4. Bölüm: Acı Gerçek

906 Words
#Maya Sabahtan beri Onur'a attığım mesaja bakarken birdenbire gelen aramayla şaşkınlıkla telefona baktım. Onur arıyor! Telaşla yerimden kalkıp etrafta peçete aradım. Bulduğum peçeteyi telefonun ses haznesine koyup derin bir nefes aldıktan sonra telefonu açtım. "Alo." "Yaşam belirtisi göstermişiz." diye laf sokunca gülümsedim. Sakince yerime oturup "Benden bir farkınız olduğunu düşünmüyorum." dedim. Gülerek "O kadar beklettiniz ki birazda siz bekleyin dedim." dedi. Biliyorum demek vardı da neyse. "Yani dişe diş kana kan." diye emin olmak istercesine konuştum. Hiç itiraz etmeden "Aynen öyle." dedi. Yatağımdan kalkıp çalışma masama yöneldim. "Fakat benim haklı bir açıklamam var. Şu aralar o kadar yoğunum ki kafamı kaldıramıyorum." İlgiyle "Hangi anlamda yoğunsun?" diye sordu. Çalışma masama oturup başımı masaya yasladım. "Her anlamda." dedim. Gerçekten de her anlamda yorgundum. "Elbet biri ağır basıyordur." Yerimden kalkıp pencereye doğru ilerledim. Camdan dışarıyı izlerken hissizce gülümsedim. "Varlık içinde yokluk yaşamak." "Oha! Sen zengin misin?" Söylediğiyle başımı cama vurdum. "Gerçekten söylediğimden anlaya anlaya bunu mu anladın?" #Onur Sergüzeşt'in serzenişiyle gülerek "Kızım eğer varlıkta yokluk yaşıyorsan sen gel benle takıl. Ne varlık kalır ne yokluk, sadece anlık." dedim. Konuşmayınca teklifimi düşündüğünü anladım. Ardında sesi kulağıma doldu. "Anı yaşamaya inanmıyorum. An dediğin senin geleceğindir. Anı yaşıyorum inancına inanıyorsun ama geleceğini şekillendirdiğinin farkında değilsin. Çünkü bilinçdışına itilmiş bir durumda. Başka bir ihtimal farkındasın ama görmezden geliyorsundur." Sergüzeşt'in söylediklerini anlamlandırmaya çalışırken karşımda olgun bir kadın olduğunu düşünmeye başladım. Konuşmaya devam edeceğini anlayınca konuşmasını bekledim. Sözünü bitirince konuştum. "Anladım." Gülüp "Güzel ve benim kapatmam gerek. İyi akşamlar." demesiyle “Çok çabuk bitiyor konuşmamız!’ diye itiraz ettim. “İşlerim var ve daha akşam yemeği yiyeceğim!” diye çekinikçe konuşmasıyla gülümsedim. “Tamam o zaman sonra görüşürüz. İyi akşamlar.” "Sana da." ♡♡♡♡♡ #Maya Dün Onur'la konuşurken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Aklıma gelen ödevle Onur'a işim olduğunu söyleyip sohbeti bitirmiştim. Şu anda akşamdan sabaha kadar incelenen makalenin verdiği yorgunlukla başımı sıraya yaslamış bir vaziyette uyku modundayım. Allah'ım şu anki derste böyle uyulabilecek bir ders değil. Bizim Divan Edebiyatı hocası derste uyuyanlara hiç anlayış göstermeden kapı dışarı ederdi. Ben de böyle uyumaya devam edersem hoca beni kapı dışarı edecekti. İçimden konuşurken yanımda yankılanan gür sesle irkildim. "Onur ve Maya dışarıya!" Sesin sahibini tanıyordum. Bu Mustafa Hoca idi. Başımı hafif masadan kaldırıp hocaya baktım ama hoca bize bakmak yerine "Hadi." deyip dersini anlatmaya devam etti. İtiraz etmenin anlamı yoktu. Sınıfın bize dönen bakışlarını es geçip masadan eşyalarımı toplayıp dışarıya çıktım. Koridorda bulunan oturaklardan birine geçip oturdum. Arkamdan da Onur geldi. Gözleriyle yer ararken ikimizin de aynı kaderin mahkumunun verdiği cesaretle "İstersen burada oturabilirsin." dedim. İlk önce bana bakıp sonra tekrar etrafına baktı. "Rahatsız olmaz mısın?" Onur'un verdiği cevapla hafif gülümseyip bu çocuğun aklına saygılarımı ilettim. "Rahatsız olacaksam teklifte bulunmazdım." Verdiğim cevapla biraz şaşırsa bile hemen kendini toparlayıp "Nezaket gereği yaptığın bir davranış olabilir." dedi. Sinirlerime hakim olamayarak "Ne kadar uzattın Onur! Altı üstü oturman için davet ettim. Bir de nezaket gereği olsa bile kendimden ödün vermem. Ha oturmak istemiyorsan direkt söyle. Dolambaçlı yollara gerek yok!" diye sertçe çıkıştım. Çıkışıma biraz daha şaşırsa da gelip yanıma kuruldu. "Korkma insan yemiyorum!" Bu kelime ağzımdan dökülürken kalbim acıyordu. Onur mahcup bir şekilde gülümseyerek "Yok ondan dolayı değil. Sadece hiç konuşmadığımızdan dolayı teklifini garipsedim." dedi. Anlayışla kafamı sallayıp önüme döndüm. Masanın üzerine koyduğum kollarımı başımın altına alıp uykuma kaldığım yerden devam ettim. ♡♡♡♡♡ Yatağımda tavan aşkımla bakışırken, aklıma Onur'un yanımda oturmaktan çekinmesi geldi. Gözlerimin tekrardan dolması üzerine elimi sıktım. Neyine üzülüyorum ki? Sonuçta onlarla iletişim kurmayı reddeden benim. Şimdi kalkıp onları suçlayamam ama yine de onlar benimle iletişim kurmak için hiçbir çaba harcamadan beni kendi yokluğumla baş başa bıraktılar. Zaten hep böyle değil miydi? Ben sınıfta hep bir hayalet gibi yaşadım. Aklıma gelen anıyla gözümden akan yaşa hakim olamadım. Yıllar önce... "Arkadaşlar sınıfça pikniğe gidelim diyorum, ne dersiniz?" Sınıfta kopan tezahürat eşliğinde Eda memnuniyetle elindeki listeye pikniğe gelecekleri not etmeye başladı. İçimde oluşan mutlulukla bu piknik sayesinde sınıfla kaynaşacağımı düşünerek umutla gülümsedim. Eda elindeki listeden isimleri tek tek okuyup "İsmini yazmayan var mı?" diye sordu. Tam ismimi söyleyecekken Eda'nın bana dönen bakışlarını fark ettim. Sanırım ismimi söylemeden onlar bana soracaktı. Eda bana doğru gelirken bunun verdiği heyecanla kalemimi yere düşürdüm. Kalemi sıranın altından almak için eğildiğimde Eda'nın sert sesini duymamla elim havada kaldı. "Ya Melih, bırak o yabaniyi. Şimdi onu çağırmasak ne olur ki? Bir de gelecek gibi söyleniyorsun!" "Ya deneyelim şansımızı. Belki gelir..." Melih’in ısrarına karşı Eda’nın kayıtsız ve sert üslubunu duymamla kaleme giden elime iki damla gözyaşım eşlik etti. Melih'in ısrarına dayanamayan Eda bıkkın bir şekilde "Tamam!" dedi. Daha fazla bu sıranın altında kalamayacağımı bildiğimden dolayı gözyaşımı silip kalemi yerden alarak sıranın altından çıktım. Eda'nın bana doğru tekrardan gelmesi üzerine konuşmasına fırsat tanımadan ifadesiz bir ses tonuyla "Pikniğe gelmeyeceğim!" dedim. Eda sinirle "Seni pikniğe davet edeceğimizi nereden biliyorsun ki?" dedi. Gülümseyerek "Kulaklarım duyamayacak kadar sağır değil, her şey her şekilde duyuluyor." dedim. Bu sözlerim üzerine Eda, Melih'e gördün mü bakışı atıp bana tekrardan baktı. Yanımdan ayrılmadan önce bana ithafen dudaklarından "Ruhsuz!" kelimesi döküldü. Eda'nın söylediği bu kelimeye histerikçe gülümsedim. Ne kadar haklı bir kelime, ben gerçekten ruhsuz bir insanım... Hatırladığım anı üzerine gözyaşlarıma hakim olamayarak hıçkırırcasına ağlamaya başladım. Hıçkırıklarımı zapt etmeye çalıştıkça daha da şiddetleniyordu. ♡♡♡♡♡ Ağlamam geçtikten sonra kendime gelebilmek için duş aldım. Bornozumun ipini bağladıktan sonra çalışma masama geçip günlüğümü çıkardım. Günlüğümde kaldığım yere bugünün tarihini ve saatini atarak yazmaya başladım. Bugün tekrardan fark ettim ki olmayacak duaya âmin demek için yüzümü döndüm yaratana ve tekrardan anladım ki ben bu dünyada ruhu kaybolan, yenilen bir insanım... Ben bu dünyada varlığıyla yokluğa mahkum olan bir insanım... Sergüzeşt...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD