Özgürlüğüm... En değerli varlığım. İsviçre' de olmak harikaydı. Sanki hep buraya aittim gibi hissediyordum. Ama bu güzel günlerin sonuna gelmiştik. Ve perde kapanıyordu. Ama her oyunda perde kapanırken oyuncular seyircileri selamlardı. İşte ben tam olarak o günü yaşıyordum. Tıp fakültesini bırakmamın geçerli bir nedeni yoktu aslında. Yani doktor olmamın bütün hayatımı elimden alacağını ve o andan sonra kendim için yaşayamayacağımı fark etmem dışında. Dönemin bitmesine bir ay kala bıraktım okulu. Bir aydır kafama göre takılıyordum ama daha fazla devam ettiremezdim. Ailem yaz tatili için dönmemi bekliyordu. Zaten en geç yaz sonu öğreneceklerdi. Babam her şeyi takip eden bir adamdı. Sene sonu sınav dönemi diye şu an rahat bırakmıştı ve bir aydırda bu şekilde idare ediyordum ama ondan bir şey gizlemek mümkün değildi. Üniversitedeki hocalarımdan biriyle arkadaştı. Evet bu sene dersime girmiyordu ama önümüzdeki yıl babam mutlaka onun dersini seçmemi söylemişti. Böylece stajımda garanti olacaktı. Hocamın çalıştığı hastanede çalışacaktım. Evet babam her şeyi en baştan hesap eden biriydi. Tıp fakültesinin üçüncü yılında stajı hazır olan bir ben vardım.
Babam demişken... Tuğrul Aşkın... Saygın iş insanı. Annem Siyasal Bilimler Fakültesi' nden emekli öğretim görevlisi ve eski milletvekili. Sonay Aşkın. Ve ablam. Boğaziçi üniversitesi işletme bölümünde doktora yapan Irmak Aşkın. Anlayacağınız üzere ailenin tek yüz karası benim. Bence yaşamayı tek bilen benim. Ablam ultra zeki olduğu halde işletme bölümünü babamın biricik kızı olduğu ve şirketin başına geçeceği için tercih etti. Zaten onun varlığı ve ailesinin dizinin dibinde oturmayı sevmesi nedeniyle ben her zaman göze battım.
19 yaşındayken Mont Fleuri Leydilik Okulu' na gönderildim. Ablam gibi olabilmem için... Lisede yaptıklarım gazetelere kadar düşmüş olsa da ben sadece normal bir liseliydim. Sorun ailemin tanınmış kişiler olmasıydı. Üç ay kabus gibiydi.
Bir şatoya kapatıldım. Bilgisayar, fotoğraf, seramik, resim, yemek, pasta, mücevher yapımı, görgü kuralları dersleri aldım o şato içinde. Görgü kurallarıymış...Peh... İş bu kadarla da kalmadı. Deli gibi İngilizce ve Fransızca dersleri arasında Alp Dağları' nın tertemiz havasında, ata binmeyi, su kayağını, sörf yapmayı, tenis ve bisiklet sürmeyi öğrendik. Bisiklete binmeyide bilmiyor muydun demeyin onlara göre hiçbiriniz bilmiyorsunuz. Uygun kıyafet, uygun ayakkabılar ile ritmik ve zarif bir şekilde... Aman neyse işte. Aklımdan çıkmayıp kanunlarıma giren bir ton işkence. Okula içki soktuğum için kovulmak üzereydim ki işkence bitti. Bende zaten bitişini kutlamak için sokmuştum. Babamdan bir ton laf duymamak için sizlere ikram etmek için almıştım yalanını söylemiş ve bir servet verdiğim şarabıma veda etmiştim.
Babam artık bir leydi olduğuma inandığı için burada okumama izin verdi. Bu da yalan. Adam en azından umut edebilmek ve kızım yurtdışında eğitim alıyor bu nedenle aramızda değil diyebilmek için kabul etti. Beni götürdüğü davetlerde bembeyaz kesilmekten kurtulmuş oldu böylece.
Neyse işte eskisi kadar özgür olamayacaktım. Sarhoş olduğumda bir liste yapmıştım. Türkiye' de yapamayacağım için gitmeden yapılacaklar listesi. İçinde sokaklarda dans etmekten, tanımadığım birine laf atmaya; pijama ile sokakta uyumaktan, hırsızlık yapmaya her şey vardı. Çoğunu yapmıştım. Pardon aslında yapmıştık. Aslen İngiliz olan kız arkadaşım Amanda, İspanyol taşı kankam Javier ile birlikte.
Ve şimdi listemin bir maddesinin daha üzerini çizmeye hazırdım. Amanda yüz kez ' Emin misin?' demişti ama emindim. Beni anlaması zordu. O burada hayata devam edecekti. Bense geri döndüğümde yine nerede eğlenmeye çalışsam haber olacaktım. Bu hiçbir şey yapmayacağım anlamına gelmiyordu ama döndüğümde gözler üzerimde olurdu. Babam okulu bırakmama sinirleneceği içinde bir süre tatil falan yalan olurdu. Derin bir nefes aldım. Ve yürümeye başladım.
Gayet sakin bir şekilde içeriye girdim. İçeride uzun boylu iri yapılı bir adamdan başka müşteri yoktu. Adamın önü mücevher tarlası gibiydi. Aslında yapacağım şey çok basitti. Herhangi bir şey alıp çıkacaktım. Amanda ve Javier' in yanına kadar gidip sonra geri dönecek ve iade edecektim. Sonuçta çalınan bir şey yoksa suçta yoktu.
Tamam hırsızlık kötü bir şeydi ama benim yapacağım hırsızlık değildi. Çocukken bir yemeği beğenmemek, tabağımda bırakmak, masada sesli gülmek hatta hapşırmak bile suçtu benim hayatımda. Ve daha bir sürü şey. Nerdeyse anne babadan sonra hanım, bey demeyi öğrenmiştim. Nasılsın diye sorulduğunda iyiyim demek bile suç olabilir mi? Oluyordu işte. Belki bundandı şu an bu suçu işleme ihtiyacım. Bir kez gerçekten suç işlemek istiyordum. Gerçek bir suç. Sadece benim hayatımda değil dünyanın neresine giderseniz gidin suç olan bir şey.
Yanıma biri geldiğinde kararsız olduğumu bakınacağımı söyledim. Neyse ki gitti. Zaten herkesin gözü adamın üzerindeydi. Herhalde yağlı müşteriydi. Adamın önündeki mücevherlerden bazılarını aldı çalışanlardan biri ve biraz ileride duran camlı bölmeye koydu. Geri döndüğünde bölmeyi kitlememişti. Sanırım daha getirecekleri vardı. Bugün şans benden yanaydı. Oraya doğru ilerledim. Çok güzel bileklikler vardı. Arkama dönüp baktığımda gelen kimse olmadığını gördüm. Uzanıp en alttakini aldım. Avcumun içine sakladım. Biraz daha bakındım. Sanki bileklik arıyor gibi. Sonra çıkışa doğru yöneldim. Bu tahmin ettiğimden çok daha kolay olmuştu. Kapıdan çıkacağım sırada biri Almanca olarak seslendi. Almanca bilmiyor gibi yürümeye devam ettim. Gerçi buradaki herkes ' Hanımefendi.' diye seslenildiğini anlayacak kadar Almanca bilirdi ama sonuçta üç resmi dili olan bir ülkedeydim.
Sonra birden kolum tutuldu. Kapıya kadar çıksaydım kendimi başarmış hissedecektim ama olmamıştı. En kötüsü de bu işten nasıl sıyrılacağım konusunda bir fikrim yoktu. Adam kolumu tutmuştu ve elime bakmak istediğini söyledi. Almanca bilmediğimi düşünürek bu kez İngilizce yi seçmişti. Yüzde 60 ının İngilizce bildiği ve en çok kullanılan resmi dilin Almanca olduğu bir ülkede ikisini de bilmiyor gibi yaparak bir şey kazanamazdım. Ben onu anlıyordum anlamasına da o beni nasılsa anlamayacaktı ve ağzımdan duruma çok uygun bir söz firar etti.
' Ha siktir!'
Az önce gördüğüm adamda gelmişti. Koyu kumral saçları kahverengi gözleri vardı. Kahverengi göz aslında sıradandı ama bu adam delici bakıyordu bu da sanki gözleri ona özel kimsede olmayan bir renge sahip gibi izlenim yaratıyordu. Bu adamı daha önce bir yerde görmüştüm ama nerede olduğunu hatırlamıyordum. O kadar çok geziyordum ki hatırlamam kolay değildi. Şimdi burada adamın yakışıklılığına methiyeler düzecek değildim. Fena halde batmıştım. Kimsenin tipiyle uğraşamazdım. Adam elini kolumu tutan adamın bileğine koydu.
' Hanımefendi benimle, elini çek!' dedi sert ve Fransızca söylemişti. Ama neden böyle demişti? Kolumdaki el biraz gevşesede bırakmadı.
' Poyraz Bey...'
Adam inanmamıştı. Birlikte gelmemiştik inanmasını beklemek hata olurdu. Adamın adı Poyraz mıydı? Aksanlı söylediği için yanlış anlama ihtimalim vardı. Yoksa İsviçre' de hırsızlık yaparken yakalanamam ve beni kurtarmaya çalışanın bir Türk olması kolay denk gelecek bir tesadüf değildi. Tabi şimdi dadım olsaydı ' Kader kızım kader. Kader seni her yerde bulur.' derdi.
Dadım dediğime bakmayın ben tam olarak yabancı dil sorunu yaşamamam ve havalı olması açısından bir Nihal Ziyagil edasıyla İngiliz mürebbiye ile büyümüştüm. Evde bir Behlül olmaması artık kötü şans mıydı yoksa iyi şans mıydı bilemiyorum. Hazır evde bir üvey anne yokken olsaydı iyi şans olabilirdi. Dadım dediğim evimizin emektarı Hayrünnisa teyzeydi. Aman annem teyze dediğimi duymasın. Hayrünnisa hanım. Üç yaşında susayınca 'Hayrünnisa Hanım bir bardak su rica edebilir miyim? demek zorunda kaldığınızı düşünmeye çalışın. Düşündünüz mü? İşte ben bizzat yaşadım. Dadı demem tamamen Gülben Ergen yüzünden. Aslında emekli olması gereken Hayrünnisa teyze annem sürekli Ankara' ya gittiği babamda çok çalıştığı için beni bırakıp gidemedi. Çünkü sadece onun yanında uyumuşum yıllarca. Sonra bir gün nerden geldiyse kulağıma Gülben Ergen 'in oynadığını sonradan öğrendiğim Dadı dizisinin müziği ile dadım oldu. Yavaş yavaş ergenliğe girerken denk gelmişti ve ben artık eve gelip benimle ilgilenmekle sorumlu olan annemin kullandığı şekliyle mürebbiyem olan kişileri birer birer kaçırıyordum. O zamanlar artık evine dönmüş olan Hayrünnisa teyze bize çağırılırdı. Bir gün annem ve babam bu çocukla ne yapacağız konuşmalarından birini yaparken konuya dalıp 'Hayrünnisa teyze var ya o kalsın işte. Nasılsa her şeyi okulda öğretiyorlar. Ne gerek var onlara. ' demiştim. Özel okulum bir yandan kurslar diğer yandan derken annemlerde ikna olmuş olacak ki kabul ettiler. Bende ortalıkta ' Dadı dadı. Artık o bir dadı. ' diye dolanmaya başladım. O gün bugündür ' Dadı. ' diyorum ve annem bundan nefret ediyor.
' Kız benimle. ' diye tekrar ettikten sonra elini uzattı.
' Elindekini alabilir miyim?'
Sonuçta yakalanmıştım. İnkar etmenin bir anlamı yoktu. Uzattım. Adama döndü.
' Bu sevgilime layık değil. Daha güzel bir model gösterir misiniz?' dediğinde şaşkınlıktan hiçbir şey diyemedim. Adam hemen kolumu bıraktı ve gidip bir sürü model getirdi. Poyraz bir tane seçti.
' Bu nasıl güzelim?'
' Adam Türkçe biliyor mu?'
' Senden hırsız olmaz. Bir kere duruma adapte olamıyorsun. Bilmiyor ama mimik evrensel bir dildir. O yüzden uyum sağla. '
Gülümseyerek elime aldım.
'Çok güzel.' diyerek beğeniyle baktım. Role gir demişti bende az tiyatrocu değildim zaten. Poyraz bilekliği aldı. Bileğime taktı. Parasını ödemek için cüzdanından kart çıkardı. Adam para almak istemiyordu. Benden özür diledi ve hediye olduğunu söyledi. Kibarca teşekkür ettim. Sahte hırsızlık yapmaya girmiş hediye bileklik almıştım ki hiç ucuz durmuyordu. Tabii benim sayılmazdı. Buradan çıkar çıkmaz Poyraz' a vermeyi düşünüyordum.
' Poyraz mı? Ne ara kanka oldunuz? Annen duymasın. Poyraz Bey' e ne oldu?' diyen iç sesime cevap vermedim. Kendi iç sesim diye demiyorum geveze ve alaycıydı ama en çok benimle alay etmeyi severdi.
Poyraz daha sonra tekrar geleceğini söyledi. Ve kolunu omzuma attı. Resmen hayatımı kurtarmıştı bu nedenle bozmadım. O şekilde çıktık. Tam kapının önüne çıktığımızda flashlar patladı. Flash mı? İsviçre' de mi? Neler oluyordu? Birden soru yağmuru başladı. Üstelik sorular Türkçe' ydi.
Aynı şekilde Poyraz' da şaşırmış hatta bozulmuştu. Beni hızlı bir şekilde siyah bir arabaya bindirdi. Bindirirken ' Lanet olsun!' dediğini duymuştum. Kaçırıldığımı falan düşünmüyordum ama son hızla gidiyorduk çünkü muhabir hala peşimizdeydi. Benim hayatım Prenses Diana gibi magazinden kaçarken mi son bulacaktı?