1. Bölüm

2494 Words
“Defne, uyan hadi kızım.” diye seslenen annesini işittiği anda irkilerek gözlerini açtı, Defne. Tüm gece gördüğü kabuslar yüzünden kendine gelmekte zorlanıyor ve gece geç saatlere kadar nişanlısı Doğukan'ın aramasını beklediği için uykusuzluktan gözleri acıyordu. Ama bunları hiç önemsemeden yatağında doğrulup üçe kadar saydı, sonra da telefonuna baktı. Doğukan, yine aramamıştı. Defne, aylardır onu zaten göremiyordu ve üstüne bir de sesini zar zor duymaya başlamıştı artık. Doğukan, ilginçtir ki sosyal medya hesaplarını aktif kullanıyor ama Defne'nin mesajlarına geç dönüyor; aramalarına ise çoğunlukla cevap vermiyordu. Bunun için neredeyse her hafta tartışıyorlardı ve Defne her seferinde kendini, haklı bir sebebi olduğuna inandırmaya o kadar alışmıştı ki artık ne zaman ona tepki verse "abarttığını" söyleyen mesajları mantıklı gelmeye başlamıştı. Ama asla aklından gitmiyordu bazı sorular. Doğukan, nişanlısını neden aramıyordu? Biraz bile merak etmiyor muydu? İnsan sevdiği için mutlaka zaman yaratmaz mıydı? Mesela Defne, her anını onunla geçirmek isterken o nasıl olup da aylarca uzak kalabiliyordu? Üstelik daha da üzücü yanı, bunları düşünüp ağlamak için bile vakti yoktu Defne'nin. Aklındaki sorular eşliğinde gözlerine gelen yaşları geri gönderdi ve yatağından çıkıp işe gitmek için hazırlanmaya başladı. Ayrıca, annesinin de Defne'yi ağlarken görmemesi gerekiyordu. Zaten, kızının her güne kötü başladığını fark ediyor, gözü sürekli üstünde oluyor ve mutsuzluğuna açıkça şahitlik edip buna bir çözüm bulmaya çalışıyordu. Artık içine sinmiyordu bu evlilik fikri. İlk başlarda kızı da çok sevdiği için Doğukan’ı sevmiş ve benimsemişti ama şimdilerde pek hoşlanmıyordu ondan. Defne de annesinin haklılık payı olduğunu inkar edemiyordu tabi. Doğukan, özellikle son bir yıldır tuhaf davranıyordu ve bunu yurt dışında yüksek lisans yaptığı için yorgun hissetmesine veriyordu, Defne. Programı yoğundu ve bir yandan da babasının işlerini halletmeye çalışıyordu, Doğukan. Ailesini, arkadaşlarını ve evini de özlüyordu mutlaka. Defne de bunlara tutunuyordu zaten. Doğukan Türkiye'ye geri geldiğinde eski güzel günlerindeki gibi onu seveceğine ve evlenmek için sabırsızlanacağına adı gibi emindi. Bu yüzden, kötü düşünceleri aklından atmaya çalışıp bir yandan giyinip bir yandan kahvaltısından atıştırırken hızlıca bir makyaj yaptı Defne ve ardından yarım saat içinde evinden ayrılarak dükkana doğru yürümeye başladı. Adana’nın en iyi terzisi olan Hayri Usta'nın yanında çalışıyordu, Defne. Pek insan sevmezdi aslında Hayri Usta ama 6 yıl önce çok ihtiyacı olduğu için Defne'yi işe almış ve yetiştirmişti. Yıllardır da evladı gibi sever, koruyup kollardı onu. Kendisi, işini öyle iyi yapan öyle düzgün bir adamdı ki adını birçok yere duyurmuş ve karşılığını misliyle almaya başlamıştı. Hayri Usta sayesinde birçok iş insanı buraya gelir, en pahalı kumaşlardan kendilerine takımlar diktirirdi. Hatta öyle ki, bir takım diktiren bayılır, en az beş tane daha yaptırmadan gitmezdi. Bu sayede normal terzilere göre belki üç kat fazla kazanırlardı. Hayri Usta da emeğinin karşılığını fazlasıyla verirdi Defne'ye. Defne, tam 18 yaşında işe başlamıştı burada. Ama o zamanlarda bile çocuk muamelesi görüp eline üç kuruş para verilerek gönderildiği olmamıştı hiç. Ayrıca çok kötü dönemlerden geçmişlerdi ailecek. Abisi, babasını gaza getirip kiradaki evlerini sattırmış ve parayı borsada çarçur etmişti. Eline kalan az bir parayla da iş kurmaya çalışmış daha sonra onu da 3 katı zararla batırınca durumları iyice kötüye gitmişti. Abisi Ali, annelerini kahrından öldürecekti neredeyse. O yüzden Defne, abisinden hiç haz etmezdi. Çok şükür ki şimdilerde çalışmalarının karşılığını almış, biraz daha toparlanmışlardı. Defne, önceden kazandığı tüm parayı ailesine verirken şimdi kenara para ayırabiliyor hatta her ay hem kendine hem annesine hediyeler alabiliyordu. Faturalık çoğunu ödemeye başladığını söylemek bile yalan olmazdı. Ama babası Bekir Bey için asla yeterli değildi tüm bunlar. Onun gözü hâlâ, yaklaşık 2 sene önce Defne'yi rezil ederek nişanlısının ailesinden yarısını aldığı lüks oteldeydi. Doğukan’ın babası Gürkan bey, Muğla'da bulunan, Defne'nin dedesinden kalma arsalarına talip olmuş ve ailelerine ulaşmıştı böylelikle. Defne ve Doğukan da bu şekilde tanışmıştı zaten. Defne'nin babası ilk başlarda maddi sıkıntılar yüzünden arsayı ederinden fazlasına satmaya istekliydi ancak Gürkan Bey’in süper lüks otel fikrini duyunca sadece arsanın parasıyla yetinmemiş, çocukların yaşlarının denk olduğu gerekçesiyle Doğukan ve Defne'yi evlendirme fikrini ortaya atmıştı. Üstüne bir de otelden pay istemişti tabi. O zamanlar Doğukan yirmi bir yaşındaydı Defne ise on dokuz. Her şeye rağmen evlerine görüşmeye geldikleri an Defne, Doğukan'a tutulmuştu zaten ama babasının tavrı sayesinde tanışmaları pek de hoş olmamıştı. O günlerde babasının tüm itici davranışlarına rağmen Doğukan bir kere bile saygısızlık yapmamıştı Defne'nin ailesine ve ona hayran olmasındaki ilk sebep de buydu belki. Daha sonra da siyah saçları, koyu kahve gözleri ve içini eriten gülüşüyle kısa sürede kalbinde devleşmişti sevgisi. Bu arada Gürkan Bey de Defne'nin babası da birbirinden inatçıydı. Gürkan Bey, evlilik fikrine karşı değildi ama otelinde kimsenin hakkı olsun istemiyordu. Bekir Bey ise hem evlenmelerini istiyor hem de otelin yarısını kızının üstüne yapmalarını bekliyordu. Böylelikle ikisi de inatlaştı ve senelerce bu iş olmadı. Gürkan Bey tam 3 sene Bekir Bey'i ikna etmek için uğraşıp durdu. En sonunda arsaya başka alıcı çıktığında ise Gürkan Bey mecburen Bekir Bey'in şartlarına razı olup Defne'yi, oteline ortak etti. Aynı gün hem nişan yapıldı hem evraklara imza atıldı yani. Defne, otele ortak olduğu evrakları imzalarken utançtan yerin dibine girmişti o gün çünkü aklı asla kimsenin malında mülkünde değildi. Doğukan’a olan sevgisi dışında hiçbir şey yoktu yüreğinde. Özellikle babası ve Gürkan Bey’in birbirini ikna etmeye uğraştığı üç sene boyunca Doğukan’la iletişimde kalmış, günden güne daha çok aşık olmuştu ona, Defne. Bu süreçte sıklıkla birbirlerinin evine gelip gitmeleri bir yana, Doğukan; Defne seviyor diye çiçekler, çikolatalar getirirdi sürekli. Üstelik o zamanlar Doğukan üniversite okuduğu için sürekli Ankara'ya da gidip geliyordu ama yine de Defne ile her gün görüntülü konuşup mesajlaşıyor, ilgisini hiç eksik etmiyordu. Defne de artık her gece onu düşünerek uyuyor, sabah onu düşünerek kalkıyordu. Şu an ayrı düşmüş olsalar bile bir gün el ele gezecekleri, hiçbir şey düşünmeden sadece hayatın tadını çıkaracakları günlerin hayalini kuruyordu. Düşünmekten dükkana ulaştığını ancak fark ederken zihnindeki açık hava sinemasından ayrıldı ve küçük bir zil sesi eşliğinde kapıyı araladı Defne. İçeri girdiğinde Hayri Usta dereceli gözlükleri ve suratında ciddi ifadesiyle çoktan işinin başına geçmişti yine. Sert adamdı, çoğu kişi onu pek sevmezdi ama hayat onu evlat acısıyla sınamış, yokluğu dibine kadar göstermişti. O yüzden kimseye eyvallah etmez sadece kendi işine bakardı. “Günaydın Ustam.” diye seslenerek hemen çantasını bırakıp saçlarını topladı Defne. Adana sıcağında açık saçla çalışılmıyordu çünkü. Hayri Usta başını kaldırıp, “Günaydın kızım. Kahvaltı yapmadıysan bir şeyler ye önce, daha sonra şunlardan başlarsın.” diyerek tezgâhın üstünü gösterdi. Genelde takımları kendi yapar daha ufak şeyleri Defne'ye bırakırdı. “Kahvaltı yapıp geldim, hemen başlıyorum.” dedi ve torbaları sırasıyla eline alıp işlerini yapmaya başladı Defne. Genelde 2 saat durmadan çalışıp Türk kahvesi içmek için mola verir ve sevgilisini arardı bu sırada. Defne, Doğukan'ı mümkün olduğu kadar çabuk aramak için işlerini hızla halletti ve boynunu ovarak iki tane kahve yaptı. Daha sonra da dükkanın önüne çıkıp deminden beri duymak için delirdiği sese ait olan numaranın üstüne dokundu. Ama yine cevaplanmadı araması. Böyle iletişimsiz kalmamak için yurt dışında Doğukan'ın yanına gitmeyi çok istemişti Defne ama ailesi hiçbir zaman izin vermemişti buna. Evlenmeden yalnız kalmalarını kesinlikle istemiyorlardı. Defne ise onunla gezmek, eğlenmek gitmediği yerleri Doğukan ile keşfetmek istiyordu. Babasının, uğruna Defne'yi rezil ettiği, Muğla’da inşaatı devam eden oteli bir kere bile Doğukan ile beraber gezememişti mesela. Daha önce babası ve Doğukan'ın ailesiyle beraber gitmişti ama Defne, utançtan başını kaldırıp bakamamıştı hiçbir yere. Yine de Doğukan'ın, düğünlerinden sonra on gün balayı sözü vardı otellerinde. Hatta daha sonra Defne'nin hayali olan kuzey ışıklarını izlemeye götürmek için de isteksiz bile olsa bir söz vermişti ve galiba bunların hepsine sadece 4 ay kalmıştı. Sonra onunla ömür boyu mutlu olacaktı. Kahvesi yarıya indiğinde işinin başına dönmeden önce bir kere daha arayıp şansını denemek istedi Defne ve uzun uzun çaldırması sonucu, şaşırtıcı şekilde telefon açıldı bu kez. “Ne var Defne! Açmıyorsam işim var demek ki neden iki saattir çaldırıyorsun!?” diyerek bağırdı Doğukan. Ama Defne, telefonu açılır açılmaz azarlanmayı bekliyor muydu, bilmiyordu. “Konuşamadık uzun süredir, merak ettim seni. Özür dilerim rahatsız ettiysem.” dedi, titrek bir sesle. Hemen ağlayıp kendini küçük düşürmek istemiyordu ama yaşlar çoktan çenesinden aşağıya akmaya başlamıştı bile. Doğukan, bu sefer sesini daha sakin tutmaya çalışarak, “Yoğun olduğumu biliyorsun haftaya oradayım zaten böyle sürekli telefonda konuşmaya vaktim yok yüz yüze konuşuruz.” diye cevap verdi. Sürekli mi? “Tamam. Nasıl istersen.” Ağladığımı anlasın istemiyordum ama aptal bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. “Ağlıyor musun yine? Ne dedim şimdi ben? Bıktım bu ağlamalarından.” Yine oflayıp puflamaya başladığında kendimi daha da kötü hissettim. Bunaldığını söyleyip benden ayrılmasından korkuyordum. “Hayır bir şey yapmadın. Seni çok özledim onun için ağlıyorum.” Ama sen beni hiç özlemedin biliyorum. “Az kaldı ben de seni özledim.” Telefonu kapatmak istediğini biliyordum ve özlemini hiç hissetmiyordum. “Tamam haftaya görüşürüz o zaman.” Tekrar hıçkırmamak için direndim. “Görüşürüz.” Telefonu kapattığında daha da çok ağlamaya başladım. Keşke hislerimi anlasaydı veya anlamayı geçtim, keşke dinleyebilseydi. Beni değersiz hissettirdiğini söylediğimde öyle olmadığına ikna edebilseydi veya her an terk edilme korkusuyla baş başa bırakmasaydı beni. Bu dükkanda ağlamamak için söz vermiştim halbuki kendime. Yoldan geçen insanlar bana bakıyor halime acıyordu muhtemelen. Yine ustam görecek ve yanlış bir adamla olduğumu söyleyecekti. Ama ben bunları dinlemek istemiyordum ki. Uzak kaldığımız için oluyordu tüm bunlar. Biz bir aradayken dünyanın en tatlı çiftiydik ve Doğukan geldiğinde yine öyle olacaktık. Bazen ben saçma sapan her şeye duygusallaşıyordum belki de. Gözümdeki yaşları silip çantamdan küçük makyaj çantamı çıkardım ve suratımdaki izleri temizledim. Artık sık sık ağladığım için yanımda taşıyordum bu çantayı. Dükkâna girdiğimde ustam dikkatle yüzüme baktı. “Ağladın mı sen?” diye sordu burnunun ucuna düşürdüğü gözlükleriyle. “Yok ağlamadım. Yani mutluluktan ağladım daha doğrusu. Doğukan haftaya geliyormuş.” Biraz yalan söylemekten zarar gelmezdi. Hayat dersi almak istemiyordum. “Öyle olsun bakalım.” Ustam dikkatle işine döndüğünde ben de işimi tekrar elime aldım. Öğle yemeği yemek dışında yerimden kalkmadan çalıştım. İşten çıkmama yakın dükkânı toparlarken gözüme parlak kırmızı bir kumaş ilişti. Bu kumaşı bir hafta önce zengin bir kadın getirmiş ve kendine takım diktirmişti. Görür görmen hayran olmuştum ve kadın geri gelip artan kumaşını almadığına göre kullanmamda sakınca olmazdı sanırım. Kumaşı elime alıp üstüme tuttum hemen. Evet, bana göre elbise çıkardı. “Usta ben bu kumaşı alabilir miyim?” Ustam neyi gösterdiğime baktı. “Al, senin olsun.” dedi, kafasını sallayarak. Mutlulukla gülümsedim zaten hiçbir zaman isteğimi geri çevirmezdi. Hemen tezgâhımın üstüne attım ve az kalmış kumaştan nasıl bir elbise yapabilirim diye düşünmeye başladım. Sevgilim geldiğinde onun için giyecektim. “İyi akşamlar usta. Yarın görüşürüz.” •••••••••• Ertesi gün Hayri Ustam öğlen yemeğine çıktığında ben de evden getirdiğim yemeğimden atıştırmaya başlamıştım. Bir yandan da elbise modellerine bakıyordum. O sırada aniden dükkanın kapısı açıldı ve içeri hafif iri yapılı, orta boylu, açık kahverengi saçlı, buğday tenli hoş bir kadın girdi. “Çalışıyor musunuz ?” diye sordu ve güneş gözlüğünü çıkarıp kafasına yerleştirdi. “Evet, buyurun.” Nazikçe gülümsedim. Normalde öğle arasındaydım ama müşteriyi geri çevirmek huyum değildi. “Bunların en kısa zamanda yapılmasını istiyorum.” dedi ve iki torba dolusu eşyayı yüzümün önüne kaldırdı. “Tabi bakayım hemen, yapmaya çalışırım.” diyerek torbaları elinden aldım ve içine baktım. Birinde pembe payetli, uzun bir gece elbisesi diğerinde günlük kıyafetler vardı. “Bu aralar kilo verdim de yakında düğünüm olacak. Hepsini daraltmak istiyorum.” dedi, biraz şımarık bir ifadeyle. “Ben hemen ölçülerinizi alayım.” dedikten sonra zaman kaybetmeden kızı kabine alıp kıyafetleri denemesini istedim. Önce gece elbisesini giymişti ve gerçekten çok güzeldi. İnce askılı zarif elbise üstüne hafif boldu ama işi kısaydı. Hemen ölçülerini alıp iğneyle işaretledim ve diğer giysileri de denedikten sonra işimi halledip tezgaha doğru ilerledim. “İnanır mısınız daha yeni yaptırdım ama beceriksiz terzi üstüme göre yapamamış. O yüzden tekrar yaptırmak zorunda kaldım. Çabuk yaparsanız çok sevinirim bu elbiseyi iki gün sonra giyecektim” dedi, dudaklarını bükerek “Tamam, üzülmeyin ben en kısa sürede halledeceğim.” dedim, elimdeki eşyaları katladığım esnada. “Keşke herkes ait olduğu yerde olsa değil mi? Ait olmadığımız işlerde veya insanlarda ısrarcı olmasak. O zaman kimse böyle, bir şeyleri düzeltmek için uğraşmak zorunda kalmazdı.” dedi, gözlerini garip bir ifadeyle suratıma dikerek. Durduk yere ne alakaydı bu laf şimdi? Kadının yüzüne değişik bir bakış attım istemsizce. Neyse ki işim bitmişti, kimseyle garip bir sohbete girmek istemiyordum. “Evet, keşke. Bu arada isminizi ve numaranızı almam gerek.” diye geçiştirdim. “İsmim Melisa.” dedi. O da gözlerime garip bir şekilde bakmaya devam ediyordu hâlâ. Hızlıca numarasını da alıp poşetlerin üstüne yapıştırdım. “İki gün sonra bu saatlerde gelip alabilirsiniz.” Almaya geldiğinde ödemesi gereken tutarı söyledim ve bana bunun ufak bir para olduğunu ima eden bir hareket yaptı. “İyi günler dilerim.” “Görüşmek üzere.” Kız sonunda dükkandan çıktı. Poşetten çıkarıp tekrar baktım elbiseye. Pahalı bir markaydı ve gerçekten çok şıktı. İnternetten öğrendim fiyatını ancak şu an için bir gece giyeceğim elbiseye bu parayı ödeyecek durumda değildim. Sanırım bir benzerini dikebilirdim kendime. İşlerimi çabucak halledersem arkadaşımın nişanı için bu elbiseyi hazır ederdim. •••••••••• “Oldu mu Melisa, rahat ettin mi?” görülmekten korkarken tedirgin halde sordu Doğukan. Bu sırada Melisa arabaya oturmuş, tüm umursamazlığıyla kemerini bağlıyordu. “Evet ettim. Tüm gün seni arayıp mesaj atmaktan çalışmaya pek vakti olmuyordur belli ki ama baya bir kıyafet götürdüm, 1-2 saatliğine yakandan düşer diye umuyorum.” diyerek yapmacık bir şekilde gülümsedi Melisa. Bu sümsük kız sürekli sevgilisine mesaj atıyor veya arıyordu. Ne zaman rahat bir nefes alıp buluşsalar telefona bakmaktan kendisiyle ilgilenemiyordu sevgilisi ve bu durumdan fazlasıyla bıkmıştı. “Melisa, farkında mısın bilmiyorum ama bu kız benim nişanlım. Arayıp sorması oldukça normal yani.” dedi Doğukan, bu saçma sapan kaprislerden bıkmıştı artık. Eğer Melisa kendisini sürekli terk edip durmasaydı anlık bir gaflete düşüp Defneyle hiç nişanlanmazdı belki. “Ha öyle mi? Arasın istiyorsun yani biricik nişanlın?” Melisa iyice sinir oluyordu. Doğukan’a aşık olduğundan değil, sırf başkasıyla mutluluğunu görmeye dayanamadığı için adamı geri istemiş ve almıştı da. “Aramasını falan istemiyorum sen de farkındasın. Bak, artık bu konu kapansın tamam mı? Hâlâ İngiltere’de olduğumu sanıyor ama ben burada, seninleyim. Sırf öyle istedin diye çalıştığı yerin dibine gelip görülme riskini göze aldım. Yeter artık, bu konuyu kapat. Zamanı gelince beraber gideceğimizi düşün sadece.” dedi Doğukan. Sinirini zar zor kontrol ediyordu artık. “Elbiseme nasıl baktığını görmen lazımdı.” diyerek hafif bir kahkaha attı ve konuyu dağıttı Melisa. “Sen hiçbir şey almıyor musun bu zavallıya? Ağzının suları aktı resmen. Para avcısı bir tip olduğu belli ama seni yeterince yolamamış demek, yazık.” Numaradan üzgün bir surat takındı. Doğukan ne diyeceğini bilemedi. Defne para avcısı değildi, kızı iyi tanıyordu. Saf bir tipti hatta salak bile denebilirdi. Ama şimdi bunları söylese Melisa'nın saldırganlaşacağını biliyordu. “Her neyse, nereye gitmek istersin.” diye sorarak kızın elini tuttu ve arabayı çalıştırdı. “Otele gidelim beraber jakuzi keyfi yapmak istiyorum.” Melisa dudaklarını şoför koltuğuna doğru uzatıp Doğukan'dan bir öpücük aldı. “Ayrıca iki gün sonraya lüks bir yer ayarla. Güzel bir yemeğe gidelim.” dedi. Elbisesini giyecek ve sevgilisiyle bir sürü fotoğraf çekinecekti. Zamanı geldiğinde de hepsini paylaşıp o kaşara, Doğukan'ın hiçbir zaman ona ait olmadığını, istediği zaman bu adamı bırakıp istediği zaman geri alabileceğini kanıtlayacaktı. Yol bitene kadar da Defne'den, kendisini ne kadar özlediğini yazan sevgi dolu mesajlar geledursun, Doğukan bir an bile Melisa’nın elini bırakmamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD