Komutanın ardından kolay kolay çağrılmadıkça giremediğimiz odasına girdim ve yine hazır ola geçtim. Kalbim sanki ağzımda atmaya başladı. Ceza veripte uzatır mı askerliği diye düşündükçe ter döküyordum. Anlaması lazım ama bizden çok büyük değilki yüzbaşı.. e hemde birkaç yıllık evliymiş, yenge de burda.. lojmanda kalıyorlar ve yengenin bizi çocukları gibi sevdiğide ortada. Ah be yenge çağırsanya şunu eve.
"Rahat!" diye çaktı emri. Anında geçtim rahat pozisyonuma. Masasının önündeki siyah deri koltuğu gösterdi. "geç otur asker!" diye emretti.
Korku belasına tuttuğum nefesimi posta posta bırakırken, çok şaşkındım. Sıkıysa oturma. Oturdum mecburen. "eee vatan millet kurtarma işleri nasıl gidiyor?" dedi ve bir sigara yaktı. O keskin mavi bakışlar, gözlerimi esir aldı. Kaçıramadım bakışlarımı. "anlayamadım komutanım," dediğimde aslında tabiiki söz ettiği şeyin ne olduğunu anlamıştım ama belli edemezdim. Bizim daha önceden tertip Özcan ile binbir özenle açıp baktığımız üzerine çok gizli yazan ve benim marifetlerimin kuidatını döken dosyadan söz ediyordu. Marifetlerim, eylemlerim, mapus bilgilerim satır satır o dosyada yazıyordu.
"yeme lan beni dalağını siktiğimin askeri," dedi tek kaşı havada. "sen baksana bu gözlere, benden önce açıp baktığınızı bilmiyorum sanki. Sen gelirken ben dönüyordum oğlum!" dedi ve bıyık altından gülümsedi. Askerin sevgilisi olan bu komutanı daha çok sevdim şimdi. En okkalı küfürünüde ilk kez yemiş oldum bu vesile ile.
Sırtımdan ter damlaları birbiri ardına yuvarlanırken, "kazık gibi oturma karşımda, daya o ter döken sırtını," dediğinde ister istemez gülümsedim.
Eh emir büyük yerden, dayadık artık sırılsıklam olan sırtımı koltuğun sırtına.
"ne çok marifetin varmış, oku oku bitmedi.. sen kafanda bitirdin mi peki? ve şu an hâlâ hayatta olduğuna şükrediyor musun? ha aptal asker?" En ince, en hassas noktama el atıp durdu. Diyemedim bir şey.. yılların birikimi, inanmışlığı bir anda geçer mi? işkencenin dibini de görmüş olsamda, beni ben yapan o düşüncelerimden nasıl vazgeçerim ki? asla vazgeçmiş değildim. Sessizliğim ona cevap oldu ellbette. "senin bu marifetleri işlediğin sıralarda ben yine askerdim ve amacımız hep bu vatanı korumak, düşman bir gün saldırırsa asla bu vatanı ona teslim etmemekti.. senin amacın neydi peki?" diye sorduğunda, tutamadım kendimi bastım cevabı. "sizinki ile aynı!"
Güldü ama bu öyle bir gülüştüki içinde her şeyi barındırıyordu. "okuyaydında asker olaydın o zaman!" dediğinde, "okumaya fırsat olmadı, iş bulup çalışmak zorundaydım, hem kim okutabilirdi ki beni?" diye soru sorma ahmaklığında bulundum.
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti!" dediğinde büyük bir gururla, tüm bedenimle ürperirken bir anda ayağa fırladım. İçimdeki memleket sevdasıydı, halkın sevgisiydi ve en önemlisi bu ülke için gerekirse canımı verebileceğim kadar ülkeme olan bağlılığımdı beni ayağa kaldıran. Elimle selam çaktım ve öylece kaldım. Anlayamadığım bir şekilde çok duygulanmıştım. Resmen duygu bombardımanına uğrarken, gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Komutan masasından kalkıp tam karşıma geldi, durdu. Gözlerimin içine öyle derin bakıyordu ki, o gözyaşlarım sel olup, yanaklarımı ıslatmaya devam etti.
"rahat ol asker!" derken, onunda gözleri dolmuştu ve sesinin titremesine engel olamamıştı. Emrini yerine getirdiğimde, derin bir nefes bıraktı. "vatan sevginden şüphem yok evlat! ama oynanan oyunları göremediğiniz öyle belli ki. Sağcısıda solcusuda bu ülkeyi çok seviyor, tıpkı biz askerler gibi, tıpkı bu ülkenin güzel halkı gibi ama işte sizi birbirine kırdırıp bizi yok etmek isteyenlerin piyonu oldunuz.. değdi mi ha? niceleriniz bu yollarda can verdi, nice evlere ateş düştü ama birileri tüm bu olup bitenlerden büyük mutluluk duydu oğlum. Aklını başına topla.. yakarım askerliğini, gözünün yaşına bakmadan yakarım seni. Burdan çıkıp gitmek, terhis olmak hayal olur ve yazık, o kızda seni beklerken mecbur kalır gider başkasına yar olur. Benide, o kızıda bu ülkeyide daha fazla üzme! Parmaklarının arasında tuttuğu sevdiceğimin resmini bana uzattı, "çıkabilirsin asker Nejat dayı!" dedi bana.
Dayı ne ya?
Çaktık yine selamı ve odadan çıktım. Kapısını kapadığım odanın önünde, elimdeki resme baktım.
"ucuz atlattık be aşkım.. beni beklemekten vazgeçme olur mu? ne olursa olsun bekle!"
~ ~ ~ ~
"kız bana bak postaneye gidiyorum, hazır mı mektubun?" diye mutfak camında bana fısıldayan Necla ablama, göğsümde sakladığım mektubumu çıkarıp verdim. "ah seni seni! nasılda biliyorsun bugün gideceğimi!" dediğinde utanarak gülümsedim. "evde durumlar nasıl?" diye soruncada derin bir nefes aldım. "aynı ama direniyorum," dedim. Necla ablamın yüzünden hüzün dolu bir bulut geçti. Gözleri yaşardı anında. "senin o domuz babana çok dinir oluyorum, madem çalışmana izin vermeyecekti, binbir zorlukla niye okuttu seni?" dedi tüm kızgınlığı ile.
"evlenince kocan isterse okursun, benim çatımın altında, benimle yaşarken çalışamazsın, halbuki staj yapacak yerde buldum.. daha doğrusu Nejat buldu.. mektupta durumdan ona bahsetmiştim, yani staj yapacak yer aradığımı söylemiştim, ordan el attı duruma ve okul çikışı biri geldi yanıma, elime bir zarf tutuşturdu gitti.. Mesut abi yazmış, nereye kime gitmem gerektiğini.. gittimde, istediğin zaman gel başla dediler ama izin vermiyor işte babam."
"hay senin babanın şarap çanağına sıçayım," dedi öfkeli öfkeli. "şarap içmezki benim babam, içkidende haram olan her şeyden de uzak durur.. para biriktiriyorlar, hacca gidecekler," diyince ben, "gitsin elbette o güzel yerlere, gitsinde Allah hidayet eylesin, üzmesin seni daha fazla," dediğinde, başımı önüme eğdim. İçimden sürekli amin diyordum. "hadi kaçtım ben gülüm, gideyimde bizim delilere bir haftalık yakıtlarını göndereyim," dedi zorlada olsa gülerek ve göz kırptı bana. İyiki o vardı.. eğer o olmasaydı ben nasıl dayanırdım aşkımın yokluğuna? Necla ablam dert ortağımdı, sırdaşımdı, bana destek olanımdı. Yokluğunu asla kaldıramayacağım hayatımdaki en önemli ikinci insandı. Camdan öylece onun ardından baktığım sırada, içerden bana seslenen babamın hafif kızmış sesini duydum.
"Füsuun! kahve Yemen'den mi geliyor kız?"
"geliyorum babaa," dememle camı kapayıp, zaten hazır ettiğim ve ocağa koyduğum cezvenin altını hemen ateşledim. Kahvenin orta ateşte pişmesini beklerken yine aklımda Nejat'ım vardı. Ne çok özledim onu ben!
"ahh aşkım, bir gün evlenebilsekte bize yapabilsem böyle kahvelerimizi! ne olur Allah'ım bana onun eşi olmayı nasip eyle!"
~ ~ ~ ~
Aylar ayları kovaladı, acemi askerliği kazasız belasız bitirdik ve usta birliğe dağıtıma gidemedik, çünkü komutan beni ve Atmaca'mı göndermedi. Bizim burda kalmamızı istemiş. Vallahi buna çok sevindik. Komutanda pek belli etmesede bizi sevmiş olmalı, bırakmadı başka yere gidelim ama gözü hep üzerimizdeydi, bunu hissediyorduk. Benim gibi Murat'ında hakkında ona dosya gittiğini biliyorduk.. eh sakıncalıydık ama ne onun başını ağrıtmaya, ne askerliğimizi yakmaya, ne de vatan görevinden kaçmaya niyetimiz vardı. Bizi defalarca denedi, sağa sola yeri geldi tek başımıza gönderdi, sahra çadırlarında yalnız bıraktı ama biz hep verdiği görevi eksiksiz yerine getirdik. Atıcılar takımına seçildik. En iyi nişancıları nerdeyse bizdik. Diğer askeri takımlarla turnuvalar düzenlendiğinde biz hep birinci gelip, komutanın göğsünü kabarttık ve tüm bunları yaşarken, ah o sevdiğim, çok özlediğim aşkım hep aklımda, yüreğimdeydi. Hele geceleri nöbete kaldığımda, tam sigara yakacakken, o söyledikleri gelince aklıma, o gözleri, yüzü, tatlı bakışları gözlerimin önünde beliriyordu ve sanki bana, "yakma!" diyordu ve bende her seferinde vazgeçiyordum. Onun beni beklediğini bilmek, gelen o mektuplarında bana olan sevgisinden, özleminden söz etmesi ona olan sevgimi ve hasretimi daha da çoğaltıyordu.
Şafak doksan beş ve bu günleri geçirmek hiç kolay değil. Zaman zaman tatsızlıklar yaşansada bir şekilde bu askerliğin üstesinden gelmeye çalışıyoruz ama en hoşumuza giden, içimizi çok ısıtan şey, ne zamanki komutan bir askere kızacak, dalağına böbreğine saydıracak olsa yada asla yapılmaması gereken bir şeyi asker yaptıysa ceza olarak ya kıçına kazma sapıyla kötek, yada postal yiyecek olsa, Nermin yenge lojmandan çıkıp, "Leveeent! ellerin kırılmasın emiii! vurma çocuklara ya vurmaaa!" diye basıyordu çığlığı.
Tam bir anaydı askere, hiç kıyamazdı bize. Komutanda tüm kızgınlığıyla, "gir içeri be kadın! karışma sen!" diye ona cevap veriyordu. Bu halleri çok hoştu. Gülmemek için zor tutuyorduk o anlarda kendimizi ve yine gece çöküpte ranzalaramıza yattığımızda, gözlerim tavanı talan ederken aşkımla hayallere dalıyordum. Ah gidince ona ilk fırsatta nadıl sarılacağım. O güzel saçlarının kokusunu özledim, çok özledim.
~ ~ ~ ~
"abla aradılar mı seni ha aradılar mı ya, neredelermiş, kaç saat sonra varacaklarmış, izin verdi mi Nejat, mahalleliyle Topkapı'ya gidip karşılayalım onları ha, konuştun mu abla ya bir şey desene?"
"kız bi dur! aaa.. bu ne e taramalı tüfek gibi? He aradılar beni, yatmış terhis... yakmışlar iki salak askerliği.. son anda birini yamultmuşlar, askeri mahkemeye çıkmışlar.. çakmışlar bunlara üç ay ceza... bok gelirler artık! Ben biliyordum ya biliyordum bi bok yiyeceklerini bu iki budalanın.. ığzına sıçtıklarım!"
Ağzım açık öyle kaldım ya. Sanki nefesim göğsümde, ciğerlerimde bir yumruk oldu kaldı... çıkamadı yukarı, bırakamadım. Dizlerimin dermanı kesildi, Necla ablamın daire kapısı önünde yere çöktüm kaldım. Elim göğsümdeydi, kahrolası kalbim duracaktı sanki! Heyecanım, deli bir hayal kırıklığına dönüşürken, sevincim azap oldu yapıştı canıma, yaktı kavurdu bedenimi, benliğimi. Gözyaşlarım benden izinsiz, anında ateşler içinde kalan yanaklarımı ıslatmaya başladı. Dudaklarımın uyuştuğunu, parmak uçlarımın hissizleştiğini ellerimi telaşla tutan Necla ablanın elleri olmasa fark etmeyecektim. “ay dudakları morardı bunun… kızım şaka yaptım ya.. ay bismillah! gidiyor kız! ya Füsuun! duyuyon mu ablam beni.. vallahi şaka yaptım, Topkapı garında inmişler, birazdan burda olurlar!”
Necla ablamın sesini sanki çok uzaktan duyuyordum. Kulaklarımı tıkayan o uğursuz uğultu onu anlamamı engelliyordu. Buda yetmezmiş gibi bir de kalbimin vuruşları ağırlaşmış, kafamın içinde büyük yankılar çıkarıyor, o ses kulaklarımdaki uğultuya karışıyordu. Başım çok pis dönüyordu. Necla ablamın koluma yapıştığını, yüzüne baktığımda dudaklarının oynadığını gördüm ama ne dediğini anlayamıyordum. Bedenime dalga dalga yayılan o bir titreme ayağa kalkmamı engelliyordu. Necla ablam yanaklarıma vuruyordu. Bunu niye yapıyordu ki? Bayıldım mı ben yoksa ya?
Birden nefesimi bıraktığımı hissettim ve ah o ciğerlerim özgürlüğüne kavuştu sanki. Necla ablanın getirdiği suyu yine onun yardımıyla içtim ve başımı geriye doğru dayayıp, gözlerimi kapadım. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı.
Demek yaktın sonunda askerliği ha, beni hiçe sayıp yaptın yine yapacağını.. hiç mi beni düşünmedin be aşkım? on sekiz aydır ne çekiyorum ben sen bilmiyor musun? yine mi bekleyeceğim seni.. yoruldum artık beklemekten, yoruldum… tükendim ama ben aşkım! neden ya neden?
“Ya Füsuun! kız iyi misin ya ablacım? şaka yaptım, duyuyor musun, anladın mı beni? şaka yaptım gülüm az kaldı gelmelerine!” dedi birden Necla ablam… şaka mı… gerçekten şaka mı yapmış? Hayal kırıklığım yeniden delicesine bir sevince dönüşürken, tüm mutluluğumla ablamın boynuna atladım bir anda. Beni terk eden gücüm aniden bu duyduğum güzel haberle geri gelmişti. “ah be ablam, aklımı alacaktın az daha ya!” desemde kızamadım ona. “deli manyak ömrümü yedin iki dakikada. Sıçtı Cafer bez getir dedim kendi kendime. Allah canın almasın, ödüm bokuma karıştı lan. Boku yedin Necla, şimdi işin yoksa bizim deli Nejat’a hesap ver dedim ya!.. kalk hadi kalk!” dedi ve ondan destek alarak yerden kalktım.
Dışardan davul zurna sesi gelmeye başlayınca ikimizde birbirimize şaşkın şaşkın baktık ve aynı anda balkona koştuk. Aşağıya bakınca sokağımızın insanlarının yine Nejat’ın evinin önünde toplaşmaya başladığını gördük ve bir anda Akkız havlamaya başladı. Hızını alamayıp sokağın çocuklarının elinden kurtuldu ve Köşem sinemaya doğru koşmaya başladı. O tarafa bakınca köşeden sokağa giriş yapan iki kişiyi gördük. Yok nefes almayı unuttum yine. Geliyorlardı işte. Nejat başını kaldırıp bizim olduğumuz balkona baktı ve öylece adım atamadan kaldı. Koşup, yanına gitmeyi, ona sarılmayı ne çok istedim o anda ve ben gidemiyorsam, öpücüğüm gitsin istedim…çaktırmadan parmak uçlarımla dudaklarıma dokundum, sonra elimi kalbimin üstüne götürdüm ve sevgimi avucuma doldurup ona fırlattım.
“hadi kız aşağıya inelim,” diyen Necla ablamda aynı benim gibiydi ve evin içine girdiğimizde ilk iş birbirimize sarıldık, sevdiklerimize sarılır gibi. Kapıdan deli gibi çıkarken, tüm heyecanımızı da peşimize taktık. O merdiven basamaklarından düşmemeyi nasıl başardık, aşağıya nasıl indik hiç bilmiyorum.
Sokağa çıktığımızda ortalık ana baba gününe dönmüştü. Akkız, Nejat’ın onu sevmelerine doyamazken, o arada bir çaktırmadan bana bakıyordu ve yanına her gelenin elini öpüyordu. Bizim yanımızdan geçerken, gözlerime öyle bir baktı ki heyecanımdan ve sevincimden az daha düşüp bayılacaktım. Necla abla elime yapıştı ve, “hadi onlara gidelim,” dedi ama gidemezdim şimdi. Olmazdı, uygun kaçmazdı. Üstelik babamda annemde evdeydi. “yok abla, bem şimdi eve gideyim, biliyorsun annemler,” dediğimde anladı tabii ne demek istediğimi.. “tamam kuzum.. ayarlarız, buluştururuz sizi,” dediğinde gülümsedim.
Çok şükür geldi ya.. varsın biraz daha beklerim. Necla ablayla aşkımın evine giden taşlıkta ayrıldık. Eve adımlamaya başladım. İçim içime sığmıyordu. Eve gireceğim sırada annem kapıyı açtı ve, “girme kızım bizim askerler geldi, hadi önce Vildan hanıma iki dakika göz aydınına gidelim, sonra amcanlara gideceğiz... baban istedi,” dediğinde kalbim gümledi resmen.
İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş misali annem bana o çok istediğim fırsatı altın tepside sunmuştu. Kalbimi saran sevincimi bastırmak hiç kolay değildi ama yapmak zorundaydım. Yaptım da. Nejat’ımın kapısına gelince açıl bırakılan kapıdan içeri girdik. Heyecandan öleceğim nerdeyse. Evin girişindeki dikdörtgen salonunda erkekler oturyorlardı ve Nejat, bizi görünce hemen ayağa kalktı. Bize doğru gelip, tam annemin karşısında durdu. “hoşgeldin oğlum.. çok şükür terhis oldunuz, hayırlı olsun inşallah,” dedi annem ve yanımıza gelen Vildan teyzeye dönüp sarıldı. O an aşkımla göz göze geldik.Nasıl hasret dolu gözlerle bakıyordu bana.
Ah aşkım sen mi çok özledin yoksa ben mi?
“hoşgeldin Nejat abi, geçmiş olsun,” dedim ama elimi uzatamadım ki ona? “sağolasın,” diyebildi sadece ve biz, oturma odasına geçtik. Aklım ondaydı, tıpkı kalbimin onda olduğu gibi ama canımda sıkılmadı değil! kahretsin tamda amcamlara gidecek günü bulduk ya!
Necla ablama Vildan teyze bir şeyler söyledi ve o hemen ayağa fırladı, yanımdan geçerkende anneme, “Füsun bana yardım edebilir mi?” diye sordu. Annemde bana, “kalk kızım git ablanla,” diyince, saniye durmadım. Hemen ayağa kalktım ve Necla ablanın peşine düştüm. Ablam buzdolabından bir şişe aldı ve mutfağa geçtik. “burdaki bardaklar yetmez, al şu tepsiyi git salondaki küçük vitrindeki bardakları al getir,” dedi. Canıma minnet, elimde tepsiyle mutfaktan çıktım. Yine gözlerimiz buluştu ama ben hemen bakışlarımı kaçırdım. Vitrine gideceğimi anlayınca hemen ayağa kalktı ve elini uzatıp, "ver tepsiyi... brn doldururum," dediğinde o gözlerdeki uyarıı bakışları görmemem ve anlamamam mümkün değildi. "tamam," dedim ve tepsiyi uzattım. Bir sürü oturan erkeğin içinden geçip vitrine gitmemi istememişti. Murat abi hemen kalkıp tepsiyi tuttu, aşkımda tek tek bardakları tepsiye koydu. Yanıma geldi ve, "ağır taşıyabilecek misin?" diye sorunca yok diyebilmeyi çok istedim ama diyemedim. Anladı tabii ve tepsiyi bana uzattı. Gerçekten çok ağırdı ama taşıyamayacağım gibi değildi. Döndüö tekrar mutfağa gittim. Kalbim mideme inmişti sanki. Ben henüz mutfağa girmiş ve kapıyı kapamıştım ki, hemrn dibinde durduğum kapı içeri doğru açılınca, şaşırdım ve dönüp baktığımda onu gördüm. Necla ablam onu görünce muzur muzur güldü. "babam su istedide," dediğinde çok mahçup ama bir o kadar da heyecanlıydı. Necla abla, "geç al bizim işimiz var," dedi ve kapının yanına geçti. Bize arkasını döndü ve, "ben yokum," dedi. Biz öylece birbirimize bakıyorduk ve her şeyi göze alıp bir anda sarıldım ona. Kalbim durdu sanki, bulutların üstüne çıktım sanki. Dünyada bundan başka bir mutluluk yoktu benim için.. ağlıyordum ve o deli gibi bana sarılırken, yine saçlarımın kokusunu derin derin içine çekiyordu. Kendisini benden çekip yüzümü avuçlarının arasına aldığında oda ağlıyordu.
Aynı anda ikimizde fısıltıyla, "çok özledim seni," dedik ve sessizce güldük. Burnumu öptü ve yine fısıltıyla, "gitmem lazım aşkım," dedi
Ah keşke biraz daha kalabilseydin ya!
* * ~ ~ ~ * *