22. İskele

2586 Words
Geceyi biraz geçerken ay ışığı etrafı aydınlatıyor, okyanusta beliren bir yansıma ise sahile gelen birini gösteriyordu. İskelenin en ucuna gelerek oturmayı tercih eden genç kadın, suya yansıyan görüntüsüne baktı. Ayaklarını uzatıp sallamaya başladığında su yüzeyi dalgalanıp anılarını canlandırdı. Gece göğünün, karanlık noktalarına gizlenen yıldızlar ışıldarken, anıları belirdi gözlerinin önünde. Buraya kötü anılarını unutmaya gelmişti, onları tekrar yaşamaya değil. O yüzden her şeyi uzaklaştırdı zihninden. Leyla, anıları gözlerinin önünden silinirken sevdiklerini düşündü. Hepsi yanındaymış gibi hissedebilmek için çabaladı. Yalnız olmadığına kendini inandırarak Pasifik’i dinledi. Sonra işittiği ayak seslerine kulak kesildi. Arkasına dönme gereği duymadan, okyanustaki yansımasına baktı ve yanında beliren Leonard’ı fark etti. Esintinin taşıdığı dalga seslerini dinleyen Leyla’ya, “Sana eşlik edebilir miyim?” diye sordu genç adam. “Tabii.” Leyla, genç adama yanına oturmasını işaret etti. Leonard da onun gibi ayaklarını sarkıtarak okyanusta oluşturdukları görüntüye odaklandı. Sanki hiçbir sorun yoktu, buraya bir şeylerden uzaklaşmak için gelmemişlerdi. Belki bir gün bir sorun olduğu için değil de öylesine gelirlerdi. “Günün nasıldı?” Genç adam cevap vermek yerine susmayı tercih etti. Sonra da başını yanındaki kadına çevirip “Duymak istediğine emin misin?” diye sordu. Kararsız duruşu, Leyla’nın bundan çok da emin olmadığını gösteriyordu. Yine de başını aşağı yukarı sallayınca önüne döndü. “Bugün, Naomi ile konuştum. O adam, geçen gün evine gelmiş.” Leyla, Leonard’a dönerek “Ne?” dedi. Pierre’in bundan sonra kendisini daha çok rahatsız edeceğine dair bir endişeye kapıldı. Pierre’i biraz olsun tanıdıysa bir şeyleri açıklamak için kendisiyle konuşmadan pes etmeyecekti. Onu görmeyi de onunla konuşmayı da henüz kaldırabileceğini sanmıyordu, buna hazır değildi. Eğer ondan temelli kurtulmak istiyorsa onun Fransa’ya geri dönmesi gerekecekti. Tabii, Fransa en kötü kâbuslarını yeniden hatırlamasına neden oluyordu. Aklını Versailles’da yapılan düğünüyle ilgili anılardan uzaklaştırdı. Bir süre sessiz kalan Leyla, Leonard’a döndü. Olanlarla ilgili bir şeyler duymak ister miydi bilemiyordu ancak kendisi her şeyi içine attıkça buna daha fazla dayanamayacağını hissediyordu. “Eğer bir şeyler anlatmak isteseydim, beni dinler miydin Leonard?” Genç adam “Evet, dinlerdim.” dedi. O evine gidemiyordu, Naomi’yle görüşmemişti. Buradayken yanında kendisinden başka kimse yoktu. Her şeyi iç dünyasında yaşayıp atlatamazdı. “Önceden, yani Pierre yanımdayken üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey olmadığını düşünürdüm. Şimdiyse güvenmeyi seçtiğim adamın ihanetiyle tek başıma yüzleşmek zorundayım. Kendime “Bunu hak edecek ne yaptım?” diye soruyorum ama bir cevap bulamıyorum. Ben ona güvenmekten, onu sevmekten başka hiçbir şey yapmadım.” Genç adam iskeleden sarkıttığı ayaklarını çekerek Leyla’ya döndü. Onu dinliyordu. Yalnız olmadığını ve şu an burada, yanında olduğunu göstermeye çalışıyordu. “Onları gördüğümden beri kendimi yiyip bitiriyorum. Zihnim yangın yerine döndü. Pierre ile aramızdaki şeyin gerçek bir sevgi olduğunu düşünüyordum. Onun da böyle hissettiğine emindim. Şimdi onunlayken geçirdiğim her anı sorguluyorum. Sevgisinden şüphe ediyorum. Ne zamandır başkasıyla birlikte diye düşünüp duruyorum. En azından ayrılmak istediğini söyleseydi keşke. Ona bu konuda zorluk çıkartacak değildim. Ne beni aldatmasına ne kalbimi kırmasına gerek vardı. Üstelik kendini de küçük düşürdü. Tüm bunlara gerçekten gerek yoktu.” Genç adama bakarak “En kötüsü de o kadını tanıyorum.” dedi. Kaşlarını çatan Leonard, “Arkadaşın mı?” diye sordu. Eğer bir ihanetten daha kötü bir şey varsa o da bu ihanetin en yakınlarınızdan gelmesidir. Pierre’in ihanetinin Leyla’nın arkadaşlarından biriyle olmamasını umuyordu. İki yıkımı birden kaldırmak onun için kolay olamazdı. “Hayır, arkadaşım değil.” Diyeceklerini toparlamaya çalışan genç kadın biraz duraksadı. Sonra da Pierre ile nişanlarının olduğu zamanı düşündü. “Nişanımızdan sonra tanıştım Mabel ile. Görür görmez sevemedim onu. Bilemiyorum sanki bir şekilde aramıza gireceğini hissettim ama Pierre onu eski bir arkadaşı olarak tanıttı. Buna rağmen arkadaşına karşı çok soğuktu. Bu da beni daha çok rahatsız etti. Hissettim işte, benden önce birlikteydiler.” “Bunu ona sordun mu?” Başını hayır anlamında sallayan genç kadın “Buna gerek yoktu ki.” dedi. “Daha önce Pierre bana unutamadığı biri olduğundan bahsetmişti. Eğer birlikte olacaksak bunu bilmem gerektiğini de söylemişti. Tabii ben onun Mabel olduğunu bilmiyordum ancak artık biliyorum. Benden ayrılmadan eski sevgilisine döndü işte. Aralarında bir engel kalmadığına göre istediklerini yapabilirler. Sadece benden uzak dursunlar yeter.” Pierre’in yaptığı şeyin haklı bir sebebi olamazdı. Madem unutamadığı biri vardı o zaman bunu Leyla’ya söylemesi gerekirdi. Kimseye acı çektirmeye hakkı yoktu. En azından dürüst davranarak bir ikilemdeyse bunu söyleyebilirdi. Leyla daha önce evlenmek üzere olduklarını söylemişti. Madem başka biriyle beraberdi o zaman neden ona evlilik vaadinde bulunup hayalleriyle oynuyordu ki? Kim bilir diğer kadına karşı nasıl davranıyordu? Belki ikisini de kandırmıştı. “İkisinin sevgili olduğuna emin misin?” Kaşlarını çatan genç kadın “Hiçbir şeyi yanlış anlamadım.” dedi. “Onlar ben yokken de birlikteydi, ben varken de. Hiçbir insan bir şeyler hissetmediği birine öyle bakmaz Leonard. Onların birbirine nasıl baktıklarını gördüm ve bu gördüklerimin sadece bir kısmıydı. Aralarında fazlalık olan benmişim, bunu anladım. Pierre’in ihaneti çok zoruma gitti.” Gözleri dolan Leyla bunu saklayarak arkasını döndü. Pierre’in yıktıklarını Leonard’ın önünde toplayamazdı. Zaten Pierre’den başka bir hayatı yoktu. Şimdi o da paramparçaydı. “Çok mu seviyorsun onu?” Cevap vermek yerine okyanustaki yansımasına bakan Leyla, Leonard’ın yüz ifadesini az çok görebiliyordu. Bir şey söyleyemediğinde genç adamın kendisine doğru uzattığı elin, havada titreyip kaldığını gördü. Bunun pek de farkında olmayan genç adamın muhtemelen başını okşamayı düşündüğünü artık biliyordu. Geri çekilen el, içinde bir şeylerin kırılmasına sebep olurken dökülmeye başlayan gözyaşlarını tutamadı ve gözlerini sımsıkı kapattı. Hangi ara sarıldığını anlamadığı Leonard’ın kollarında kendini bulan Leyla sanki tutunacak tek dalıymış gibi onun göğsüne sığındı. Aklına gelen gerçekler onun kalbinde tamir edilemez tahribatlara yol açarken düşünebildiği tek şey başını okşayan bu adamdan başka kimsenin yanında olmadığıydı. Leyla bir şeyler demeye çalışırken sesinin titremesine engel olamıyordu. Leonard’ın sarıp sarmalayan kollarından çıkıp yüzüne bakmaya çalıştı ama genç adam buna izin vermedi ve sakinleşene kadar ona sarılmaya devam etti. Ne kadar sürdüğünü bilmediği birkaç dakika boyunca saçlarının okşanması ara sıra gözlerinin yaşarmasına neden oluyordu. Başkalarından şefkat görmeye alışık değildi. Tek başına sarardı yaralarını. Şimdiyse Pierre’den başka bir yarası yoktu. Leonard, içinden kopup gelen şefkatin gerçek nedenini kendine saklarken kollarındaki kadına sarılmaya devam etti. O bu kadar üzülmeyi hak etmiyordu. Şu an onun yanında olmaktan daha önemli bir şey yoktu. O iyi olmalıydı. Bir bahar günü düştüğü buhrandan kendisini çekip çıkaran bu kadın ağlamamalıydı. Bu yüzden onun yanında olacak, ihtiyacı olduğunda ona sarılacaktı. O yalnız değildi ve bunu ona hissettirecekti. Kısa bir süre sonra Leyla geri çekilince, elini saçlarından yüzüne indirdi. Yanağını okşayarak yeniden kollarına çekti onu. Bu sefer kendisine bakmaya çalıştığında engel olmadı. Leyla, arada sırada yüzüne bakıp sonra yine göğsüne yaslanıyordu. Buna gülümseyen Leonard, çenesini başının üzerine koyduğunda, ondan yayılan çiçek kokusunu fark ediyordu. Bu ona aldığı şampuan olmalıydı. Ne düşünüyorum ben? Aklındaki düşünceye gülen Leonard, genç kadının başına belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Eğer sarılmıyor olsalardı, Leyla bunu fark etmezdi bile. Gözlerini kapattı. Adamın kollarında olmanın verdiği geçici güven duygusuna sarıldı. Çünkü bildiği tek sığınak, kendisi için artık bir enkazdı ve oraya geri dönemezdi. Farkında olmadan boynundaki madalyonunu avucunda tutuyordu. Bir süre sonra da saçlarındaki parmakları elinin üzerinde hissetti. Madalyonun uzun zinciri sayesinde onu görebileceği kadar yukarı kaldıran Leonard, “Çok güzelmiş.” dedi. Leyla’yla göz göze gelince gülümsedi. Leyla’nın elini bırakıp yeniden sarıldı ona. Leyla, genç adamın ilgisini çeken madalyonunu biraz daha sıkı kavrarken dudaklarını dişledi. Sonra da göğsüne yaslandığı Leonard’ın tekrar görebilmesi için kaldırdı. “Biliyor musun? Arkasında adım yazıyor. Dokunduğunda harfleri hissedebilirsin.” “Gerçekten mi?” “Evet.” Başını yaslandığı yerden kaldırmayan Leyla, adama “Elini versene.” dedi. Genç adamın uzattığı eli avuçlarının arasına aldı. Madalyonundaki kabartıya Leonard’ın başparmağını sürttü. “Hissettin mi?” “Evet, gerçekten bir şey hissettim.” Leonard’ın okumaya çalışan ifadesine gülümseyen genç kadın, “Leyla Pellegrini yazıyor.” dedi. Madalyonu tutmaya devam eden Leonard’a tereddütle, “Bunu sadece Pierre’e göstermiştim.” dedi ve madalyonuna kazınmış harfleri işaret etti. Pierre’den başkasına bu konudan bahsetmek tuhaf hissettirmişti. Leyla geri çekilerek adamın tam karşısına oturup saçlarının arasından alnına doğru uzanan küçük yara izine dokundu. Her şey bu izle az çok bağlantılıydı. Diğer etkenlerin arasında fazla bir önemi kalmıyordu ancak yine de önemliydi. Şimdi söyleyecekleri için endişeleniyordu. “Hafızamı kaybettim ben Leonard.” Kaşlarını çatan adam konuşmadan önce elindeki madalyonla genç kadın arasında gidip gelen bakışlarını durdurdu. Onun sözlerine devam etmesini bekliyordu. “Nasıl oldu bu?” Kararsız kalan Leyla tereddütle, “Bunu tam olarak ben de bilmiyorum.” dedi. “Neredeyse iki yıl önce uyandığımda bir klinikteydim. Zihnim bomboştu. Adımı hatırlamıyordum, anılarım yoktu ve kim olduğumu bilmiyordum.” Duraksayan Leyla madalyonu işaret etti. “Yanımda olan tek şey buydu.” Düşüncelerini toparlamaya çalışarak “Hâlâ tam olarak geçmişteki hayatımı bilmiyorum.” dedi. Madalyonun üzerinde parmağını hareket ettirmeye devam eden adama, aynı konuyu açmaktan rahatsızlık duyarak “Uyandığımdan beri bildiğim tek hayat bu. Öncesini bilmiyorum ancak sonrasında bir aile kadar yakın olduğum tek kişi Pierre’di. Ben ondan uzak kalmadım hiç. Ondan başka bir hayat bilmiyorum, onsuz nasıl yaşanır bilmiyorum, bundan sonra nasıl yalnız devam edeceğimi bilmiyorum.” dedi. Leonard’dan aldığı madalyonu inceledi. Kabartıya dokununca harfleri hissedebiliyordu. “Anılarımı hatırlayamayınca kendimi kaybolmuş gibi hissediyorum. Bazen bambaşka bir yerde, çok farklı bir hayatım varmış gibi geliyor.” dedi duraklayarak. Devam etmeden önce kendine kısa bir süre tanıdı. “Bütün arayışlarım anlamsız. Geçmişimi hiçbir zaman öğrenemeyeceğimden korkuyorum.” Leonard, bir şeyleri aramaktan bıkmış genç bir kadın görüyordu karşısında. Düşünceleri bir yumak gibiydi. Anıları yoktu ve aklı karmakarışıktı. Ruhen kaybolmuştu, yanında birileri olsa da her zaman yalnızdı aslında. Anılarına kavuşmadan da bu durum değişmeyecekti. İçinde tutmaktan yorulduğu bir gerçeği itiraf edip “Uyandığımda adımı hatırlayamadığım zamanlarda, pek çok ismin arasından hangisinin bana ait olduğunu merak ettim. Sonradan bir oyuna döndü bu durum. Her gün başka bir isimle uyandım. Aynaya her baktığımda kim olduğumu sordum kendime.” dedi. Durumu biraz tuhaf bulsa da bu konuda bir yorum yapmayan genç adam, “Peki hiç bu isimlerden benim adım bu olmalı dediğin oldu mu?” diye sordu öylesine. Yabancısı olduğu bir ismi benimseyebildi mi diye merak etmişti. Başını sallayan kadın “Evet.” deyince kendisine çekti onu. Gülümseyerek “Adın ne olsun isterdin?” diye sordu. Leyla, her sabah farklı bir ismi kullanmaya başladığı günleri anımsadı. Bir oyuna dönüşen bu durum kayıp geçmişini anımsatır mı bilmiyordu. Her ne kadar geçmişini hatırlayamasa da bu isimlerden birinin kendisini tamamlayan eksik parça olup olmadığını merak etmişti. İçlerinden sadece birkaçına yakın hissetse de hatırlayamadığı anılarının derinliklerinden kopup gelen bir ses ona sesleniyordu bazen. Soluk bir siluet ve kısık bir sesten fazlası olmayan bir hayalet yüzünden sürekli bunu düşünüyordu. Ben kimim? Uyandığından beri düşüncelerinde duyduğu bir sesin kendisine hitap ettiği ismi söyledi. “Lily.” Yavaş bir soluk veren genç adam, Leyla’nın kendisine bulduğu ismi kast ederek “Sana yakışırmış.” dedi. Pierre’den başkasına göstermediği tarafını ilk kez kendisine mi gösteriyordu şimdi? Ne garip! Bunu kendisine güvendiği için mi yapıyordu, yoksa Pierre’in yaptıklarından sonra konuşabildiği tek kişi olduğu için mi? “Peki, sana Lily dersem bu nasıl hissettirir?” Genç kadın bunu düşünürken gözleri kısıldı. “Tuhaf, sanki uzaktan bir tanıdığımla karıştırılmışım gibi hissettirdi. Benden bahsediyormuşuz gibi değildi.” Leyla’nın duygularını anlamaya çalışıyordu. Muhtemelen klinikte uyandıktan sonra boşlukta hissetmişti. İyileşene kadar her gün kendisine başka isimler vermiş olabilirdi. Belki de Leyla adını benimseyene kadar devam etmişti bu durum. İçinde bulunduğu hal insanlar tarafından yadırganabilir, sağlık durumu alay konusu edilebilirdi. Bu yüzden, sadece yakın hissettiği Pierre’e anlatmış olmalıydı düşüncelerini. “Hiç Pierre’den başkasına anlattın mı bunu? Madalyonunu, Lily’i ya da hafıza kaybını…” “Hafıza kaybını Rogan ve Yoshida biliyor. Bazı sağlık raporlarım CTA’da var. Ancak biriyle bunu konuşmak iyi hissettirmiyor. Madalyon ve Lily’i, Pierre’den başkasıyla konuşmamıştım. Adım Leyla olmasaydı Lily olsun isterdim.” Leyla’nın Pierre’le artık görüşmeyeceği aşikârdı. O adamdan bahsedince bile üzülüyordu. En zor zamanlarında yanında olduğu için Leyla bunları şimdi anlatmıştı. Muhtemelen içinde bulunduğu zor durum duygularını alt üst etmiş, kendisini birilerine açma ihtiyacı hissetmişti. Bundan sonra çalışacakları projeleri düşündü. Eğer bir değişiklik olmazsa Leyla ile aynı çalışma grubunda yer alacaklardı. Kaçınılmaz olarak bu durum onları bir ortak yapacaktı. İş arkadaşının sağlık durumundan haberdar olmaması söz konusu bile değildi. Onunla kimsenin bilmemesi gereken özel bir sırrı paylaşıyordu sanki. Düşüncelerini zihninden uzaklaştırıp “Uyandığından beri neler yaptın?” diye sordu Leonard. Genç kadına anlatması için zaman verdi. Gözlerinden bulutlar geçtiğini düşündü kadının. Sanki her şeyi anlatmıyordu, anlatmaktan tedirginlik duyduğu şeyler vardı. Gözlerini kaçırması, ellerini ovuşturması bu düşüncesini destekliyordu. Bir sorun olmadığını göstermek için arkadaşça elini tuttu. “Sorun yok, sakin.” dedi şefkatle. “Araştırmalarını merak ettim. Kendinle, geçmişinle ilgili neler bulabildin? Sadece bunu merak etmiştim.” Gevşemeye başlayan Leyla; sağlık sorunlarıyla geçen aylardan, oradan oraya savrulan hayatından bahsetmek istemiyordu. Bunu anlatmak zorunda kalmadığına memnundu. Araştırmaları ise bambaşka bir konuydu. Yılgınlıkla “Hiçbir şey hatırlamıyorum. Bu yüzden anılarım olmadan başladım aramaya. Pierre özel bir dedektif tuttu. Kimlik bilgilerim bizi Miami’ye getirdi.” dedi. Üzüntüyle sesi biraz daha kısılan Leyla, yalnız olmadığını hissetmek için genç adamın elini tuttu. “Evimi buldum.” dedi kederle. “Biliyor musun, oraya gidince hayatımı geri alırım sanmıştım.” Leonard kendine çektiği kadına sımsıkı sarıldı. Yalnız kalmak, yalnız hissetmek istemiyordu. İskeleye ilk geldiğinde “Beni dinler miydin?” diye sormuştu. Belki de sorma diyordu, bana bir şey sorma. Bir şey sormadı. Soru sorulmasına değil anlatmaya ihtiyacı vardı. Sadece anlatmalıyım, beni dinle, dinleyecek birine ihtiyacım var. Ne anlatırsa dinleyecekti. İçine atarsa bu dert onu zehirlerdi çünkü. “Evim Miami sahilinde. Ancak ailemi bulamıyorum. Çocukluğumun geçtiği sokakta yürüyorum, tanıdık gelen hiçbir şey yok. Komşularım birer yabancı, kimse beni tanımıyor. Markete gidiyorum, “Yeni mi taşındın?” diye soruyorlar. Onlar için bir yabancıyım, büyürken evlerinin önünde koşturan çocuklardan biri değilim.” İçindeki tuhaf duyguların adını koyamıyordu genç kadın. Ancak kendini bir şekilde anlatma ihtiyacı hissediyordu. Doğru kelimeleri seçemediğini düşünüyordu sadece. Sessizce iç çekti. Sahilin havası serinlerken ellerini ovuşturdu. “Acınası bir durumdayım değil mi?” diye sordu. Leonard’ın cevap vermesine izin vermedi. “Hayatımı devam ettirebilmek için her şeye sahibim. Evim, arabam, param, ehliyet, pasaport, diploma, sigorta… Ama anılarım yok. Ailem yok, Miami’de yaşamıyorken neredeydim bilmiyorum. Hayatımın büyük bir kısmı kayıp.” dedikten sonra kimsesizliğin verdiği acıyla gözleri sulanan genç kadın istemsizce bunu sakladı. Leonard merakla “Başka neler buldun?” diye sordu kadını duygusallığından kurtarmak niyetiyle. Üstelik anlatacaklarının devamını merak ediyordu. Nihai bir sonuca ulaşamamış olsa da araştırmalarında belli bir noktaya kadar gelmiş olmalıydı. Belki de bu noktadan sonra bir sonuç elde edebilirdi. “İnsanlar hafızalarını kaybedince anıları gider, anadilini unutmazlar. Ancak ben anılarımı kaybettiğimde anadilimi kaybetmedim. Bazen içimden İtalyanca düşünüyorum, bazen Türkçe. Ancak İngilizce o kadar baskın değil yine de az bile olsa İngilizce düşünen bir tarafım var. Düşünürken üç dilim olduğunu fark edince araştırmalarımın hiçbir zaman sonuçlanmayacağından korktum. Adım ve soyadımdan dolayı, yarı İtalyan yarı Türk kökenlerim olduğunu tahmin ediyordum. Evdeki bazı belgelerden dolayı hayatımın büyük bir bölümünün Türkiye’de ve İtalya’da geçtiğini biliyorum. Ancak henüz oralara gitme fırsatım olmadı. Bu yüzden aradığım cevapları o güne dek bulamayacağım.” Kendi sorunlarını bir an için okyanusa fırlatmak isteyen Leyla, “Umarım senin böyle sorunların yoktur.” dedi. Kimsenin kendisiyle benzer bir durumu yaşamasını istemezdi. Gerçi Leonard’ın büyürken bir sorun yaşadığını düşünemiyordu. “Sorunları boş ver.” Leonard karşısındaki kadına onu şaşırtacağını düşündüğü bir şey söyleyecekti. Belki bu onu mutlu bile ederdi. Yabancı bir ülkede bir tanıdığıyla karşılaşmış gibi de hissedebilirdi. Çünkü ikisi de köken olarak aynı ülkenin vatandaşlarıydılar. “Yarı Amerikan yarı İtalyan kökenlere sahibim. Yani eğer anadilinde konuşmak istersen benimle konuşmaktan çekinme. Mariana’nın ana branşı Türkoloji üzerineydi. Ben de bu sayede biraz öğrenmeye çalışmıştım. Çok iyi olmasa da Türkçe biliyorum ama hâlâ tercümeler konusunda yardımına ihtiyacım var.” Bu açıklamayla tebessüm eden genç kadın, çekinerek az önceki yerine geri dönüp başını Leonard’ın göğsüne gömdü. Yabancı olduğu bir şehirde, tanıdık bir yanı olan tek kişiydi o. Kendisini sarmalayan bu adamın hayatında kalıcı bir yeri olmadığını ve o an için sığındığı geçici bir liman olduğunu düşünmek kalbini acıttı. O hayatında denk geldiği bir duraktı sadece. Yakın bir zamanda da tamamen uzaklaşacaklardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD