28. Sana Açım

2096 Words
Sis perdesi sardı tüm geceyi. Uslanmaz duyguların esir aldığı bir kalp, okyanusu izleyen gözler ve huzurdan kaçan şüphe misafirdi aynı gökyüzü altındaki dünyaya. Yeryüzüne sığmayan, aldığı nefesle bile daralanların yol aldığı sokaklarda dolanmak çare değildi. Hüzünle buğulanan gözler kızıl saçlı bir kadına aitti. Emeklerinin bir toz bulutu gibi uçtuğunu görmüştü bugün. Harbert projede çalışmaya devam ederken kendisi sürgün edilmişti. Adaleti sorgulamayı bırakalı çok uzun zaman olduğu için bunu artık umursamadı ama içten içe duymayı reddettiği gerçekler yakasına yapışmayı biliyordu. Çünkü kalbi daha önce hiç olmadığı kadar acıyordu ve bu acıyı engellemenin artık bir yolu yoktu. Görmesini bulanıklaştıran yaşları tutamadı önce. Her şeye katlanmaya çalışmak ona ölüm gibi geliyordu. Sonra kendisini tutup direndi bir süre. Güçlü olmalıydı yoksa projeyi asla koruyamazdı. Pasifik’i gören bir noktadan izlediği kıyıda, dalga seslerinin kendisini sakinleştirmesini bekledi. Bir süre sonra nedense dalgınlığının farkına vardı ve bunun sebebinin işittiği ayak sesleri olmasına şaşırdı. Yapayalnız kaldığını sanırken şimdi bir tedirginlik duygusunun bedenini sarmasıyla ürperdi. Gelen kişinin her kimse geçip gitmesini umdu ve sesleri dinlemeye devam etti ama adımlar giderek daha da duyulur bir hale geldi. Oturduğu bankın önünde biten son adım sesini duyduğunda başını kaldırmaya mecbur oldu. Öfkeli olduğu hissedilen genç bir adamın koyu gür saçları görülüyordu ve okyanusa dönük yüzü dingin sular kadar sakin olmak istiyordu belki de. Beklemesine değecek kadar kısa bir süre sonra esmer genç adam, ona bakmadan bir şeyler söyledi. “Olanları duydum. Sen nereye gideceksin?” Arkasındaki kadının kendisini duyduğunu biliyordu. Bulunduğu yerde beklemek yerine, arkasına dönmeyi tercih etti ve neredeyse çökme belirtileri gösteren kadına baktı. Onun hakkında ne düşünmeliydi? Yaşadığı çoğu zorluğun onu yıkması gerekirken hâlâ direniyor olduğunu mu? Ayakta kalmaya çalışan tarafı güçlü olmak için ihtiyaç duyduğu enerjiyi çok sevdiği işinden alıyordu. Şimdi Bay Collins’in onun hakkındaki kararı tam olarak belli değildi. Gidecekti, orası kesindi ama nereye? Profesörlük derecesini çok genç yaşta alabilen nadir insanlardandı ve yaşını almış olgun bir kadındı. Üstelik her zaman çalışkan, her zaman meşgul biri olması bile güzelliğine gölge düşürememişti. Çünkü hâlâ çok genç ve çok güzeldi. Düşüncelerini kendine saklayıp ona doğru ilerledi. İyice kenara kayan kadının yanındaki boşluğa bıraktı kendini. Kadın hâlâ bir cevap vermemişti. Resmiyeti de işle ilgili kuralları da bir kenara bıraktı. “Vicky kendini bırakma sakın. Her şeyi tek başına göğüslemeye çalıştığını görmüyor muyum sanıyorsun?” diye sordu. Bu kadar mücadeleci biri olması, onunla gurur duymasını sağlıyordu ve sırf bu yüzden herkes ona hayrandı ya. Sessizliğini korumaya devam eden kadın, “Bana Rogan demelisin.” dedi sadece. Sonra başını genç adama çevirip “Olsen, artık senin patronun değilim ama bu bir şeyi değiştirmez. İşte veya özel hayatta bana asla adımla hitap etmemelisin.” Rogan yanında oturan genç adamın hüzne bulanan yüzünü inceledi. Onun her zaman kendisine karşı bir hayranlık beslediğini biliyordu hatta hiç beslememesi gereken bir takım özel duyguları olduğunu da. Kendisinden küçük olan bu adamın sevgisine hiçbir zaman karşılık vermemişti. O kendisine her yakınlaşmaya çalıştığında uzakta kalmanın bir yolunu bulmuştu. Ancak şimdi ne kadar geri dursa da ona çekildiğini hissetmekten kendini alamıyordu. Yine de bu vedayı onun için unutulmaz yapabilirdi bir daha görüşmeyeceklerini düşünerek. “Her zaman Profesör Rogan oldun benim için. Ördüğün duvarları hiçbir zaman yıkmadın. Neden?” dedi zor duyulan bir sesle genç adam. Kendi kurallarını ilk kez deleceğinin bilincinde olan kadın “Sen Olsen, ben de Rogan olarak kalmaya devam edeceğiz Edmund. Ötesi yok bunun.” dedi. Genç adamın doğru duyup duymadığını anlamaya çalışan bakışlarına takıldı. “Doğru mu duydum? Sen az önce bana Edmund mı dedin? Bana ilk kez adımla mı hitap ettin şimdi?” diye sıraladı sözlerini Olsen. Gözleri hâlâ kızıl saçlı, güzel kadını süzüyordu. Işıldayan gözlerle baktı ve tereddüt içeren bir yakınlıkla ellerini Rogan’a uzattı. Buz gibi olmuş ellerini kendi sıcacık ellerinin arasına aldı. Haziran sıcağı San Francisco’da gece yarısını geçen bir saatte pek işe yaramıyordu ve şimdi buna çok minnettardı. Usul usul kadını kendine doğru çekti. Çünkü onun az önceki inadının kırıldığını biliyordu. Sarıp sarmaladığı kadına ilk kez bu kadar yaklaşmış, ilk kez sımsıkı sarılmıştı. Doğal kızıl saçlarına bir öpücük kondurmaktan geri durmadı. Yüzünü göremese de Vicky’i mutlu eden bir tebessümün dudaklarına yerleştiğine emindi. İyice kendine çektiği kadını yüreğine hapsetmek ister gibi sarmalamaya devam etti. Bir süre geçtikten sonra da Rogan artık kendini bıraktı ve genç adama sarıldı. Bu hareketinden sonra Olsen’ın mutlu olduğunu, gevşemeye başlayan kollarını daha da sıkılaştırmasıyla anladı. “Edmund…” demeyi başaran kadın başka bir şey diyemedi. Kırık bir sesle söylediği isim genç adamı sarsmıştı anlaşılan. Duygularını her daim korumayı başaran tarafın yanındaki adam olduğunu sanırken yanılıyordu galiba. “Bir an için sadece bir an biz olamaz mıyız? Sadece Vicky ve Edmund olarak.” Rogan genç adamın yakarış dolu sesine kaşlarını çattı refleksle. Onun göğsüne yasladığı başını çekmeye çalıştı ama bunu engelleyen Olsen, Vicky’i kendine sabitledi. Sanki bırakırsa uçup gidecekmiş gibi üzerine titriyordu ve bu yüzden gitmesini hiç istemiyordu. Genç adamın fevri davranmaması için beklemeye devam etti, ta ki elleri yeniden gevşeyene kadar. Rogan, Olsen’ın boşluğundan yararlanıp kendini geri çektiğinde gafil avlanmış şaşkın bir yüz buldu karşısında. Her şeyden çok uzaklaştığı için acı çeken bir yüz… “Ben gittiğimde Harbert ve Bay Collins ile anlaşmaya çalış ve kimseyle zıt düşme Ed... Olsen.” dedi adını söylemeye çekinerek. “Herkesten çok sana ihtiyacı var projenin. Eskilerden geriye kaç kişi kaldı ki diye düşünüyorum ve o zaman aklıma sen geliyorsun. Burada kalanlar içinde en güvendiğim asistanlarımdan birisin.” Olsen yüzüne yayılan hüznü saklama gereği duymadan, “Beni sadece asistanın olarak mı görüyorsun? Sadece bu muyum senin gözünde?” diye sordu. Bariz bir hayal kırıklığı ele geçirmişti duygularını. Rogan bunun anlamını biliyordu. Kendisi veda dolu bir konuşma yapmaya çalışıp nasihatler verse de Olsen’ın buna hazır olmadığını görüyordu. Gittiği zaman belki de acı çekmemesi için kendinden uzaklaştırmalıydı onu. Bu yüzden olabildiğince soğuk davranacaktı. “Olsen, sen çok iyi bir insansın. Çok hoş birisin, yakışıklısın ama istediğin şeyi sana veremem. Sen çok gençsin, bense artık yaşlanıyorum. Üstelik asistanlığımı yaptın, aynı iş yerinde çalıştık beraber. Bunun ne kadar uygunsuz bir birliktelik olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.” Gözlerine acı dolu bir keder dolan genç adam, “Yaşını hiçbir zaman sorun etmedim Vicky. Sen gittikten sonra bu şehrin bir anlamı olacak mı sanıyorsun?” derken bir isyan vardı sözlerinde. Vicky’nin açtığı boşluğu yavaşça kapatarak onun saçlarını okşadı ve ardından yüzünü avuçlarının arasına aldı. “Hem ne varmış ki yaşında? Hâlâ çok genç ve çok güzel bir kadınsın. İkimizi yan yana koysalar benim senden daha yaşlı olduğumu söylerler. Hem yaş farkını ben sorun etmezken neden sen sorun ediyorsun ki?” Rogan yüzünü avuçlayan ellerin dokunuşuyla gözlerini kapatmamak için kendisini zor tuttu. “Ben kırklı yaşlardayım Edmund, sense otuzlarında bile değilsin. Hissettiğin gerçek aşk değil sadece gelip geçici bir heves. Bir gün karşına gerçekten seveceğin biri çıkacak ve o zaman dediğim şeyi anlayacaksın.” Yanaklarındaki dokunuş sertleşmeye başlıyordu ve Edmund sanki hâkimiyetini kabul etmesi için baskısını artırmıştı. “Saçlarına aklar düştüğünde bile seni seveceğim Vicky. Sadece seninle olmak istiyorum bir başkasını değil.” “Edmund, olmaz anlamıyor musun? Daha görmen gereken çok şey var. Hayatını bile yaşamış sayılmazsın. Baksana, ben ilkokuldayken sen yeni doğmuştun. Liseye gittiğimde ilkokula başlamıştın. Üniversiteyi bitirdiğimde liseye gidiyordun.” dedi Vicky. Sözleri Edmund’ın yüreğine kıymık batırıyordu. Genç adam yeniden denemeye çalışsa da konuşması Vicky tarafından durduruldu. Vicky, Olsen’ın bileklerini tutup ellerini yüzünden çekti. Ancak, hâlâ ellerini tutmaya devam eden kadının, “Ben artık gidiyorum Olsen. Hayatına ve başarılarına odaklan.” deyişi adamı mahvetmeye yetmişti. Kadın tamamen gözden kaybolmadan, genç adamı acı ve kedere boğmadan hemen önce, küçük bir veda busesi vermeyi uygun gördü. Edmund’a yaklaşarak yanağına uzun bir öpücük kondurdu. Aralarında ufacık bile olsa duygusal bir yakınlaşma yaşanmıştı ve genç adam Vicky’i kaybetmek istemiyordu. Geri çekilen kadını, tutkudan çok uzak fakat masum da sayılamayacak bir şekilde öptü. Beraber olamayacaklarsa bile en azından bu yakınlığı yaşamak istemişti. Ayrıldıklarında Vicky’nin uzaklaşması, genç adamın canını sıkmıştı. Vicky’nin gitmesini istemiyordu. Onu durduracak bir şey yapmalı ya da söylemeliydi. Stres altındayken aklının her zaman daha iyi çalıştığını bilirdi ve o an aklına gelen şeyle kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. Çünkü bu Vicky’i durduracaktı. “Leyla,” diye seslendi giden kadının arkasından. Vicky’nin adımları yavaşlamıştı ve geriye dönmeden devamını bekledi ama hiç ses gelmeyince arkasını döndü. “Leyla’nın da süresiz izne çıkarıldığını bilmek istersin diye düşündüm. Şimdi giderek onu en zor zamanında yalnız başına mı bırakacaksın, gerçekten mi?” Vicky duyduklarını algılamaya çalıştı. Bay Collins neden istemediği kişilerden bir bir kurtulmaya çalışıyordu ki? Aklına takılan bir diğer konuysa Leyla’nın neden hiç kendisini aramadığıydı. “Pierre Martin buradayken Leyla’nın güvende olacağını hiç zannetmiyorum. Kötü bir ayrılık yaşadıklarını duydum. Naomi’nin evine gitmiş kızı bulmak için. Bu durum benim kadar senin de hoşuna gitmemişti diye hatırlıyorum.“ Karşısındaki kadının şaşkınlığından faydalanarak gülümsedi. Biliyordu ki artık ne derse desin ne yaparsa yapsın asla gitmeyecekti ve bunun verdiği rahatlıkla ona doğru ilerledi. Vicky şaşkınlığını üzerinden attığı zaman Edmund kendisine doğru geliyordu. Onun, az önceki kırgınlığının yerinde yeller estiğine şahitti ve her zamanki kendine güvenen adam olmuştu yine. Gözlerini kısan Vicky bu ani ruh değişimine kafa yoramayacak kadar yorgundu. O yüzden de “Leyla nerede şimdi?” diye sordu. Pierre ile ayrıldıktan sonra Naomi’nin yanında kalmadığını biliyordu. “Bu pek hoşuna gitmeyecek Vicky.” dedi genç adam. Gözlerini Vicky’nin yüzünde gezdirdikten sonra kendinden emin gülümsemesi ile “Leonard’ın yanında kalıyor ve o güvende.” dedi. Ancak düşündüğünün aksine Vicky biraz içerleyerek, “Neden daha önce bunu bana söylemedin?” diye sordu. “Haftalardır ona ulaşmaya çalıştığımı biliyordun.” diye ekledi. Sorusunu duymazlıktan geldi genç adam, sonra da cebinden anahtarları çıkardı. Bu gideceğine dair bir işaretti. “Geliyor musun?” diye sordu. Vicky’nin zihni, Leyla ile o kadar meşguldü ki bunu kadına baktığında anlıyordu. Kendisini terslememişti, “Hayır.” da dememişti. Önüne düşerek yürümüştü. Dudakları kıvrılarak Vicky’nin peşinden gitti. Kendisine “Nereye gidiyoruz?” diye sormamıştı bile. Arabasının kapısını açıp Vicky’nin binmesini bekledi ve arabayı çalıştırdı. Zihni dolu olsa da evinin yolunu bulabilirdi. Sonra yanındaki Vicky’e baktı. “Evine bırakmamı ister misin?” diye sordu. Ne dediğini anlamamış gibi duran Vicky’e, aynı soruyu iki kere sormuş yine de bir cevap alamamıştı. O da kendi evine doğru arabayı sürmüştü. Vicky’den tamamen uzaklaşmak hoşuna gitmiyordu zaten. Arabayı evinin yakınındaki otoparka bıraktı genç adam. İndikten sonra da Vicky’nin kapısını açtı. Hiç konuşmadan kendini takip etmesine izin verdi. Binaya girdikten sonra asansöre bindiler. Dairesinin olduğu katı tuşlarken hiç konuşmadılar. Sonunda eve gelen Edmund, Vicky’i içeri davet etti. Edmund evin salonuna geldiğinde ışıkları yaktı. Vicky şaşkınlığını üzerinden atmıştı. Yeni yeni aklı başına geliyormuş gibi etrafına bakındı bu sırada. “Neden senin evine geldik?” deyiverdi. Genç adam bunu cevaplamak yerine “Aç mısın?” diye sordu. Başını sağa sola sallayan kadının güzel yüzüne takıldı gözleri. Doğal bir renkle parlayan kızıl saçlarındaki ışık yansımalarını izledi. Yeşil hareli gözlerinin, cevap beklediğini gördüğünde aklı çoktan başından uçup gitmişti. “Ben açım ama.” dedi sadece. Amerikan mutfağı olan dairesinde yemek hazırlamak için hiçbir harekette bulunmadı. Aksine mutfağa gitmek yerine kızıl saçlı güzel kadına doğru çevirdi adımlarını. Orta yaşların henüz başında olan genç kadın elindeki çantasını yere düşürdü. Elinde bir çantası mı vardı, bunun farkında bile değildi. O an hiçbir şeyin önemi yoktu. Önemli olan tek şey; kendisine büyük bir sevgi, özlem ve tutkuyla bakan genç adamdı. Her şeyi bir kenara bıraktı bu gece. Her şey bu eve geldiği an, o kapının ardında kalmıştı. Durduğu yerde put gibi dikilmek yerine Edmund’a doğru hızlı adımlarla ilerledi. Bir anda kucağına atlayarak bacaklarını hemen beline doladı. Edmund’ın kendisini aniden kucaklaması ve düşmemesi için kalçasını kavramasıyla gözlerini kapattı. Gözlerini açarak Edmund’ın yüzünü avuçladı. Dudaklarını ıslatıp arzuyla kıvranan genç adamın dudaklarına yapıştı. Öptüğü adamın varlığına alışmaya çalıştı birkaç saniye. Durgunca bekleyişi genç adam tarafından hoş karşılanmadı. Bir homurtu çıkaran genç adam etrafında dönerek Vicky’i yatak odasına götürdü. İçeri girdiğinde kadını indirdi. Hemen yanaklarını avuçlarının arasına aldı. İki saniye bile sürmeyen bakışmalarının ardından hırsla dudaklarına yapışarak arkasındaki duvara yasladı Vicky’i. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Bir ara Vicky’nin dişlerini tamamen kenetlediğine yemin edebilirdi. Bu onu daha da hırslandırırken dişlerini aralaması için kadının üzerine bir baskı kurdu. Başardığında ise diliyle ağzının içini talan etmeye koyulmuştu bile. Kısacık bir an için geri çekildi. Nasıl nefes alınıyordu unutmuştu sanki. Gözlerini alamadığı güzel kadının kulağına doğru yaklaştırdı dudaklarını. Onun duyabileceği kadar güçlü bir sesle, “Sana açım Vicky. Bu geceyi ikimiz için de unutulmaz kılacağım. İnan bana her anı zevk dolu olacak.” dedikten sonra boynuna ıslak öpücükler kondurdu. Vicky, açmaya bir türlü cesaret edemediği gözlerini aralayarak tutkuyla yanan genç adama baktı. Dudaklarını ısırma gafletinde bulunurken dudaklarına inen bakışların karaya çalışını izledi. “Edmund” diye fısıltıyla adını söylediği genç adam, yeniden dudaklarını esir aldığında tatlı bir iniltiyle karşılık verdi. Hangi ara üzerlerindekilerden kurtuldular bilmiyordu. Ellerini çabucak kullanan Edmund’ın hızına hayret etti. Kendisini tamamen onun maharetli ellerine bırakmadan önce aklından geçen tek şey, Edmund’dan uzak durmakla büyük aptallık yaptığıydı. Aşktan kaçmaya çalışmakla büyük aptallık yaptığıydı…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD