?9.BÖLÜM: DEĞİŞEN ROLLER

2781 Words
Hayal meyal bir anın içinde süzülürken Andy ve tayfasına 'Siz kafayı mı yediniz?' diye bağırmak istemem bir yana kendimi korkunç ötesi hissediyordum. Damarlarıma işleyen korku ve gerginlik mideme vurmuştu ve her an bir yerlere kusacakmışım gibi ağzımda iğrenç bir tat vardı. Nasıl bu duruma düşmüştüm ben? Andy'nin ona vurduğum, bir de ceza almasına neden olduğum için intikam almak isteyeceğini biliyordum zaten, o olanları sineye çekecek ya da unutacak biri değildi, böyle bir durumda boş vermesini beklemek aptallık olurdu ama bu... Bu çok fazlaydı! Saçımı kesmek mi? Tamam, kabul, pek sosyal aktivitelerim yoktu ama her kız gibi ben de saçlarımı çok seviyordum ve rızam dışında Andy'nin saçlarımı kesmeye çalışması fikri beni deli ediyordu! Üstelik bu çocuğun pek kuaförlük deneyimi olmadığından, olsa bile saçlarımı güzel bir şekilde kesmeyeceğinden emindim. O intikam istiyordu ve almaya da istekliydi. Keşke beni rahat bıraksaydı, tek istediğim buydu ama istediği gibi ondan özür dilesem bile beni bırakacağını sanmıyordum. Kafamı duvara duvara vurasım vardı. Neredeyse ağlayacaktım. Gecem bundan daha kötü geçemezdi herhalde! Oysa annem eğleneceğimden ne umutluydu! Şimdi onu arayıp 'Zorbalığa uğrarken çok eğleniyorum, anne! Keşke bir görsen!' demek isterdim... Ama düşününce, kötü bir niyeti yoktu ve muhtemelen böyle bir şey olacağına ihtimal vermemişti. Bu durum için birkaç arkadaş edinmemden başka bir amacı olmayan annemi suçlayamazdım. Kimseyi suçlayamazdım. Belki kendimi. Okulda cesaret hapı yutmuş gibi davranıp Andy'ye vururken onun mutlaka karşılık vereceğini akıl etmem gerekirdi. Bunu planlamış mıydı yoksa birden mi aklına gelmişti bilmiyordum ama bunun sonu iyi bitmeyecekti çünkü yemin ederim, o makası alıp Andy'nin gözünü oymama bir saniye kalmıştı. Öküz herif! Nerede durması gerektiğini bilmiyordu! Kıpırdanmaya ve kaçmaya çalıştım, biliyordum, futbol takımında oynayan Barry'in iri, güçlü ellerinden kurtulmama imkân yoktu ama denemek zorundaydım. Ben kurtulmaya çalıştıkça Barry kıkır kıkır güldü ve 'Hiçbir yere gitmiyorsun!' der gibi bileklerimi daha da sıkı tutup arkamda sabitledi. Bu noktada yüzümü buruşturmadan edemedim. Gitmeme asla izin vermeyeceklerdi. Panik göğsümü dağladı ve ifademe hakim olamadığım bir an korku ve çaresizlik duygusu yüzüme yerleşti. Elimde değildi, bu durumu gururuma yediremiyordum. İşte, tam da o sırada biri girmişti içeri... Muhtemelen tüm bu gürültüyü duyan biri.. Andy şaşkınlıkla makası saçlarımdan uzaklaştırırken düşüncelerim de aynı hızla dağılmıştı ve şimdi bir kere daha o ana odaklanırken ben de en az onun kadar sersem bir haldeydim. Dallas, dedim kafamın içinde belki de bininci kez; Dallas, Dallas, Dallas... Gelenin kim olduğunu görüyor ama algılayamıyordum. Kafamın içinde her şey birbirine girmişti ve bu durum bana garip bir şekilde Elias'ı Andy'den kurtardığım o sabahı hatırlatıyordu. Dallas'ın öğretmene haber vermek yerine doğruca buraya gelmesi ise seçimlerimizin arasındaki fark gibiydi. Barry'nin bileğimi arkamda tutan elleri arasında debelenmeyi keserken açık kahverengi gözlerimi Dallas'ın yüzüne diktim ama bu kez zorbalığa uğrayan taraf olmak yanaklarımın alev almışçasına yanmasına neden oldu. Dallas'ın yeşil gözleri o kadar kısa bir süre için bana değmişti ki, ne kadar utandığımın farkında olup olmamasından endişe etmeme gerek kalmamıştı. Gözleri hedefini arayan bir ok gibi Barry ve Alfred'i geçti, doğruca Andy'ye çevrildi. Ne düşündüğünü anlayamıyordum ama çatık kaşları ve kaskatı kesilmiş çenesi bu manzara karşısında hissettiği hoşnutsuzluğu daha da ortaya çıkarmıştı. Dallas'ın yüzündeki öfkeyi görmek ise beni umutlandırmıştı. Onu tam olarak tanımıyordum, böyle bir durumda ne yapacağından emin değildim ama öfkeli olması umursamaz ya da korkak olmasından kat kat daha iyiydi. Üstelik Dallas pek sıska bir çocuk da değildi. Hatta aksine, uzun boylu, yapılı ve atletikti. Düzenli olarak spor yaptığından emindim. Ah, umarım dövüş sporları da biliyordur! Andy'nin ağzını yüzünü kırsa ne mutlu olurdum! Ama ya giderse? Ya bunun uğraşmaya değer bir mesele olmadığını düşünürse? O zaman ne yapacaktım ben? 'Öyle kötü düşünme hemen. Belki de bugün iyilik yapma günündedir? Ah lütfen, lütfen öyle olsun!' dedim kendi kendime. Başımı hafifçe iki yana sallarken Barry'in hâlâ sıkı sıkı tutuyor olduğu bileklerimin yavaş yavaş uyuşmaya başladığını fark ettim. "Bırak beni!" diye bağırırken öfkeden tir tir titriyordum. "Bırak beni, Barry! Gitmeme izin ver!" "Rahat dur." diye homurdandı Barry. Dallas buz gibi gözlerini Andy'den çekmeden, en az gözleri kadar soğuk bir tınıyla, "Bölüyor muyum?" diye sordu. Korkudan mıdır nedir, sesini uzun süredir duymuyormuş gibi hissettim. Ki bu garipti, pek sık duymasam da Dallas'ın kolay kolay unutulmayacak kadar hoş bir sesi vardı, derin ve erkeksiydi. Andy pişkin bir gülümsemeyle makası parmaklarının arasında birkaç defa çevirdi ve ne kadar umurunda olmadığını göstermek için omuzlarını silkti. "Sadece konuşuyorduk. Sorun yok. Cassie ve ben yeni en iyi arkadaşlar olmaya karar verdik, değil mi Cassie?" Yok artık. Gözlerimi sertçe kıstım. Ardından da dayanamayıp ağzımı açtım. "Yalan söyleme. Sen tam bir şeysin-" diyordum ki, Barry birden 'Sus artık!' dercesine bileğimi sıkınca söyleyeceğim her bir kelimeyi yuttum. Gözlerim iri iri açılırken acıdan ciyakladım. Parmaklarım, ellerim, bileklerim zonkluyordu şimdi. Acı ise beni saf bir dehşetin pençelerine düşürmüştü. Bu üç çocuğun cidden birine zarar verme konusunda tereddütleri yoktu! Ama tepkim aynı zamanda Dallas'ın ilgisini de çekmişti. Her ne kadar Andy'den gözlerini bir an olsun çekmese de daha da çatılan kaşlarından ilgisini çektiğini anlayabiliyordum. "Bu, hiç hoş değil. Neden kendi boyunuzda birini seçmiyorsunuz?" "Senin gibi birini mi?" Andy tehditkâr bir tavırla tek kaşını kaldırdı. "Üç kişiye karşı ne yapabileceğini sanıyorsun?" "Son karşılaşmamızı unuttun mu?" Bu çocuğu kolayca buradan yollayamayacağını fark eden Andy'nin yüzü öfkeyle kızardı ve bağırarak "Defol git buradan, Dallas!" diye çıkıştı. Dallas, "Tabii." dediğinde gideceğini düşündüğüm bir an korkuyla kalbimin hızlandı... Fakat gitmedi, aksine, içeriye doğru bir adım attı. Saçlarımın arasından onu süzerken bir an gözüme daha da uzun, daha da tehditkâr geldi. Gözlerinin en derinliklerinde bir yerde tüylerimi diken diken eden yeşil noktacıklar parıldıyordu. Lütfetmekten daha çok emreden bir sesle, "Siz kızı bıraktıktan sonra gideceğim." dediğinde hissettiğim rahatlamayla nefesimi serbest bıraktım. Şükürler olsun. "Dallas, ben çok ciddiyim! Burada seni ilgilendiren bir şey yok! Kendi sikik işine bak!" Hayır, hayır, hayır... Lütfen, lütfen öyle yapma! Dallas bu kaba saba konuşma tarzına verebileceği en aşağılayıcı cevabı verdi; Yok saydı. Hayatımda gördüğüm en koyu yeşile sahip olan gözlerini Andy'den ayırdı ve bu defa da hâlâ beni kuvvetlice tutuyor olan Barry'ye kilitledi. Dinlenmeye alışık olduğunu belli eden bir ses tonuyla "Bırak onu." dediğinde bu emri Andy'nin patlama noktası olmuştu. Müthiş bir kızgınlıkla araya girip bağırmaya başladı. "Onu bırakırsan seni buna pişman ederim!" "Bırak. Onu. Barry." dedi Dallas tane tane. "Bunu bir kere daha söylemeyeceğim." İki ateş altında kalan Barry'nin tereddütünü ben bile hissedebiliyordum. Beni bırakmak ve tutmak arasında gidip gelirken parmakları hiç değilse biraz gevşedi. Yüzünü göremiyor olsam da Barry'nin gözlerinin Andy ve Dallas arasında mekik dokuduğundan emindim. Ağzında "Şey... Ben... Şey..." diye geveledi. Galiba en çok hangisinden korktuğuna karar vermeye çalışıyordu. Dallas'tan korkuyordu. Barry, beni bir anda serbest bıraktığında dengemi sağlamakta güçlük çekerek dizlerimin üzerime düştüm. Derin bir nefes aldım ve düşüncelerimi toplamaya çalışırken sızlayan bileklerimi ovuşturdum. Hâlâ yoğun duygular içinde, en çok da korku içinde olduğum için parmaklarım titriyordu. Yüzüme gelen kızıl tutamı kulağımın ardına ittirirken bir an önce bu lanet depodan çıkmak istediğimi hissedebiliyordum. Şu an dünyada daha fazla istediğim bir şey daha yoktu ama birden kapıya doğru koşmaya başlarsam Andy beni durdururdu. Zaten Barry sözünü dinlemeyip beni bıraktığı için daha da öfkelenmiş görünüyordu. "Seni zengin pi-" dediğinde bu lafın devamının ne olacağını çok iyi bilen Alfred "Andy. Kes şunu." diyerek ona uyarı dolu bir bakış attı. "Hayır! Hiçbir şeyi kesmek zorunda değilim!" dedi Andy, amma da inatçıydı. "Başımız belaya girecek. Onun kim olduğunu biliyorsun." Andy yumruklarını iki yanında tüm gücüyle sıktı. Her an Dallas'ın üzerine atlayacak, onu yumruklayacakmış gibi görünüyordu. "Biliyorum ama bu kadar cesur olmasının tek nedeni de bu!" Sonra Dallas'a yaklaştı. Tam karşısına geçti ve damarına basarak, hiç olmadığı kadar kışkırtıcı bir biçimde konuşmaya başladı. "Eğer baban olmasaydı sen bir hiç olurdun. Bunu biliyorsun. Senatörün küçük, şımarık oğlu sevimli bir kızı kötü adamların elinden kurtarıyor. Aman ne tatlı." Endişeyle alt dudağımı ısırdım. Benim aksime Dallas gülünç bir şekilde sakin görünüyordu. Ağzını açtığında o kadar da sakin olmadığını anladım. Derinden gelen, buz gibi bir sesle, "Gizliden gizliye korkak olan biri için fazla cesur sözler ediyorsun." dedi. Andy hiçbir halt anlamayarak "Ne?" dedi. "Hiç. Sadece herkesin senin hakkında böyle konuştuğunu duydum." Ardından çok hafifçe, aşağılayıcı bir biçimde gülümsedi; Ah, onunla alay ediyordu... Andy bozulmuş gibiydi. "Neden korkacakmışım ki?" "Ne kadar başkalarını bastırmaya çalışırsan çalış, hiçbir zaman hiçbir şeyde başarılı olamayacağından. Gerçek hayat öyle bir şey değil. Ve bu tavırların... İnsanlar senin gibiler için ne diyor bilirsin." İçimden 'diktatör, zalim, ahmak, bencil..' diye sıraladım ve gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. "İnsanlar seni her zaman mutsuz, zorba bir pislik yığını olarak hatırlayacaklar." "Sen ne-" Dallas tüm bunlardan bıkmış bir şekilde Andy'nin sözünü kesti. "Vaktim sana ayıramayacağım kadar değerli. Kızın gitmesine izin ver, yoksa olacaklar hiç hoşuna gitmeyecek." derken sesi kavga etmeye hazır bir şekilde sertti. Andy öfkeyle homurdandı. Alfred ve Barry'de endişeyle birbirlerine bakıp durdular. Kendi kendime, 'Hazır herkesin dikkati dağılmışken kaçmayı denesem mi acaba?' diye düşündüm. Andy beni tamamen unutmuş, tehdit edildiği için öfkeden parlayan gözlerle Dallas'ın yüzüne bakıyordu. Buradan tüysem fark edeceğini sanmıyordum... Ama böyle düşünsem de kıpırdamaya cesaret edemedim. Galiba Dallas benim için buradayken kaçmanın doğru olmadığını düşündüğüm içindi. "Ne hoşuma gitmeyecek?" diye meydan okudu Andy ve sonra da sırf onu daha da kızdırmak için büyük bir densizlikle konuşmaya devam etti. "Böyle kahramancılık oynamama gerek yok. Onu düzmek istiyorsan neden ona sadece yapıp yapamayacağını sormuyorsun? Sen-" Ben benden bahsettiğini anlayamadan Dallas Andy'nin dediği şey yüzünden ona doğru bir adım attı. Bakışlarını ondan ayırmadan kaşlarını sertçe çatarken tüm kasları giydiği siyah takımın altında gerilmişti. Bense büyük bir şaşkınlıkla ona bakıyordum. İstediği zaman bu kadar tehditkâr görünebileceğini bilmiyordum. "Duyamadım. Tekrar söyle." İfadesi Andy'nin konuşmaya devam etmesini umut ediyor gibiydi. Ortamın ne kadar gerildiğini fark eden Barry "Boş versene. Ben bir sigara içeceğim." diyerek hızlı adımlarla oradan ayrıldı. Alfred "Hadi," diyerek Andy'nin kolunu tuttu ama Andy'nin kıpırdamaya hiç niyeti yoktu. Olduğu yerde kaldı. Alfred gergin bir sesle "Andy, hadi! Çıkalım buradan!" diyerek onu geri geri çekiştirdi ama Andy öyle öfkeliydi ki, odadan çıkana kadar gözlerini Dallas'tan ayırmadan ona dik dik bakmayı sürdürdü. Yüzüne işlenen sessiz bir intikam yemini eşliğinde o ve Alfred gözden kayboldular ve bir an sessizlik her yeri kapladı. Başımı ovuştururken fazlasıyla üzgün çıkan bir sesle "Ne gece ama!" diye homurdandım. İtiraf etmekten ne kadar haz almasam da başımı kaldırıp kurtarıcıma bakmaya cesaretim yoktu. Orada durduğunu, bana baktığını hissedebiliyordum. Benim bir suçum olmamasına rağmen sanki her şey benim suçummuş gibi utandığımı da hissediyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Gülümsemeli miydim? Teşekkür mü etmeliydim? Elias'ı kurtardığım o sabah ondan bir teşekkür beklediğimi hatırlıyordum. Dallas'da benden bekliyor muydu? Fark etmez. Beklesin ya da beklemesin, içten içe bir teşekkürü hak ettiğini biliyordum. Mavi kayışlı, pahalı bir kol saati takan bir elin bana uzatıldığını görünce az kalsın küçük dilimi yutacaktım. Şaşkınlıktan başımı kaldırdım ve iri iri açılmış gözlerle Dallas'ın yüzüne baktım. Oof! Tamam! Kabul! Bu çocuk, gerçekten yakışıklıydı! "Kalkmama yardım edeyim?" diyerek parmaklarını gözümün önünde salladı. Yine şaşkınlıktan avucumu elinin içine bıraktım. Elim elinin içinde çok zarif ve küçük kalmıştı. Beni çekip yerden kaldırdı ve ayaklarımın üzerinde dengeli bir şekilde durana kadar elimi tutmayı bırakmadı. Elini elimden çekerken bu durum yüzünden hâlâ biraz garip hissediyordum. Dallas yüzünü hafifçe buruşturdu, "Elbisen yırtılmış." dediğinde birden fark ettiğim şeyle daha da utandığımı hissettim. Elbisemin omuz kısmı yırtılmış, düşmüş ve çıplak omzumun bir kısmını açığa çıkarmıştı. Kahretsin! Hangi ara olmuştu bu? Her saniye daha da utanırken beceriksizce elbisenin omzunu bir arada tutmaya çalıştım. Sanki böyle yaparak büyülü bir şekilde düzelecekti! Bir terziye ihtiyacım vardı ama yakınlarda bir terzi olmadığından emindim. Eve mi dönseydi? Hayır, dönemezdim. Annem ve babam beni bu halde görürlerse yarın sabah okula gelirlerdi. Bir iplik ve iğne bulmayı umarak raflardaki ıvır zıvırlara bakıyordum ki, Dallas "Ceketimi alabilirsin." diyerek ceketini çıkarıp omuzlarımın etrafına bıraktı. Güzel bir erkek parfümü burnuma dolarken bu jest karşısında dondum kaldım. "Bu... Her şeyi örter." Haklıydı. Ceketi bana biraz büyüktü ama omuzlarımı kapattığı için elbisem artık o kadar da kötü görünmüyordu. Bu zarif hareket karşısında ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. Üstelik bir erkeğin, hele ki onun ceketini giyme fikri... Gömleğinin kollarını dirseklerinin altına kadar kıvırırken gözlerim Dallas'ın geniş omuzlarını saran beyaz gömlekte dolandı. "Andy, seninle uğraşmayı hayatının amacı haline mi getirdi?" diye sorarak ortamdaki sessizliği kırdı. Sesi çok sakindi, bu yüzden şaka mı yapıyordu yoksa ciddi miydi anlayamıyordum. Başımı salladım; Evet. "İyi misin? Seni incitti mi?" Başımı salladım; Hayır. "Sen hiç konuşmaz mısın?" Birden gerçekten de hiç konuşmadığımı fark ettim. Farkında olarak yaptığım bir şey değildi bu. Panikle "Hayır," dedim ve durumu düzeltmeye çalışırken ellerimi havada rasgele salladım. "Yani, ben... Şey demek istiyorum... Sen olmasaydın Andy..." Sus artık, geri zekalı. "Sanırım burada olmamı ne kadar taktir ettiğini söylemeye çalışıyorsun." Başımı salladım yine; Evet. "Sesin bana çok tanıdık geliyor." dedi birden. Ben şaşkın şaşkın ona bakarken kim olduğumu hatırlamaya çalışarak başını yana eğdi. "Seni tanıyor muyum?" Anneme senatörün oğlunun adımı bile bilmediğini söylerken haklıydım demek, ne şaşırtıcı ama. "Birkaç kere aynı sınıftaydık." dedim beni tanımadığı için az da olsa bozularak. Oysa bozulmamam gerekirdi. Doğru düzgün konuşmuyorduk bile. "Ve tiyatro gösterisi..." diye mırıldandığımda Dallas'ın gözleri ağır ağır kızıl saçlarımda dolandı, o an tiyatro gösterisini hatırladığından emindim. Işıklandırma yüzünden saçlarımın ne kadar kızıl olduğunu fark etmemiş olmalıydı. "Adım Cassie." dedim kendimi tanıtarak. "Dallas." dediğinde 'Biliyorum!' dememek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve Andy konusunda bana yardım ettiği için gerçekten ne kadar minnettar olduğumu göstermek adına hafifçe gülümsedim. Sessizlik giderek rahatsız edici bir boyuta ulaşınca da doğru dürüst bir şekilde "Teşekkür ederim." dedim. İçine düştüğüm duruma hâlâ inanamıyordum. Neyse ki ucuz yırtmıştım. Bu durum çok daha kötü bir şekilde de sonuçlanabilirdi. Yanaklarım bu düşünceyle giderek daha da ısınmaya başlarken utancımı gizlemek için gözlerimi devirdim. "Andy'nin neden öyle saçmaladığını bilmiyorum, bazen çok şey olabiliyor..." "Çok nahoş bir karakteri var, değil mi?" "Evet," dedim kabullenerek. "Teşekkürler tekrar. Sen gelmeseydin muhtemelen asla durmazdı." "Biliyorsun, biraz yardım almakta utanacak bir şey yok." Ne? "K-kim utanıyor ki?" diye kekeledim. Gözlerime bakmadan önce yanaklarıma baktı, bu yeterli bir cevaptı. Kahretsin! "Üzgünüm," dedim çillerle kaplı olan burnumun ucunu kırıştırarak. Olduğu kadar dürüst olmaya çalıştım. "Ben sadece şaşkınım. Daha önce hiç böyle bir duruma düşmemiştim. Bu biraz rahatsız edici ve ne demem gerektiğini bilmiyorum." O sırada deponun kapısı açıldı ve Andy'nin daha fazla saçmalamak için geri geldiği düşüncesiyle yerimden sıçradım ama o değildi, Ashley'di. Ashley, balo için beyaz tenini ve en az benim saçlarım kadar uzun olan sarı saçlarını ortaya çıkaran kan kırmızısı bir elbise giymişti. Elbisenin ip askıları ve kalp yakası vardı. Dardı ve dizlerinin altına kadar uzanıyordu. Hafif bir makyaj yapmıştı ve dudaklarındaki kocaman, tatlı gülümseme kızın yüzünün güzelliğini daha da ortaya çıkarmıştı. "Hey, kuzen! Her yerde seni arıyordum-" diyordu ki, tam orada durduğumu fark etti. Bir adım gerileyerek Dallas'tan biraz uzaklaştım. Dudaklarımı birbirine bastırarak 'Kuzen mi?' diye düşündüm. Dallas ve Ashley kuzen miydiler? Bunu bilmiyordum. Bu mükemmel görünüşler genetikti demek. Ashley meraklı meraklı kaşlarını kaldırdı. "Selam, Cassie. Baloya geldiğini görmek güzel." "Selam," Elimi kaldırdım. "Nasılsın?" "İyidir, sen?" "Ben de iyiyim. Sağ ol- Bekle, bir dakika," derken üzerimdeki cekete beni rahatsız edecek kadar dikkatli bir şekilde baktı. "Bu senin ceketin mi, Dallas? Bir şey mi kaçırdım? Yoksa siz ikiniz..." Neredeyse gülecektim. "Hayır, hayır! Elbisem yırtıldı da." diye açıkladım hemen, yoksa Dallas ile bu depoya gizli gizli buluşmak için geldiğimizi falan düşünecekti. "Ne? Nasıl? Ne oldu?" Utana sıkıla "Andy-" diyerek durumu açıklıyordum ki, Dallas "Düştü." dedi sadece. "Elbisesi yırtıldı. Ben de ceketimi verdim." Bir daha düşündüm de, böyle demesi çok daha iyiydi. Ashley, bariz bir endişeyle kaşlarını çattı. "Ah, sen iyi misin?" "Evet, iyiyim. Ciddi bir şey değildi." diyerek geçiştirdim onu. Ashley anladığını göstermek için başını salladı ve sonra da arkadaşlarının yanına döneceğini, Dallas'ın da bir an önce gelmesini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. O gidince ben de kapıya baktım. Sanırım bu kadar sohbet yeterdi. "Neyse, ben gideyim. Ceketini sana yarın geri veririm. Tekrar her şey için teşekkürler-" diyordum ki, Dallas "Cassie," diye seslendi. Adımı ilk defa ondan duyuyordum. Bunun şaşkınlığıyla durup ona baktım. İfadem yüzünden Dallas'ın kafası karışmış görünüyordu. "Neden öyle bakıyorsun? Adın bu değil mi?" "Evet." "Yalnız mı geldin?" diye sordu. Bileklerime baktı. Erkeklerin kızlara balo için hediye ettiği o çiçeklerden takmıyordum elbette. Buraya yalnız gelmiştim. "Evet." dedim daha da şaşırarak. "O halde bana katılabilirsin." diye önerdiğinde şaşkınlığım daha da arttı. Bütün okul ayaklarına kapanıyordu. Ne diye beni davet etsindi ki şimdi? Adımı daha beş dakika önce öğrenmişken bana çıkma teklifi gibi bir şey etmediğinden de emindim. Yüzündeki ifadeyi fark edince Dallas alaycı bir şekilde gülümsedi ve parmaklarını acayip yumuşak görünen saçlarının arasından geçirdi. "Andy, bu gece ortalıklarda olur. Seni rahat bırakacağını zannetmiyorum." Şaşkınlığım her saniye biraz daha artarken onu süzdüm. Andy'nin beni yeniden rahatsız etme ihtimaline karşı beni yanına davet etmesi hoş bir jestti, bunu kabul edeceğim. O yüzden kapıya yönelen Dallas'ın peşinden yürüdüm. Onunla birlikte gitmeyi pek istemiyordum aslında çünkü az önce beni kurtarmış olsa da varlığımın o kadar da umurunda olmadığını biliyordum ama o haklıydı, tek kalırsam Andy'nin yine saçma sapan davranması muhtemeldi. Tek istediğim bu geceyi daha fazla olay olmadan bitirmekti. Daha şimdiden her şey o kadar garipti ki! Zorbalığa uğramış, ölümüne korkmuş ve senatörün oğlunun ceketini giymiş bir halde onun peşinden gittiğime inanmak istemiyordum. Her şey bir rüyaydı sanki; Gerçek olduğundan emin olduğum bir rüya... Üstelik baloya geldiğimden beri yirmi dakika bile olmamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD