Beni adım adım izlemiş, yaşadığım trajik olaya şahit olmuştu. Yetmezmiş gibi sefaletimi yüzüme vurmaktan geri durmuyordu. Nasıl bir kalbi, vicdanı vardı bu adamın... Ama hayır, onun kalbi olsa bile vicdanı yoktu!
"Ne dersen de, o eve geri dönemem çünkü huzurunuz benim yüzümden bozuldu."
"Merak etme, huzurumuzu istesen bile bozamazsın! Başka bahanen yoksa gidelim artık."
Ne kadar önemsiz olduğumu bu sözleriyle bana hiç acımadan belirtmişti. Kalbimin kırıklarına bir yenisi daha eklenmiş ne fark ederdi? Zaten acı çeken bir kalbe bir acı daha eklense en fazla bir kaç damla gözyaşıda bu yüzden dökerdi.
Dizlerimin üstünde öylece çökmüş vaziyette yere bakıyordum. Kalkarsam beni zorla peşine katacağına emindim. İşte bu yüzden... Kalkmayacaktım!
"Kadir amcaya daha fazla sıkıntı vermek istemiyorum."
"Babam seni bekliyor, dönmezsen eğer daha çok üzüleceğine eminim. Şimdi kalkacak mısın?"
"Anlamıyor musun? İstenmediğim o eve gelemem! Kendi başımın çaresine aylardır bakıyorum. Bulurum bir yolunu, Kadir amca da benim için yeterince iyilik yaptı. Annemin mezarı bile onun sayesinde var. Daha fazlasını istemedim. Lütfen..."
"Derdini babama anlat. Sensiz eve dönmem. Akşama kadar seni bekleyemem! Hadi kalk!" diyen adama tüm cesaretimi toplayıp baktığım anda hepsini kaybetmem eş zamanlı oldu. Bir insan bu kadar ürkünç olmayı nasıl başarabilirdi?
"Kime diyorum? Bana bakmayı kes ve düş önüme!"
Bağırmıyordu aslında gayet sakindi ama bağırsa bu kadar korktuğum için kendime şaşırmazdım. Ateşe dokunmadan yanmak gibiydi bu yersiz ve aptalca korkum! Biraz cesur olmalı ve bu adama gereken cevabı vermeliydim.
"Dağ başı değil burası, beni zorla hiçbir yere götüremezsin!"
"Öyle san!" dedi ve yüzüne düşen alaycı bir ifadeyle bana doğru eğildi. Bana yaklaştıkça ben geri geri sürünüyordum. Sırtım bir yere çarptığında kaldırımın ortasına dikilen sokak lambasına saydırmadan edemedim.
"Bırak beni!" diye bağırdığımda tam olarak bulunduğun yer Azrail'in sol omzuydu. Baş aşağı, sırtına doğru salladığım yumruklar 'Çırpınma boşuna'
demesi ile son bulmuştu. Etrafta kimsenin olmamasına yanarken az ötede duran simitçiye gözüm takıldı.
"Yardım edin!" diye bağırdığımda simitçi beni fark edip bize doğru koşmaya başlamıştı.
"Ne yapıyorsun sen? Hani misafirindi? Kızı sahipsiz mi sandın?"
Simitçi, adamın koluna yapışmıştı ama adam umursamadan yürümeye devam ediyordu.
"Polisi arıyorum! Gör bak o zaman yine böyle elini kolunu sallaya..." derken Araz durdu ve simitçinin yüzüne yumruğunu geçirdi.
"Bu kızın sahibi benim!" diyerek kükredi ve beni omzundan indirip karşısına aldı. "Öyle değil mi Meysere!"
Tehdit doluydu bu sorunun her harfi. Aksini söylediğim takdirde başıma gelecekleri kestiremiyordum. Titreyen sesime rağmen 'evet' demeyi başarabilmiştim. Simitçiye üzgün ve çaresiz bakışlarımı gönderdikten sonra başımı yere eğdim.
Simitçi sesini çıkarmadan çekip giderken Araz tekrar bileğime asılmıştı. İtiraz etmeden yürüyordum.
Bahçeye girmeden önce bileğimi sertçe bırakıp yüzüme nefretle baktı.
Ben geri adım atarken eli bu kez belime dolanmıştı. Arkadan bana sarılıp soğuk sesiyle "Babamı kıracak bir söz söylersen seni pişman ederim! Kendi isteğinle geri döndüğünü ve burada kalmak istediğini söyleyeceksin!" dedi. Sonrasında bedenimi serbest bıraktı.
Gözümden süzülen yaşı elimin tersiyle silip "Anladım..." diyebildim. Oysa içimden geçen tek şey bu adamı boğmaktı.
Bahçeye girdiğimizde çardakta bitkin ve üzgün bir halde oturan Kadir amcayı gördüm. Nesrin hanım ise karşısında oturmuş Kadir amcanın elini tutuyordu.
"Ne yapar tek başına? Ya başına yine bir iş gelirse ne olacak? Nasıl yüzüne bakarım?"
Kadir amcayı bu hale getirdiğim için kendime kızmaktan başka bir şey yapamazdım. Azrail arkamdan "Baba!" diye seslenince Kadir amca bize doğru döndü ve heyecanla yerinden kalkması bir oldu.
Koşar adım yanıma gelirken "Meysere'm..." dedi ve koca yüreğiyle beni sımsıkı sarmaladı. Kadir amca benim iyiliğim için didinip dururken ben işini zorlaştırıyordum. İyilikten anlamayan bir nankördüm. En ufak zorlukta Kadir amcayı kırılmasını umursamadan çekip gitmiştim.
"Geri döndüm Kadir amca, endişelenme artık. Sen, 'git' diyene kadar ben burada, gözünün önünde kalacağım."
Kadir amcanın şen kahkahası kulağımda çınlarken ben yavru kedi misali biraz daha Kadir amcanın kolunun altına sokulmuştum.
"Deli kız, çok üzdün beni. Neyse ki geri döndün."
Kadir amca sonra oğluna dönüp minnetle baktı. "Araz, nasıl ikna ettin bu inatçı keçiyi?"
"Senin üzgün olduğunu duyunca pişman oldu baba."
Yalan söylerken ne gözünü kaçırıyor ne de sesi titriyordu. Yüzü ifadesiz ve doğru konuşuyor gibi sakindi. Sanki az önce beni zorla omzuna atan ve beni peşinden sürükleyen o değildi. Nerdeyse ben bile inanacaktım bu söylediklerine.
"Güzel kızım, bir daha beni üzmez. Öyle değil mi Meysere?"
"Üzmem Kadir amca, söz veriyorum."
Ne kadar üzülürsem üzüleyim bir daha beni aylardır evladı gibi gören o adamı üzmeyecektim. Ta ki onu kendi ayaklarım üstünde durabileceğime ikna edene dek.