Defne, o gece sabaha kadar korku içinde, kapısının çalınmasını bekledi. Aklında hep Doğu'nun öfke dolu bakışları vardı. Onun isteklerini yerine getiremediği yetmezmiş gibi, birde üzerine kustuğu için kesin kovulacaktı. Başına gelenlere, yaşadıklarına lanet ederek, en son saate baktığında sabah 04:45 olduğunu görmüştü. Sonrasında narin bedeni, daha fazla uykusuzluğa dayanamayarak pes etti.
Gözünü açtığında saat 11:30 olmuştu bile. Ama henüz gelen giden olmadığı için merakla yatağından kalkıp, üzerini giyindi. Belki Elçin, ona duymaktan korktuğu haberi vermek için bekliyordu. Kovulma ihtimaline karşılık, dolabı açıp kıyafetlerini bavuluna yerleştirdi. Sonuçta giymesi gerekenleri ona ajans temin etmişti. Geri istemeleri olası bir durum olduğu için onları evde bırakamazdı. Hazırlıklarını bitirip, evde Elçin’i aradı. Mutfağa indiğinde, orta yaşlı kadın diğer çalışan hizmetlilerle birlikte bir şeyler konuşuyordu. Konuşulanlardan anladığı kadarıyla konu Doğu'nun iki gün sonraki doğum günüydü. Elçin onu görür görmez, diğer çalışanlara dağılmalarını söyledi, Defne'nin yanına yaklaştı. Yüzünde manidar bir gülümseme ile;
“Zor bir geceydi galiba,” dedi.
Eğer Elçin gülümsüyorsa ve bu soruyu soruyorsa demek ki Doğu kovulma emrini vermemişti daha. Bir an için rahatladığını hissetti.
“Evet, zor bir geceydi.”
Elçin, Doğu'nun çok erken kalktığını, iki günlüğüne iş için Nevşehir'e gittiğini anlattı. Defne, bu haberle daha da rahatladı çünkü bu iki gün korkulardan uzak yaşayacağı anlamına geliyordu
.
Elçin; “Doğu bey iki gün burada olmayacağına göre evine gidebilirsin. Tabii yarın 17:00’da burada olmak şartıyla. Olurda erken dönerse, evde olman gerek. Azar işitmek istemiyorum,” dedi.
Elçin’in sözleriyle, Defne mutluluktan neredeyse kanat takıp uçacaktı. Beş gündür Öykü'den uzak kaldığı için, onu çok özlemişti ve kucağına alabileceğini düşündükçe içi içine sığmıyordu. Elçin ile vedalaşıp, onun yanından uzaklaşmak üzereyken aklına gelen soru bir anda dudaklarından döküldü.
“Elçin hanım, Doğu bey kötü birisi mi?”
Elçin, elindeki kahve fincanını Defne'ye uzatırken, mutfak taburesine oturmasını işaret etti. Sonrada anlatmaya başladı.
“Doğu doğduğu zaman, ben senin yaşlarındaydım. Bebek bakımında Yurdagül hanıma yardımcı olmak için, işe alınmıştım. O; çok tatlı, mutlu bir bebekti,” dedi ve gülümsedi.
Sanki geçmişten bahsederken, o tarihlerde yaşıyormuş gibiydi. Anlattıkça gülen yüzü solmaya başladı.
“Ve bir gün Yurdagül hanım gitti. O zamanlar Doğu, olan biteni anlamayan dört yaşında küçük bir çocuktu. Bir daha da annesini asla görmedi. Doğu'ya Doğukan diye hitap eden tek kişi Yurdagül hanım olduğu için Atilla bey yani Doğu'nun babası, yakın çevresine ona Doğukan diye hitap etmesini yasakladı.”
Demek Doğu da, Öykü gibi annesi tarafından terk edilmişti. Defne, onun nasıl bir çocukluk yaşadığını tahmin ederek, üzüldü.
“Peki, annesi neden gitti,” diye sordu.
Elçin, uzaklara bakan gözlerini Defne'ye çevirdi.
“Bu uzun ve üzücü bir hikaye. Doğu kötü birisi değil. O; otuz yaşında olmasına rağmen, hala küçük bir çocuk benim için. Nefret ile büyütülen, mutsuz bir çocuk.”
Defne, Elçin’in yarım yamalak anlattıklarından bir şey anlamasa da, bu konuyu kurcalamaması gerektiğini biliyordu.
☆☆☆☆☆☆
Şoför Defne'yi Reyhan'ın evinin önünde bıraktığında, genç kızın ayakları adeta heyecandan yere basmıyordu. Zile bastıktan kısa bir süre sonra Reyhan teyzesi kucağında Öykü ile kapıyı açtı. Küçük yeğenini koklaya koklaya öperken, aynı zamanda ağlıyordu. Reyhan; “Hadi hasretinizi içeride giderirsiniz,” diyerek eve geçti.
Öykü; Defne'nin şirinliklerine tepki olarak, kıkırdayarak cevap verdi. Henüz altı aylık olduğu için konuşamıyordu. Ama attığı gülücükler teyzesini ne kadar özlediğini gösteriyordu. Bir süre sonra Öykü uyuyunca Reyhan Defne'ye;
“Doğu ile ilgili sorun var mı” diye sordu.
Defne şaşırdı. Çünkü daha önce ona Doğu'dan bahsetmediği gibi adını da söylemediğini hatırladı.
“Sen Doğu'yu nereden biliyorsun,” diye sordu. “Sana onun ismini söylediğimi anımsamıyorum.”
Reyhan ne cevap vereceğini şaşırsa da, durumu hemen toparladı.
“Telefonda anlatmıştın ya,” dedi gülümseyerek.
Defne düşündü. Ona gerçekten bahsetmiş miydi ki? Gerçi günde en az üç kez Öykü hakkında bilgi almak için, onu sık sık arıyordu. Belki de bahsetmişti fakat kendisi hatırlamıyordu.
Gece yarısına kadar küçük yeğeniyle oynayıp, Reyhan'a evde yaşadıklarıyla ilgili fazla detay vermeden, olanları anlattı. Karşısındaki kadın, gerek giyim gerekse görünümü hakkında ona övgüler yağdırdı. Bu değişim Defne'yi küçük genç kız görünümünden, gerçekten dişi bir kadına çevirmişti ama kendisi farkında bile değildi. Öykü tekrar uyuyunca kendi evine geçip, küçük meleğine sarılarak uzandı. Onun bukle bukle olan kumral saçlarını koklarken Doğu'yu düşündü. Anne sevgisi olmadan büyümek, onun için kim bilir ne kadar zor olmuştu. Doğu'nun çocukluğunu düşünürken, aklına onu gördüğü bir önceki gece geldi. Ona dokunurken hissettikleri doğru muydu? Neden onu düşünürken bile vücudunu ateş basıyordu? Onu özlüyor muydu, ama nasıl? Onu özlememeli, ondan korkmalıydı. Hatta yapması için zorladığı şey yüzünden nefret etmeliydi ama edemiyordu. Kafası ve kalbi soru işaretleriyle o kadar doluydu ki, ona yasak olan duyguları hissetmemek için, uyumaya çalıştı. Fakat ilerleyen saatlerde, yanında uyuyan Öykü’nün düzensiz nefes alıp verişleriyle, kapatmaya çalıştığı gözlerini tekrar açtı. Bir an önce hastaneye gitmeliydiler.
Geceyi hastanede geçiren Defne, ertesi gün istemesede küçük meleğinden ayrılmak zorundaydı. Çünkü vakit öğleden sonrayı gösterdiğinde, korkularıyla dolu o eve dönme zamanı gelmişti. Öykü'nün saçlarını defalarca öperek, Reyhan’a emanet etti. Aklı onlarda kalsa da, Elçin’e söz verdiği gibi saat 17:00’dan önce evde olmalıydı. Şoför tamda Elçin’in söylediği saatte, onu almak için kapının önündeydi.
☆☆☆☆☆
Araba evin bulunduğu araziye girer girmez, şoföre inmek istediğini söyledi. Son zamanlarda hayatı dört duvarın arasında geçtiği için, yürümeye ihtiyacı vardı. Yürümek ve temiz havayı soluyarak azda olsa yaşadığı sıkıntılardan kurtulmak istiyordu. Kötü düşünceleri kafasından uzaklaştırıp, güzel hayaller kurarak ağır adımlarla eve yaklaştı. Yaşamaya başladığı yerin bahçesinin ne kadar büyük olduğunu o zamana kadar nasıl olmuştu da fark etmemişti. Ayakkabılarını çıkartıp, eline aldı. Çimenlerin üzerinde yürürken, gelecekteki hayatında mutlu olup olmayacağına dair Allahtan bir işaret diledi. Tam bu sırada fıskiyeler çalıştı. Ve beklediği işaret böylece gelmiş oldu. Suyun altında sırılsıklam olurken, mutluluktan olduğu yerde kollarını yanlarına açmış, ellerinde ayakkabılarıyla zıplıyordu. Kahkahalarla kendi kendine gülerken, başını gökyüzüne çevirdi. Fıskiyelerden çıkan sular yüzüne damlarken, gözleri kapalı Allah’a teşekkür etti. Onun bu çocuksu halini pencereden izleyen, bir çift kahverengi gözden habersiz, gelecek günler için küçücük bir ümit belirdi kalbinde.