Sevdiği adamla ilgili anılarını düşünüyordu ve gözlerinin önünde beliren bir sahne onu ilk kez gülümsetmişti. Nişanlarını organize eden Pierre’in teyzesi, Fransız elitleri içinde uzun bir süre alay konusu olmuştu. Çünkü nişan törenlerinden Pierre’le el ele kaçtıkları haberi basında bomba etkisi yaratmıştı ve bu olay magazin dünyası için bir nişan töreninden daha ilgi çekici bir hale gelmişti. Basın ordusu da bu habere balıklama atlamıştı zaten. Baş döndürücü bir hızda ilerleyen o günden geriye kalan fotoğrafları manşetleri süslese de o günle ilgili anılarında kalan tek şey inanılmaz keyifli bir gün olduğuydu.
Kovalamalı bir aksiyon filmindeymişler gibi basını atlatmaya çalışmışlar, bir su parkında çocukları eğlendiren maskot panda kılığına girmişler, sonra da bir oyuncak mağazasında ayarladıkları kurmalı oyuncakları bırakarak kısa süreli bir kaosa neden olmuşlar ve güvenlikler geldiğindeyse çoktan oradan uzaklaşmışlardı. Bir sonraki durakları olan Château de Versailles’ın bahçesindeyken Pierre fıskiyeli süs havuzu boyunca Leyla’yı sırtında taşımıştı.
Nişandan kaçışlarından sonra eve döndüklerinde Pierre’in aniden farklı davranmaya başladığını fark etmişti. Bunun sebebi yarattıkları kargaşadan dolayı teyzesiyle yüzleşmesi değil de başka bir şey olabilir miydi? O günden geriye kalan anılarının arasından bir şey o kadını daha önce görmüş olabileceğini haykırıyordu. Bir süre zorladığı zihninin derinliklerini araştırdı.
Pierre’in normalden farklı davrandığı veya tuhaf olduğunu düşündüğü hareketleri var mı diye kurcaladı anılarını. Bazen soğuk davrandığı olurdu ancak bunu yaşadığı yoğun iş temposuna bağlardı. Onun haricinde iş için yurtdışında olduklarında düzenli olarak görüşemezler, birkaç e-posta dışında nadiren de telefonda konuşurlardı. Görsel algılar beyinden daha iyi çalışır derler. Zihin anıları hatırlamasa da simaları unutmayan görsel bir hafızaya sahiptir. O kadının tanıdık geldiğini düşünürken yanılmıyordu işte, o kadın Mabel’dı.
Pierre ile Versailles’da nişanlarını planlarken o kadınla bir kez karşılaşmış, daha gördüğü ilk anda ondan hiç hoşlanmamıştı. Daha o zaman Mabel’ın Pierre ile arasına gireceğine dair bir kuşkuya kapılmış ve sanki olacakları önceden hissetmişti. Pierre’in Mabel’la bir yakınlıklarını görmese de kadınca bir his ortada yanlış bir şeyler olduğunu söyleyip durmuştu.
Pierre kendisine oldukça yakın davranan bu kadını eski bir arkadaşı olarak tanıtmış ve çok soğuk davranarak bir kere bile yüz vermemişti. Öyle olunca da o kadınla aralarında arkadaşlıktan çok daha fazlası olduğunu hissetmişti. Çünkü Pierre Mabel’ı daha fazla görmeye dayanamıyormuş da uzaklaşmak istiyormuş gibi davranmıştı. Bu durum kendisini şüphelendirmiş ve Mabel ile aralarında önceden bir şeyler olduğunu düşündürmüştü. Aralarında bir şeyler varsa bile bu eskide kalmış gibi görünüyordu ve bu yüzden bunun üzerinde durmayı pek istememişti. Pierre’e olan güveninin onları getirdiği noktada bunun bedelini aldatılarak, gururu kırılarak ve her zamankinden daha değersiz hissederek ödüyordu.
Mabel ile tüm bağlarını uzun bir zaman önce kopardıysa tekrar ne zaman bir araya gelmişlerdi? Nişan törenlerinde mi? Bu mümkün değildi. Çünkü o zaman Pierre’in ona karşı nasıl soğuk davrandığını görmüştü. Eğer o sıralarda Mabel ile aralarında bir şeyler olduysa kendisine biraz olsun uzak davranması gerekmez miydi? Aksine, daha çok aşkla bağlandığına inandıracak kadar yakındılar. Bir farklılık hissettiyse bu sadece eskisinden bile çok vakit geçiriyor olduklarıydı.
Pierre ile tanıştıkları ilk zamanlardan gelen anıların sesleri okyanus dalgaları gibi çarptı yüreğinin kıyılarına. “Unutamadığım biri var Leyla. Eğer benimle bir ilişkiye başlayacaksan bunu bilmelisin. Onu unutamadığım için beni suçlama, çünkü benim canım hâlâ çok yanıyor.”
Benimde canım çok yanıyor Pierre ama bunu yapan bir başkası değil sensin.
Unutamıyorum dediği kadın kim peki? İlişkileri ciddiye bindikçe her kimse onu unuttuğuna yemin edip “Sadece bir kişiyi seviyorum, o da sensin.” demişti. Hayatının en güzel zamanlarını geçirdiği adam bu sözleri söylerken yalan söylüyor olamazdı. Aradan geçen tüm zamanı düşündü ama ilişkilerinde en ufak bir soğukluk sezdiğini hatırlayamadı. Sadece düğün günü fazla gergindiler. İşler yolunda gitmemiş ve düğün kesinlikle mutlu bir sonla bitmemişti. Muhteşem bir senfoniyle başlayan düğünleri birbirlerine evet diyemeden mahvolmuştu. Hatta bu durum bir daha gelinlik giymek istemeyeceği kadar kötüydü.
O günü tekrar yaşadı zihninde. Bir şeyin farkına yeni varıyordu ve bu elinde olmadan irkilmesine sebep oldu. O gün, Pierre ilk kez kendisine uzak davranmıştı. Bakışlarını kaçırıyordu, tıpkı bir suçlu gibi. Gözlerinde gördüğüm ihanet miydi Pierre? Düğün günümüzde mi başladı aranızdakiler, yoksa onun koynundan çıkıp mı geldin bana? Bunu yapmış olamazsın sen, bu kadar alçalmış olamazsın.
Genç kadın hislerinde haklıydı, bunu biliyordu. Her ne yaşandıysa o gün ya da daha öncesinde olmuştu. O zaman anlamlandıramadığı Pierre’in tuhaf davranışları, sebepsiz uzaklığı ya da kaçırdığı bakışları “Ben suçluyum!” diye mi bağırıyordu? Pişmanlık emareleri var mıydı orada, gözlerinin derinliklerinde? Bunu asla öğrenemeyecekti. Çünkü Pierre bunu anlayamasın diye bakmasına izin vermemişti belki oraya, o ihanet çukuruna, ihanetin izlerini taşıdığı için saklamaya çalıştığı gözlerine. İhanetin izleri…
Tanrım! Pierre orada kimi görmemden korktun? Eski sevgilini mi, o Mabel mı? Mabel’ı görmemden mi korktun? Bir türlü unutamadığın kadın oydu değil mi? Mabel’ı unutamadığını benimle paylaşsaydın olmaz mıydı sanki? Bütün bu rezaletin yaşanması mı gerekiyordu? Beni aldatmana gerek var mıydı? Belki de iki kadını da aynı anda yanında tutmak istiyordun? Bunu mu istiyordun gerçekten? Bunu istiyor olamazsın Pierre, ikimizin aşkına da aynı anda sahip olmak isteyecek kadar aşağılık olamazsın.
Gözümden düşmeye devam ediyorsun Pierre, bunu nasıl durduracaksın?
Bekledi, acısının geçmesini bekledi. Leonard’ın uzaklardayken bile sakinleştirmeye çalışan sesi boşlukta yankılanmaya devam ederken yanan yüreğinin feryadını dinledi. Hayatının artık tamamen düzeleceğine, ailesine kavuşamasa bile kendine bir aile kurarak sonsuz yalnızlık duygusundan kurtulacağına inanmıştı. Ne yazık ki güvenmeyi seçtiği adam bu güvene ihanet etmiş, sevgilerini yok saymıştı. Bir de hiçbir şey olmamış gibi davranarak aylarca kandırmıştı kendisini. Tanrım! Düğünümüzün üzerinden kaç ay geçti ki Pierre? Bunca zamandır yanımda değilken hep onunla mıydın? Kendi yapmadığı bir ihanetin tüm lekesi üzerine bulaşmıştı sanki. Ne yaparsa yapsın bundan kurtulamayacağını biliyordu.
Pierre, neden yaptın? Bunu bize neden yaptın? Benim için atan kalbin beni unuttu mu, yoksa bir başkası için atmayı hiç bırakmadı mı? Aklından geçen düşünceleri tüm dünyaya avaz avaz bağırsa ne çıkardı? Kimse susmasını istememeliydi kendinden, hele de bu kadar canı yanarken. Her şey yalan mıydı? Onun da kendisini sevdiğini söylerken hissettikleri yalan mıydı, yoksa bunları söylerken aklından geçen kişi bir başkası mıydı?
Bir ilişki güvene dayanmaz mıydı? Güvenmeyi seçmişti ilk defa birine. O kişi sendin Pierre... Sana güvenmeyi seçtim ben. Neden, neden? Niye yaptın bunu? Sana yetemedim mi ben? Sevgiyle kör olan gözlerim mi görmek istemedi ihanetini, yoksa aşkla parıldayan gözlerinde mi bir oyunun içindeydi?
“Ne zaman başladı bu ilişki?” diye bağırmayı o kadar istiyordu ki yüreğinden akan kanın kokusunu alabildiğini hissediyordu ama alacağı cevaptan da ölesiye korkuyordu. Ya çok daha uzun bir süredir aralarında bir şeyler varsa? O zaman kendisiyle birlikteyken aylarca bir başkasıyla da beraber demekti ve bunu kaldırabileceğini hiç sanmıyordu. Çünkü aylarca kendisine sevgi sözleri fısıldayan adamın yalanına inandığı anlamına gelirdi bu.
Güvendiği adamın ihaneti, sevdiği adamın ihaneti, üstelik evlenmek üzereyken bunu öğrenmek çok acı vericiydi. Kalbinin derinliklerinde sızlayan kısmı kesip atmaktan başka bir şey istemiyordu. Çünkü yaşadığı acının tarifi yoktu. Yanan canının hesabını kime sorabilirdi ki? Yalanlara boğulan ilişkilerinin mimarı Pierre’e mi, yoksa sevdiği adamı paylaştığı kadına mı? Bu kadarı çok fazlaydı…
O sahne! Gözlerinin önünden bir türlü gitmeyen o sahne geldi yine. Pierre, kendisine her zaman hassas davranır ve sevecen yaklaşımının dışına asla çıkmazdı. Şimdiyse o kadınla aralarındaki yakınlığı, birbirlerine yaklaşımlarını düşündükçe kendi ilişkilerinin bitmeye mahkûm olduğunu anlıyordu. Çünkü Pierre Mabel’a daha farklı bakıyordu, ona daha farklı davranıyordu ve onu kıskançlık krizlerine sokacak kadar çok sahipleniyordu.
“Hayatımı ben bu adama mı adadım? Fırsatını bulduğunda beni aldatan bir adama mı?”
Anıları gözlerinin önünden bir bir silinen Leyla, gece karanlığında sahilde olduğunun farkına yeni varır gibiydi. Gecenin karanlığında Leonard’ı fark etti. Hâlâ ağlıyordu ve genç adam yanına gelerek sarıldı kendisine. Buna o kadar çok ihtiyacı vardı ki reddedemedi ondan gelen şefkati. Her zaman güvenli bir liman olduğuna inandığı adam tarafından değil de, sadece iki haftadır tanıdığı bir iş arkadaşının kendisini avutması ne kadar üzücüydü. Hâlbuki Pierre ne kadar da inandırıcıydı “Seni asla bırakmayacağım.” derken. Her şeyi gibi sözleri de yalandan ibaretti.
Böyle bir sevgiyi unutmak kolay olmayacaktı ama toparlanacaktı. Ne olursa olsun bir şekilde yoluna devam etmenin bir yolunu bulmalıydı. Bunun bedeli sevdiği adamı ebediyen kaybetmek olsa bile.