4. Aşk En Yüceydi

1543 Words
Kızlar, büyük saksıların dizilmiş olduğu koridordan geçerek terasa çıktılar. Küçük fakat epey ferah bir terastı burası. Önlerinde uzanan büyük bir vadiye bakıyordu. Binanın diğer tarafı ise San Francisco kıyılarına ev sahipliği yapan eşsiz Pasifik Okyanusu manzarasına sahipti. CTA Araştırma Merkezi’nde odanız hangi tarafa bakarsa baksın mutlaka nefes kesici bir manzaraya sahip olurdunuz. Kollarını açarak kocaman bir dünyayı kucaklamaya hazırlanan Leyla, gözlerini kapatıp günışığının teninde uyandırdığı hisse sarıldı. Naomi ise az önce derin bir üzüntüyle sarsılan kendi değilmiş gibi arkadaşının yanında belirdi ve o da kollarını açtı güneşe doğru. Ayaklarının altında uzanan bu şehre yalnızca hayran olabilirdi. “Okyanustan daha iyi hissettiriyor.” Naomi’yi onaylayan Leyla “Bu şehri keşfetmek istiyorum.” diyerek güneşin teninde uyandırdığı hissi kucakladı. “Bazen; keşke buraya çalışmak yerine, sadece bu şehri tanımak için gelseydik diyorum. Her sokağında yürüseydik, geçtiğimiz yollarda kendimizden izler bırakabilseydik ya da bilmiyorum sadece burada yaşıyor olsaydık.” Onun bu sözleri insana bir şehri merak ettirebilirdi. Bazen bir merak pek çok şeyi de beraberinde getirirdi. Bir şehri ve oraya ait insanları tanımak kimi zaman onları benimsemekle sonuçlanabilecek bir dizi seçenek sunardı mesela. Naomi aynı şekilde arkadaşına katıldığını ifade ederken Leyla’nın çalan telefonu konuşmalarını böldü. O telefonu açarken kendisi de arkadaşının yüzündeki samimiyetin ve sesindeki sıcaklığın sebebini sorguladı bir an için. Daha sonra düşününce onu bu şekilde gülümsetebilecek tek bir kişi geldi aklına. Bir gün kendisinin de böyle bir sevgiyi bulup bulamayacağını düşündü fakat henüz doğru zamanın gelmediğini hissediyordu. Leyla’nın telefonu kapatmadan önce “Ben de seni özledim.” demesi bu konuşmanın sonuydu. Yüzünde ergenlere özgü o “aptal âşık” gülümsemesi vardı ve yerinde duramıyordu. Hatta elinde olsa kanat takıp uçacaktı. “Seninki mi?” Ellerini kalbinin üzerine koymuş heyecandan öleceğini zanneden Leyla, “Evet, evet Pierre’di. San Francisco’daymış.” dedi. Naomi de aynı şekilde şaşırdığını belli ederek onun gibi bir sevinç nidası kopardı ve “Aman Tanrım! Çok sevindim.” diyerek arkadaşının heyecanını paylaştı. “Pierre’i çok özledim. Hemen onun yanına gitmeliyim.” Mutlulukla “Sana söyleme fırsatı bulamadım ancak bunu bilmeni istiyorum Naomi. Biz bu yaz Pierre ile evleniyoruz.” diyen Leyla Naomi’nin boynuna sarıldı. Aynı coşkuyla karşılık veren genç kadın arkadaşı adına gerçekten çok mutlu oldu. “Sen mutlu olmayı hak ediyorsun, umarım çok mutlu olursunuz. Çok sevindim sizin adınıza ama şimdi git, bekletme Pierre’i.” Leyla nişanlısını karşılamaya gitmeden önce Pierre’in kendisine evlenme teklifi ederken taktığı yüzüğü çıkardı aceleyle çantasından. Bir servet değerinde olan bu yüzüğü kaybetmemek için uzun bir süredir takmıyordu. Fakat şimdi, epey bir zaman sonra yeniden taktı ve kıyafetlerini işaret ederek “İyi miyim? Güzel görünüyor muyum? Çok kötü durmuyor değil mi?” diye sordu arkadaşına. Naomi’nin “Sen harikasın.” demesiyle ışıltıyla gülümsedi ve olmayan kanatlarıyla uçarak nişanlısını karşılamaya gitti. *** Rogan’ın proje asistanı sıfatıyla gerçekleştirdiği toplantının ardından hazırlanan taslakları inceleyen Olsen eksik kısımlar için acele etmiyordu. Yine de Rogan’a şu an hangi aşamada olduklarını bildirmesi gerektiğini düşünüyordu. Marshall ve Dias’ın ön çalışma raporları kendisindeydi ve diğerlerininki tamamlanmamış olsa da çok problem değildi. Marshall’ın raporlarını üste koyarak çıktı odasından ve koridorda ilerledi. Bir zamanlar en yakın dostu olan Leonard, aralık duran kapısından görüldüğü kadarıyla dipsiz bir kuyunun derinliklerinde dalgınca geziniyordu yine. Eğer şimdi yanına gitse ve ona dünyanın en anlamsız şeylerini dahi söylese yine de fark etmezdi kendisini muhtemelen. Bu yüzden sessizliğini koruyarak oradan uzaklaştı ve her zamanki gibi ilk önce Rogan’ın kapısını çaldı. İçeriden ses gelmeyince Rogan’ın çıkmış olabileceğini düşündü. Ancak odadan bir düşme ya da çarpma sesi geldi bir an. Bunun üzerine hiç cevap beklemeden kapıyı açtı ve içeri girdi. Her zaman çalışma masasında oturan Rogan bu defa masasında oturmuyor, bir elinde telefonu olduğu halde, epey sinirli bir konuşma yaparak volta atıyordu. Muhtemelen bu sırada bir şeyi sinirle yere fırlatmıştı. Odasına birinin geldiğini fark etmeden ve ses geçirmeyen CTA binasına güvenip yüksek bir sesle “Claire için sana hesap vermeyeceğim Nicholas!” diye bağırdı. Profesör Harbert’ın adını duyunca küçük bir şaşkınlık nidası çıkaran Olsen’ı, o an fark eden Rogan’ın yüzünden bir korku dalgası geçti, ancak anında kayboldu bu korku. “Sonra konuşuruz.” Telefonu aceleyle kapatan Rogan bir kaşını kaldırarak Olsen’a baktı. Onu şu an gerçekten azarlamak istiyordu ve önemli bir konuşmanın ortasında karşısında birini bulmayı beklemiyordu. Üstelik bitmemiş belki de asla bitmeyecek bir konuşmanın üzerine… O andan sonra duygularını ifade edecek tek bir kelime bulamadı ve tüm öfkesini asistanından çıkararak “Çık dışarı!” diye bağırdı. “Bir daha ben gel demeden asla içeri girmeye cüret etme. Hele bugün… Sakın!” Profesörün azarlamasıyla kendini dışarı atan Olsen gün içerisinde onun gözüne görünmemenin daha sağlıklı olacağını düşündü. Asılan yüzünü toparlayıp geri döndüğünde Rogan’ın odasına giden iki kişi gördü. Yaşlı olan kişi bir iş adamına benziyordu ancak daha genç olansa adeta bir gangster gibi görünüyordu. Tiplerinden yola çıkarak düşündüğü tek şey Rogan ile bu adamların ne işlerinin olduğuydu. Onları görmezden gelmeyi düşünse de bunu yapamadı. Bir süre adamların dışarı çıkmasını bekledi ama Rogan da onlarla beraber CTA’nın idare katına çıktı. Bu adamlar her kimse hiç güven vermiyorlardı ve iyi bir şeyler olacakmış gibi görünmüyordu. İdare katına gittiklerine göre uzun bir süre gelmezlerdi. Bu yüzden beklemenin anlamsız olduğu çok açıktı. Odasına dönerken terastaki Yoshida’yı fark etmişti. Çoktan gittiğini düşündüğü için burada olmasını beklemiyordu. Bu yüzden onu görünce çok şaşırmıştı. Yanına gitmeyi düşündü önce fakat sonra bundan vazgeçerek iş yerinden ayrıldı. *** Kavuşma isteğiyle acele eden genç kadın havaalanı çıkışına geldiğinde kendisini bekleyen nişanlısını aradı heyecanlı gözlerle. Çok geçmeden Pierre’i fark ettiğinde ikisi de birbirlerine doğru koştu kalabalığın içinde. Ağzı kulaklarına varan Leyla adeta genç adamın üzerine atlayarak öpücüklere boğdu onu. Genç kadını etrafında döndüren Pierre, yüzündeki mutluluğun gerçek sebebi olan nişanlısına büyük bir istekle karşılık verirken etraflarındaki kalabalığı umursamadılar. Leyla’yı bir kez daha öptükten sonra geri çekilen Pierre biraz daha sarıldı nişanlısına. “Aman Tanrım! Nasıl da özlemişim seni.” Pierre’in coşkulu heyecanı yüzüne yansımıştı ve karşı konulamaz bir tutkuyla doluydu. Pierre varken her şey çok hareketli ve eğlenceli olabiliyordu. Hem onunlayken her şey baş döndürücü bir hızda ilerlemiyor muydu zaten? Leyla’nın büyük bir özlemle geçen günleri sevdiği adamın gelişiyle son bulacaktı artık. Yerinde duramayan genç adam Leyla’yı bir kez daha etrafında döndürdü ve son bir öpücük daha kondurdu dudaklarına. Birbirlerinden uzakta geçirdikleri günlerin artık geride kaldığı düşüncesiyle mutluluğunun katlandığını hissetti Pierre. Bundan sonra ondan uzak kalması gibi bir seçenek mümkün değildi ve olamazdı da. Böylece el ele tutuşarak havaalanından uzaklaştılar. Pierre valizini bagaja yerleştirmesi için şoföre verdi ve bir süre sonra şehir merkezine geri döndüler. Taksi yanlarından uzaklaşırken Leyla Pierre’in koluna girdi. Adam da onu kendine çekerek başına bir öpücük kondurdu ve bir kolunu Leyla’nın etrafına doladı. Bir müddet sonra genç kadının yaşadığı apartmana geldiler ve Leyla’nın bir süreliğine Yoshida ile beraber kalacağı daireye çıktılar. Eve girdiklerinde Pierre’i kendi odasına geçiren Leyla valizi yatağının kenarına bıraktı. Bu evde bir odası olduğu için şanslı hissediyordu. Çünkü odasında muhteşem bir banyosu vardı. Genç adama yol yorgunluğunu atması için duş almasını önerdi ve şahane banyosuna itekledi onu. Leyla mutfağa gideceğini söylediğinde daha uzaklaşamadan hemen kolundan çekip bir öpücük daha çaldı Pierre. “Seni çok seviyorum ben.” diyen Leyla hayranlıkla genç adama baktı. Gür siyah saçlarının döküldüğü omuzları gerilmişti ve yazın bir getirisi olarak esmerleşmesinin ona ne kadar çok yakıştığını düşündü. Daha sonra aptal âşıklar gibi gülümseyip duran bu ruh halinden sıyrılarak nişanlısının yanından ayrıldı. Ancak ayrılırken epey zorlandı; yine de gülümsemesi eksik olmadı yüzünden. Atıştırmalık bir şeyler hazırlayan Leyla bir süre sonra duştan çıkan Pierre’in yanına gelmesini bekledi. Pierre kendisini beğeniyle süzen Leyla’nın her zamanki gibi göz kamaştırıcı olduğunu düşündü. Bu dünyalar güzeli kadın yakında karısı olacaktı ve bundan daha büyük bir mutluluk yoktu onun için. Yapmaları gereken tek şey nikâh masasına oturmak ve birbirlerine evlilik bağıyla bağlanacakları o imzayı atmaktı. Mutfaktaki ada tezgâhın bar taburelerinden birine oturan genç adam, nişanlısını yine kollarının arasına aldı. Ondan ayrı kalmak işkenceye dönüşüyordu şimdiden. Başına minik bir öpücük kondururken özlemini dile getirmek için daha başka neler yapabileceğini düşünüyordu. “Bunca zaman nasıl uzak kalabildim ben senden!” Bundan sonra emin olduğu bir şey varsa o da bir daha asla sevdiği kadından ayrı kalamazdı. Leyla kollarından çıktığı adama sandviçini verdi ve yemeğini yerken ona eşlik etti. Güleç yüzü Pierre’in nerede kalacağı konusuna gelince asıldı. Ayrı kalacakları günleri atlattıklarını düşünürken şimdi aynı şehirdeyken uzakta kalacak olmaları yüreğine bir ağırlık oturmasına sebep oldu. “Pierre, sen nerede kalacaksın?” Leyla’nın sesindeki kederi dağıtmaya çalışan Pierre, “Gitmemi bu kadar çok mu istiyorsun hayatım?” diye sordu. Aslında bunu her an ağlayacakmış gibi duran kadını sabote etmek için yapıyordu. Tersine giderse o zaman Leyla direnirdi duygusallığa ve ağlamazdı. Onu en ufak şeyler için bile üzgün görmeye dayanamıyordu… “Gitmeni istemek mi? Senden bir an bile ayrı kalmak istemiyorken mi?” Pierre sevgi dolu bir kucaklamayla Leyla’yı bir kez daha kendine çekerek “Aynı duyguları paylaşıyoruz tatlım. Belki bazen uzak kalacağız fakat bunu hissetmeyeceksin bile, söz.” dedi. Derin bir soluk aldıktan sonra genç kadını rahatlatmak için gülümsedi. “Nerede kalacağıma gelince, önceki düğünümüzde sağdıcım olan arkadaşım da kalacağım, davet konusunda epey ısrarcıydı.” Aylar önceki düğünlerinden hatırladığı simayla, “Sağdıcın mı, Connor Morrison mı yoksa?” diye sordu ve Pierre’den “Evet.” yanıtını alınca, “Onu ben de tanıyorum, unuttun mu?” diye takıldı. Pierre’in yanağına uzun bir öpücük kondurdu, nişanlısının güven veren kollarında yaşlanmaktan başka bir şey istemedi genç kadın. Leyla, güvenli bir liman bildiği adamın kollarına sığındı yine. Onun bu dünyadaki varlığı her şeye bedeldi ve aşk en derin duygulardan bile yüceydi…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD