"kız Füsun, şu dalyan gibi çocuk kim? aayy! çok yakışıklı ya bu her kimse?"
Amcamın kızının tuhaf bir heyecanla sorarken, mutfak tülünün ardından baktığı ve sözünü ettiği o yakışıklının kim olduğunu görmek için cama yanaşıp baktım. Ayılıp bayıldığı yakışıklı, benim kalbimin sahibi Nejat'tı. Bir an amca kızına sinir olsamda belli etmedim. Umursamaz davranarak, "Nejat abi o ya?" dedim. "ay adı da pek bir güzelmiş, aynı kendisi gibi... var mıdır acaba çıktığı bir kız falan?" diye sorduğunda, içimden avaz avaz, 'evet var, o kızda benim, çek gözlerini sevdiğimin üstünden!' diye bağırıyordum. Ben onu gözümden kıskanıyordum, tıpkı onunda beni kıskandığı gibi.
"ne bileyim abla, adamın gönlünün çetelesini mi tutuyorum? vardır zahar biri," dediğimde yine hiç umursamıyor gibi göründüm. Bizimki daha bir heyecanla, "artık olmayacak... ben geldim çünkü!" dedi ve kendinden çok emindi. Ablamın huyunu iyi bilirdim. Kafayı bir şeyi elde etmeye taktı mı öldürsen vazgeçmezdi. Evde kimsenin olmamasınında verdiği rahatlıkla içtiği sigarayı nerdeyse gözüme uzatarak, "aha şunun ateşi gözümü kör etsinki ben bu çocuğu tavlarım, kendime koca yaparım!" dedikten sonra, yeniden dudaklarının arasına aldığı sigaradan derin bir nefes çekti. Heyecanla titreyen gri dumanlı soluğunu mutfağın açık olan camından, tülün ardından dışarı soludu.
İçimden Efsun ablama gülüyordum ve hiç huzursuz olmadım. Sevdiğim adamın nasıl biri, kim olduğunu, karakterini çok iyi biliyordum. Ablam soyunup, çırılçıplak kalsa ve onun koynuna girse, dönüp bakmazdı benim aşkım. O kadar güveniyorum ben ona.
Üç yıl önce yeniden taşındığımız bu sokakta, bu kez tamda sevdiğimin evinin karşısındaki satılığa çıkmış bu evi, emekli ikramiyesi ile almıştı babam. Şimdi karşı karşıya olduğumuz bu evden, okulda olmadığım zaman onu görmem daha kolay oluyor.
Nejatım, içerden çıkalı bir ay oldu ve benim üniversiteye gidiyor olmam, nerdeyse her gün rahat rahat görüşmemize neden oluyor. O sabahları iş arayacağım bahanesiyle evden erkenden çıkıyor, minübüs kuyruğunda beni bekliyor ve birlikte benim okuluma gidiyoruz. Minübüste genelde beni bir kadının yanına oturtuyor, kendiside ya bir arka koltuğa oturuyor, yada ayakta oturuyor. Birbirimizi tanıyor gibi davransakta, günaydından öte konuşmuyoruz. Öyle uygunmuş, aleme seyirlik olmayaymışız, bana laf gelmesinmiş, sonuçta genç kızmışım ve hiç kimseyle adım çıkmamalıymış.. bende ses etmiyorum, vardır bir bildiği diyip susuyorum, ne diyorsa o... ötesini düşünemem bile. Bu durum asi ruhumu biraz zorlasada, hoşuma gitmiyor da değil. Sonuçta beni benden daha çok düşünen bir sevdiğim var ve ben, ah ben iyiki de gönlümü ona kaptırmışım. Çok seviyorum onu çok! * * *
Yine sabah erkenden uyandım. Anamda benimle birlikte uyandı. El yüz yıkama derken, giyinme faslına geçince, "yine nereye oğlum? bugün okul yok ki!" dediğinde, olduğum yerde dondum kaldım. Nasıl yani ya? nerden anlamıştı ki? Biz o kadar dikkat ederken, annem nasıl fark etmişti?
"ne okulu anam, o nerden çıktı?" dediğimde gerçekten şaşkındım. Dağılan saçlarını eliyle toparlarken, "geç içeri... yak ikimizede iki cigara, çay suyunu koyup geliyorum," dediya daha da şaşırdım. Anam sigara mı içiyormuş?
Giyinme işimi bitirmiştim ve yattığım odurma odasına geçinde, toparladığım çarşafımı, yastığımı alıp anamın yatak odasına götürdüm. Cezaevinden alışkanlık kalmıştı. Her sabah sırf bir şey yapıyormuş olmak için, alt ranzadaki yatağımı toparlar, incecik battaniyeyi üstüne örter, sonrada sırtımı duvara verip, öylece otururdum. Bugün kimden ne gelecek diye düşünür, sancılı nöbetime başlardım. Kollaman gereken sadece kıçın değildi... herkesi kollamak, gözetlemek, kim ne yapıyor, nasıl yapıyor, elinin altında ne var, neyi nereye gizliyor sürekli izlemek zorundaydım.. kaç kişinin boktan sebeplerle, daleverelerle bir anda öldürüldüğüne şahit oldu bu gözler... asıl amaç dışardan gelen emirlerle birilerini ortadan kaldırmaktı.
Yine aklıma alıcı kuşlar gibi üşüşen düşüncelerden kurtulmaya çalışırken, içerden pat diye ani bir ses geldi ve ben odaya geri dönecekken, olduğum yerde taş kestim birden. Yerimden kıpırdayamazken, o kahrolası tanıdık titreme gelip bedenime yapıştı yine.
Cezaevinde yatağımda yatarken kaç defa beni sırf daha çok korkutmak için, başıma gelip durduğundan habersiz olduğum gardiyan, elinde tuttuğu ağır bir şeyi aniden yere bırakırdı. Zar zor uyuyorken, duyduğum o sesi beynim, güçlü bir silah patlaması gibi algılardı ve bir anda fırlardım yerimden.. sonrası malum işte.. günlerce süren işkenceler...
Saniyeler içinde kendimi toparlayabilmeyi başarıp oturma odasına geçtim. Annemde gelip camın önündeki divanda yerini aldı. "ee hadii, yakmamışsın cigaralarımızı be oğlum!" dediğinde güldüm. Kırk yıllık tiryaki gibi sigaraya cigara demesi yok mu, kaçan neşemi yerine getirdi. Hemen krem üstüne ince kahve çizgili gömleğimin cebinden Maltepe'yi çıkardım. İki sigarayı aynı anda dudaklarıma yerleştirip, kibritimle yaktım. Annrmin güldüğünü görünce bende gülerek, "ne oldu?" diyince, "el kadar bebeydinde şu karşıya geçip üç sigarayı ağzına tıkıp yakmanı hatırladım, geberecektin dumandan. Aslında o gün anladım iç sigara içmezmişsin ama işte ok yaydan o gün çıktı bir kere.. aleme inanıp sana inanmayınca başlayıverdin be evlat sigaraya," dedi ve o hissettiği pişmanlığı acıyıda yanında barındırarak gelip karanlık bir gölge gibi çökmüşlüğün emareleriyle dolu yüzüne oturdu. İçten içe buna çok üzülsemde, "aman anam ya, başlayacağım varmış, oda benim bahanem olmuş," dedim. Birde bunun için üzülsün istemiyordum. Yeterince o yüreği hüzne, acının en sancılısına ev sahipliği yaptı çünkü.
Derin bir duman alışını, o dumanı havaya bırakışını şaşkınlıkla irileşen gözlerimle izledim. Yere sabitlediği yorgun bakışları beni bulduğunda, "oğlum... ben,..." dedi sustu. Belli ki konuşmakta zorlanıyordu. "sen anne?" diye tekrarladığımda içini çekti.
"oğlum ben farkındayım, Allah'tan sadece ben farkındayım. Füsun ile aranızda bir şeyler olduğunu biliyorum, hemde yıllar öncesinden anlamıştım ama onlar gidince, sende işte mapusa düşünce unutmuşsunuzdur diye düşünmüştüm. Sonra onlar üç yıl önce geri geldiler, sokağımızı, bizleri hiç unutmamışlar, unutmamışlarda, oğlum babası dert o kızın.. sana yar etmez oğlum o kızı. Allah var, çok namuslu, bir gün başının yerden kalkıpta sağa sola baktığını görmedim. Babası okutma taraftarı değilmiş ama bu öldürürüm kendimi diye feryat figan sinir krizi geçirince babasının gözü korkmuş. İzin vermiş, eh İstanbul'u kazanınca da buraya gelmiş kız, amcasının evine.. sonrada işte taşındılar. Kızı çok seviyorum, çokda maharetli ama babası biraz aksi. Bir ara kıza tutturmuş, kardeşinin oğluyla evlendirecem seni diye ama kız ikinci krizi geçirince, ondanda vazgeçmiş. Kızada ancak benim onay verdiğim biriyle evlenirsin, yoksa okuldan birini çıkarma karşıma demiş.. okumuşa kız vermeyi düşünmeyen adam, oğlum sana mı kız verir? malum, durum belli... hapis yatmış adama kız vermem der, kızada hayatı zindan eder.. yapar bunu, biliyorum... onun için demem o ki, yol yakınken vazgeçin bu sevdadan.'
Uzun uzun konuştuğu süre boyunca sözünü hiç kesmedim. Sabırla dinledim ama öğrendiğim bazı şeyler, zehirli diken olup canıma, kalbime, ruhuma battı.. Füsun bana o geçirdiği krizlerden hiç söz etmedi, niye söylemedi bilmiyorum ama hiç konusunu açmadı. Anamın söylediklerinde elbette haklılık payı çoktu ama gelde bunu şu deli gibi seven gönlüme anlat. Kendimle ilgili bildiğim gerçekler, tokat gibi patlayınca çok kötü hissettim. İnsanın kendisinin bilmesi zaten ağır geliyor, birde böyle helede en yakınından duyunca, nefes alamaz hale geliyor insanoğlu... feleğe küfür edesim geldi yine. Benimle derdi neydi bilmiyorum ama ayağıma çelme takmayı pek seviyordu.
"sana bunları kim söyledi anne Necla mı?" diye sorunca ağır ağır başını salladı anam, yanılmamışım. Demrk ben içerdeyken bunlar iyice abla kardeş olmuşlar, iyide olmuş. Hiç olmasa konuşacağı, içini dökeceği bir yareni olmuş. Çok iyi olmuş ve Necla'da gelip anama anlatmış... belli oda darlanmış.. nasıl darlanmasın ki benim manevi bacım, kardeşim... ah ulan ah be! yine efkar bastı gönlüme.. yine, yine... offf Allahım! Bu iş nasıl olur, nice olur! gerisini anca sen bilirsin rabbim!
Çaresizlikle başımı önüme eğdim. Düşünce nehrinin azgın suları beni boğmaya niyetli belli.. ağır bir kasvet bastı ruhumu.. diyemedim hiçbir şey anama... yeni bir sigara yakınca, "banada ver," dediğini duydum anamın. Oda en az benim kadar üzgündü. Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Kolunu omuzuma sardı, eliyle beni kendine çekti. "benim kalender oğlum.. seni tanısa belki verir kızı bize ha! şöyle en şanlısından sokağımızda bir düğün yaparız, demi annem," dediğinde, anladım ki yinede Allah'tan umut kesilmez diye düşünüyor, buna inanmak istiyordu. "sen duanı eksik etme anam, gün doğmadan neler doğar!" dedim. Şakağımdan tüm sevgisiyle öpünce beni, engel olsmadım kendime, sarıldım ona. Çocukluğumda ondan göremediğim şevkati, şimdi ruhumun yaralarını sarmak için bana sımsıkı sarılıyordu, destek oluyordu. Gözlerim ıslandı yine.
"kaavaltımızı yapalımda öyle git be kızanım nereye gideceksen.. işin gücün rast gelsin ne diyeyim," dedi ve yine içlenerek derin bir nefes alıp, beni tüm kahrımla başbaşa bıraktı.
Dakikalar sonra kahvaltı bitmiş, anamın duasını yüzüme, tüm bedenime üflemesini beklemiş, sokağa çıkmıştım. Aklımda kahrolası düşüncelerimle dikilip duruyordum.
Evin önünde Atmacamın gelmesini bekliyorum ve bu arada tam karşıya, sevdiceğimin evine bakmamak için kendimle mücadele veriyorum. Taksim'e gideceğim. Mesut abi haber göndermiş, "mekâna gelip beni bulsun, konuşmamız lazım," demiş. Mesut abi yada diğer ağalar, beni çağırdı mı akan sular durur. Bugün hala hayattaysam, yaşayabiliyorsam bunu birazda onlara borçluyum.
Atmacamın aşağıdan arabayla ağır ağır geldiğini fark ettiğimde, Füsunlar'ın mutfak camı açıldı ve ister istemez çok kısa anlığına gözlerim, hiç görmediğim biraz sevdiğime benzeyen bir kıza takıldı. Bakışlarım saniyeler içinde onun arkasında duran Füsun'u buldu ama hemen kaçırdım gözlerimi. Şu kızı görmek bile kalbimin ritmini bozuyordu. "şeey, bakar mısınız?" diye o kız olduğunu tahmmin ettiğim biri seslenince, başımı yerden kaldırıp ona baktım. Elinde bir çöp dolu olduğunu bas bas bağıran bir poşet vardı. "buyur bacım," dediğimde, bakışları değişirken, yüzü düştü. Hiç anlamadım ya, umursamadım da. "ya yemek yaptımda, soğan kabukları var bu poşette.. imam bayıldıyı pek güzel yaparım, ama işte çok soğan doğranıyor malumunuz, kabuklar koku yapacak... biraz titizimde, rica etsem bunu büyük çöpe atabilir misiniz?" dedi.
Görende görücüye çıkacak sanır, kendini öve öve bitiremedi. Çaktım sonradan dalgayı ama yanlış yere olta atıyordu. İçimden yemezler kızım, bizden sana ekmek çıkmaz desemde, ayıp olmasın diye yolun karşısına geçip uzattığı poşeti almak için elimi kaldırdım. O anda parmaklarıyla çaktırmadan parmağıma dokundu. Kaşlarım anında çatılırken, kızgın bakışlarım gözlerine bir anlığına baktı.
Sinirle çekip aldım elinden poşeti ve ters bir bakış daha attım. Biraz ürkmüş olsa gerek ki benimde istediğim buydu, "sağolun," dedi ve hemen camı kapattığını, ona arkamı döndüğümde duydum.
Manyak mıdııır nedir Allahım ya? o biçim tutuldum o kıza.. benimkide garibim arkadan korkarak bakıyordu bana.
Atmaca gelip arabayla yanımda durunca, bende hemen yan kapıyı açıp bindim. "Kökle aga... sinir oldum!" dedim. Halimi merak eden dostuma "boşver," diyince ikiletmedi.
Yaktığım sigaranın dumanını dışarı solurken, o kızdan hiç hoşlanmadığımı düşünüyordum. Allah verede Füsun ona ikimizle ilgili bir şeyler söylememiş olsa.. söylemezdir de ama kız fettan bir şey belli... ağzından girer, burnundan çıkar, benimkinin ağzından laf alır sonrada anamızı ağlatır, hem vallahide, hem billahide gözümüzün yaşına bakmadan yapar yapacağını, bana da onun canını almak kalır. * * * * *