Onu görür görmez hemen tanımıştım. Barda, beni o iki serseriden korumaya çalışan adam, şuanda gözleri kapalı olarak tamda önümde yatıyordu.
Yaşadığım şaşkınlık ve üzüntüyle "Ona ne oldu?" dedim sesim titreyerek. Özlem yüzümdeki garipliği fark etmiş olacak ki, ne olduğunu anlamaya çalışır gibi beni izliyordu.
Leyla Hanım, şefkatle hastanın dağınık görünen saçlarını düzeltti.. "Üç ay önce çok ciddi bir trafik kazası geçirdi. Yaşaması bile büyük şans, hatta mucizede diyebiliriz. Müdahale sırasında bir süreliğine kalbi durdu ve bu süre içinde beynine oksijen gitmediği için bitkisel hayata girdi "dedi.
Demek ki onunla karşılaştığımız günlerde olmuştu bu kaza. Dikkatlice yüzünü süzerken kalbimin acıdığını hissettim. O kadar gençti ki. Onu ilk gördüğüm günkü kadar yakışıklı görünüyordu. Sanki hasta değil de, derin bir uykuya dalmış gibiydi.
Hasta bakıcılığı yapmayı o ana kadar sadece maddiyat için istiyordum, ama şimdi farklı bir şey vardı hissettiğim.
Bir sonraki gün işe başlayabileceğimi söyleyerek Özlemle evden ayrıldık. Dışarıya çıkar çıkmaz derin bir nefes alıp sırtımı bahçenin duvarına yaslarken elim kalbimin üzerindeydi.
Özlem, "Neler oluyor Nisan? Rengin attı resmen ama içeride bir şey soramadım." dedi.
Gözlerimi kapattım. "İçerideki çocuk...... Oydu Özlem."
Kafası karışmıştı. "Söylediğinden bir şey anlamıyorum. Kim, kimdi?" Diye sordu.
"Bakacağım hasta, beni barda savunan çocuktu. Doğum günümün olduğu gün bahsetmiştim hani sana. Hatırladın mı?"
İki eliyle ağzını kapattı. "Hadi canım!"
"Maalesef."
O da en az benim kadar üzülmüştü. "Yazık ya! Hem çok genç, hem de çok yakışıklı. Çok trajik bir son." Arkasını dönüp devasa büyüklükteki eve baktı. "Üstelik çok zengin ama dünyadan bihaber. Onun yerinde olmayı istemezdim."
Gece boyunca Göktürk'ü düşündüm. Yatağa bağımlı görüntüsü bir türlü gözümün önünden gitmiyordu. Oysa onu ilk gördüğüm gün ne kadar dinç ve sağlıklıydı.
☆☆☆☆☆
Ertesi gün okuldan sonra eve gidip kendime küçük bir çanta hazırladım. Sadece hafta içi çalışacağım için hafta sonları yine evde olabilecektim. Barda kazandığımın iki katını alacak, sarhoş adamların sorunlarıyla uğraşmayacaktım. Bu işin tek iyi tarafı da buydu belki.
Beni evde Leyla Hanım karşıladı ve daha önce görüşme yaptığımız odada yapmam gerekenleri anlattı. "Senin görevin, gece on iki de alması gereken ilacı serumuna karıştırmak. Biraz sonra bunu nasıl yapacağını uygulamalı olarak sana göstereceğim. Birde, sabaha kadar her iki saate bir onu kontrol etmek. Göktürk'ün odasının yanındaki odada kalacaksın. Herhangi bir değişiklik fark edersen hemen bana haber vermeni istiyorum. Telefonum 7/24 açık olacak. Olur da şehir dışında falan olursam, ya da hastanede olursam Duyguyu da arayabilirsin. İkimizden birisi mutlaka gece evde olacak."
"Hastane derken?" diye sordum.
"Sanırım Buğra bizim doktor olduğumuzdan bahsetmemiş sana. Kendimize ait hastanemiz var. Bazen gece hastanede kalma durumumuz olabiliyor. Bu çok sık olmadığı için sen bu konuya takılma. Her zaman olası bir durum için evde bir doktor oluyor yani."
"Peki, gündüzleri kim bakıyor ona?"
"Gündüzleri için ayrı bir bakıcımız var zaten. Hem kişisel bakımını yapıyor, hem de gündüz alması gereken ilaçları veriyor. Bak Nisan, Göktürk ve Senem benim göz bebeğimdir. Onlar bana Ağabeyimin ve yengemin emanetleri."
O ana kadar Göktürk ve Senemin anne ve babalarının olmadığını fark etmemiştim." Emanet dediniz?"
"2 yıl önce, hava alanına giderken trafik kazası geçirdiler."
Bir insanın başına daha kötü ne gelebilirdi ki? Onun için her geçen an daha çok üzülmeye başladım. Bu ailenin trafik kazalarından çektiği neydi böyle.
Odama yerleştikten sonra Göktürk'ün odasına geçtim. Odada onun başında oturan yaşlı bir adam vardı. Beni görünce gülümsedi. "Sen Nisan olmalısın."
Bende aynı şekilde gülümsedim. "Evet."
"Ben Göktürk'ün dedesi Eyüp" diyerek elini uzattı.
"Memnun oldum efendim."
Birden kaşlarını çattı." 'Efendim' yok. Bu evde Leyla'nın dışındakiler bana Eyüp dede yada amca der. Sende onlardan birisini seç bakalım!" dedi ve tekrar gülümsedi.
"Peki Eyüp Amca. Amca diyorum, çünkü dede denilecek kadar yaşlı olduğunuzu düşünmüyorum."
Yüzündeki tebessüm kahkahaya dönüştü. "İşte şimdi seni daha çok sevdim."
Biz konuşurken içeriye Senem girdi. Dedesinin yanağına öpücük kondurup, "Ne kaynatıyorsunuz bakalım?" diye sordu.
"Hiiiiiç. Nisan kızımla tanışıyorduk. Bana 'Amca' diyerek kalbimi fethetti."
Senem bana bakarak göz kırptı. "e dedeciğim, her zaman çok genç göründüğünü söylüyorum zaten."
Üçümüzün arasındaki espriler kısa bir süre sonra yerini hüzne bıraktı. Senem dedesine bakarak, "Abimin bir gün uyanamamasından çok korkuyorum." dedi.
"Üzülme kızım. Benim oğlum güçlüdür. Er ya da geç bu yataktan kalkacak." dedikten sonra Seneme sıkıca sarıldı ve birkaç dakika sonra odadan çıktı.
Senemle odada yalnız kalmıştık. "Kaza nasıl oldu?" diye sordum.
"Mutsuzluktan "dedi.
"Mutsuzluktan?" diye tekrarladım nedenini sorar gibi.
"Evet mutsuzluktan. Ailemizin ölümünden sonra, eşini de kaybetti. Aslında abim çok güçlüdür; fakat üst üste gelen beklenmedik felaketler onu çok sarstı. O da unutmak için içkiye sığındı ve bu hale geldi."
Senemin anlattıklarından sonra, Göktürk'ü barda gördüğüm günü hatırladım. Neden o kadar mutsuz olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum.
☆☆☆☆
İşe başlayalı iki hafta olmuştu. Leyla Hanım ve kızı Duygu dışındaki herkesle çok iyi anlaşıyordum. O ikisinde, ismini koyamadığım garip bir şeyler vardı. Belki de insanlara sürekli tepeden bakıyor olmalarıydı haz etmediğim, bilemiyorum. Ama emin olduğum bir şey vardı, benden hoşlanmıyorlardı. Eyüp amca ve Senem bu evdeki en sevdiklerimdi. Gündüz bakıcısı Ayşe hanım ve Duygu hanımın haftanın belirli günlerinde getirdiği fizyoterapist olan Nurhayat hanımı da seviyordum. Hepsi güler yüzlü tatlı insanlardı.
Onların dışında, Buğrayı çok sık görmüyordum, genellikle kendi evlerinde kaldığı için çok sık uğramıyordu. Senemin anlattığına göre, Göktürk kaza yaptıktan sonra Leyla hanım ve Duygu yanlarına yerleşmişti.
Bir gün, gündüz bakıcısı Ayşe hanım rahatsızlandığı için Leyla hanım beni aradı. Eğer müsaitsem öğlen gelmemi rica etti. Dersim boş olduğu için kabul ettim.
Odasına girdiğim zaman, pencereden içeriyi dolduran güneş ışığının yüzüne vurduğunu ve terlediğini fark ettim. Perdeyi kapatıp yanına yaklaştım. Alnındaki ter damlalarını sildim. Teni o kadar pürüzsüz ve yumuşaktı ki, bir an çıplak elle ona dokunmayı istedim. Neler oluyordu bana? Bu haldeki birisine karşı böyle şeyler hissetmek hiç normal değildi. Yine de kendime hakim olamadım, elimi yanağında gezdirdim. Sakalları yeni çıkıyor olmasına rağmen sert değildi, heyecanlandım.
"Sen ne yapıyorsun?" diye bir ses geldi. Duygu.
Ne cevap vereceğimi şaşırdım. "Şey....çok terlemişti, ben terini siliyordum."
Benden iğreniyormuş gibi ters ters gözlerime baktı. "Bir daha sakın ona dokunma, enfeksiyon kaptıracaksın!!!"
"Tamam." dedikten sonra koşarak odama gittim.
Saat gece yarısına yaklaşırken, odamda gelecek haftaki sınavlarıma hazırlanıyordum. Göktürk'e ilacını vermem için yarım saat vardı. Telefonum çaldı, ekranda gündüz bakıcısı Ayşe hanımın numarasını gördüm.
"Efendim Ayşe Hanım."
"Nisancığım çok kötü bir şey oldu." dedi. Sesi telaşlı geliyordu.
"Ne oldu,"
"Sabah eve gelince rahatsızlandığımı söylemişlerdir sana. Gerçekten çok kötüydüm ve Göktürk Bey'in ilacını vermeyi unuttum."
Hemen oturduğum sandalyeden ayağa kalktım." Emin misin? yani belki ilacı vermişsindir ama verdiğini unutmuşsundur"
Ağlıyordu. "Eminim. Ya benim yüzümden ona bir şey olursa! Korkumdan Leyla hanımı arayamadım."
"Dur bir dakika ben hemen bakmaya gidiyorum." dedim ve telefonu kapattım. Onu en son iki saat önce kontrol etmiştim. Son gördüğümde anormal bir şey çarpmamıştı gözüme. Sonra aklıma öğlenki terlemesi geldi. Koşarak yan odaya gittim. Her zamanki gibi hareketsiz yatıyordu. Serumuna baktım, takılalı çok uzun zaman olmadığına göre Duygu ya da Leyla hanım odasına gelmiş olmalıydı. Ona dokunmak için tamda elimi alnına uzatırken, birden kolumu tuttu ve gözlerini açtı.
"Lütfen bana yardım et!"