Geçmişte Kaybolmak 2

1007 Words
Önümde duran yazıları yüzünce kez okurken burnumu çektim. Dışarıda kızlar gülüp oynuyor, yaptıkları muhallebileri yiyip finfinlerini besliyorlardı. Ben ise her hafta olduğu gibi bu hafta da cezalıydım. Çünkü geçmişi kurcalamak yasaktı. Gözlerimi devirdim ama bir kez daha okudum ekrandaki yazıyı. "Şükürler olsun ki Tanrı kadını bağışladı." Erkekler hakkında konuşmak yasaktı bir nevi. Hayır, tabii ki konuşulabilirdi ama sanki yoklarmış gibi davranmak yasaktı. Kadın daha güçlüydü, kadın daha dayanıklıydı, daha zekiydi madem neden onlar hakkında konuşup konuşmamamız önemliydi? Sonuç olarak inanmadığım şeye neden zorlanıyordum? Hurafe gibi. Yüz yıllar önce olan ya da olmayan varlıklar. "Şükürler olsun ki Tanrı kadını bağışladı." Bir de erkeklerin Tanrı'nın gazabına uğradığını düşünen kesim... Belki de hak etmişlerdir. Nereden bileyim? Yüz yıl olmuş! Elimi enseme attım ve bilgisayar ekranından gözlerimi kaçırıp dışarıyı izledim. 10 saat sonra hava kararacaktı , günün üçte ikisi bitmişti. Lanet dersler! Neden bu kadar fazla ders görmek zorundaydık ki? Zaten yeterince güçlüydük. Teknolojiyi ilerletmek nasıl bir fayda sağlayacak? Sadece yaşayıp gitsek yetmez mi? "Yine mi?" Telaşla kafamı geriye çektim. "Aslında sadece ufak bir soruydu." dedim hızla. Kafasını iki yana salladığında gergince etrafımda döndüm. "Bunlar basit şeyler değil Alin. Saygı duymayı öğrenmelisin. " Gözlerimi devirdim gizlice. "Anne, geçmişte kalmış ve artık var olmayan şeylerin ne önemi olabilir?" dedim arkasından yürürken. "Yok, ben hiç görmedim. Benden önceki birçok nesil de görmemiş." diyerek onun hızlı adımlarına ayak uydurdum. "Ayrıca tarihi sevmiyorum. Ben , ben asker olmak istiyorum. Biliyorsun." Hızlı adımları sözlerim ile yarıda kesilince derin bir nefes aldım ve ben de durdum. Ellerimi arkamda saklarken kafamı öne eğmek istedim. Çünkü... çünkü annem de bir askerdi. Yetkileri olan, omuzunda apoletli bir kadındı. Ben de onun gibi olmak istedim. "Dışarısı çok zor Alin." dedi kafasını iki yana sallayarak. Yapamazsına getiriyordu. Senden asker olmaz, sen güçsüzsün... " Dövüşmek, karşı koymak, incelemek ve yeni türlerin deneklerini getirmek çok zor." Gözlerimi kaçırdım. "Bana güvenmemen ne kadar kırıcı tahmin edemezsin. " dediğimde derince bir nefes aldı. "Konu sana inanmak ile ilgili değil ki. Konu dışarıdaki yaratıkların artık insanlardan çok daha güçlü olması. Ayrıca dünyadaki sistem neredeyse her sene değişiyor. Birkaç yüzyıl sonra gökyüzünün mor olmasını düşünüyor bilimciler. " dediğinde sinirle kafamı kaldırdım. "Neden umurumda olsun!?" diye bağırdım bir anda. "Birkaç yüzyıl sonra ben yokum. Neden bir önemi olsun? Ben şu an için yaşamak istiyorum. Asker olmak ve korumak." dediğimde gözlerime baktı uzun uzun. Aramızdaki bakışma bir hayli uzun sürdü. Ne o geri adım attı ne ben. Ama sanırım en başında kimin kazanacağının açıkça belli olduğu bir savaştı. "Eve dönmeden önce doktor Bilran ile görüşmeni tavsiye ederim." dedikten sonra arkasını dönmüş ve beni koğuş koridorunda tek başıma bırakmıştı. Elimi saçlarıma daldırdım. Yeşil gözlerimi kısarak etrafa bakındım önce. Neye saldırabilirim ki? Hangi cisme vursam alarm ötüyor. Sinirden kuduracağım hale gelince kendime vurdum en son. "Annen haklı! Kendine bile vuramıyorsun!" deyip öfkeyle karışık bir üzüntü içerisinde koridoru yürümeye başladım. Altı üstü asker olmak istiyorum diye çıkan olaylara bak. Ben bilim adamı olamam. Sevmiyorum ya bir şeyleri deşip biçip denek haline getirmeyi. Ayaklarımı vura vura koridorları geçmiş ve Bilran Havsa 'nın kapısının önünde durmuştum. Evet, Bilran Hanım bir bilimciydi ama derneklerden çok teknoloji ile ilgiliydi onun işi. Annemin en sevdiği arkadaşı da diyebiliriz. Derince bir nefes alıp zile basacaktım ki bir hologram belirdi. "Tarama yapılıyor..." Yüzümde gezinen mavi ışığın ardından ufak bir yeşil ışık patladı. "Alin Yıldız, hoş geldiniz." Kapı açıldığında suratım beş karış içeri girdim. "Merhabalar." dedim laboratuvarın ortasına gelirken. "Hoş geldin Alin!" dedi şen sesiyle. "Gel de ne yaptığıma bir bak." diye bağırınca önce etrafıma bakındım. Bembeyaz oda bir hayli rahatsız edici bir atmosfere sahipti. Ellerimi birbirine sürtüp gergince mavi ışığın saçıldığı odaya ilerledim. "Annen mi gönderdi?" diye bağırdı tekrardan. Sinirlenmemek elde değildi. Herkes annemin bana ne kadar ters olduğunu biliyordu. Oysaki annem klanda en çok saygı duyulan kişiydi. Beni o kadar dışlamıştı ki kendinden resmen kızların dilinde alay konusu olmuştum. Bazen gerçekten sadece geçmişte çürüyüp giden erkeklerden olasım geliyordu. "Evet..." dedim alayla. "...nereden anladın?" Sözlerimin ardından gülerek eline garip bir şey aldı ve yeşil gözlerini gözlerime dikti. "Çok çılgınca bir şey üzerinde çalışıyorum." dedi ve sonra sanki sorduğum soruyu yeni anlamış gibi kaşlarını çattı. "Annen seni seviyor. " deyince yüzümü çevirdim ama gözüme devasa bir şey ilişti. Mavi ışıkların saçıldığı ve nükleer açıdan fazla enerji yaydığı belli olan bir şey. "Tabii...tabii..." diyerek çembere doğru ilerlediğimde elindeki koca şeyle yanıma geldi. "Dikkat et!" dedi heyecanla. "Bu büyük canavar seni protonlarına kadar ayırabilir. " diyerek güldü. "Nötronlar için biraz daha çalışmam gerekebilir." Yaptığı espriyi anlamadığım için suratına dik dik bakarken yalandan güldü ve elindekini kenara bıraktı. "Işınlanma yıllar önce bulundu ama benim yapmak istediğim şey çok daha fazlası." diyerek gözlüğünü geriye ittirdi. Kısacık kestiği turuncu saçları ile oldukça çılgın gözüküyordu. "Nasıl bir çılgınlık?" dedim anlamsız bir merak ile. "Yani, atomları ayrıştırıp ışık hızı ile bir başka yere teleport etmenin yanı sıra atomları çıkabilecekleri en yüksek hız ile zamanda teleport etmek. Biliyorsun zaman ve hız aslınd-" Gülerek kafamı salladım. "Evet!" dedim gülerek. "Evet anlıyorum. Zamanda yolculuk. Çok güzel bir çalışma. Sen dahisin ve bunu yapabileceğine inanıyorum ama annem ile az önce kavga ettim. Benden bir tüp mor toprak örneği istiyordu. Acaba sende var mı?" dediğimde asılmış yüzü ile gözlerime baktı. Kalbini kırmak istemiyorum Birlan bu imkansız. Zamanda yolculuk da neyin nesi? Daha yardımcı şeyler düşünmek gerekmez mi? Ayrıca geçmişe ya da geleceğe gitmek nasıl bir yarar sağlayacak. Bedenin etrafındaki enerji sarıdan turuncuya doğru döndüğünde gözlerimi kaçırdım. "Hiç mi yok?" dedim dikkatini dağıtmaya çalışarak. "Yani, annemi bilirsin. Bir de onunla bu sebepten tartışmak istemem." İnatla direttiğimde gözlerini gözlerime çevirdi. "Hem yarın gelirim, on katman dersim var ve avcılık konusunda bir Timtam yakalamam lazım. Yani derslerden sonra burada olurum ve daha detaylı anlatabilirsin." dediğim an enerji rengi parlak bir sarı aldı. Göz devirmemek için dişlerimi birbirine bastırdım. "Tabii, tabii! Benim de ufak işlerim kalmıştı. Sana çok az mor toprak örneği tüpü verebilirim." dedikten sonra arkasını döndü ve denek dolaplarının olduğu kısma koştu. Onun peşi sıra derin bir nefes çektim ve arkamı döndüm. Anne asla beni bu deliğe sokup delirmeme sebep olamazsın! Ben buraya ait olamam. Benim yerim dışarıda olmalı. Senin gibi yeni nesil hayvanları incelemeli, koloniler ile savaşmalı, halkı korumalıyım! Burada delirmek değil benim işim!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD