Cama vuran yağmur damlalarının tıkırtıları yetmiyormuş gibi, üstüne birde gece komodinin üzerinde şarjda bıraktığım cep telefonum çalmaya başladı. Yatmadan önce tamamen kapatmayı unuttuğum için yatağın içinde kıpırdanıp kendi kendime küfür ettim. Bugünkü uyku keyfim mahvolmuştu ve ben başımı gömdüğüm yastığın altında çığlık çığlığa bağırmak istiyordum. Oflayarak yorganın altından kolumu uzatıp başucumdaki telefonumu aldım. Ekrandaki isim neden şaşırtmamıştı beni. "Efendim anne."
"Doğum günün kutlu olsun güzel kızım. Allah bana senin mutlu günlerini görmeyi nasip etsin inşallah." dedi.
Neredeyse benim bile unuttuğum, ama bir annenin asla unutmayacağı gündü tabi. "Anneciğim, şuan benim doğum günümü kutluyorsun ama, kendin için dilekte bulunuyorsun farkında mısın?"
Benim söylediklerime karşılık telefonun ucundaki gülücüklerinin sesini duydum. "Ne fark eder ki? Sonuçta dileğim senide kapsıyor meleğim." Diye cevap verdi.
Doğum günümü hatırlayan tek insan her zamanki gibi annemdi. Bir de, bir ihtimal ev arkadaşım Özlem hatırlayabilirdi o kadar. Kimin umurundaydım? ya da beni gerçekten seven kaç kişi vardı?
"Baban da doğum gününü kutlamamı istedi." diyen annemin sesiyle daldığım düşüncelerimden uzaklaştım.
"Babam mı?"
"Evet baban, neden bu kadar şaşırdın ki?"
Söylediği yalana inanmayı o kadar çok isterdim ki. Gözlerimi kapatıp sıkarak "Babam benim doğum günümü hiçbir zaman hatırlamaz ki. Üstelik beni sevmez bile. Yine de teşekkür ederim." Dedim.
"Hadi ama Nisan, babana haksızlık yapıyorsun. Her baba gibi o da kızını çok seviyor. Sadece, bunu ifade etme şekli diğer insanlara göre biraz farklı. O hiçbir zaman sevgisini göstermeyi beceremez biliyorsun. "
Annem hazır babamı savunmaya geçmişken aklıma üniversite sınav sonuçlarının açıklandığı gün geldi. Babam, "Kız kısmı okur muymuş? Otur oturduğun yerde!" demişti. Ona itiraz etmiş, saatlerce ağlamıştım. Ne benim gözyaşlarım, nede annemin yalvarışları onu ikna edebilmişti. Bu çağda böyle bir zihniyet olamazdı ama söz konusu benim babamsa, her şey mümkündü. Hayatımda ilk kez o gün ona karşı çıkmış, karşılığında da okkalı bir tokat yemiştim. Aklıma gelen kötü anılar canımı acıtırken, elim istem dışı babamın vurduğu yere gitti. Aradan 3 yıl geçmesine rağmen, o gün her aklıma geldiğinde vurduğu yer aynı acıyla sızlıyordu sanki. Doğduğum güne neredeyse lanet eden adam şimdi doğum günümü mü kutluyordu, hiç inandırıcı gelmemişti.
Annemle, babam hakkında daha fazla konuşmak istemediğim için konuyu değiştirip sohbeti kısa kestim. Çünkü babamın anneme ettiği o kadar eziyete rağmen annem kocasına toz kondurmazdı. Bu da beni çıldırtıyordu.
Akşam, hiç içimden gelmesede işe gitmek için hazırlandım. Çünkü masraflarımı karşılayıp kiramı ödeyebilmek için çalışmak zorundaydım. Babam beni cezalandırmak için, maddi yönden beş kuruş destek vermemişti. Eninde sonunda pes edip onların yanına döneceğimi düşünse de, yanıldığını yıllar içerisinde anlamış oldu.
Onun, hayalimi gerçekleştirmeme karşı çıkması daha da kamçılamıştı beni, hırs yapmıştım.
Evden çıkmak üzereyken kapıda ev arkadaşım Özlemle karşılaştık.
"Her gece başına bir şey gelecek diye tedirgin oluyorum. Başka bir iş mi bulsan Nisan." dedi.
Kolumu dirseğimden büküp aslında var olmayan kaslarımı gösterdim. "Sen hiç merak etme, ben kendimi korumasını bilirim. Daha iyi bir iş buluncaya kadar idare etmek zorundayım." diye cevap verdim.
Son üç aydır, bir barda gece yarısına kadar garsonluk yapıyordum.
Öncesinde tekstil fabrikasında çalışıyordum fakat personel daraltılmasına gidildiği için işsiz kalmıştım. Sonra bir gün karşıma bu berbat iş çıkmıştı ve hayatımı sürdürebilmek için mecbur kabul etmek zorunda kalmıştım. Üniversite öğrencisiyseniz eğer, part time iş bulmak çok zordu, tabii birde Adana gibi bir şehir de yaşıyorsanız. Özlemle vedalaştıktan sonra işe gitmek için yola çıktım.
Mesaim 20:00 da başlamıştı ve bu akşam bar tıklım tıklım doluydu. Dolayısıyla servislere yetişebilmek için çok seri hareket etmem gerekiyordu.
Saat gece yarısına yaklaşırken, masalardan birindeki iki serseri tipin bakışlarından rahatsız oldum. Eğer gecenin bir yarısına kadar içki servisi yapan bir garsonsanız, maalesef arada böyle şeyler olabiliyordu. Çünkü insanların acımasız ön yargıları vardı. Barda çalışan bir kız onlar için namuslu sayılmaz, parayla satın alınabilirdi.
Onlara aldırmadan işimi yapmaya odaklanmaya çalıştım. Ta ki, sözlü tacizlerinin ardından, birisinin kolumdan tutup kendisiyle konuşmam için beni zorlamasına kadar.
"Beni rahat bırakır mısınız lütfen!" dedim ve hızla kolumu çektim, ama adamın bırakmaya hiç niyeti yoktu.
"Hanımefendiyi rahat bırakın!!!"
Arkamdan gelen sesin sahibini görmek için döndüm. Daha önce görmediğim uzun boylu esmer, en fazla otuzlarındaki genç adamla göz göze geldik. Görüntüsü, bu mekana ait birisi olmadığını açıkça gösteriyordu. Beyefendi, kaliteli bir duruşu vardı. Bu bara gelenler genelde takım elbise giymezlerdi.
Bir anda üçü arasında tartışma başladı ve barın güvenlikleri kavga çıkmadan olaya müdahale etti. İki serseride ne olduğunu anlayamadan yaka paça dışarı atıldılar. Bana yardım eden genç adama teşekkür etmek istedim ama o hengamede ortadan yok olmuştu.
Gece 01:00 da eve gitmek için bardan çıktım. Şubat ayının ayazı yüzüme çarpar çarpmaz kulaklarımı da kapatan vişne rengi beremi başıma geçirdim. Koşar adımlarla köşe başındaki beni bekleyen taksiye giderken, barın yan tarafındaki ara sokakta küfür eden birilerinin seslerini duydum. Ne olduğunu anlamak için o tarafa baktığım zaman, yerde yatan bir adamı tekmeleyen iki kişiyi gördüm. Bunlar barda bana asılan adamlardı ve dövdükleri de beni kurtaran kişiydi. Yerdeki adam, onu dövenlere karşılık vermeden hareketsiz yatıyordu. Onlara doğru koşarken, üç aydır taksisine abone olduğum taksiciye "Ahmet abi yetiş!!!"diye bağırdım.
Adamların yanına taksiciden önce ulaşıp, çantamı nerelerine denk gelirse rastgele vurmaya başladım.
Adamlardan orta boylu sıska olanı üzerime doğru yürüdü. Benim gibi ufak tefek birisi için iri yarı sayılsa da, kendimi daha önce bu kadar cesur hissettiğimi hatırlamıyorum. Adam tamda yumruğunu bana indirmek üzereyken, Ahmet abi yumruğu havada yakalayarak onu engelledi. Adamlar bir anda karanlıkta kaybolurken yerdeki yaralının üzerine doğru eğilip kaldırmak için kolundan tuttum. "İyi misiniz?"
"İyiyim." dedi.
Ama hiç iyi görünmüyordu. Kaşı açılmış dudağı patlamıştı. Ahmet abinin de yardımıyla onu ayağa kaldırırken acıyla inledi.
"Yardımınız için teşekkür ederim. Arabam şurada" dedi ve 5 metre kadar gerimizdeki son model siyah spor arabayı işaret etti. O arabasına binip çalıştırırken bende taksiye bindim.
Hayatımda gördüğüm en mutsuz adama, İsmi neydi, sormayı bile unutmuştum.