Gecenin ilerleyen saatlerinde sarıldığı adamın kollarında uyuştuğunu hissetti genç kadın. Ruhundaki dalgalı deniz karşısındaki okyanus yüzeyi kadar durgunlaşmıştı ve artık dökecek tek bir damla gözyaşının kalmadığını hissediyordu. Yorgundu hem de çok, ama bu kaçıp gitme isteğine engel değildi. Leonard’ın neden hâlâ kendisine bu halde olmasıyla ilgili soru sormadığını ya da bununla ilgili yorum yapmadığını merak ediyordu, fakat her şeye rağmen yanında biri olduğu için mutluydu. Eğer yalnız kalsaydı kötü şeyler olacağı düşüncesini aklından atamıyordu çünkü.
Başını genç adamın göğsüne yaslayan Leyla, “Belki de evine gitmelisin artık.” dedi. Genç adamın burada olmak yerine evinde uyuması gerektiğini düşünüyordu.
Uzun bir sessizlikten sonra buna gönülsüz olan adam “Sen de gidecek misin evine?” diye sordu. Leyla'nın bu soruyu, aslında kendi kendine sorması gerekiyordu. Yeniden yalnız kalmak ve ne yapması gerektiğine karar vermek, belki de şimdilik yapabileceği en iyi şeydi.
Sahi, ne yapacaktı bundan sonra? Hiçbir şey olmamış gibi işinde çalışmaya devam mı edecekti, yoksa arkasına bile bakmadan çekip gidecek miydi? Bu geceden sonra gidecek bir yeri var mıydı peki? Pierre kendisini arıyorsa mutlaka evine giderdi ki bu yüzden asla Naomi’nin yanına gidemezdi. Vicky, her ne kadar arkadaşı olsa da aynı zamanda patronu sayılırdı. İşteyken üstü olduğu için Rogan’a gitmeyi de doğru bulmuyordu. Burada çok fazla kimseyi tanımıyorken Naomi’den ve Vicky’den başka gidecek kimsesi de yoktu.
“Sanırım artık gidecek bir evim yok ve bu yüzden yapabileceğim en mantıklı şey bir an önce San Francisco’dan ayrılıp eski hayatıma geri dönmek.”
Genç kadının cevabını algılamaya çalışan Leonard kaşlarını çattı önce. Başını bağrına bastırdığı Leyla’dan uzaklaştı ve yüzüne bakarken neler olduğunu sormamak için zor tuttu kendini. Onu üzen her neyse gerçekten önemli bir sebebi olmalıydı, yoksa neden saatlerdir içi parçalanırcasına ağlasın ki? Üstelik yeni geldiği bir şehirden neden ayrılmak istesin, güzel bir işi de varken. Soramadı genç adam, zihnini meşgul eden tüm soruları kapılar ardına kapatıp sessiz kaldı. Çünkü soracakları yüzünden onu yeniden ağlatmaktan korkuyordu.
“Bu gece nişanlımı bir başkasıyla…” diyerek duraksadı Leyla ve gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. “Nişanlımı bir başkasıyla uygunsuz bir halde buldum ve artık emin olduğum tek şey bundan sonra Pierre’in hayatımdan tamamıyla çıktığı… Bu yüzden gitmekten başka bir seçeneğim yok."
Böyle bir cevabı beklemiyordu Leonard. Zorlukla yutkunurken aslında onun ne kadar haklı olduğunu düşünüyordu. Bu kadar acı çekmeyi hak etmiyorsun sen. O adam seni hak etmiyor. Gözleri yeniden sulanan kadını her şeyden korumak istercesine bağrına bastırdı. Geldiğinden beri korumaya çalıştığı mesafesini aradan kaldırarak daha çok kendine çekti onu. Eğer kalacak yeri yoksa bulurdu bir yer, gidecek kimsesi yoksa ona arkadaş da olurdu. Yeter ki ağlamasın. Saatlerdir ağlamaktan yıpranmış bedeni için bu kadarı fazlaydı artık.
Kollarının arasında titreyen kadın bitap düşmüşken buna seyirci kalamadı Leonard. Bir süre sakinleşmesini beklediği kadına neredeyse tereddüt eden bir sesle, “Bir başına sokaklarda kalman, haksız olan başkasıyken senin şehirden ayrılman doğru gelmiyor. Gidecek bir yerin yoksa bende kal bir süre.” dedi. Leyla buna olumlu bir yanıt vermese de önerisini reddetmedi. Fakat ikilemde kalan ifadesini de gizleyemiyordu. “Eğer aynı evde kalma fikri seni rahatsız ederse yanında kalmam. Şehir merkezine daha yakın Sunset District’deki dairemde kalabilirsin, ancak istemezsen biraz daha uzakta, Sea Cliff bölgesinde de bir evim var orada da kalabilirsin. Kimse seni rahatsız etmez merak etme.”
Başını kaldırıp genç adama bakan Leyla az önce tereddüt ettiği fikre biraz daha ılımlı yaklaşıyordu şimdi. Pierre’in kendisini asla bulmasını istemiyordu ve şehirde kalırken bu çok zor olacaktı. Şehirden gitmek istese onun kadar güçlü biri her halükârda bulurdu izini. Şu an bir kovalamacanın içine giremeyecek kadar yorgun hissediyorken nereye giderse gitsin Pierre onu rahat bırakmazdı. Arkası sağlam biriyle olmanın zorluklarından biri de buydu. Çünkü Pierre Fransız elitleri içerisindeki konumunu Amerika’dayken de kullanmaktan çekinmezdi ve konumu ona bu fırsatı sağlıyordu zaten.
“Kimse beni bulamaz değil mi, sende kalsam?”
Başını hafifçe aşağı yukarı sallayan genç adam “Bulamazlar.” dedi. “Söz veriyorum, kimse seni bulamayacak ve rahatsız etmeyecek.”
“Tamam.”
Dudaklarından endişeyle çıkan bu sözler, kendisini aldatan adamdan kaçarken tanımadığı bir adama sığındığında yaşadığı korkuları da barındırıyordu. Hâlbuki bir cehennemden kaçarken yine hiç tanımadığı halde Pierre’e sığınmıştı ama o tüm umutlarını yerle bir edecek kadar büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı onu. Tüm bunların yanında çok güzel anılarda yaşatmıştı. Ancak yaptığı tek bir kötülük hayatı boyunca yaptığı ya da yapacağı tüm iyi şeyleri silip götürmüştü onun gözünde. İsterse dünyanın en iyi insanı olsun, şu saatten sonra Pierre için ne iyi duygular besleyebilir ne de iyi şeyler düşünebilirdi.
“Ne kadar uzakta olursam, o kadar iyi.”
Düşünceleriyle genç kadını onaylayan Leonard fazladan bir cümle sarf etmekle uğraşmadı. Ayağa kalkarak bir elini tutması için Leyla’ya uzattı.
“Yolumuz uzun, gidelim o halde.”
Genç kadın uzatılan elin yardımıyla ayağa kalktı. Başkalarının kötülükleri yüzünden tökezlese bile kalkmanın daima bir yolunu bulacak, düşmemek için elinden geleni yapacaktı.
***
Leonard Sea Cliff’teki evine gelirken Pasifik’e bakan manzarasının etkilemesini umduğu genç kadına “Bir de gündüz gör.” dedi ama o şimdiden gecenin hâkim olduğu manzaranın hayranı olmuştu bile. Golden Gate Köprüsü’nün ışıklandırması ve Pasifik’e vuran ışık huzmesinin de tıpkı ait olduğu şehri andırdığını düşündü. Turistler de burası için gökkuşağı şehri demiyor muydu zaten?
“Tanrım! Çok güzel.”
Bakışlarını manzaradan Leonard’a çeviren genç kadın, onun ardından eve girdi. Açık konsept dizaynıyla göz dolduran evin mutfağına ilerleyen genç adam, “Şimdi aç mısın diye sorsam değilim dersin. Olsen’ın evindeyken bir şey yemedin. Eminim tüm gün öğünlerini de atlamışsındır ama yine de bir şeyler yemeni isterim.” dedi.
Olsen’dayken Pierre’den haber alamadığı için buna canı sıkılmış ve arkadaşlarının hazırladıklarına elini dahi sürmemişti. Leonard’ın yaptığı meyve kokteylinden başka bir şey girmemişti midesine saatlerdir. Pierre’i merak ettiği için arkadaşıyla kaldığı eve gittiğinde, o anın hiç yaşanmamış olmasını dilemişti. Kendisini mahveden görüntüleri gördükten sonra herhangi bir şeyi midesinin alacağını zannetmiyordu. Fakat yine de Leonard haklıydı. Başkalarının hataları yüzünden kendini yıpratıyordu ve bu durum sadece daha çabuk tükenmesine sebep olurdu.
Adama başını sallayıp “Denerim.” diyerek ada tezgâha yaklaştı. El çabukluğu ile hazırlanan atıştırmalıklardan birkaçını ayaküstü yiyen Leyla, tüm lokmalarını yediğinden emin olmak istermiş gibi kontrol eden Leonard’a, bunu göstermek istercesine bitirdiğine dair bir hareketle tezgâhı işaret etti. Onun takdir dolu bakışlarının ardından da salona yönelirken Leonard’ı işitti.
“Çıkıyorum ben şimdi, sen de rahatına bak. Burada istediğin kadar kalabilirsin.”
Leonard’ın gidişiyle biraz daha rahat hisseden genç kadın yorgunlukla daha fazla baş edemeyeceğini hissederek salona yöneldi. TV sisteminin karşısındaki koltuğun üzerine bırakılan katlanmış bir battaniye gözüne ilişince normal bir yatak fikri çok uzak göründü. Kapıların ardında hangi odaların olduğuna bakma fikri doğru gelmeyince koltuklardan birine geçti ve ayakkabılarını çıkardı. "Hiçbir yere kımıldayacak halim yok." diye düşündü. Yerinden kalkmak istemeyen Leyla battaniyeyi alarak koltuğa uzandı.
Tavanda, duvarlarda ve evin genelinde şık bir tasarım göze çarparken dışarıda gece olduğunda bile nefes kesici bir manzara vardı. Bu manzaranın pencereden görünen kısmının hakkını vermeliydi. Muhteşem! Bakışları TV sistemine kayınca Leonard’ın burada bir şeyler izlerken uyuyakaldığına emin oldu. Şu an yatak odası arama derdinden kendisini kurtardığı için minnettardı. Uyumaya çalışmaktan başka bir şey yapamadı. Ancak uykuya dalmak da pek kolay değildi. Hiçbir şey hissetmeden, düşünmeden, sadece derin bir uykunun sarmaladığı tuhaf karıncalanma hissiyle uyuşmaya ihtiyacı vardı ve uyumak hiç bu kadar tatlı görünmemişti…