Necla'ya o biçim tutuldum ve bakışlarım bir anlığına Füsun'un gözlerini bulduğunda, o gözlerdeki sevinci, mutluluğu görmezden gelemedim. Çocuk işte nasılda heyecanlanmış, yine gülümseyerek bakıyor bana. Öyle tatlı, öyle sevimliki diyemedim, "yok kızım sen gelemezsin bizimle," diyemedim işte. Gözlerim yeniden Necla'nın cin gibi bakan gözleriyle buluşunca, biraz çaresizlik, birazda sinirimle dudaklarımı ısırdım.
Ulan ben kaçmaya çalıştıkça bu kız potaya giriyor, karşıma çıkıyor hay Allahım ya! şimdi de beni bu kızla mı sınıyorsun?
"iyi madem, düşün önümüze.. edebinizle yürüyün, kırmayayım bacaklarınızı! kız sende tokan varsa topla şu saçlarını, yaldır yaldır açık bırakmışın yaz günü!"
Günün ilk fırçasını benden yiyen Füsun, hiç beklemediği bu azarlamamla çok şaşırdı. Bunu bilerek yaptım. Bir daha öyle bizimle herhangi bir gezi için hayallere kapılsın istemiyordum. Bunun bir tekrarı olmayacaktı çünkü. "tokam yok!" diye atladı hemen bu. "bas git evinden al o zaman!" diye tersledim yine bunu. Bana bakmaktan hiç çekinmeyen o badem şekli yeşil gözlerinden hüzün dolu bir bulut geçti. Pembe goncagül gibi yanakları, kıpkırmızı oldu bir anda. Sanki nerdeyse ağlayacaktı. Anladım, kalbi kırılmıştı. Bunu yaptığım için üzüldüm ama bana başka çare bırakmıyor ki. Kırılması gerekiyordu. Başını önüne eğerken, "tamam," dediğinde o cıvıl cıvıl sesi çok cılız çıktı ve evine doğru koşmaya başladı. İçimden dönüp arkasından bakmak gelse bile bakamadım. Kalbini kırdığımı bilmek canımı yakmaya başlamıştı. Çocuktu daha ya çocuktu. Bu gerçeği görmezden gelemezdim ama ah birde aması var işte!
Gözlerim yeniden Necla'yı bulduğu anda, onun üstüne bir adım öfkemle yürüdüm. "ne zaman sıçtığımızı da söyleyecen mi ona ha? ne bokuma kıza gideceğimiz yeri söylüyorsun?" diye çıkıştım buna. "ağzımdan kaçtı olum ya!" dediya bana daha çok dellendim. Sözde pişman olmuşu oynuyordu bana zilli. "boşboğaz! senin o ağzına sıçacam ben az kaldı.. delirtme beni Neclaa! ben sana ne dedim, sen ne yapıyorsun ya!"
Ufak yollu Necla'ya bağırınca Atmaca araya girdi hemen. "Nejat sakin ol ya, noluyor böyle size?" diye haklı olarak sorduğunda, "ne olacak ya? sende anlamamış gibi... bir de soruyosun! ben kızdan uzak duruyorum, bu manyakta onu kervana katıyor!" dedim. Beni ele geçiren sinirimden sesim yine ufaktan yüksek çıktı. Murat beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "tamam aga ya, biraz ters yaparsın kıza, oda vazgeçer.. takma kafana!" dedi.
Bu arada bizim çocuk koşarak yanımıza geldi. Saçlarını başının tam tepesinde topuz yapmıştı. "oldu mu Nejat?" diye bana sorduğunu duyduğumda gözlerim faltaşı gibi açıldı. "kız bana bak! boyun uzun diye benimle yaşıt sanma kendini, bir daha bana adımla hitap etmeyeceksin duydun mu beni? o Nejat'ın yanında birde abi olacak!" dedim tüm öfkemle.
İyice dellendirecekler beni ya! Ulan Necla.. senin kafanın içinde beyin yerine ne var be, kuzu kokoreç mi manyak kız?
Benim bu tavrım karşısında kızda neye uğradığını şaşırdı, hatta biraz korktu sanki. Korksun, korksun tabii korksunki benden uzak dursun, saçma sapan hayallere kapılmasın, kapılmasın işte.
Kalbim sanki diken dolu görünmez ellerle acımasızca sıkılıyormuş gibi hissederken, "hadi yürüyün," dedim hepsine.
Kızlar önde, biz arkada tozlu topraklı yoldan caddeye çıktık, çıkana kadar da önüme çıkan irili ufaklı tüm taşlara tekme savurdum durdum.
Aklım, ruhum, benliğim karmakarışıktı. Kıza öyle davranıyorum diye bir yanım çok üzülüyordu ama diğer yanım, "sen doğru yapıyorsun, olması gereken bu!" diyor, beni avutmaya çalışıyordu. İlerdeki minübüs durağına yürürken, çok sessizdim ve hep yere bakıyordum. Atmacanın kızları kestiğini biliyordum. Birimizin kafası bozuksa, diğeri iki kişilik düşünür, iki kişiymiş gibi hareket ederdi. Çocukluğumuzdan beri bu böyledi, böyle de gidecekti. Bundan emindim ve birazda onun rahatlığıyla hiç kızlara bakmıyordum.
Bayrampaşa-Eminönü minübüs durağına geldiğimizde Recep abi yeni aldığı en afillisinden Magirus minübüsünün camlarının tozunu alıyordu yine. Bizi görünce sevinerek, "vay delikanlıların şahı, nereye böyle?" diye sordu. Geniş yaka mavi gömleği, İspanyol paça kot pantalonu, kahverenginden kemeri ve ayakkabılarıyla yine parıl parlıyordu Parlak Recep abi... eh biraz da Orhan babaya benzediği için yakışıklı adamdı otuzlarındaki bu genç adam.
"kızları Küçükçiftlik lunaparkına götüreceğiz," dedim. "lan oğlum bu sıcakta delirdiniz mi, geçin hadi içeri," dedi ve bizde hiç oyalanmadan minübüsün açık kapısından içeri daldık. Arka dörtlü koltuklar zaten dolmuştu. Kapıdan olan taraftaki teklilerinde ikisinde oturan ve sıcaktan bunalan yolcularda, kendilerini yellemenin derdine düşmüştü. Necla, hemen ikili koltuklardan boş olanın birine, cam kenarına yerleşti. "olmaz öyle, kalk Füsun otursun oraya," dedim ama manyağın umrunda değil. "vallahi kalkmam, geberdim be, sen otur onun yanına!" demesin mi?
Ya bu kız ne yapmaya çalışıyor?
Gözümün içine baka baka, başka zaman olsa dokunmayacağı Atmacayı da elinden yakaladığı gibi yanına oturttunca, biz öyle salak gibi kaldık ayakta.
Nasılda beni çaresiz bıraktı Allah'ın belası. Mecburen kıza, "geç otur!" dedim ve oda hemen camın yanındaki koltuğa oturdu. Dişlerimi sıkmaktan çene kemiklerim ağrıdı Allah canımı alsın.
Ulan Necla elimden çekeceğin var senin! yazdım bunu da bir kenara!
Bizden sonra birkaç kişi daha binince araca, Recep abide, kendi kapısını açıp şöför koltuğuna yerleşti. İlk işte hemen kaseti sürdü teyibe. Orhan babanın 'felektende beter vurdu' şarkısı tam gaz çalmaya başladı. Deli oldum ya. Dönüp Necla'ya sinirli bir bakış attım. Bana pis pis gülüp, başını camdan dışarı çevirdi. Recep abi motoru çalıştırınca, birazda gülerek, "pamuk ellere cebe!" diye seslendi. Evden çıkmadan az önce annemin cebime zorla tıktığı kuruşlarla on lirayı çıkardım. Ayağa kalkıp öne doğru gittiğimi gören Recep abi, "yerine geç!" diye adeta emretti bana. "olmaz abi öyle," diye itiraz edince bende, gür siyah kaşlarının tekini kaldırıp, dikiz aynasından gözümün içine dik dik baktı. "yerine geç koçum, asabımı bozma daa!" dedi ve o "daa" uzatıldıya, anladımki ayar oldu bana. Mecbur, geçtim yerime oturdum. Ona bakmasamda Füsun'un bana baktığının farkındaydım. Allah'tan ikimizde zayıftık ve birbirimize dokunmadan sığabilmiştik kırmızı kadife kaplı koltuklara. Bir ara bana bir şey sordu ama hem açık müziğin, hemde güçlü motorun sesinden ne dediğini anlayamadım. Başımı biraz ona doğru yanaştırıp, "ne dedin?" diye sorunca, oda kulağıma doğru, "çok uzak mı gideceğimiz yer?" diye sordu ve o anda sıcak nefesi de kulağıma çarptı. Ürperdim bir anda. Hemen geri çekildim. "biraz uzak, izle işte dışarıyı!" dedim ve başımı çevirip ön camdan yolu izlemeye koyuldum.
Yol boyunca bir daha hiç konuşmadık ama onun yanında oturmakta çok hoşuma gitti be ve ah bu kalbim, deli gibi çarpmaktan yorulmadı.
Nihayet Eminönü'ne geldiğimizde yolcuların inmesini bekledik ve son olarak bizde ayaklandık. Atmaca önden inip dışarda kızları beklerken, bende Recep abinin yanına yanaştım. "abim hayırlı işlerin, bol müşterin olsun... çok sağol," dedim. "eyvallah koçuum... ne demek? haa Nejat!" bak bi dediğinde, tam kapıdan çıkmak üzereydim. Geri dönüp, "efendim abi," dedim ve el ettiğini görünce tekrar yanına gittim. Kot pantalonumun cebine para sıkıştırmaya kalkınca, "abi dur ya ne yapıyorsun?" diye karşı çıktım. "lan veled bizde genç olduk.. kızlar bir şey isterler, alırsın işte.. sus ve yürü hadi!" dedi. Döndü, açık olan camından, "Bayrampaşaaa!" diye bağırmaya başladı. Bu da bana git demenin başka bir yoluydu.
Eminönü'nde hemen kırmızı renkteki Beşiktaş otobüsüne bindik. Baya doluydu otobüs ve hepimiz ayaktaydık. Kızları önümüzde, koruma altına aldık ve yolculuk çok geçmeden başladı. Şöför arada bir fren yaptıkça tam önümde duran Füsun, dengesini korumakta zorlanıyor, ikide bir sırtı göğsüme temas ediyordu. En son yine aynı şeyi yaşadığımızda dönüp bana baktı ve, "kusura bakma Nejat... abi!" dedi ama o abiyi ne zor söyledi.
Çattık belaya ya... vallahi çok pis çattık hemde çok pis! * * *
Ben ondan ne kadar hoşlanıyorsam, o benden o kadar nefret ediyor gibi ve kalbimin kırıldığını hissediyorum.
Deli mi ne be? daha dün bizim evin camına baktığını görmüştüm ama... acaba yaşımı mı öğrendi bu, ondan mı bana böyle çatacak yer arıyor? öğrenmiş ya.. öğrenmiş işte. Boşuna bana abi diyeceksin demedi bana.. pis ya! her fırsatta bağırınıyo bana..
Otobüs durunca, "hadi! İniyoruz bizde bu durakta," dedi ve kolumu tuttu. Bir tuhaf oldum ya. Kendi önden inip elini uzattı bana. Ben elini tutup, merdivenlerden inene kadar da tuttu elimi. Bir anda sanki pislik varmış gibi silkeleyip attığı elimi kısa bir süreliğine de olsa tuttuya, o zaman kalbim duracak zannettim. Geçende evlerine salça almaya gittiğimde de parmakları değdiğinde parmaklarıma o zamanda kalbim duracak gibi olmuştu. Anlar diye korkup, hemen dönüp gitmiştim ve eve gidene kadar kendi kendime gülümsemiştim.
Hiç mi hoşlanmıyo benden ya? O zaman niye gözlerimiz birbirine ne zaman çarpsa bakışlarını kaçırıyo benden? acaba yavuklusu mu var? Olmasın Allahım nolur olmasın!
Dört kişi birlikte yolun karşısına geçtik. Gözü hep üstümde ama sadece başıma bir şey gelmesin diye, başka bir şey için değil.
Daha önce hiç gelmediğim lunaparka girince iyice gözünden sakınır oldu beni. Necla ablaya, "eee neye bineceksiniz?" diye sorunca, bende hemen, "atlı karınca," diye atladım. "pamuk şekerde alayım mı kızım?" dedi. Önce anlamadım. Öylece yüzüne şaşırmış bakınca, "hadi buyur burdan yak, el kadar bebeyle buralara gelirsen olacağı budur," diye kendi kendine söylenmeye başladı.
Niye kalbimi kırıyor ki bu herif ya? hem çok kırıldım, hemde çok sinir oldum. Benim nerem el kadar bebe ya! Bir yetmiş boyum var benim, hem şunun şurasında on beş yaşıma girmemede birkaç ay kaldı bikerem.. öküz ya! büyüdüm bikerem ben, tamam mı, büyüdüm... genç kız oldum geçen sene.
Teyzem, geçen sene, "halan geldi mi Füsunum," diye sorunca, bende "yoo halam Antalya'da... nasıl gelsin?" demiştim ve o da kahkahayla gülmüştü. "kız sen beni güldürdün, Allah'ta senin yüzünü güldürsün emi?" demişti. Meğer hala gelmesi hasta olmak demekmiş, sonra uzun uzun neyin ne olduğunu anlatmış, ne yapmam gerektiğini öğretmişti.
Bu deli de bana çocuk muamelesi yapıyor. Tepem atacakta çok pis lafı yapıştıracam diye korkuyorum.
Necla abla, "madem atlı karıncaya binmek istiyorsun e hadi gidekde binek!" dedi. "yok, istemiyorum artık!" dedim ve somurtmaya başladım. "kararsız Kasım mısın kız sen? gidin binin işte," diye yine beni tersleyince Nejat efendi, tutamadım artık çenemi.
"asıl kararsız Kasım sensin be! bi öylesin bi böyle.. binmicem işte, istemiyorum!" diye bağırdım ona. Şaşırdı önce ama çabuk geçti şaşkınlığı.
"o sesinin ayarına dikkat et veled, yemin olsun o uzayan dilini kesmektende büyük zevk alırım. Haddini bil terbiyesiz!"
Hem bana bas bas bağırdı bi de üstüme üstüme gelmeye başladı, korkuttu beni. Acık daha bağırmaya devam ederse koyvercem gözyaşlarımı. Öyle korkmaya başladım ama aynı anda da acayip sinir oldum. Geldi bi kere benimkilerde. Korksamda tutamadım kendimi. "benim adım Füsun tamam mı, ne el kadar bebeyim ne de veledim bikerem tamam mı? sende kendini iyice bi bok sanıyon ya!" diye bende bas bas bağırdım.
Necla ablam, koluma yapışıp beni yanına çekti bir anda. "kıs suus! abilere hiç öyle cevap verilir mi ne kadar ayıp?" dediya, iyice dellendim.
"ne abisi ya.. babamın dölümü bu anamın tarlasına ektiği!" dedim ve o anda ne dediğimi fark ettim. Babamın lafıdır bu. Ona biri oğlum dedi mi yada sinir olduğu birine abi denilmesi istediğinde kullanırdı bu sözü. Offf bee! benim de aklıma yer edivermiş işte. Pat diye kaçtı ağzımdan.
Boku yedim, şimdi dövecek beni!
Öyle kötü bakıyordu ki bana, gerçekten birden bana saldıracak diye ödüm koptu. Sağ elini kaldırıp, işaret parmağını gözüme sokarken, "bak kızım, benden görüp göreceğin rahmet bu kadar! şimdi defolun gidin neye binecekseniz binin, çok oyalanmayın.. yarım saat vaktiniz var.. sonra dönün gelin, eve döneceğiz... hadi naş!" diye yine bağırdı. Öldürecekmiş gibi çok kızgın bakan o gri mavilerini gözlerimden zerre ayırmadan, "Atmaca düş bunların peşine, kolla! özellikle de bu küçük hanımı, yerden bitmeyi iyi kolla. Sonrada başımıza bi bok gelmeden siktir olup gidelim burdan," dedi.
Bana çok kızmıştı ve ben galiba bokun büyüğünü yedim. Seveceği varsa da artık sevmezki bu beni.
Offf ben ne yaptım ya... * * * * *