Amaçsızca yürümek, geri dönmek ve tekrar arkanı dönüp adımlamak yolları...
Kararsızlık, karmaşık düşünceler, bulanık anılar... İç içe geçmiş duygular vardır bazen, arasanız neresinden tutacağınızı bilemezsiniz. Duygular vardır, hangisi gerçek hangisi sahte bilemezsiniz. Bazen tüm duygularınızı görür ve tam olarak ne hissettiğinizi bilirsiniz ancak uzattığınız parmaklarınıza dolananın hangisi olduğunu anlamazsınız. Nefret, aşk, hayranlık, kıskançlık, üzüntü, neşe... Tabii ki ayırt edebiliriz duygularımızı.
Kafamızı karıştıran şey, tam önümüzde olan sepetten çekeğimiz kartın hangi duygumuza fal olacağıdır. Duygular değişir, insanlar değişir, zaman akar. Dakikalar akıp giderken, akıntıya kapılmayacak olan duygudur asıl olan. Köklerini içimize salandır. Arayıp durduğumuz aşkın kendisidir. Öyle bir aşk ki, zaman aksa da en dibinde duracak kalbimizin. Her nefeste içimize dolacak, ciğerimize nüfuz edecek, kanımıza karışacak ve bizimle bütün olacak... Böylesi herkese nasip olmaz... Hatta çoğuna olmaz... Önce bulduk sanırız sonra bulanık su açılır, işe yaramaz geçici olanlar dibe çöker ve gerçekle yüzleşiriz.
Adımları taşla döşenmiş yolları döverken, Aren'in aklı karma karışıktı. Aklından an be an duygular geçiyor, her biri farklı şeyler yapmasını fısıldıyordu. Bir gecede feleği şaşmıştı monoton hayatının. Başkalarına göre fazla hızlı, eğlenceli geliyordu belki yaşantısı ama öyle değildi.
İşini yapıyordu gülümsediği zamanlarda. İnsanlar mutsuzdu ve karşılarında mutsuz yüzler görmek istemiyorlardı. O yüzden annesi ve kameralar karşısına geçtiğinde gülümseyemese de içindeki mutsuzluğu bir güzel maskeliyordu. Sebepsizce mutsuzdu. Sebepsiz bir hayatı olduğu için mutsuzdu belki de...
Çevresinin imrenerek bahsettiği güzel, büyük bir ailesi vardı. Bu yaşına kadar isteyip de alamadığı hiçbir şey olmamıştı. Maddi ve manevi olarak tamamen doymuştu. Yine de mutsuzdu. İstediği her şeye kolayca sahip oluyordu. Çabalamasına gerek yoktu. Bir işi vardı, bazen tüm gün çalışıyordu ve bazı günler de hiç çalışmıyordu. İstediği zaman tatile çıkıyordu. Bir bakış attığı kızlar o daha yanına çağırmadan önünde bitiyor ve emrine amade oluyordu.
Annesinin gözdesiydi. Üç kız çocuktan sonra dünyaya gelmiş olmanın şansı hayatı boyunca sürmüştü. Ablalarından fazla sevildiğini hiç bir zaman düşünmemişti ancak daha fazla şımartılmıştı. Babası ona hiç baskı yapmamıştı. Ne okulu ne de işi için. Madran ailesi için Aren'in kazandığı milyarlar önemsizdi. Köklü ve zengin bir aileydi Madran'lar. Para sıkıntısı çekmezlerdi. Aren, keyfi olarak çalışıyordu. İşinin getirdiği ünü seviyor ve adım attığı yerde adının bilinmesinden zevk alıyordu. Özellikle ailesinin adıyla değil kendi şanıyla anılmaktan fazlasıyla mutluydu. Mutlu olduğunu sanıyordu.
O cadı üzerine atlayana kadar hayatı gayet tıkırındaydı!
Kafası yerinde değildi ama o kızın nasıl bir deli olduğunu anlamayacak kadar değil. Ne kadar içtiğini bilmiyordu. Umursamıyordu. Alkol reflekslerini etkilemezdi. Alkollü veya değilken asla kaza yapmamıştı ve yapacağını da sanmıyordu. Kendine güvendiği için kızları evine bırakmayı teklif etmişti.
Adımı durdurup iç çekti ve elini cebine attı. Eline boş sigara paketi gelince kenara bıraktığı arabasına doğru yürümeye başladı. Arabaya yaklaşınca koltukta yanıp sönen ışıkları görünce durakladı. Cadı telefonunu arabada düşürmüştü. Kapıyı açıp içeri uzandığında yüzüne hiç bir duygu yansımıyordu. Telefonu eline alıp parmağının bir hareketiyle dokunmatik ekranını açınca, kaşını kaldırdı. Kendini koltuğa bırakıp uzun bacaklarını kapıdan dışarı uzattıktan sonra telefonu karıştırmaya başladı.
Sevgilisi olan onun gibi bir kızın telefonuna şifre koymaması ilginç gelmişti. Yirmi dokuz cevapsız arama, bir o kadar da mesaj vardı. w******pında da 50 kadar bildirimi vardı. İlk ona bakmaya karar vererek yeşil telefon simgesine dokundu.
"Kızım, neredesin sen?"
"Okula gitmemişsin?"
"Eve geciktin!"
"İspir beni aradı, seni sordu. Ne diyeceğimi bilemedim!"
"İspir diyorum, hu hu?"
"Hangi cehennemdesin?"
"İyi misin?"
"Merinos, son kez arıyorum! Sonra İspir'e anlatacağım bak."
"Ya bari iyi olduğunu söyle, meraktan delirdim!"
Aren, mesajları sırayla okuyor ve İspir'in her adı geçtiğinde yüzünü buruşturuyordu. Tehdit içeren mesajların altındaki gizli anlamı kavramıştı. Kız İspir'den çekiniyordu. Mesajı yazan da onu İspir ile tehdit ediyordu. Paketine uzanıp sigarasını yaktıktan sonra mesajları okumaya devam ederken dakikalardır fark etmediği bir kaç ayrıntıyı fark etti.
Mesajı gönderen Püren değil, Armina'ydı. İspir ile tehdit ettiği ve korkması gereken kişi de kıvırcık saçlı oyuncak bebek Püren'den başkası değildi. Seri bir şekilde mesajları okumaya başladı. Eli ekranda kaydıkça bir şeyi fark etti. Püren, İspir'in kardeşiydi. Püren aynı zamanda Armina'nın kuzeniydi. Gül kokulu cadaloz, kuzenini sevgilisi gibi göstermişti.
Bunu yapmaktaki amacı belliydi. Ondan uzak durmasını istiyordu. Bir kız, basit bir kız, Aren'i kendinden uzak tutmak için kuzenini sevgilisi gibi göstermişti. Herkesin birkaç kelime laflamak için peşinde dolaştığı Aren'i!
Elindeki sigarayı sinirle dışarı fırlattı.
Evine gelen oydu. Üzerine atlayan da... Buna rağmen sevgilim var demişti. Ya Aren beklediği gibi çıkmamıştı –ki bu kesinlikle olası bir durum değildi. Ya da kızın çekindiği bir şey vardı.
Aren'in canını sıkan iki sebep de değildi. Onu sinirlendiren şey, kızın onu sanki peşinde dolanıp duran bir köpek gibi uzaklaştırmaya çalışıyor oluşuydu. Kaşını çatınca acıyla yüzünü buruşturdu. Sonrasında buraya gelmeden önce yaptıkları aklına gelince kendine küfür etmeye başladı.
Gece kızı eve bıraktıktan sonra onu merak ettiği için geri dönmüştü. Dilinden düşürmediği İspir'in ona zarar verebileceğini düşünmüştü. Adam hiç de boş beleş gözükmüyordu. Evinin yakınına park etmişti arabasını. Perdeleri kapalı olsa da gözlerini içeriyi görebilecekmiş gibi camı açık eski eve dikmişti.
Adam bir süre sonra dışarı çıktığında ise karşısına dikilmişti. Ne amaçladığını bilmiyordu ama düşünmeden hareket etmişti. Kızı önemsememiş, darbe alan egosu yüzünden ona vurmuştu. Sonrasında da ufak bir antrenman yapmışlardı. Kafası karmakarışıktı çünkü sağlam kavga etmişlerdi ve adam ağzını açıp bir kere bile "Sevgilimden uzak dur!" tarzı bir kelime etmemişti.
Bu tarz adamları bilirdi. Sevgililerine, sevdiklerine ve özellikle de birlikte yaşadığı kıza yaklaşanı bir iki yumrukla bırakmazlardı. Arabasına binerken, adamın yere düşürdüğü mektubu bulup okuduğunda neden böyle davrandığını anlamış oldu. Adam başka bir kızla daha görüşüyordu. Armina'yı aldatıyordu. Eve dönüp partiden kalanları da kovduktan sonra uyumuştu. Uyumuştu ama aklı uyumamıştı. Sabaha kadar kızın ağladığı kâbuslar, güldüğü rüyalar, İspir denen adam ile birlikte eğlendiği kâbuslar görmüştü. Sabah kalktığında da kızın evine gitmişti. Mektubu verip kızı uyarmak istemişti. Kız ağzını açana kadar amacı buydu! Sonra güzel dudaklar aralanıp onu sinir küpüne çeviren kelimeleri özellikle döktüğünde, kendini yine kızın fazla yakınında bulmuştu.
Kız güzeldi, fazla güzel. Bir erkeğin akıl sağlığını bozacak kadar hem de. Sinirle yaklaşmıştı ama gözleri kızın yüzüne sonra da dudaklarına takılı kalmıştı. Bir gün önceki öpüşü aklında, kızın tadı dudaklarındaydı. Ve kokusu... Kokusu fazla cezp ediciydi. Elle tutulacak kadar somuttu neredeyse. Kızı tekrar öpmeyi düşünüyordu. Kafasına çantayı yiyene kadar! Kızın kendisi gibi deli arkadaşları vardı.
Şimdiye kadar karşılaştığı hiç bir şeye bu kadar yabancı kalmamıştı. Hiç bu kadar şaşırmamış ve merak etmemişti. Olayın rengi değişmişti mahalleden ayrıldığında. Kızı merak ediyordu! İlk defa bir kızın neyi sevdiğini, nelere ilgi duyduğunu, nereye gittiğini merak ediyordu.
Kafasına çanta yemişti, hakarete uğramıştı, rezil edilmişti. Kız ona parmak göstermişti! Hepsine rağmen kızı fena halde merak ediyordu. Hoşlanma ya da aşk değildi bu... Meraktı. Saf merak hem de. Bir kız... Bir kızı merak ediyordu.
***
Çalan telefonun sesi ile elindeki telefonu torpidosuna attı. Nasıl olsa yakında görüşeceklerdi ve kıza elleriyle telefonu verecekti. Bir de yaptıkları için hesap soracaktı elbette. Hiç bir kız, Aren'e bu şekilde davranamazdı!
"Aren, geciktin. Gelmeyeceksen bari haber verseydin. Sen varsın diye Hakan'lara yok çektim."
Aren, telefona sinirli bir bakış atıp tekrar kulağına yaklaştırdı. Kulağına bağıran Burak'tı. Açarken dikkat etmemişti. Kolunu çevirip saatine baktığında yarım saat geciktiğini anlayınca iç çekti.
"On dakikaya kapıdayım! Nehir'in doğum gününü bensiz kutladığı nerede görülmüş. Geliyorum tabii." dedikten sonra telefonunu kapattı. Aynada görüntüsüne bakıp saçını düzeltti. Saatlerdir lanet tepede kendi kendine takılıyordu ve insan içine karışması gerekiyordu.
Arabasını çalıştırıp, inatla her sene aynı yerde doğum günü kutlayan Nehir'in yanına sürdü. Yıllardır aynıydı o eski mekân ama sevgili çiçekleri inatla orada kutluyordu doğum gününü. Liseden beri aynı yerde doğum günü kutlamayı cool bir davranış olarak gördüğünü düşünmüştü başlarda ama sonrasında sebebini anlamıştı.
Bu işe başladıklarından beri eski hallerini, kendilerini, unutuyorlardı yavaş yavaş. Birbirilerine yabancılaşıyorlardı. Bu doğum günleri sayesinde bir araya geliyor ve eskiyi hatırlıyorlardı. Dostluklarının ayakta kalma sebeplerinden biri Nehir'in inatla eskiyi andığı, sıkıcı doğum günü konuşmaları ile başlayan doğum günüydü.
***
"Armina, asla arkana bakma!"
Güzide, bunu der demez Armina'nın arkasını döneceğini ve Aren ile göz göze geleceğini adı gibi biliyordu. Bilinçli olarak yapmıştı. Dans eden çiftlerden farkına varmadan sıyrılmışlardı. Müziğin ritmine kaptırdıkları her seferinde kendilerini pistin başka ucunda buluyorlardı. Şimdi pistin kenarında muhabbet eden Aren'in grubunun yanına gelmişlerdi. Bu seferki tesadüfî değildi ama!
Bilinçli olarak yavaş yavaş getirmişti arkadaşını. Doğaçlama bir karşılaşmanın planlı olandan her zaman daha iyi sonuçlar verdiğini biliyordu. Bir kaç çöpçatanlık girişiminden sonra epeyce tecrübe kazanmıştı dört yıldır. Okulda kendisine peri anne diyenler bile vardı bu yüzden.
"Ne diyorsun kızım şimdi nereden geldi o film aklına?"
Armi'nin olaylara bakış açısı ciddi anlamda farklı ve sorunluydu. Güzide biliyordu ama bunu kesinlikle beklemiyordu. Ağzını açtı, söyleyecek bir kaç kelime aradı ama bulamadı. Sinirle dilini dudaklarının üzerinde dolandırdı ve hafif bir nefes verdi.
Sırtından akan soğuk teri hissedebiliyordu. Aren, henüz onları fark etmemişti ve onları bir puan öne geçiriyordu. Umarım kafasına çantayla vurduğumu hatırlamıyordur, sevgili potansiyel eniştem.
Armi'nin kolunu kendine çekip onu savurduğunda, müzik değişmiş ışıklar kapanmış ve kendini birinin kollarında bulmuştu, Güzide. Özgür irade dedikleri şey kazalarda işe yaramıyordu. Gözünün önüne düşen dalgalı saçları geriye doğru savurduğunda, bir çift kahve göze takılı kaldı. Sevimli köpek yavrusu gözleri havaya kalkmış, kaşlarının altında yıldız gibi parlıyordu. Kumral dalgalı saçları alnına düşmüştü ve sevimli bir gülümsemesi vardı.
Beline sardığı kolunu ve tam beli ile kalçası arasına yerleştirdiği elin sıcaklığını, olduğu gibi hissediyordu. İnce elbisesinin üzerinden bile... Dudağını ısırıp kocaman açtığı gözlerle, Burak Karayel'e bakmaya başladı. Ayakları adamın yönlendirmesi ile kımıldanıyor ama yerden uzaklaşmıyordu. Ufak bir salınmadan başka bir şey yapamıyordu.
Yutkunup ismini soran adama, adını söyledi. Ömründe ilk defa kekeledi. Onun bu şaşkın haline saçını geriye atıp tüm yüzünü ortaya koyduktan sonra gülümseyen Burak ile dans etmeyi bıraktı. Yere çivilenmiş bir tahta gibi kasıldı kaldı. Ve yıllardır yüz kere gördüğü ama umursamadığı, hayranı bile olmadığı adama, kaç saniyede âşık olduğunu saydı.
Bir, saçlar savruluyor.
İki, gözler kısılıyor ve kaşlar havalanıyor.
Üç, dudağı bir gülümsemeyle kıvrılıyor.
Tam olarak üç saniyede kalbi durup yeni bir ritimle deli gibi atmaya başlamıştı. Yüzleştiği gerçek ile gözlerini kapadı. Bir, iki, üç... Üç derin nefes alıp verdi. Sonra kendisine bir şeyler soran Burak'a, gözlerini çevirdi. Yüzünü tüm ayrıntısına kadar inceledi.
Oksijen elde ettiğinde ailesini, okulunu ve on altı yaşından beri nişanlı olduğu Cihat'ı düşündü. Ciddi anlamda hapı yutmuştu. Babası, abileri şu anda bu şekilde bir erkekle dans ettiğini bile öğrense, onu ne hale getirirlerdi. Bir de âşık olduğunu anlarlarsa? Panikle Burak'ın kollarından çıkıp kendini kapıya doğru attı. Acilen bol havaya ve birkaç doz dopamin'e ihtiyaç duyuyordu bünyesi. Kendini, serotonin fazlalığından karnı açılacak ve kelebekler saçacak bir canavar gibi hissediyordu. Titreyen ayaklarla dışarı çıkabildiği an, koşmaya başladı. Bir an önce bu adamla arasına mesafe koymalıydı. Mesafeler aşkı öldürür.
Güzide'nin kalbi elden gitmişti ama gitmeden önce de Burak'ın egosuna sağlam bir çizik atmıştı.