İŞKENCE

1335 Words
Mutluydum hem de hiç olmadığı kadar... Sonunda dünyalar tatlısı anneme kavuşacaktım. Tam tamına bir yıl yedi ay boyunca annemi görmüyordum. Maddi imkanlardan dolayı annem beni ziyarete gelemiyordu. Ben ise tedavi sürecinde olduğum için anneme gidemiyordum. Nihayet doya doya hasret giderebilecektik. Çünkü artık tamamen iyileşmiştim. Annem, Mardin Midyat ilçesinde bulunan Şêroğlu Konağı'nda çalışıyordu. Benim için çalışıyordu ama artık benim için o konakta çalışmasına gerek kalmayacaktı. Çünkü annemi de yanıma alıp uzak diyarlara gidecektim. Başka diyarlarda annemle birlikte yaşayacak ve annem için çalışacaktım. Annemin daha fazla yorulmasını istemiyordum artık. Benim hastalığım yüzünden annem yeterince perişan olmuştu zaten. Havalimanının önündeki banklardan birinde oturmuş, Şêroğlu Konağı'na gitmek için taksi bekliyordum. Annem benim bugün geleceğimi bilmiyordu. Anneme sürpriz yapmak için ne zaman geleceğim hakkında bilgi vermemiştim. Beni karşısında görünce ne tepki vereceğini çok merak ediyordum. Annemi o kadar çok özlemiştim ki... Bir taksi önümde durunca taksideki yaklaşık elli yaşlarındaki şoför, başını pencereden çıkarıp müşterisinin ben olduğunu teyit etmek istercesine "Maria Toprak." dedi. Şoförü bekletmeden "Evet benim." diyerek ayağa kalktım. Şoför müşterisinin ben olduğumu öğrenince taksiden inerek valizlerimi taksinin bagajına yerleştirmeye başladı. Ardından da taksinin kapısını benim için açarak geçmemi bekledi. Ben de daha fazla beklemeden taksiye binip kapıyı kapattım. Beni nelerin beklediğini bilmeden. Şoför direksiyon başına geçtiğinde dikiz aynasından bana bakarak "Gitmek istediğiniz yeri öğrenebilir miyim?" dedi. "Midyat'a doğru sürün lütfen. Şêroğlu Konağı'na gideceğim." diyerek cevapladım şoförü. Cevabım karşısında şoför şaşırmış bir şekilde bana dönüp "Doğru adresi verdiğinize emin misiniz?" Neden şaşırdığını ve emin olmak istediğini anlamamıştım. Sadece başımı olumlu anlamda hareket ettirerek "Evet." dedim. Yaklaşık kırk dakikadır taksideydim. Yavaş yavaş Midyat'a yaklaşmıştım. Sanırım az bir şey kalmıştı. Geçtiğim yollar o kadar güzeldi ki; yemyeşil araziler, dereler, taştan yapılmış evler... Her şey ayrı ayrı birbirinden güzeldi. Kısacası yol manzarası çok güzeldi. Taksinin birden ıssız bir yerde durmasıyla şoföre baktım. Şoför isyan edercesine "Hay Allah'ım yaa... Yine mi?" dedi. Öylece durmuş ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Şoför taksiden inince hemen ardından ben de inip "Ne oldu amca?" diyerek söze girdim. Şoför mahçup bir şekilde bana dönerek "Sanırım arızalandı." Nerede bir aksilik olursa beni buluyordu. "Peki şimdi ne olacak?" "Ben bir bakayım belki olur." Şoför sözlerini sarf ettikten sonra taksinin önüne geçip kapağı açtı. Yaklaşık on dakikadır araba ile uğraşıyordu. En sonunda olmayacağını anlayınca bana dönerek "Sanayi'ye gönderilmesi gerekir... Mecbur oto çekici çağıracağım. Senin için de yeni bir taksi." dedi. Tam arkasına dönecekti ki aklına bir şey gelmiş gibi "Ha bir de, valizlerin istersen takside kalsın. Çünkü diğer taksi büyük ihtimalle geç gelir. Bir de bu sıcakta valizler ile uğraşmayın. Ben daha sonra valizlerinizi Şêroğlu Konağı'na gönderirim." dedi. Ben ise olur anlamında başımı salladım çünkü gerçekten de bu sıcakta bir de valizlerle uğraşamazdım. Oto çekici gelmiş, taksiyi de alıp gitmişti bile. Ben de bu sıcakta yolun ortasında durmuş gelecek olan taksiyi bekliyordum. Aradan beş dakika gibi bir süre geçtikten sonra susadığımı fark ettim. Su ihtiyacımı gidermek amacıyla etrafa bakınmaya başladım. Aslında çantamda su vardı ama maalesef ki takside unutmuştum. Yakınlarda bir yerde çeşme bulma umuduyla yolda biraz ilerlerken karşı taraftaki bir arazinin ortasında depo gibi bir yer gördüm. Orada su bulurum diye düşünerek depoya doğru ilerlemeye başladım. Depoya yaklaştıkça tuhaf sesler gelmeye başlamıştı. Gitmem doğru değil gibi görünse de ben her zamanki gibi merakıma yenik düşerek biraz daha yaklaştım. Her yaklaştığımda bir adamın acı dolu haykırışları kulaklarıma doluyordu. Tam deponun kapısının önüne gelince durdum. Depo kapısı hafifçe aralıktı ve içeriden gelen kokuyu rahatça alabiliyordum. Depo küflenmiş gibi kokuyordu. Uzaktan bile iğrenç ve havasız bir ortam olduğu belliydi zaten. Kokuya daha fazla dayanamayıp elimi burnumun üzerine siper ederek aralıklı kapıdan içeriye bakmaya başladım. İçeride gördüğüm manzara beni âdeta dondurdu. İçeride sandalyeye bağlanmış bir adamın işkence gördüğünü gördüm. İşkence eden sadece bir kişiydi, diğer adamlar emir kulu gibi davranıyorlardı. Sanırım işkence eden kişi patron gibi bir şeydi. Gözlerimi sandalyeye bağlanmış adamdan çekip işkence eden adama baktım. Yaklaşık bir doksan boylarında, iri ve cüsseli biriydi. Hâl ve hareketleri korkunç görünüyordu... İçeride olanlara resmen tek tek şahitlik ediyordum. Âdeta gördüklerim yüzünden yerime mıhlanmış gibiydim. Sesim çıkmıyor, dilim lal kesilmişti sanki. İçeride gördüklerim ve duyduklarım âdeta beynimin işlevini durdurmuştu. Artık konuşulanları bile anlayamıyordum. Gözlerim olanlar karşısında kilitlenmiş durumdaydı. Ne zaman ağlamaya başladığımı ve titrediğimi anlamamıştım bile. Elinde bıçak olan adamın, sandalyeye bağlanmış adama doğru eğilerek cinsel organını kesmesiyle sandalyedeki adamın çığlığı kulaklarımı acı içinde doldurmaya başlamıştı. O kadar acı dolu ve güçlü bir çığlıktı ki... Adamın atmış olduğu çığlık ile yerimden sarsılarak kendime gelmiştim. Ona yardım etmeliydim. Yoksa o acımasız cani pislik, onu ölüme terk edecekti. Titreyen ayaklarımla yardım bulmak amacıyla oradan uzaklaştım. Adam kan kaybından ölmeden önce birilerini bulmam lazımdı. Korkudan titreyen bacaklarımla ana yola doğru koşuyordum. Gözlerim hâlâ gözyaşı dökmekle meşguldü. Gözlerimin ağlamaktan kan çanağına döndüğüne emindim... Sonunda ana yola gelmemle siyah ve lüks olduğu belli olan arabayı görmem bir oldu. Bir saniye bile düşünmeden arabanın önüne atladım. Araba, aniden önüne atladığım için ani bir frenle durmak zorunda kaldı. Ani fren nedeniyle arabanın tekerlekleri yerle sürtündüğünden yüksek bir şekilde ses çıkmıştı. Arabadan inen adamı görünce yanına doğru koşmaya başladım. Aklım başımda değildi. Hıçkırarak ağlaya ağlaya adama yaklaşıp koluna tutundum. Nefes nefese kalmıştım. Ağzım vardı ama dilim yoktu sanki. Konuşamıyordum, sadece saçma sapan mırıltılar çıkıyordu ağzımdan. Önümdeki adam öylece yüzüme bakarak ne anlatmak istediğimi anlamaya çalışıyordu. Gördüklerim beni çok yormuş ve korkutmuş olmalıydı ki en sonunda; yorgunluktan, korkudan, ağlamaktan ve havanın sıcaklığından dayanamayıp, gözlerimi karanlığa teslim ettim. *** Ahmet kollarına yığılan kıza karşı şaşırıp kalmıştı. Çok güzel bir kızdı. Daha önce buralarda bu denli güzel bir kızı gördüğünü hatırlamıyordu. Tam kollarına yığılan kızın güzelliğine dalıp gidecekti ki telefonu durmadan çalmaya başla. Şansına lanet ederek, kızı bir koluyla tutup, telefonunu ceketinin cebinden çıkarmaya başlamıştı. Telefonu çıkardıktan sonra arayana baktı. Arayan kişinin Fırat olduğunu görünce beklemeden telefonu açıp konuştu. "Efendim." "Nerdesin Ahmet? Berzan Ağa seni bekliyor. Çabuk gel." "Tamam, geliyorum. Az kaldı zaten." Cevabını verdikten sonra telefonu kapattı. Kollarındaki kızı şu an hastaneye falan götüremezdi. Hemen kızı kucağına alarak arabasının arka koltuğuna uzandırdı. Kendisi de şoför koltuğunda yerini almış, arabayı depoya doğru sürmeye başlamıştı. Ahmet depoya varınca arabayı boş alana doğru park edip indi. Berzan Ağa'yı gördüğünde oraya doğru ilerlemeye başladı. Berzan Ağa giymiş olduğu yeni siyah takım elbiseyle depodan uzaklaşarak kendisine doğru gelen Ahmet'i gördü. "İki saat oldu. Neden bu kadar geç geldin?" Sert çıkan bir sesle sordu. "Ağam affedin bir aksilik oldu. O yüzden bu kadar geç kaldım." Berzan Ağa 'anladım' anlamında başını sallayarak arabaya doğru ilerleyip konuşmaya devam etti. "Veysel piçinin ailesine her ay düzenli olarak para transferi yapın." Sonra da Ahmet'e dönerek "Adamlara arabamı konağa göndermelerini söyle. Sen benimle şirkete geleceksin." Ahmet, Berzan Ağa'nın kendisinin geldiği arabaya doğru gittiğini görünce hemen söze atıldı. "Ağam maruz görün ama geldiğim arabayla mı gideceğiz?" "Evet." Ahmet duyduğu kelimeyle "Hayır ağam, olmaz!" diye telaş ve birazda korku içinde sözlerini sarf etmişti. Berzan Ağa'nın arabadaki kız ile karşılaşınca ne tepki vereceğini bilmediğinden engel olmak istemişti ama Berzan Ağa'nın kendisine dönüp şüpheli ve sinirli gözlerle baktığını görünce yanlış yaptığını anlamıştı. Zira Berzan Ağa reddedilmeye gelmezdi. "Ağam yani şey... Şey..." Ahmet cümlesini tamamlayamadan "Lafı ağzında gevelemede söyle!" diye âdeta kükredi Berzan Ağa. Zaten sinirliydi, bir de Ahmet'le uğraşmak istemiyordu. Ahmet, Berzan Ağa'yı daha fazla sinir krizine sokmak istemediğinden "Ağam arabada gencecik bir kız var." Sözlerini sarf ettikten sonra rahat bir nefes vermişti. "Ne? Sakın bana kız kaçırdım falan deme!" "Yok ağam, öyle bir şey yok. Ben yolda gelirken kız aniden önüme çıktı." Berzan Ağa alay barındıran bir sesle "Sonra sen de kızı arabaya attın." dedi. "Hayır ağam, kız kollarımda bayıldığı için arabaya aldım onu ve sanırım kız hâlâ baygın. Onu hastaneye götürecektim ama siz çağırdığınız için..." Cümlesini tamamlayamadan Berzan Ağa "Tamam! Yeter, anladım." diyerek Ahmet'in sözünü kesti. "Bir de bu başımıza çıktı." Kızın bulunduğu arabaya doğru giderken, "Adamlara söyle gelip kızı alıp hastaneye götürsünler." dedi. Ahmet, Berzan Ağa'dan aldığı emirle oradan uzaklaştı. Berzan Ağa arabanın önüne gelince arka kapıyı açtı. Açar açmaz gördüğü kişiyle âdeta bedeninde bir titreme hissetti. Bu o kızdı. Maria... Kızı ilk defa canlı görüyordu. Kızın canlı hâli fotoğraftaki hâlinden kat kat daha güzeldi. Berzan Ağa ayakta dikilmiş vaziyette arabada öylece baygın hâlde yatan kızın güzelliği karşısında âdeta kilitlenmiş ve uzak diyarlara dalıp gitmişti. Kalp ritmi deli gibi atıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD