Sare'den...
Abimin bu denli cesaret gösteripte düşman kızını kaçıracağını tahmin edemezdim. O kızı sevdiğini biliyordum da, vazgeçtiğini söylemişti, bizden olmaz demişti.
Yanımda oturan adam öyle cümle söyledi ki, cevap verecek yüzüm kalmadı. Tek üzüldüğüm, sınavımın boşa gitmesiydi. Dönüm noktalarımdandı ve kaçırmak çok pahalıya mâl olacaktı.
Dur dur, en iyisi saf ayağına yatmaktı. "Anlamadım sizi? Ne demek abimin canı için?"
Güldü... Güldü çünkü salağa yattığımı anladı. Ben oldum olası bu sahtekarlıkları beceremezdim zaten. "Başka biri duysa seni İstanbullu falan sanır! Neden olduğunu çok iyi biliyorsun sen Sare!"
Ah! İsmim o güzel dudaklarından ne de naif dökülüyordu. Bir kere daha, bir kere daha söylesen ya Barış... Gözlerinin içine 'söyle!' dercesine bakarken, kaşlarını çatarak öfkesini üzerime kustu.
Göz devirerek önüne dönünce içimden "Prensesimiz tripte atıyor..." dedim. Suratsız Ağa!
"Ne sorununuz var ise kendi aranızda halledin çünkü benim çok önemli sınavım var ve girmem lazım!"
Suskunluğunu devam ettirirken, sinirden yumruklarımı sıkıyordum. Ya insan cevap verir, bir şeyler söyler, kızsa bile tepkisini gösterir dimi?
"Ya sınavım önemli diyorum! Bari ona gireyim, sonra gelirim sizinle!"
"Sus lan!" diye bağırmasıyla irkilerek geri çekildim. Sesi öylesine gürdü ki, etrafa korku salıyordu.
"Geçmiş karşıma, sınava gireceğim diyor! İki aşiret birbirine girmiş, kan gövdeyi götürecek ama prensesimiz sınava girecekmiş! Sana İstanbul havası hiç yaramamış Sare! Kendine gel yoksa ben getiririm!"
Her cümlesinde gözlerim kapanıp açılıyordu. "Ben... Ben gelmeyeceğim! Bıktım iki aşiretin de birbirini yemesinden! Ne haliniz varsa görün tamam mı? Ben kurban edilmeyeceğim!" Fazla mı cesurdum acaba? Çünkü herkes böyle bir şey yapmayacağımı benden daha iyi bilirdi.
"Fazla cesursun Sare Toplu! Ya da Sare Korman!"
Bedenim anında buz gibi kesildi. Korman soyadı karşımdaki adamın soyadıydı. Benden bir yaş küçük kız kardeşim de vardı, niye ben? Hem ayrıca beni kime... Hayır! Beni, beni küçük oğullarına alacaklardı!
"Yo yoo! Ben Fırat ile evlenmem!" dedim kendimi geri çekerek. "Asla! Asla evlenmem Fırat'la!"
"Fırat mı?" dedi kaşlarını dökerek. "Fırat!" dedi tekrardan ama bu sefer ki bakışı farklıydı. "Lan Fırat!" da dedi ardından ve telefondan bi numara aradı.
"Alo! Fırat nerde, hangi delikte lan? Babam Sare'yi, Fırat'a mı alacaktı oğlum?" Telefonun diğer ucundaki ne dediyse artık, Barış'ın rengi soldu. Telefonu kapatarak sertçe yan tarafına koyup yumruğunu cama geçirdi. İçimdeki sessiz çığlık dışıma dökülürken, Barış'ın öfke kontrolünü sağlayamamasından ötürü gerildikçe geriliyordum.
"Fırat ha! Fırat demek ha! Ben bunu nasıl düşünmedim lan?" Elleri durmuş, ayakları sallanıyordu. "Doğru ya! Barış Korman evli, Fırat Korman bekârdı dimi?"
Ne saçmalıyordu bu adam? Kendi kendine konuşup kendi kendine havalara giriyordu.
Sınav gitti, İstanbul'da ki okul hayatımda bitmişti. Yaşlar artık göz pınarlarımdan firar ediyordu. Evlenecektim, hem de sevdiğim adamın kardeşiyle... Aynı evin içinde, o başkasıyla ben başkasıyla olacaktım...
Şehir değiştirdim, unutmak için memleketime hasret yaşadım ama burnunun dibine gelin gidecektim! Yapmak zorundaydım! Yapmazsam kan çıkardı, iki ailede soy kurutana kadar boş durmazdı! Mecbur kabul edecektim! Kız kardeşimi de kurban veremezdim, o benden de başarılıydı.
Ve ben yanacaktım, yandıkça kül olacaktım, kül olup savrulacaktım...
***
Urfa'ya vardığımız an Barış beni beklemeden arabadan indi. "Sare hanım, inmeniz lazım." dedi şoför. İnmeseydim olmaz mıydı ki? Arabada kalsam, İstanbul'a geri dönsem...
"Nerde o soysuzun kızı?" bağırışıyla yerimden adeta sıçradım. Barış'ın annesi konağı öfkesi ile sallıyordu. "Sare hanım... Hadi..." Son ikaz ile olmayan cesaretimi de toplayarak arabadan indim ve dik duruşumla konaktan içeri adımımı attım.
"Aha! Bir de gelmiş yüzsüz gibi!"
"Ben yüzsüz değilim! Abimin yaptığı hatayı..." diyemeden beni saçlarımdan kavrayıp çekiştirdi.
"İlk baş işlerimize çomak soktunuz, yetmedi oğlumun başını ablanla yediniz, o da yetmedi soysuz abin kızımı kaçırdı, o da yetmedi bu eve gelin geliyorsun! Seni öldürürüm! Seni öldürürüm çiyan!"
"Saçımı bırakın! Bırakın saçımı! Benim hiçbir suçum yoktur Aliye hanım! Derdiniz kimleyse gidin onunla halledin!" Saçıma öyle yapışmıştı ki, sanki her an köklerinden kopacak gibiydiler.
"Lütfen bırakın Aliye hanım! Canım çok yanıyor..."
"Ana bırak kızı!" sesiyle Aliye Hanım'ın saçlarımdaki eli gevşedi. "Sen bu kıza mı üzülüyorsun yoksa Barış?"
"Üzülmüyorum ama az sonra hoca gelecek, yüzü gözü mor çıkmasın karşısına!"
Hoca mı? Beynime giren kurşun bedenimin her karesine yayılıyordu. Hemen mi evlenecektik? Gerçi ne olmasını bekliyordum ki? Beni ilk baş baba evine gönderecekler, sonra da rızamı mı isteyeceklerdi? Ne kadar çabuk olursa, milletin ağzı o kadar çabuk kapanırdı.
"İyi iyi! Hoca gelsin de milletin ağzı kapansın! Gerçi bunun kız olduğundan da şüpheliyim ya..." Aliye Hanım'ı bildim bileli sivri dilinin uzanmadığı yer yoktur. Öfkelendiği zaman fazlaca argo ve terbiyesizce konuşabiliyordu.
"Fırat'ımın isteklerini karşıla, ona kadınlık yap!" dedi saçlarımı tekrardan tutup geri çekerek yüzüne bakmamı sağladı. "Oğlum ne derse yapacaksın Toplu soyu!"
Bu kadının bizim aileye olan düşmanlığı apayrıydı. Başka derdi, başka yarası vardı ama ne?
"Evlenmem!" dedim sudan çıkan balığın son çırpınışları gibi...
"Evlenmezmiş Barış, duydun mu oğlum?" diye kahkaha attı başımın üstündeki kadın. Kötü film karakterlerini andırıyordu gülüşü. Öteye doğru savrulan bedenimi manevramla beraber düşmekten kurtarsam da, hayatımı kurtaramamıştım...
"Git hazırlan, hoca gelecek az sonra."
"İstemiyorum..." dememle kolumdan tutarak kaldırdı ve zorla konağın içine soktu. "Çık yukarı, abdestini al ve aşağı in!" lafıyla ittiğinde bu sefer yere kapaklanmıştım. Kafamı kaldırmamla Buse'yi, Barış'ın eşini gördüm. Bana aşağılayıcı, küçümser gözlerle bakıyordu. İşte bunu yaşamamalıydım! O kadının ayak dibine düşmek gururumu yok saymıştı.
Kenara çekilince ayağa kalkarak merdivenleri çıkarken "Şenay, git şuna yardımcı ol!" sesini duydum. Yardımcı abla peşimden gelerek bana bi oda gösterdi.
"Bura senin odan güzel kızım." dedi. Benim miydi? Bunlar her şeyi önceden planlamışlar. Pekiyi neden benim ailem beni hiç uyarmadı? Bu da soru mu Sare? Onların gözünde varsa yoksa erkek evlatları vardır dimi?
"Aman kızım, ortalık pek bi karışıktır. Sakin kalasın, ses etmeyesin. Varsın kocan Fırat olsun da, kan akmasın hemi?"
Ah abla ah... Sen içimde kopan fırtınaları bilmiyorsun ki... Sevdiğim adamın kardeşiyle evlenmek benim için ölümdür zaten.
"Hadi gel... Gel de abdestimizi alalım çünkü hoca 5 dakikaya gelir.
Yaşadığın coğrafya kaderdir derler. Benim coğrafyamda da, benim payıma bedel olmak düşmüştü. Hem de sevdiğim adamın evine ama kardeşine... Abdestimi alıp aşağı inene kadar her şey koca bir kabustan ibaretmiş gibi geliyordu bana.
Ta ki o odaya sokulana kadar... Hoca yerde oturmuştu ve evlenecek çiftleri bekliyordu. Aliye hanım istemeden de olsa kolumdan tutarak beni yere oturttu ve başıma örtü örttü. Ben neler yaşıyordum şu anda? Bir kaç gün öncesine kadar İstanbul'da sınavdan sınava koşarken, şimdi ise evleniyordum.
İdrak seviyem yerlerdeydi ve hâlâ çoğu olayın farkına varamamıştım. Aliye hanım odadan çıkarken, iki kadın girdi içeri. Şahit olmaları gerekiyordu. Onlarda oturdular ve beklemeye başladılar. Korkumdan kafamı dahi kaldıramıyordum.
Ve işte kapı tekrardan açıldı. Ortam buz kesmişti adeta. Odada duyulan tek ses, yutkunma sesleriydi. Fırat yanıma gelip oturunca hafiften kenara kaydım.
"Herkes tamamsa, çiftimizin nikahlarını kıyalım..." dedi hoca. 'Biri beni bu kabustan uyandırsın!' diye haykırmak istiyordum tüm Urfa'ya. Böylesine çok mu nefret ediyordu benden ailem? Haber vermeyi geçtim, konağı basan dahi yoktu...
Hoca anlatmaya başlayınca korkum kaynayan suyun artan sıcaklığı gibi yükseliyordu. Sabit seviyeye gelince fokur fokur olmaya başladım ama sıcaklığım yalnızca içimi yakıyordu. İtiraz etmeye hakkım yoktu çünkü bizde töreler böyleydi. Adam isterse seni yaşlı dedeye dahi alabilirdi...
Yanımdaki kocam olacak adam derin nefesler eşliğinde solurken, örtüyü kenara çekerek bakmak içimden gelmiyordu. Göz ucuyla dizlerini görüyordum sadece.
Ve sohbet bitmiş, hoca asıl fasıla gelmişti. İlk önce şahitlerin adını öğrendi, sonra da baba adlarımızı... Fırat'ın babasının adını kız kardeşi söyleyince kısa çaplı gerginlik yaşansa da, fazla uzun sürmemişti.
"Cihan kızı..." diyerek girdi konuya hoca. Ben de devreler o sıra alarm vermeye başlamıştı.
"Hüseyin oğlu Barış'ı, eş olarak kabul ettin mi?" lafıyla başımı yerden kaldırıp hocaya baktım. İsimleri karıştırmıştı ve uyarmam gerektiğini düşündüm. "Barış değil, Fırat hocam." dememle "Barış'tır o!" cümlesini duydum. Örtüyü hızla geriye çekip yanımdaki adama baktım. "Barış!" ismi döküldü dudaklarımdan.
Ama... Ama ben Fırat ile evlenecektim. Neden yanımda Barış vardı?
"Kabul ettin mi kızım?" dedi hoca da diğer taraftan. Kabul etmeme şansım olabilir miydi acaba? Fırat'ı istiyorum desem, karşı çıkarlar mıydı? Sonuçta o bekârdı ve Barış evliydi. Barış'a ikinci eş olmak, Fırat'ın karısı olmaktan daha zor gibi gelmişti o an bana.
Ama neden? Bunu neden yapmıştı? Neden yanımdaki Fırat değildi neden? İtiraz etmeliydim! Buna hakkım olduğunu düşünerek itiraz etmeliydim yoksa bu yolun çıkışı yalnızca kargaşaydı!