İnsanoğlu kaybetmenin eşiğine gelmeden sevdiklerinin kıymetini anlamaz tam olarak. O his başköşeye oturmalı tüm yaptığı hataları fark edebilmesi için. Tıpkı Samuel ve Emily gibi. Onlar kızlarına yaptıkları haksızlığı ve yanlışı karşılarında oturan polis memurlarının anlattıklarını dinlerken belki de vicdanlarının yükleri altında eziliyorlardı.
Memur "Akşam saatlerinde başlayan fırtına ve sağanak yağmur şehir güney kısmında dağlık bölgede heyelana neden olmuş. Aldığımız bilgilere göre birkaç araç dağdan aşağıya hızla hareket eden çamurlu toprak ve kayalarla birlikten yoldan aşağıya doğru sürüklenmişler. Kurtarma ekiplerimiz ve sağlık ekipleri orada çalışmaya başladılar. İlk ulaşılan iki araçtan bir tanesi spor bir araba ve plaka kızınıza ait ki içinden kızınız çıkmadı. Şuana kadar iki ceset çıkarıldı ve sizden teşhis için hastaneye gelmeniz gerekiyor" dediğinde eli kalbine giden Samuel nefesinin kesildiğini hissetti.
Küçük kızı Monica'sı için ceset teşhisine çağrılıyordu. Peki ya o yolda işi neydi? Tabi ki kendileri yüzünden gidiyordu. Lanet etti her bir hücresine. Nasıl da bu hale gelebilmişlerdi.
Zorla öksürüp birkaç kez nefes almaya çalıştığında yanında öylece memurlara bakan karısına sert ve çatık kaşlı bir bakış attı. Yüzünde hiçbir mimiğin oynamaması gözlerinde duygu kırıntısı görmemesi onu sinirlendiriyor, içinde bulundukları belirsizlik daha da zorluyordu.
April ve Nathan genç kızın gidebileceği her yeri telefonla aradığında bulamamış olmaları telaşlanmalarına sebep oluyordu. Hala kara bulutlar şehri terk etmemişken Samuel ve Emily'nin evlerine doğru yola çıkmışlardı. Aracın içindeki sessizlik git gide can yakıcı bir hale gelince radyoyu açan April "Sence o iyi mi?" diye sordu. İçindeki sıkıntı git gide büyüyordu.
Ters bir şekilde genç kıza bakan Nathan "İyi elbette. Aksini düşünme bile. Üstelik tüm bunlar olurken neden bana daha erken haber vermedin ki. Şirketten çıkarken bile görmedim onu. Sam amca ile çıkmışlar. Evde desen kıyamet kopmuş ama ben Monica eve gelmeyince öğreniyorum" dediğinde yüzünde buruk bir tebessüm oluşan April "Bilsen ne yapacaktın ki Nathan? Her daim yanında olamazsın. Evlenip ailesini kurduğunda ne yapacaksın?" dedi. Deniyordu. Genç adamın hislerini fark etmişti ama kendi ağzından itiraf etmesi en kesin yoldu.
Kızın dediklerini duyduğu an anlık direksiyon kontrolünü kaybetse de toparlayıp hemen sinyal vererek kaldırım kenarında aracını durdurdu. Yüzü sinirden kızarmış bir halde April'a dönüp "Bilsem yanında olurdum. Hangi cehenneme gittiyse bende giderdim. Yanlışın var hep yanında olacağım onun anladın mı beni? Evlilik saçmalığına hiç girmiyorum bile çünkü o benim tamam mı? Sevdiğim kadını kimseye bırakacak değilim" diye kükrediğinde ne dediğinin farkında değildi. Ta ki yeşil gözler haylaz bir parıltı ile elalara bakana kadar.
April "Sakin ol şampiyon. Tamam, senin kadının ve kimseye bırakmayacaksın. Ama şimdi bana bağırmak yerine çalıştır şu arabayı da gidip SENİN kadınını bulalım. Gerçekten çok merak etmeye başladım" diyerek gözlerini adamın elalarından çekti.
Derin bir nefes alan adam "Aramızda" dediğinde göz deviren kız "Sanki şuan söylemek istesem kız ortada Nathan. Tanrı aşkına sen işini bilirsin. Eminim küçük cadın da benim gibi ve diğerleri gibi anlar senin ona olan aşkını. Bu süreçte ben sadece ona küçük ipuçları sunarım o kadar. Zeki kızdır Moni çözecektir seni de hislerini de" dedi.
İçten içe "Umarım" diyen adam yola devam ederken aracın içine yayılan ses radyodan gelen haber sesiydi.
"Gece yirmi dört sularında şehrin güney kısmında dağlık alanda meydana gelen toprak ve kaya heyelanı can aldı. Birçok aracın sürüklendiği ve çoğu kişinin toprak altında kaldığı bilgisi gelirken şimdiye kadar üç ceset çıkarıldı"
O an Nathan ellerinin titrediğini hissetti. Aklına gelen şeyin olmaması için tanrıya dua ederken giriş yaptı Baker'ların bahçesine. Ama gördüğü polis otosu boğazına kocaman alev topunun tıkanmasına neden oldu.
Hemen araçtan inen ikili hızla evin kapısına gelip çalmaya başladığında açan hizmetli ile içeri girdiler. Salonda rengi kaçmış Samuel, onun yanında tepkisizce oturan Emily ve iki memur üzerinde gözlerini gezdirdiklerinde ayağa kalkan memurlardan biri bombayı tam ortalarına bırakmıştı.
"Ceset teşhisi için lütfen hastaneye gelin Bay Baker"
Ceset. Ölü insan bedeni. Genç adamın kulaklarında yankılanan beyninde dönüp duran cümleler ve açılımları. İri cüssesi zorlukla ayakta kalmaya çalışırken hemen yan evden gelen anne babalarının sesi çok uzaktan geliyordu. Çocukluğundan beri hayran olduğu ama kızına yaptıklarından sonra araya mesafe koyduğu kadın sonunda tepki verip annesini kollarında ağlarken babası Sam amcasına destek oluyordu.
Hastaneye gidip teşhis işlemi gerçekleştikten sonra bulunan kişilerin Monica olmaması biraz olsun nefes aldırsa da asla rahat edemiyorlardı.
Nathan için ne kadar süre geçti bilinmez ama genç adam zaman mekân yaşam ölüm tüm algısı kapanırken üç aile bir aradaydı yine. Kötü bir olay yaşanıyordu ve hepsi kenetlenmişti. Gözleri ağlayan ve pişmanlıklarını dile getiren anne babaya kaydığında irislerinde küçük cadısının ağladığı üzüldüğü korktuğu ama kimseye sesini çıkaramadığı anlar oynamaya başladı. Ona sığınışı, düzelecek umudu ile hayallerini anlatışı, ablası için güzel şeyler düşünürken anne babası için endişesini dile getirişi kulaklarında yankılandı. Sinirleri gerildi. Gerildikçe patlamaya hazır bir mayın gibi oldu. Tek bir söz tek bir davranış yerle bir edecekti onu da buradaki herkesi de.
Emily "Çok üzdüm onu. Ya ona bir şey olursa" dediğinde o beklediği şey gerçekleşmişti.
Ayağa kalktığı gibi "Çok umursuyor muşsunuz gibi konuşmayı bırakın tanrı aşkına. Dün gece bu evde ne oldu da o kız heyelan bölgesinde canı ile uğraşıyor şimdi. Vicdan yapmak onun adına üzülmek için geç kalmadınız mı? Şimdiye kadar size sevgisini asla yitirmemişti. Hep kırmamak üzmemek için uzak duruyordu ama artık sizi gerçekten ister mi yoksa istemez mi orasını tanrı bilir" diye kükreyip diğer herkesin "Nathan" diyerek sözlü uyarılarını kulak ardı ederek evden çıktı.
Çıkan cesetler genç kıza ait değildi. Bu da demekti ki hala yaşıyor ve kurtarılmayı bekliyordu. Nathan hiç düşünmeden arabasına atlayıp heyelan bölgesine sürdü. Sevdiği kadını bulacak ve kimsenin üzmesine izin vermeyecekti.
*****
Monica yola çıktığında yağan yağmur dağ yolunda daha da şiddetlenmişti. Gece karanlığında gözlerindeki yaşları silerken içten içe ciddi kararlar alıyordu. Çok kırılmış çok yıpranmıştı. Geri planda olmak dışlanıp yaftalanmak haksızlıktı. Üstelik bunu yapan anne ve babasıyken daha da canı yanıyordu. Dağ evine gidip birkaç gün kafa dinlemek istiyordu. Şehirden gürültüden insanlardan en çok da ailesinden kaçıyordu. Artık istenmediğini düşünmeye başlamıştı çünkü. Annesi sürekli şımarıklık kıskançlık bencillikle suçlarken aklına başka bir şey gelmiyordu.
Keskin bir virajı daha döndüğünde sadece Nat'e haber vermeyi düşündü. Bir o anlardı halinden ve bir ona güvenebilirdi.
Telefona uzanmışken küçük bir tümsek aracın biraz sarsılmasına neden olurken kolu üstün açılma düğmesine dokundu. Deli gibi yağan yağmurda açılan kapak ile ıslanamaya başlayan kız dişleri arasından "Siktir ya. Kapan hadi. Ah lanet olsun arabanın içi göle dönüyor" diye tıslayıp geri kapatmaya çalıştı. Tam o sırada önüne düşen bir kaya parçasından arabayı sonra anda kurtarsa da, üzerine gelen çamur şelalesinden aracı kaçıramadı. Onunla birkaç araç da çamur ve iri kayalarla yolun kenarından aşağıya ormana doğru sürüklenirken üstü açık arabasının içi çamurla doluyor açtığı kemeri sayesinde çıkmaya çalışırken üzerine devrilen iri kayalarla çığlık attı geceye yıldırım gibi düşen.
Savruldu yüreğinin her bir parçası bir köşeye. Ölüm ensesinde nefesini üflerken delicesine o anne babasına kırgın, bilmediği bir yanı sevdiği ama hasret alıyordu son soluklarını. Bedenini kaplayan çamur sona geldiğini dile getirir gibi soğuk ve acımasızdı.
****
Geride kalanlar hala şaşkındı genç adamın sözlerinden ötürü. Onun bu denli kendilerine cephe alacağını düşünmemişlerdi. Rafael oğlunun halinden az çok anlasa da kızlarını merak eden dostlarına bunu savunmak istemedi. Öylece kapıya bakan Samuel' e hitaben konuştu.
"Oğlum adına özür dilerim. Monica ile olan bağları çok değişik ve onu merak ediyor. Ondan bu sözleri, sizi kırmak istemedi"
"Aslında haklı. Ne diyebilirim ki"
"Yine de böyle bir durumda yapmamalıydı.
"Yo, daha önce yapması gerekirdi belki de. Biz evladımızı kaybetmeden önce"
"Yapma Sam, Monica yaşıyor buna inanmalıyız"
"Elbette benim küçük kızım yaşıyor. Ama kalbi bu kadar kırık dökükken bizi affedebilir mi bilmiyorum?"
Emily kocasının sözlerinden sonra birkaç saniye gözlerini kapatıp açtığında yine o soğuk ve donuk hale bürünmüştü.
"Samuel o bizim kızımız ve bizi affetmek zorunda. Diğer türlüsü imkânsız"
Elleri yumruk olan adam durdu. Durdu ve karısını kırmamayı denedi ama başaramadı.
"Emily, yeter artık. Şu lanet ruh halinden çık. Kendine gel. Eski Emily'i özledim. Duyarlı anlayışlı, en önemlisi çocuklarına karşı hep iyi olan anne halini özledim. Bu halin sadece kırıp döküyor yıkıp yakıyor anlasana. O bizim kızımız. Canımızdan bir parça. Ondan sana mahkûm biri gibi bahsetmekten vaz geç. Gerçekten tahammül seviyemi aşmaya başladın"
Oturduğu yerden kalkıp salonu terk ettiğinde çatık kaşları ile inanamaz gözlerde kocasının gidişini izliyordu. Neler işitmiş ne şekilde ithamlar yakıştırılmıştı üzerine. Sonra ona bakanlara dönüp kendini savunmak ister gibi konuştu.
"Bana neler dedi duydunuz mu? Ben onlar için nelere katlanırken, sırf kızım iyi olsun diye uğraşıp hayatımızı normale çevirmeye çalışırken işittiklerime bakın. Kötü bir anneymişim gibi konuşuyor. Kötü anne onun annesi gibi olur bunu hala öğrenemedi"
Son sözlerini yüksek sesle ve adamın duymasını ister gibi dile getirmişti.
Ama bu defa Alberto konuşmaya başladı. Sesi sert ve tahammülsüzdü.
"Tanrı aşkına bir dur Emily bir sus. Bu durumda bile konuştuğun şeylere bak inanamıyorum sana. Küçük kızın belki de toprak altında can veriyor ama sen Sam'in annesine laf etmekten geri durmuyorsun. Dün akşam ben de bu evdeydim. Monica hislerini olanları bizim dahi bilmediğimiz şeyleri anlatırken dinledim. Ona da senin tavırlarına da şahit oldum. Bu kişilik bozukluğu ciddi dereceye ulaştı sende. Samuel haklı Monica haklı. Çok değiştin. Tanınmayacak kadar çok hem de. Acilen daha ağır ve sonuç odaklı tedavi şart. Belki de klinik bilmiyorum ama böyle olmaz. Kendine gelmeli ve ailen senden tamamen uzaklaşmadan iyileşmelisin. Yoksa kimsen kalmayacak"
Ayaklanıp Samuel'in ardından giderken Emily şok üzerine şok yaşıyordu.
O sırada telefonu çalan April arayan kişiye baktığında gözleri annesini buldu. Annabel "Kim" der gibi kafasını oynatınca derin bir soluk alıp "Erica arıyor" dedi.
Emily kızının adını duyunca heyecanlansa da içinde oldukları durum aklına gelince "Bir şey söyleme April. Yakında Milano da defileleri var ve kafaları rahat olmalı" dediğinde etrafındaki herkes "Yok artık" diyerek ayaklandı. Üzgün gözlerle Emily'e bakan April "Üzgünüm, ama o kardeşinin başına gelenleri bilmeyi hak ediyor. En azından sizden çok" diyerek salondan çıkıp bahçeye adımladığında ikinci defa çalmaya başlayan telefonu açtı.
"Tanrıya şükür biriniz açtı şu lanet telefonu. Monica neden kapattı telefonunu Ap? Her şey yolunda mı?"
Erica gece gördüğü sıkıntılı rüyasından sabah uyandığı andan itibaren kardeşini aramış ama ulaşamamıştı. Eric Thomas'ı bile arayıp bilgisi olup olmadığını sormuş ikiziyle birlikte endişelenmeye başlamışlardı.
Gözlerini kara bulutların toplandığı gökyüzüne çeviren genç kız üzgün bir tonca "Erica, Moni bir kaza geçirdi" dedi bir anda. Tek seferde söylemek bekli de en iyisiydi.
Birkaç saniye ses gelmese de hemen ardından "Ne!" diye bir nida döküldü ve devam etti ardı arkası kesilmeyen sorular. Ne zaman? Nerede? Şuan nasıl? Bana nasıl haber vermezsiniz? Neler oldu? Vs.
Saklama gereği duymadı. Ne biliyorsa anlattı. Sonrasında kapanan telefonla geri eve döndü.
***
Nathan heyelan bölgesine geldiğinde yeniden yağmur başlamıştı ve çalışmalar güçlükle ilerliyordu. Kurtarma köpekleri toprak ve kaya üzerlerinde geziyor bir koku bir ses işitmek istercesine dikkat kesiliyorlardı. Polis kordonundan geçmek istediğinde ona izin verilmese de küçük bir boşluktan geçip ortadan ikiye yolla ayrılan ormanın toprak ve kaya yığını ile birleştiği noktaya gelip gözleri etrafta gezdirdi. Birçok polis aracı, ambulans ekibi ve kaybolanların yakınları ile haber kanallarının kameraman ve muhabirleri doldurmuştu her yanı.
Acı içinde kasılan kalbi sevdiği kadın ile can çekişiyordu sanki. Cehennem gibiydi her yer. Kendini yeni doğmuş ve annesini kaybeden savunmasız bir bebek gibi hissediyordu. Onu görmeden küçük cadısının limon çiçeği kokusunu almadan da bu his geçmeyecekti.
Bekledi. İki saat üç saat beş saat. Akşam karanlığı üzerine karabasan gibi çökerken sıkıca tutundu içindeki o minicik umuda. O umut mavi gözlü sevdiğiydi.
Derken bir görevli "Sedye" diye bağırdı. Geldiği andan beri çıkan iki ceset daha vardı ama onları daha ilk anda teşhis etmiş küçük cadısı olmadığını görünce bencilce rahatlamıştı. Ama şimdi torba yerine sedye istenmesi bir canın kurtulması demekti. Merakla bekledi yukarı çıkacak sedyeyi çünkü ikinci bir heyelan riski taşıyan yerde aşağıya inip arayamıyordu. Anca burada beklemesine izin verilmişti. Oysa "ÖL" deseler daha kolay olurdu onun için.
Bekleyiş son bulup sedye yukarı zar zor çıkartıldığında sağlık ekipleri ile o da koştu. Tamamen çamurla kaplanmış yaralının rahat nefes alabilmesi için ağzına oksijen tüpü takılmış, boyunda boyunluk vardı. Bedeninde yer yer kanayan yaralardan akan kanlar kahverengi toprağı hafiften kızıla boyamıştı.
Ambulansa alınan sedye ile hemen 'Monica mı yoksa değil mi?' diye bakmak isteyen Nathan genç kızın serum için silinen kolundaki küçük kelebek dövmesinden tanıdı o an. Küçük cadısıydı bu. Derin bir soluğu nasıl verdiğini bilememişti ama ikinci soluğu boğazında takılı kaldı.
Ambulans doktoru "Hayati fonksiyonları çok düşük. Vücudunda çok sayıda kırık ve yara mevcut. Çokça kan kaybetmiş. Solunumda güçlük çekiyor. Hemen hastaneye haber verin. Hasta yakınlarından teşhis için gelsinler. Hastaneye kadar hayatta kalırsa bir şansı olur. Tanrı onunla olsun" dediğinde kapı kapanmak üzereydi. Genç adam konuştuğunda diline batan harflerden nefret etmişti.
"Onu tanıyorum. Monica Baker o"
Monica Baker. Küçük yüreğinde büyük acıların yuva yaptığı, bir türlü anlaşılmayan kız çocuğu. Sevildiğini fark edemeyen ama delicesine âşık olunan genç kız. Sevildiği genç adama başka kadınların varlığını unutturan ateşli güzel. En önemlisi masumiyetin en güzel hali.
Hastaneye ulaşana kadar öndeki ambulansın içinde yaşam mücadelesi veren genç kız, sanki kesilen nefesi ile Nathan'ı da öldürüyordu. Genç adam babasına durumu haber verdiğinde herkes çoktan hastaneye akın etmiş onları bekliyordu.
Sonunda acilde duran Ambulanstan indirilen sedye hızla ilk müdahale odasına alındığında geride onu bekleyen herkes de derin bir üzüntü ve kalp yakan endişe hâkimdi. Samuel küçük kızı için içten içe dua ediyor, pişmanlığı tanrıya dile getiriyordu. Emily herkesin tavır almasından sonra biraz daha bazı gerçeklerin farkına varmış olsa da oturduğu yerden gözyaşı dökmekten öteye gidemiyordu.
Onlar içeriden iyi bir haber beklerden koridoru arşınlayan ayak sesleri ikizlere ve Eric'e aitti. Erica ağlıyor kardeşi ona destek olmaya çalışsa da nafileydi. Çünkü kendi de çok kötüydü.
Sonunda yanlarına geldiklerinde titrek bir soluk bırakan genç kız "Nasıl? Hala yaşıyor değil mi?" diye korku içinde sordu. Onlardan uzak bir köşede olan Nathan ters bir tonda cevap verdi.
"Bilmiyoruz, hala çıkıp lanet iki kelime edemediler durumuyla ilgili"
Genç kız gözyaşlarına boğulup babasına sarılırken Thomas ve amcaları Eric durumu anlamaya tam olarak öğrenmeye çalışıyorlardı.
Herkes derin bir acı ve merak içindeyken odanın kapısı açıldı ve hemşireler ile hasta bakıcılar sedyede yatan genç kızı hızla uzaklaştırırken arkalarından çıkan doktor bilgi vermek için kaldı.
Ondan bir haber bekleyen insanların yüzüne bakıp alnını kırıştırdı.
"Ciddi bir kaza atlatmış. Sadece şunu diyebilirim ki yaşaması tamamen mucize. Ciğerlerinde toprak kalıntıları fark ettik. Üstelik kaburgalarında, sol bacağına ve iki kolunda ciddi kırıklar var. İç organlarda ve beyinde hasar olup olmadığına tomografi ve ultrason sonucundan sonra emin olabiliriz. Karın boşluğunda biriken sıvı dalak ve karaciğerde hasar olduğunu söyleyebilirim. Kafatasında da kırık olması muhtemel. Sonrasında hemen ameliyata alınacak. Kan için yeterli stok var ama her ihtimale karşı kan gurubundan olan birkaç kişi hazırda beklesin. Tanrının sevdiği biriyse ona yardımı olacaktır. Ama yine de her şey olabilir"
Samuel'in kalbi sıkıştı. Kızı resmen parçalanmıştı. Tıpkı ruhu ve kalbi gibi bedeni de dağılmıştı. Nefes alması güçleşirken onu kendine getirmeye uğraşan Emily "Yardım edin" diye haykırdı. Vicdanındaki derin sızı dayanılmaz bir hal alırken anne yanı yanlışlarını yüzüne vurmaktan kaçınmıyordu.
****
Derin bir bekleyiş başladı. Önce tam anlamı ile hasar tespiti yapıldı. Sonrasında kemikleri ve zarar gören organları için ameliyata aldılar. Metal çiviler demir çubuklar yerleştirildi. Karaciğerinden parça alındı. Dalağı onu öldürecek kadar kötü hasar aldığı için komple çıkartıldı. Böreğinin biri işlevine devam edemeyecek kadar hasarlı olduğu için onu da çıkardılar. Rahminde oluşan yırtık ileride anne olmasına engel teşkil etmeyecek şekilde dikildi. Beyinde oluşan kanama yapılan müdahale ile önlendi. Sevdiği saçları gitmişti. Aslında ondan bu kaza çok şey almıştı. Kendine gelirse bir müddet yardımsız hareket edemeyecekti. Sonrasında fizik tedavi ile toparlayabilecekti. Sadece ölümü atlatması gereken yirmi dört saati vardı.
Doktorları ameliyattan çıktığında saatlerdir kızı hayatta tutmaya çalışmaları oldukça yormuştu onları da.
Etraflarına toplananlara bakarak her şeyi en şeffaf hali ile anlattı.
"Kırıklar için metal çiviler ve demir çubuklar kullanıldı. Ama uyansa bile fizik tedavi ile ayağa kalkana kadar birine bağımlı kalacak. Beyinde kanama mevcuttu ama önledik. Dalak ve bir böbreğini almak zorunda kaldık. Karaciğerden de hasarlı parçayı da çıkardık. Dediğim gibi bunca şeyden sonra yaşaması mucize gibi. Yirmi dört saat içinde eğer tepki vermeye başlarsa kurtulur ama eğer tepki alamazsak hasta bitkisel hayata girmiş demektir ki, o andan itibaren karar aileye kalmıştır"
Yıkılmış bir halde doktoru dinleyen Nathan "Bu da ne demek?" diye sordu sonunda. Sevdiği kızın nasıl kesilip biçildiğini nasıl eksildiğini dinlemek avuç avuç çivi yutmak gibiydi.
Doktor genç adama bakıp "Şöyle ki, eğer hasta bitkisel hayata girerse makineyi kapatmak için ailenden imza alabiliriz ya da aile bunu talep edebilir. İsterlerse uzun süre makineye bağlı da yaşamını sürdüre bilir. Bu tamamen onlara kalmış bir durum" dediğinde gözleri büyüyen adam sert bir dille "Asla, asla böyle bir şey söz konusu dahi olmayacak. O uyanacak" deyip oradan uzaklaştı.
Nasıl duracaktı? "Ya uyanmazsa, ya dönmek istemezse geriye? Kırgınlığı daha ağır basar da kurtulmak isterse tüm acılarından" diye geçirdi içinden. O zaman ne yapacaktı peki kendisi. Daha sevdiğinden bile bir haber olan kızı kaybederse nasıl yaşayacak nasıl toparlanacaktı? "Hayır" dedi dişleri arasından. O uyanacaktı. Uyanacak bir şeyden anlamayan küçük aklı ile kendini deli edecekti. Belki yine rüyalarında sevişecekti ama en azından kokusunu soluyacak sarıldığında sıcaklığında kavrulacaktı.
Monica uyanmak zorundaydı. Mutlaka uyanmalıydı.
****
Erica annesi ile yoğun bakımın önünde bekleme koltuklarında otururken yanındaki annesine bakmadan boğuk bir sesle dile getirdi hep susup yuttuğu soruları.
"Neden anne? Neden ona böyle davrandın? Neden onu görmek yerine benim acıma sığınıp kendini kaybettin? Onun kalbinde ruhunda böylesi yaralar açmayı neden seçtin anne?"
"Bilmiyorum. İnan biliyorum kızım. Onda kaybolan neyi gördüm de kaldıramadım aklım almıyor. Bebekliğinde çocukluğunda üzerine titrediğim kızıma nasıl böyle tavır aldım anlayamıyorum"
"Ah anne. Dağılan bedenini topladılar belki ama ya ruhu?"
"Bir uyansa, kendine gelse gerisi inan toparlanır. Özür dilerim ondan. Başta kızar iter ama dayanamaz. İçinizde bana en düşkünü oyken benden çabucak geçemez"
"Umarım anne. Umarım dediğin gibi olur. Küçük Moni'm bu kaza ile kendini de kaybetmez"
Çaresizdi işte her canlı. Ölüm ile yaşam arasında o ince çizgide yürürken yanlızdı.
***
Geçen yirmi dört saat bittiğinde hala tepki yoktu genç kızdan. Değerleri azar azar toparlansa da beklenen olmamıştı. Nathan camın ardından öylece sarıp sarmalanmış yara bere içindeki kıza bakarken inancının son demlerini yaşıyordu. Etrafındaki herkes donuk, herkes öylece duruyordu. Kontrolleri yapan doktor asık suratla dışarı çıktığında söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyor gibiydi. Nathan nefesini tutup konuşmasını beklediği adamın gözlerinin içine bakarken "Maalesef Bayan Monica bitkisel hayata girdi" dediğinde zamanın yavaşladığını hissetti. Konuşuyorlardı ama sanki sadece ağız oynatıyor gibilerdi. Anlamıyor sanki dünyadan soyutlanıyor gibiydi.
Kalbi zihni ile ağır darbeler alıyor, tüm kemikleri tuzla buz oluyordu. Bir an kalbinin durduğunu hissetti. Onu görünce çarpan küçük kuşun kanadından damlayan kanlar kesmişti tüm yaşamla olan bağlantısını. Ama beklerdi. Yine de o uyanana kadar beklerdi. Üç ay bir sene belki de beş yıl. Ne kadar sürerse beklerdi. Ama beklemek istemeyenler vardı.
Samuel ve Emily birbirine sarılmış doktoru dinlerken "Biz kızımızın makinesinin kapanmasını istiyoruz. Ona acı çektiremeyiz" demeleri üzerine tam da beyninin üzerine yıldırım düşmüş gibiydi. Ölmesi için izin veriyorlardı resmen. Hala nefes alırken kalbi atarken onu yok etmek için uğraşıyorlardı.
İtiraz etmek için öne atıldı.
"Hayır, böyle bir şeyi asla kabul edemem. İmkânsız"
Onun isyanı boşaydı. Acımasızdı insanoğlu. Hem de en acımasız varlıktı yeryüzünde.
Kaşları çatık ona bakan Emily "Sen karışamazsın Nathan Otis. O bizim kızımız ve sen onun hakkında karar veremezsin" dediğinde ilk defa saf nefreti bir zamanlar hayran olduğu kadına duymaya başlamıştı. Tiksiniyordu. Ama duracak değildi. İtiraz etti. Defalarca. Yıktı ortalığı ve dağıttı her bir yanı.
Ama ne yoğun bakıma giren doktora engel olabildi ne de kapanan makine ile kalp atışları duran Monica'nın gidişine.
Küçük cadısı daha onun kalbindeki yerini bilemden gitmişti. Küçük kalbi kırık, ruhu yaralı.
Onu tutan babasının kollarından kurtulup yoğun bakıma daldığında hayvani bir bağırış ile kovdu herkesi. Def etti onları ayıran kötü yürekli cadıyı ve sessizce ölümüne göz yuman kralı. Usulca adımladı kül rengini alan küçük cadısının yanına. Ne kadar da küçülmüştü saatler içinde. Sanki hala ona sorular soran, hiç susmayan muzip kız vardı karşısında.
Dokundu eline. Buz gibiydi. Oysa sıcacıktı onun pamuk gibi elleri. İnsanın yüreğini yakan bir teni vardı. Ela gözlerinden yüzülen yaşların soğuk tenin üzerine damlamasına izin verdi. Boğazına takılan yumru ile "Küçük cadım" dedi. Dalgalıydı sesi. Derin bir fırtına öncesindeki okyanusun kıpırtısı gibi. "Engel olamadım" diye hayıflandı. Kendine kızdı. Uyanacaktı belki de. Yıllar da geçse açacaktı ona gökyüzünü sevdiren, denizlere âşık eden mavi gözleri. Ama olmamıştı işte. Sol göğsünde atan küçük kalbi durmuştu.
'Artık yeter' der gibi.
"Sana seni sevdiğimi de söyleyemedim küçüğüm"
"Deli gibi kıskandığımı da bilemedin"
"Uğruna ölüme gideceğimden habersizdin"
"Seninle çocuklarımızı hayal ettiğimi de asla bilemedin"
"Her gece sanki sen kollarımdaymışsın gibi hayal edip teninde öldüğümü de söyleyemedim"
"Aldığın nefeste can bulduğumu da"
"Ben sana ne çok şey söyleyemedim, ne kadar geç kaldım geleceğe ve artık sığındım geçmişe. Şimdiyse saatler sensiz bırakırken beni düşman oldum. Benim zamanım artık geçmişti. Geleceğim keşke ve acabalara gebe geçmişim senin her saniyenle dolu. Şimdim öldü. Seninle birlikte bir avuç kül olacak ya da toprak fark eder mi?"
Daha fazla kalmak istedi. Hep yanında olmak istedi ama birileri yanında durmuş çıkmasını istiyordu. Sahi bırakıp çıkacaktı değil mi? sonra devam edecekti. Uyuyacak uyanacak yemek yiyecek çalışacak sözde yaşayacaktı. Ama nefes almadan, kalbi olmadan.
Oturduğu yatağın kenarından kalktı ağır çekimde. Her şey hızlı bir o yavaştı. Film sahnesi izliyor dışarıdan müdahale edemiyor gibiydi.
Sevdiği kıza veda zamanı geldiğinde öptü bakmaya kıyamadığı gözlerini örten kapakları. Kazınmış ve sargı sarılı olan başına bastırdı dudaklarını. Eğilip boyun girintisine soktu yüzünü ve ilaç kokusunun arasından son kez limon çiçeği kokladı. Bu konu bir daha böylesine dolmayacaktı ciğerlerine. Kalan ömründeki son nefeslerini çekti. Gözlerinden akan yaşlar kızın gerdanına damlarken yaralı elmacık kemiğini öptü küçük burnunu ve şaka ile karışık ısırmayı sevdiği çenesini. Çatlamış dudaklarından kalan son damla zehri içmek isteyen Romeo gibi ölüme yürümek istedi. Öptü öptü ve en nihayetinde geri çekilip baktı irisleri. Eziyet etti beynine.
"İyi bak ve asla sevdiğin kadının son halini unutma. Kimseye ona baktığın gibi bakma ve kimseyi onu mühürlediğin kalbe alma"
Odadan çıkıp giderken onu izleyen herkese bir veda bile etmedi. Küçük cadısı gittiyse eğer onun kalmasına gerek yoktu.