When you visit our website, if you give your consent, we will use cookies to allow us to collect data for aggregated statistics to improve our service and remember your choice for future visits. Cookie Policy & Privacy Policy
Dear Reader, we use the permissions associated with cookies to keep our website running smoothly and to provide you with personalized content that better meets your needs and ensure the best reading experience. At any time, you can change your permissions for the cookie settings below.
If you would like to learn more about our Cookie, you can click on Privacy Policy.
Kahvaltı sofrası, akşam yemeği gibi kalabalıktı. Orhan Bey, oğlunun bir gecede şehrin nüfusunu hatırı sayılır şekilde azalttığını öğrenmiş, duyar duymaz da kardeşini aramıştı. Bu kadar büyük olay, bela getirecek demekti. Kimlerin kuyruğuna baktıklarından bile emin değildi. Oğlunun deliliği ile başına iş alacağından emindi. Sedat ile konuşarak durum kritiği yapmanın vakti gelmiş de geçiyordu bile… Sofrada yüzü asık olan bir kendisi vardı, Sedat da geldiğinde iki olurlardı… En azından Sedat gelene kadar bu şekilde düşünüyordu. Sedat Bey, sofraya oturmadan önce yeğeninin yanına yaklaşırken, daha masaya bile ulaşmadan kollarını havaya doğru genişçe açtı. Gözlerinde gururlu, neşeli pırıltılarla, yüksek perdeden çıkan gür sesiyle, “Evlat diye bağrıma basmıştım, Aslan diye kafese kapatacağım