2. Tanışma

2261 Words
(2 Ay Sonra) Mayıs Sonları CTA Araştırma Merkezi San Francisco, Kaliforniya, ABD Bir süre önce çalışmaya başladığı işyerinde yeni birinin geleceği konusunda bir şeyler konuşuluyordu. Gerçi herkesin tanıdığı biri olduğu aşikârdı. Zira daha önceden de orada çalışmış olması onun için avantaj olmalıydı. Genç adam kulak asmadı konuşulanlara. Bazı anlarda burada çalışmak bile son derece zor olabiliyordu. Bu işi kabul ederken emek verdiği kariyerinden çok rayından çıkan hayatını düşünmüş ve yaşadıklarından uzaklaşmak istemişti biraz. İçinde eskiye dair duyduğu özlem her gün katlanarak artsa da dayanamayacağı kadar acıtmıyordu artık. Burada olmak iyi bir fikir miydi? Bunu sorgulamıyordu bile. Ülkesinden uzakta olmak zor olsa da nefes alabiliyordu en azından. Kavuşamayacağı anılara sarılmaya çalışmak gerçekten yoruyordu. Bir daha asla eskisi gibi olamayacaktı. Masum ve vicdanlı olamazdı mesela. Düştüğü boşluktan çıkamayacağı gibi kimseye karşı iyi de olamazdı. Daldığı düşüncelerinden birinin dürtmesi ile çıktı. “Hey! Leonard, Profesör Rogan herkesi ekip toplantısına çağırıyor. Önemli sanırım.” diyen sese dönüp bakmadan başıyla onayladı. “Sen git. Geliyorum.” deyip soğuyan kahve bardağına suratını buruşturarak baktı ve oradan ayrıldı. Merdivenlere yönelirken içindeki garip duygunun nedenini bilmiyordu. Adımlarını hızlandırarak fazla büyük olmayan toplantı salonuna girdi ve boş bir sandalyeye geçti. Ekip yöneticisi olan Vicky Rogan ona kınayan gözlerle bakarken umursamadı. Onun despot davranışlarına daha fazla göz yummak istemese de kontrol kendinde değildi. Biraz sonra kapının açılmasıyla içeri giren kişiyle beraber Rogan herkesin dikkatini kendi üzerine çekti. “Toplantıya başlamadan önce tanışmanızı istediğim biri var. Bazılarınız tanıyor gerçi kendisini.” diyerek az önce gelen kişiyi işaret etti. “Leyla Pellegrini bir süreliğine araştırma ekibimizle çalışacak.” Tüm gözlerin hedefindeki kadın gülümseyerek baktı. “Verimli bir çalışma dönemi olmasını temenni ediyorum.” Leonard gözlerini kırpıştırarak yanlış görüp görmediğine emin olmaya çalıştı. Bir bahar gününden kalma silik bir anı geldi gözlerinin önüne. “Leyla, buraya geçebilirsin.” diyerek kızı yanına çağıran Yoshida’nın sesiyle kendine geldi. Toplantı düzeni alındıktan sonra ekip yöneticisi olarak konuşan Rogan “Neredeyse hepiniz dünyadaki en iyi üniversitelerde okudunuz ya da bu üniversitelere personel olarak kabul edildiniz. Bu sebeple buradasınız.” dedi. “Altın Yıldız Projesi’nde yani kısaca AYP’de araştırmalar yapacak uzman adayları olarak seçilmiş olmanız, burada kalıcı olacağınız anlamına gelmiyor. Projeye kabul edilmeden gönderilme ihtimaliniz hâlâ bulunuyor.” diyerek sözlerine devam eden Profesör Rogan yerine oturdu. Eline aldığı bir listeyi incelediğinde listede adı geçen birkaç kişiye takıldı gözleri. Özellikle bir kişi canını sıkarken istemsizce yukarı kalkan kaşlarını indirip “Farklı branşlardan destek alacağız. Bu yüzden alanında uzman birkaç kişiyle daha görüşüyorum. Yakında bize katılacaklar.” demeyi başardı. Elindeki personel isimlerinin bulunduğu listeyi dosyalardan birisinin arasına gelişigüzel koyduktan sonra sözlerine devam etti. “Ekip tamamlandığında arkeoloji çalışmaları için sahaya çıkacağız.” Bir projeksiyondan yansıyan haritaya bakıp “Bir kısmınız hâlâ kazılmakta olan bazı alanlara gidecek, bir kısmınız belki de dünya üzerinde keşfedilmemiş yeni yerler görecek. İnceleme yapacağımız yerleri belki de ilk görenler sizler olacaksınız.” dedi. Rogan’ı dinleyen genç bilim insanları hülyalı gözlerle Tutankhamon’un gizli mezarını bulmuşlar gibi hayallere dalarken bazıları tarihin en büyük arkeolojik keşfini yapacağına dair inancını korumaya devam ediyordu. “Araştırma ekibi göndereceğimiz alanları ve hareket planımızı ortak bir çalışma ile belirlemek zorundayız. Bunun için raporlarınızı bir an önce masamda görmek istiyorum.” diyerek yerinden kalkan Rogan bakışlarını haritadan çekti. “Projeye dâhil ettiğim Naomi Yoshida, Osvaldo Dias ve Leyla Pellegrini tercüman olarak bizimle çalışacaklar. Araştırmalarınız sırasında onlardan yardım alabilirsiniz.” dedikten sonra raporlar üzerine birkaç kişiyle konuşup bazılarına da üzerinde çalışmaları için birkaç evrak uzattı. Aklı orada olmayan genç adam Rogan’ı dinlemekte pek başarılı olamıyordu. Birinin dürtmesiyle kendine gelirken “Sen ne durumdasın Torrent?” diye soran ekip yöneticisinin bir cevap beklediğini gördü. Konunun ne olduğuna dair en ufak bir fikri bile olmayan adam anlamayan gözlerle bakarken Rogan’ın sıkıntısı yüzüne yansıdı. Ekip yöneticisi “Raporun ne durumda Leonard?” diye tekrarladı sorusunu. Sonra da genç adamın “Tırmanışı henüz tamamlamadım.” cevabıyla kısa bir anlığına kaşlarını çattı ve ona bir dosya verdi. “Tırmanış bekleyebilir ama bu konu acil. Burada antik Roma dönemiyle alakalı bazı belgeler var. Olsen raporlarını tamamlayınca senin bulgularınla beraber antik dönemlerle ilgili araştırmalarımızın muhtemel bir haritasını oluşturacak. Bu yüzden dosyandaki tercümeleri bitirmeye çalış. Gerektiğinde tercümanlara danışabilirsin. Orada günümüz Latin dünyasıyla ilgili de çarpıcı şeyler bulacağına eminim.” Kızıl saçlarını kulağının arkasına iten Vicky Rogan pek anlaşamadığı Torrent’tan olumlu bir cevap aldıktan sonra onun kendisiyle tartışmadığına sevindi. Torrent’ın önce elindeki dosyaya sonra tercümanlara baktığını gördüğünde belki de onun hâlâ iyi bir arkeolog olacağına dair inancını koruduğunu fark etti. Belki de o kadar umutsuz bir durumda sayılmazlardı ve araştırmaları yapabilmek için hâlâ bir şansları olabilirdi. Bu yüzden ekibindeki herkese ihtiyacı vardı, en geçimsiz olanlara bile. *** Öğleyi biraz geçerken ekipten birkaç kişi kafeteryada oturmuş toplantıdan sonra projede neler olabileceği hakkında konuşuyorlardı. Zira ekip lideri Rogan projeye kabul edilmeden gönderilme ihtimallerinin bulunduğunu söylemişti. Bilim dünyasına adını altın harflerle yazdırmak isteyen her araştırmacı burada elinden gelenin en iyisini yapardı. Projeye yeni alınan Steve Marshall fazlasıyla heyecanlı biriydi. Onu projeye dâhil eden şeylerden biri Avrupa’da aldığı sanat tarihi eğitimiydi. Bu alanda kendini oldukça geliştirmiş olmasının yanı sıra yaptığı kültür gezileri ve katıldığı önemli projelerin de hatırı büyüktü. Üstelik bilgisayar yazılımı üzerine sahip olduğu bilgilerle ekibe teknik destek de sağlayacaktı ve bu durum onu başkalarına oranla daha fazla ön plana çıkarmıştı. Böylece onun projeye dâhil olması gerçek anlamda bir avantaja dönüşmüştü. Omuz hizasına gelen saçlarıyla dikkatleri üzerine çeken Steve, ekibin uzun saçlı olan tek erkek üyesiydi. Japon kökenli bir Amerikalı olan Naomi Yoshida kendini tanıtırken “Yoshida kulağa daha hoş geliyor.” diye bir yorum yaptıktan sonra adından çok da hoşlanmadığını açıkça belirtti. Köklerine bağlı kalmaktan oldukça gurur duyan Yoshida ekibe Uzakdoğu Asya’ya dair bilgileri ile katkı sağlayacak ve gerektiğinde bu alanda tercümanlık yapacaktı. Leyla Pellegrini garip öyküsüyle fazla bir karışıklığa sebep olmamak için belki de tanımadığı insanlarla kaynaşmakta zorlandığından kendini çok fazla tanıtma gereği duymadı. Burada daha önce çalıştığı zamanlardan tanıdığı Yoshida şu an burada en yakın olduğu kişiydi ve proje süresince onunla ev arkadaşı olacaktı. Hayatının tüm detaylarını bilen tek kişinin o olması kendisi için yeterliydi. Şimdilik bundan daha fazla bir yakınlık aramıyordu. Çünkü Yoshida sahip olabileceği en iyi arkadaşlardan biriydi zaten. Bir süre sonra aralarına katılan Osvaldo Dias kendinden ve çalışmalarından kısaca bahsetti. Birleşmiş Milletler masasındaymış gibi hissettiren bir ortam vardı. Osvaldo’nun siyahî ten renginden ya da Yoshida’nın Japonlara has çekik gözlerinden daha dikkate değer bir durum varsa o da bu ekipteki herkesin farklı etnik kökenlerden seçilmiş oluşuydu. Bu durum bazen kültürel zenginliği beraberinde getirirdi, bazen de çatışmaları ama yine de bunda yadırganacak bir durum yoktu. Sonuçta Birleşik Devletler pek çok etnik unsurun bir araya gelmesiyle kurulmuştu ve onları bir arada tutan güçlü bir Amerikan ruhuna sahiptiler. Çok geçmeden ekibin en eski üyelerinden biri olan Edmund Olsen herkese ayaküstü selam verdikten sonra Profesör Rogan’ın yanına gitmek için yanlarından ayrıldı. Elinde taşıdığı evrakların kalınlığı ise göz korkutan cinstendi. Steve de kendi çalışmalarını tamamlamak için gidince sadece tercüman takımı kalmış oldu. Onlar da bir tarafa dağılmadan önce kendi aralarında bir görev paylaşımı yaptılar. Yoshida “Görüşürüz.” diyerek yanlarından ayrıldığında Osvaldo da Leyla ile kalan belgeleri yarı yarıya paylaştı. İspanyol kolonilerinin dâhil olduğu Güney Amerika’yı Osvaldo alırken Avrupa kıtasıyla ilgili olan belgeleri de Leyla almış oldu. Osvaldo kendi odasına giderken daha bugün geldiği için özel bir odası olmayan Leyla da araştırma merkezi tarafından projeye ayrılan kata çıktı. Misafir araştırmacılar için ayrılan odanın kalabalık olması yüzünden daha sessiz bir alanda çalışması gerektiğini düşünen Leyla toplantı odasına gitti. Uzun bir süre belgeler üzerinde çalıştı. Takıldığı kısımlardaysa mesleki bilgi gerektiren teknik detaylar vardı ve mutlaka uzmanlardan biri tarafından incelenmesi gerekiyordu. Bu konu şimdilik bekleyebilirdi ya da kütüphaneden yararlanabileceği bir kaynak bulabilirdi. Daha fazla vakit kaybetmeden halledebileceği konular için kütüphaneye gitmenin daha yararlı olacağını düşündü ve hızlıca toparlandı. Projenin bulunduğu katın koridorlarında sakin bir şekilde yürürken eski odasına öylesine bir göz attı uzaktan. Kapısında artık kendi adı değil kafeteryada yanlarına hiç uğramayan ve henüz tanışmadığı kişinin adı yazıyordu. “Leonard Torrent” Eski odasının yanından geçerken açık olan kapıdan görünen Leonard’ı fark etti. Ona da danışması gereken belgeler vardı ama o fazlasıyla dalgın görünüyordu. Üstelik sabahki toplantıda da o kadar dalgındı ki Profesör Rogan sorusunu tekrarlamak zorunda kalmıştı. Şu sıralar işine odaklanmakta zorlanıyor olabilirdi ya da aşması gereken bazı sorunları vardı. Bu yüzden ona danışmanın şu an çok da iyi bir fikir olmadığına karar vererek sessizce oradan ayrıldı. Leyla dışarı çıktıktan sonra binada asılı olan büyük tabelaya takıldı gözleri. Burası S&R Holding’e ait bir vakfın yönetimindeki CTA Araştırma Merkezi’ydi. Holding bazı bilimsel araştırmalar için kendi bünyesinde alt kurumlar oluşturmuş, yönetimini yine holdingle aynı adı taşıyan S&R Vakfı’na devretmişti. S&R Vakfı’na da kurdukları holdinge de adlarını verenler uzun yıllar önce ortaklık kurarak büyüme yoluna gitmiş olan Sandiford ve Rutherford aileleriydi. Maalesef yaptıkları işlerden çok yaşadıkları bir trajedi ile biliniyorlardı. Aile üyelerinin ilk isimleri kısaltılarak vakfa bağlı alt kurumlara veriliyordu. Bunlardan biri de CTA Araştırma Merkezi’ydi. Kendi kendine “CTA” diye mırıldandı. Acaba hangi aile üyelerinin adlarının baş harfleri verilmişti buraya. Bununla meşgul olmak yerine işine odaklanmaya karar verip araştırma merkezinin bulunduğu yerleşkedeki kütüphane binasına yöneldi. Burasının bir üniversite kampüsü gibi tasarlanmasının sebebi büyük ihtimalle araştırma yapanların çoğunun akademisyen olmasıydı. Kütüphane binasına girince turnikelerde misafir personel kartını okutup girişten üst katlara baktı. Üst katlar korkulukla çevrili balkon gibi dursa da kitaplıklar, çalışma masaları ve çalışan insanlar görünüyordu. Kütüphanenin tüm katlarının zemini görecek şekilde tasarlanmasındaki amaç daha ferah bir ortam oluşturmaktı. Yukarıda belgelerle ilgilenebileceği bir kata çıkan Leyla çalışmaya yeni başlamıştı ki kalabalık kütüphane yavaş yavaş sakinleşirken üzerine düşen bir gölge ile başını yukarı kaldırdı. Elinde belgeler olan bir adamın karşısında durduğunu fark etti ama “o” herhangi bir adam değildi. Aynı ekipte çalışacağı ve resmi olarak henüz tanışmadığı, eski odasının yeni sahibi olan o dalgın adamdı. Yüzünde muhteşem bir gülümseme ile ayağa kalktığında, bunu beklemediği her halinden belli olan adamın kısa bir süre için afalladığına yemin edebilirdi. Gülümsemesini koruyan Leyla kendi çalışma masasının yakınlarında kimsenin olmamasına şükrederek fısıltıdan biraz yüksek bir sesle “Merhaba.” dedi sadece. Sonra, elini uzatıp “Leyla Pellegrini” diyerek kendini tanıttı. Genç adamın kısacık bir duraksamanın ardından uzatılan eli sıkması ve neredeyse duyulamayacak bir sesle “Leonard Torrent” demesi insanlara bir sorun olduğunu düşündürebilirdi. Leyla da karşısındaki adamın durgunluğunu açıklayacak bir şey bulamadı ama özel hayatından kaynaklı birtakım zorluklar yaşadığına emindi. O andan sonra da Leyla bu adamın iş konusunda yaşayacağı sıkıntılardan biri olmayacağına dair söz verdi kendine. Elini bıraktığı adamı nezaketen masasına davet etti. Zaten belgelerle gelmiş olması onun da çalışmak için burada olduğunu göstermiyor muydu? Aynı projenin çalışanları olarak beraber daha hızlı hareket ederlerdi üstelik. “Belgeler üzerinde çalışmak için geldiniz sanırım Bay Torrent.” diyen Leyla, karşısındaki adama nasıl hitap etmesi gerektiği konusunda tereddüt yaşadı bir an için. Buradaki herkese adıyla hitap edebiliyordu ve bunun tek istisnası Yoshida’nın ricasıydı ama bazen onun bu kuralını delebiliyordu. Yine de hitabet konusu kendisi için her zaman bir sorun olmaya devam edecekti. Başıyla onaylayan genç adam sanki kafasının içindeki tartışan sesleri duymuştu ya da yüzüne yansıyan herhangi bir ifade onu ele vermişti. Leonard “Aradaki resmiyeti kaldırmak için birkaç ay daha beraber çalışmamıza gerek yok değil mi?” diye sorduktan sonra tebessüm etti. Ancak aldığı tek şey kararsız bir cevaptı. “Bay Torrent yerine ne demeliyim?” Leonard sorunun söyleniş tarzındaki gerilimi algılamıştı. Tanımadığı biriyle resmiyeti bir anda aradan kaldırmak ya da başka bir şey genç kadını tedirgin etmişti ve o bunu saklamaya çalışıyordu. “Sadece adımı ya da soyadımı söylemen yeterli.” diyerek sıradan olmasına dikkat ettiği bir ses tonu kullandı. Leyla rahatlamışçasına bir ifadeyle “Teşekkür ederim, Torrent.” dedi. Sonra da elindeki belgeleri sevimli bir yüzsüzlükle genç adama uzatarak “Bundan sonrası siz arkeologların alanı.” diye ekledi. Leyla’nın bulaşıcı gülümsemesinin etkisiyle yüz ifadesi biraz daha yumuşamaya başlayan Leonard derinleşen gülümsemesiyle belgeleri alıp muzip ifadesini korudu. “Siz tercümanların da bunlara bakması gerekecek.” dedikten sonra Leyla’ya tuğla gibi bir dosya uzattı. Gözleri irileşen genç kadının önceden değilse bile şu andan itibaren kendisine karşı nahoş duygular besleyeceğine emindi. “Korkmalı mıyım?” diye soran Leyla günlerce kâğıtlarla boğuşacağı konusunda bir endişeye kapıldı. Üstelik masa başında çalışmak araştırma sahasında olmak kadar heyecan verici değildi. Leonard tebessümünü sergilemeye devam etti. “Yarısı Dias’ın ama kalan kısma bakman gerekiyor.” Rahatlayan hali yüzünden belli olan genç kadın kendisine ait bölümleri alarak Dias’ın belgelerini tekrar Leonard’a verdi. Çevirdiği sayfaların arasından genç adama baktı. “Türkçe kısımlar sandığımdan daha azmış, İtalyanca da o kadar çok sayılmaz ve sanırım korkulacak bir durum yok.” Leonard’a kafası karışmış bir ifadeyle, “Rogan bu kadar kalın bir dosya vermemişti sanki.” diyen Leyla sabahki toplantıya atıfta bulundu. Kadının dikkatine olan hayranlığını gizleyemeyen Leonard “Bunlar raporumun bir kısmını oluşturan daha eski belgeler. Bu sabah aldıklarıma bakma fırsatım olmadı henüz.” dedi. Anlayışla başını sallayan Leyla, Rogan’ın verdiklerini Torrent’a hatırlatma gereği duydu. “Onlara bakabilecek misin?” İçinden pek de çalışmak gelmeyen adam “Umarım.” diyebildi. Elindeki belgelere sıkılmış gözlerle bakıp incelemeye devam etmek istemediğini düşündü. Yorgun bakışlarının arkasına gizlenen epey bir anlam vardı ama çok derinlere gömmüştü bunları. Dürüst bir şekilde Leyla’ya “Aslında çok yorgunum.” dedi. Belki de farkında olmadan hayatı boyunca yaşadığı her şeyin ağırlığını hâlâ üzerinde taşıdığını gösteriyordu çehresi. “Sonra bakarsın, çok mühim değil.” Leonard karşısındaki kadının şefkatle karışık anlayışlı sözlerine minnettarlıkla gülümsedi. Üzerindeki yükü hiçbir gülümseme gizleyemezdi ama maskelemek istediği çok fazla yarası vardı. Üstüne üstüne gelen karmaşık duygularının arasında ifadesizlik maskesini kuşanırken kütüphanenin boğucu ortamından kurtulmak istedi. Tüm bu ifadesizliğinin arasında bile insanın içini ısıtan bir sıcaklıkla Leyla’ya veda eden Leonard kendini dışarı attı. Adamın gidişiyle beraber bundan önceki saatlerde çalıştığı zamanı da hesaba katarak ara vermesi gerektiğine karar veren Leyla toparlandı. Leonard’ın üzüntülü yüzü bir türlü aklından gitmiyordu ve onun sabit yüz ifadesi buymuş gibi geliyordu fakat her zaman böyle biri olmadığına emindi. İçine saklandığı kabuğunu günün birinde kıracaktı elbette.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD