1.

1761 Words
“Ben Gökçe, Yusuf’un...” Bir an için ne diyeceğini bilemedi kız. Sevdiği kız dese abes kaçar gibi geldi, karısı dese zaten olmazdı. “Arkadaşıyım.” Sözlerini tamamladığında dümdüz suratına bakan kadın hala dudaklarını aralamayınca biraz panikledi. Acaba yanlış bir şey mi yaptım diye düşünürken nihayet sesini duydu kadının. “Zahmet etme.” “Anlamadım, neye zahmet etmeyeyim?” Kadın oğlunu yoldan çıkarıp doğmamış torununun günahına giren kızın suratına tiksintiyle baktı. Şu saf, toy görüntünün altında nasıl bir kahpenin yattığını bilmese kanabilirdi bile masum yüzüne. Daha biraz evvel “o kızla dosta hayatını bırakmazsan sütümü haram ederim” dediği halde oğlu tınmamıştı bile. “Bekle eve götüreyim seni, burada konuşulacak konular değil” demişti. Oğlu işinden olmasın diye şimdiye kadar sessizliğini koruyan Aynur, kovarlarsa da kovsunlar diye düşündü. Karşısındaki oğlunun patronunun baldızıydı ama gözünde beş kuruşluk değeri yoktu. Bu yüzden hala pişkin pişkin karşısında duran kızın suratına tükürür gibi baktı. “Benim senle konuşacak lafım yok çekil karşımdan..” Tepesinden aşağı kaynar suların döküldüğünü hissetti Gökçe. Bu aşağılayıcı tavrı hak edecek hiç bir şey yapmamıştı. Az evvel kadına misafirperverlik etmek için gelirken hayal ettiği sevgi dolu ilişkinin yalan olduğunu düşündü. Hayatı boyunca onuru için yaşamışken kocasının annesi de olsa çiğnetecek değildi. “Bu sözlerinizi unutmayın çünkü ben unu...” Kız sözlerini tamamlayamadan etrafta yankılanan etin ete çarpma sesiyle sanki zaman durmuş, etraftaki herkes put kesilmiş gibi Ural beyin baldızına tokat atan kadına bakıyordu. Patlayan dudağından çenesine sıcak bir sıvı akarken herkes için donmuş olan zaman genç kız için hızla geriye, Ferit’ten ölümüne şiddet gördüğü zamanlara akmaya başladı. Şimdi karşısında sevdiği adamın annesi değil mezarından hortlayan pislik vardı sanki. Elinin tersi ile çenesini huylandıran sıvıyı silerken tüyler ürperten bir tonda son kez konuştu. “Unutmayacağım.” Aynur utanacağı yerde bir de tehdit eden kızın bir kez daha üzerine yürürken tüm kinini de kusmaya başladı. “Oğlumu yoldan çıkardığın yetmedi bir de utanmadan karşıma çıktın ha seni utanmaz arlanmaz orosp..” Taziye evinden çıkan kalabalık bir sirk hayvanı gibi videolarını çekerek kendi aralarında fısıldaşırken öldüğüm gün bu gün olmalıydı diye düşündü genç kız. Hayatındaki en büyük hakarete uğramıştı. Bu laftan korunmak için hayatı boyunca bir erkekle yüz yüze bile gelmemişti aslında. Kocası olacak Yusuf’la iki nikah kıymadan önce doğru düzgün konuşmamıştı. Duyduğu hakaretle yeri göğü inletirken etrafında olup bitenleri fark edecek durumda değildi artık. “Geri al lafını. LAFINI GERİ AAAL!” “BEN OROSPU DEĞİLİM AL LAFINI GERİ!” Ailelerden gizlice kıydıkları nikah onu hiç bir şeyden korumamıştı. Hatta kocası olacak adamdan bile. Bana güven, her şey çok güzel olacak diye diye kızın kanına girip en mahremine sahip olmuştu adam. Karşılaştıkları ilk badirede de kızı asfaltın ortasında bırakmış, annesini alarak basıp gitmişti. İstenmeyen yavru bir kedi gibi sokakta bırakılan Gökçe, etrafa dağılıp yüzünü kapatan saçlarının arkasına saklanarak kısa tırnaklarını asfalt yüzeye saplayıp var gücü ile tırmalamaya başladı. “Ben o.pu değilim!” Dilinden eksik olmayan sayıklamayı korumaların dağıttığı kalabalığa haykırmak istiyordu. “Ben o.pu değilim. Evlendik biz.” Bir kişi bile derdini anlasa yeterdi aslında. “Evlendik biz. Hem belediyede hem camide söz verdik. Beni herkesten koruyacaktı o.” Gözleri geride kala kala uzaklaşan kalabalığın ardından koluna bir el dokundu. “Gökçe hanım..” Ne de şefkatli ve güvenilir geliyordu korumanın sesi. Tıpkı Yusuf gibi kalıbına bakan adam zannederdi. “Dokunma bana.” Adam hızla elini çekerken Gökçe yüzünü kapatan saçları asla aralamadan ayaklandı. Daha henüz bir adım atmıştı ki yer ayaklarından kayar gibi olunca az evvel kovduğu adama tutundu. “Koluma girin isterseniz.” Başka şansı olmayınca tırnaklarının dibine asfalt dolmuş eli ile önüne uzatılan kola tutundu. Birkaç tel de kırlaşmış saç teli vardı avuçlarında. Yüzüne o.pu diye haykıran kayınvalidesinden kopmuş olmalıydı. Uğradığı hakaretin şaşkınlığını attıktan sonra gelen cinnet hissiyle kadının örtülü saçlarına saldırmıştı. Elinde bir silah olmadığı için şanslıydı kadın. Sadece baş örtüsü dağılmış, bir kaç tutam saçı da Gökçe’ye hatıra kalmıştı işte. Kocası kendine tokat atıldığında yetişememişti ama annesinin imdadına şimşek gibi koşmuştu. Sırtından ceketini çıkarıp açığa dökülen avretini kapamış, kadını arabasına sokup korumuştu Gökçe’den. İki kadını karşı karşıya getiren yalanları söyleyen kendisi değilmiş gibi hiç hasar almadan da uzaklaşmıştı. Ablasının yaşadığı geniş malikaneye adım adım yürürken Gökçe “ben bunu hak ettim” diye düşündü. Babası tarafından piç zannedilip DNA raporu ile evlatlığa kabul edilmişti. Babaannesi rapora bile güvenmediği için annesine “piçini de al git bu evden" demişti. Üvey babası ise... Üvey babası ise annesini her gün döven bir adamdı. Gökçe dokuz yaşında iken yaşamaya başladığı evinde bedeni genç kıza dönüştükten sonra bir kez bile kapısını kilitlemeden uyumamıştı. Adamın değişen bakışlarından anlıyordu niyetlerini. İşte bu yüzden her zaman yastığının altında bir çakısı da oluyordu. Tam on yıl boyunca o evde kendini korumuştu Gökçe ama bu kez kendi kalbinin kurbanı olmuştu. Zaten açıktaki kötülükten korunmak kolaydı ki. Zor olan melek gözüküp bana güven diyenlere aldanmamaktı. Yenilmişti Gökçe. Bedenini korumaların elinden alıp sarmalayan ablası, “sana ne oldu” diye feryat eden annesinin kolları arasında yıkanıp paklanıp yatırılırken tek bir cevap bile verememişti. Şimdi sadece ve sadece gözlerini kapayıp uyumak ve hafızasından Yusuf’a dair ne varsa silmek istiyordu. *** “Efendim abi.” “Artık abin değilim.” Genç adam bin bir tereddütle cevapladığı patronunun çağrısından tam da beklediği gibi bir cevap aldı. Kalbindeki aşk sancısının yanına bu kez de neredeyse bütün hayatını borçlu olduğu adamı kaybetmenin sızısı eklenmişti. Babası Ural beyin gemisinde çalışırken daha çok kendi ihmalkarlığı yüzünden iş kazası geçirip hayatını kaybetmişti. Bir iş veren olarak az bir tazminat ödeyip kurtulabilecekken Ural bey, kendisi ve kardeşini köyden getirmiş, ailesindenmiş gibi koruyup kollamış, okutmuş ve iş vermişti. Hiç kopmayacağını düşündüğü bağlarla böylece tutunmuşlardı bir birlerine. Yusuf eli ekmek tuttuktan sonra kısa sürede, şehir hayatını bir türlü sevemeyen annesi için ufak bir arazi ve süt hayvanları alabilecek kadar kazanmasının ürettiği işten kaynaklı olmadığını adı gibi biliyordu. Neticede sıradan bir güvenlik elemanıydı, çalışacağı herhangi bir özel şirkette asgari ücretin az fazlasını ancak alabilecekken kendisi özel harekat maaşı alıyordu. Verdiği üst düzey maaşı hiç bir zaman gündeme getirmeyen Ural bey, kendisinden en çok güven satın alıyordu aslında. Ailesini, sevdiklerini canını ve malını gözü kapalı emanet edebilmeyi satın alıyordu. Bu güne kadar ne hata yaparsa yapsın, üzerine ihanetin tozu bile bulaşmayacağına emin olduğundan Yusuf işini hakkıyla yaptığını düşünürdü. Canını verir yine güvenini boşa çıkarmazdı patronluktan çok abilik yapmış Ural beyinin. Çok değil sadece aylar önce kırk üç kiloluk, boyu çenesinin tam altına, sarmaladığında yanağı tam kalbinin üzerine gelen, saçları altın sarısı, gözleri gök mavisi bir kız hayatına girerek her şeyi alt üst edene kadar her şey yolunda gitmeye devam ediyordu aslında. Sözlüydü, düzenli ve huzurlu bir hayatı vardı. Sevmiyordu ama tanıyınca severdi. Özlemiyordu ama alışınca özlerdi, en azından annesi böyle söylüyordu. Hani şu kocası öldükten sonra genç yaşında dul kalıp, çocuklarını bırakarak baba evine dönmediği için abilerinden dayak yiyen kadın. Bir değil bin belanın içinden çıkarak evlatlarını önüne katıp büyük şehre gelmişti. İstese kendisine en rahat hayatı sunacak biri ile henüz genç ve güzelken hayatını birleştirebilir, zenginlik içinde yaşayabilirdi. Yusuf kocası hayattayken hep gemide olduğu için kendi evinde gurbetlik çeken annesi, dul kaldıktan sonra ben de insanım yaşamaya hakkım var dese itiraz edebilir miydi? Yapmamıştı kadın, yavrularını kanatları altında tutmuş, yabancısı olduğu büyük şehirde yok olup gitmelerine izin vermemişti. Babasının sağlığında bir gelenek olarak örttüğü saçlarını, yalnız kaldıktan sonra sımsıkı sarmalar olmuştu. Açık renkli dallı güllü elbiseleri yerini en koyu en düz sanki bir görünmezlik pelerini gibi kıyafetlere bırakmış, adeta benliğini yok etmişti kadının. Annesine ayrı, patronuna ya da artık sadece babasının patronuna ayrı minnet duyan Yusuf, meydan verdiği hayal kırıkları altında ezilirken ellerini saçları arasına daldırıp var gücü ile asıldı. Gözlerini kapadığı anda ise “her şey yoluna girecek, bana güven” diyerek tüm varlığına sahip olduğu kadının yere yığılmış hali önüne dikiliyordu. Bir hayal kırıklığı denemezdi ona yaşattığı, hayır. Olsa olsa ‘hayat kırıklığı’ olabilirdi. Hayatı boyunca güven alması gereken erkeklerden en büyük ihanetleri görmüş, yaralı bir ceylan gibi ürkek ve masum kolları arasına sığınmıştı. Şimdiye kadar hiç bir kimsenin yapamadığını yapmıştı Yusuf da ona, kendisini kaçıran adamın bile yıkamadığı kızı yere sermişti. Kulaklarından silinmeyen “ben orospu değilim” feryadı bunun en büyük kanıtıydı çünkü ona bu yakıştırmayı yapan annesi değildi aslında. Bizzat kendisiydi. Başkası ile sözlüyken kızla beraberlik yaşadığını, hamile kaldığı için evlenmek zorunda olduklarını da kendisi uydurmuştu annesine. Meral'i değil Gökçe'yi istiyorum demeye cesaret edemeyince yalanların arkasına saklanmakta bulmuştu çareyi. Demek herkes sevdiğini böyle öldürüyordu, kimi bir bıçak darbesi kimi en ağır iftiralar ile. Sözlü olduğunu öğrendiğinde kendisi ile konuşmayı bile keserek bir daha yüzüne bakmayan kızın açık açık namusuna laf etmişti. Yaptığı ile yüzleştikçe belinden silahı çıkarıp alnına dayayası geliyordu ama buna da hakkı yoktu. Önce yapması gereken şeyler vardı. Bir erkek gibi kocalık edememişti, layık değildi o makama zaten, hakkını verememişti. En azından hiç bir işe yaramayan nikahından kolayca kurtulmasını sağlaması gerekiyordu şimdi, isterse kimseye duyurmadan önünden çekilecekti. Annesi bir kar tanesi kadar temiz ve masum karısına en aşağılık sıfatları yakıştırırken yetişememişti, "o benim namusum anne, söz edemezsin" diyememişti. Geç kalmıştı her şeye bu sebepten sevmeye sevilmeye de hakkı yoktu artık. Özür dilemeye? İşte ona hiç yoktu. Yanlışlıkla yapılana dilenirdi özür, bilmeden oldu diye mazeret gösterilirdi. Çocuk da yok, düğün de yok diye kestirip atarken annesinin ne düşüneceğini bilmiyor olabilir miydi? Elbette biliyordu Yusuf ama öylesi kolayına gelmişti. Şimdi düşününce "anne biz evlendik ama ailesi bilmiyor" deseydi.. Peh! "Geç gelen aklın içine tüküreyim." Kendi kendine bin bir küfür birikti dilinin altında. Sabah akşam hiç durmadan kendine sövse diner miydi öfkesi? Öfkesi dinse bakmaya doyamadığı gök gözlere yine sahip olabilir miydi.. Bitmişti Gökçe, en sevdiği tarafından, en çok seveni tarafından bitirilmişti. Usulca yığılıp kaldığı yatağından doğrularak yastığının altına sakladığı evlilik cüzdanını eline aldı. Her gece yari yerine bu ufak defteri öpüp kokluyor, sımsıkı sarmalayıp uyuyordu ya bu sebepten oradaydı. Dün çekmeceleri talan eden annesi şu yastığı kaldırsa tüm gerçeği anlayacaktı ama.. Kendi yapamadığını nasipten istemek de ancak Yusuf'a yakışacak korkaklıktı. Böylesi adi bir korkakken nasıl bana güven demişti ki kıza? En mahremine çekinmeden uzanmış, sen benim karımsın demişti. İki dünya bir araya gelse bizi ayıramaz da demişti ama dünyalara gerek kalmadan olmuştu her şey. Uğrunda gözünü kırpmadan can vereceği iki kadının buluşması yetmişti. Bu saatten sonra değil kendisi hiç kimseye bir daha güvenmeyecekti, biliyordu Yusuf. Kızı yerde bırakıp annesini seçerken bu sonucu göze alıp ilerlemişti. Bir yanda kutsal bildiği annesi, öbür yanda benim bile diyemediği kadın. Bu bir seçim de değildi aslında, idam mahkûmuna asılarak mı boğularak mı ölmek istersin demek gibiydi. Yusuf kalbi yerinden sökülerek ölmeyi tercih etmişti. *** Bir yalan ile başlayan aşkları cehenneme dönen Gökçe ve Yusuf'un hikayesi Vuslat bulacak mı görmek için davetlisiniz. Hikayedeki Ayşe, Ural karakterlerini yakından tanımak isterseniz serinin final vermiş ilk kitabı Aşkın Külleri'ne profilimden ulaşabilirsiniz. Ücretsiz, final vermiş hikayem Serencam da profilimde sizleri bekliyor. Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD