öğrenince benden vazgeçti!”
“Ben şimdi seni,” diyerek Demre'ye doğru hamle yaptım. Devran beni tutarken Ezman önüme geçti, Demre korkulu gözlerle iki adım geriye attı.
“Yalan söyleme, doğruyu söyle ulan!”
“Niye böyle yapıyorsun Genco?” dedi gözleri dolarken. Yemin ederim boğazını sıkmama ramak kalmıştı.
“Genco ağalar izliyor. Olay çıkacak şimdi. Ya silahlar patlayacak ya da berdeli kabul edeceksin.”
Bicanli konağının kapısı bir kez daha açılırken annem ile Hatice koşturarak avluya girdi. Devran'ın gözleri Hatice'nin üzerine dönmüştü. Bu kendini beğenmiş hali beni daha çok çaresiz hissettirdi.
Annem yanıma yürürken Hatice'nin kızarmış gözleri dikkatimi çekti. Böyle bir bela nereden bulmuştu beni. “Kabul et abi,” dedi Hatice ağlamaklı bir sesle. “Ben kabul ettim. Gözünü seveyim kabul et.”
“Bana evlat acısı yaşatma Genco. Sana analık hakkımı helal etmem.”
Omuzlarım düştü. Ben hariç herkes kabul etmeye dünden razı görünüyordu. Çaresiz bir şekilde iç çektim.
“Kabul ettim,” dedim Demre'nin gözlerinin içine bakarak. İçimi saran nefret duygusu boğazıma yumru olmuş, beni yutkunamaz hale getirmişti. Ona dünyayı zindan edecektim. Beni çektiği bu tuzağı onun burnundan fitil fitil getirecektim.
“Eğer kardeşimin canı yanarsa, senin kardeşinin canı iki misli yanacak Devran Ağa. Eğer kardeşimi küçük düşürürsen, ben senin kardeşini iki misli küçük düşüreceğim. Sana bu avluda yeminim olsun. Sen kardeşimin gözünden yaş düşürürsen, senin kardeşine cehennemi yaşatacağım.”
“Hatice bundan böyle benim helalim olacaktır Genco Ağa. Ben nasıl sana emanet ediyorsam, sen de bana emanet edeceksin. Sen emanetime nasıl davranırsan, ben de senin emanetine aynı davranacağım. Sen de bunu böyle bil.”
“Çıkalım o zaman toplantıya,” dedi Ezman derin bir nefes alırken. Devran önden yöneldi, ardından da babam. Ezman ile birlikte peşlerinden giderken “sen isteseydin bu berdele engel olurdun. Benden bu kadar mı nefret ediyorsun? Hala mı?” diye sordum. Ezman merdiven başında duraklayıp gözlerime şaşkınlıkla karışık bir merakla baktı.
“Senden nefret etmiyorum,” dedi düz bir şekilde. “Sadece kıl oluyorum.”
“Hala mı?”
“Hala!”
“Niye?” Bunu gerçekten merak ediyordum.
“Sen benden önce karımın kalbine girmiş bir adamsın, yeterli değil mi?”
“Bu işe engel olabilirdin! En azından Hatice'yi kurtarabilirdin.”
“Benim gücümün yetmeyeceği yerler de var Genco. Bu kadar Ağa'nın kabul ettiği yerde tek başıma bir güç olmuyorum.”
“Tuzağı kimse umursamadı.”
“Söz konusu namus olduğunda tuzak falan kimse dinlemez. Çünkü öfkeli bir baba var. Kan dökmeye meraklı biri birde. Kimse kan dökülsün istemiyor.”
Ben de istemiyordum da çözümü de bu olmamalıydı. Hiçbir suçumuz yokken harcanan biz olmamalıydık. İki kardeşin umursamazlığına deli olmuştum. Devran havada uçan kuşu yakalasa götürürdü, o yüzden umursamaz olmasını anlayabiliyordum. Fakat Demre'yi anlamam mümkün değildi. Hem de hiç…
Bugün, eğer bir zafer elde ettiğini düşünüyorsa, çok yakında yanıldığını anlayacaktı.
***
DEMRE
Berfin erkekler gidince “mutfağa geçelim,” diyerek iç cekti. Onun böyle iç çekmesine neden olan benim varlığım mıydı yoksa yıllar önce onu küçük düşüren Kıymet Hanım mıydı emin olamadım.
Mutfağa doğru yürürken Bicanlı konağına her şeyi göze alarak geldiğimi düşünüyordum ve işler benim düşündüğüm gibi gitmişti. İlk başta Genco'nun ölüm teklifi beni korkutsa da diğerleri sayesinde geri adım atmıştı. Ölmesini istemiyordum, hem de hiç.
Sonunda berdeli kabul etmişti. Utanmasam kalkıp göbek atabilirdim ama bu insanların karşısında olmazdı. Abimle evlenmek zorunda olan Hatice'nin kıpkırmızı gözleri karşısında hiç olmazdı. Bana nefretle bakan Kıymet Hanımağanın karşısında da olmazdı.
Kıymet Hanım oğluna berdeli kabul et demesine rağmen sonuçtan memnun değilmiş gibi beni hoşnutsuz bir bakışla tepeden tırnağa süzdü.
“Benim oğlumla ilgili ne planlarım vardı. Şimdi bu cibilliyetsizi gelin diye mi alacağız?”
“Pardon da, ne yapacaktın? Turşusunu mu kuracaktın?” diye sordum sinirli bir sesle. Kıymet Hanım'ın nasıl bir insan olduğunu bana güzelce anlattıkları için onun altında kalmaya hiç niyetim yoktu. Hem yıllardır gelin aramış, bulamamıştı. Daha doğrusu Genco istememişti. Sonunda oğlunu evliliğe ikna eden biri çıkmışken bence bana teşekkür etmesi gerekiyordu yoksa Genco sittin sene evlenmezdi.
“Bir de cevap veriyor,” dedi hoşnutsuz bir sesle. Kaçarak olmasa bile bu kadının aldığı geline asla sevgi gösterisinde bulunmayacağını biliyordum. O yüzden kaçmış olmam umurumda da değildi.
Ben de böyle olmasını istemezdim. Genco bana nefretle bakarken dik durmak kolay değildi ama onu kendime aşık etmem için gereken zamana sahip değildim. Başka çarem kalmamıştı. Tek çıkar yol olarak bulduğum yolu denemiş, nispeten başarılı da olmuştum.
Başta benden nefret etse de zamanla onu kendime aşık etmeyi, öfkesini bileylemeyi başaracağıma inanıyordum.
“Siz cibilliyetsiz derken sorun yok ama ben cevap verirken var mı?”
“Hem oğlumun hem kızımın başını yaktın. Seni buna pişman etmesini bilirim ben,” dedi Kıymet Hanım. Sesindeki nefreti gizlemeye gerek bile görmüyordu.
“Siz pişman olmayın da, ben olmam.”
Berfin yeniden iç çekti. İç çekmekten başka bir bildiği var mı diye merak ettiğim sırada, “ben izninizle oğluma bakayım,” diyerek ayaklandı. Berfin'in arkasından bakan Kıymet Hanım “bunun da iyi ki oğlu oldu,” diye sinirle mırıldandı.
Kadının cidden dur durağı yoktu. Oğlunun başı yanmış, kızı berdel olmuş ama o hala giden kadının arkasından dedikodu yapabiliyordu.
Ama ben, babamın üçüncü karısından alışıktım bu cins kadınlara. Annemin çektiklerini göre göre büyümüştüm. Ezilen, hor görülen hep annem olmuştu. Hem ikinci kadın olarak ezilmiş, hem de üzerine gelen üçüncü kuma erkek doğurunca bir de onun tarafından ezilmişti. Acıya ve iftiralara şerbetlenmiş biriydim. Bu kadınların dilinden iyi anlardım. Beni hafife aldığını çok yakında anlardı.
Önce bir Genco'nun koynuna gireyim, gerisini sonra düşünürdüm nasıl olsa. Öncelik düğündü.
“Demre, seninle biraz konuşalım mı?” diyen Genco'nun sesini duyunca kalbim tekledi. Oturduğum yerden kalkıp kapıya yöneldim.
“Olur, konuşalım,” dedim işveli bir sesle. Fakat karşımdaki buz dağı işveden falan anlayacak bir ruh halinde görünmüyordu.