Bölüm 5 Çivi Çiviyi Söker!

2523 Words
Gri simli kumaş masa örtüsü üzeri pamuklu, beyaz runner kapaklı, yuvarlak yemek masasında, dört tapınak şövalyesine dönüşen kadının, ellerinde bir kılıçları, birde yüzlerinin dörtte birini kapatan çelik mihverleri eksik. Keskin, delici bir ifadeye sahip o sekiz göz, beni parçalarıma ayırmaya yeminli gibi bakıyodu ve anladım ki o az önce yaşadığım şey, hayal değil gerçeğin ta kendisiydi. Dördüde sözleşmiş gibi, dirseklerini masaya dayayıp, ellerini çene altında birleştirdi ve bana bakmaya devam ediyolar.. Hııı... anlaşıldı, bir açıklama yapmam bekleniyor. Lutfedip, açıklasam mı yoksa sabaha kadar beni kazımalarına izin versem mi? Ayyhh! Bilemedim şimdi! Niyeyse uyuzluk yapasım var. "Kız az önce ne dedi o yakışıklı sana?" diye atladı Emine, dayanamadı tabii meraklı turşum. En başından olanı biteni ve birde herifin az önceki söylediklerini bir çırpıda anlatıyorum. Sözüm bittiğinde Emine öyle bir sevinçli, öyle bir mutlu ki görende ben evde kalmış kız kurusuyum sanır ve Emoş, nihayet aranan acil sevgili bulunmuştur havalarına giriyor. 'tabii ya ben demiştim sana,' dercesine ellerini öyle bir şaklattı ki diğer masalardan bize bakanlar oldu. Yuhh yani yuuhh! Eminim çatlak olduğumuzu düşünmüşlerdir ehh yanılıyorlar da diyemem. Serde gerçekten var kaçıklık ve şimdi benim başımda bir de nur topu gibi Henry kaçığım var. Kızların gözlerinde mum ışığında, romantik müzikte dans eden ben ve deve Henry'in hayali var adeta ve pis pis sırıtıyolar. Uyuzlar. "Hiç öyle bakmayın, işim olmaz," diyorum. Emine, "olmalı, olacak, istiyorum," şarkısını mırıldanıyor Kayahan'ın ve Nuray, içimizde diyebilirim ki biraz daha aklı başında olanımız, Ceren'e bakarken o minnak kırmızı dudaklarını önce birbirine bastırıyor ve, "gitmeyin bu kadar kızın üstüne ya! her şeyin bir vakti var," diyor. Gözlerimi yavaşça kırparak ona teşekkür ederken, küçük bir öpücük gönderiyorum. Anlamıyorlar beni, belki de anlıyolar ama fazla hızlılar. Ben daha kendime bile bir takım şeyleri itiraf edememişken, yaşadıklarımı içime sindirememişken, yeni biri, yeni bir birliktelik ağır gelir, yük gelir ama anlamak istemiyorlar işte. "Çivi çiviyi söker durumu bu!..yas bitti, bitmeli artık ve önüne bakmalısın canım," diyor hatta biraz emrediyor gibi bana Ceren. Yas mı? Ben onu bile tutamadım ki...sıra ona gelse rahatlayacağım belki, diyorum ya sindiremediğim, kabul edemediğin şeyin yasını nasıl tutasın ki? Konuşmak gelmiyo içimden, sadece gülümsüyorum ama o kahrolası adam, bir daha bana bulaşırsa kendime söz verdim. Sol yumruğumu, o koyu mavilerinden birine büyük bir zevkle gerçirecem ve ben söz tutmayı çok sever, çokta iyi beceririm. Kızlar, kendi aralarında benim üzerimden benim adıma tartışıyolar ve ben sanki kocaman bir ekranda onları izliyorum. Çok tatlılar yav! Şu mimiklere bak hele hele... kiminin tek kaşı kalkarken, kimi dudaklarını ısırıyor, biri baya heyecan yapmış, bu Emine oluyor, eli kolu rahat durmuyor..bir kalbini tutuyor, bir röfleli kısa karpuz kesim saçlarının arasında gezdiriyor o becerikli ellerini. Ahh Allahım ya! Kendileri fikir sunup, yine kendilerini yada birbirlerini onaylıyolar. Ayollar, tabii canımlar, ay çok haklısın şeker, havada uçuşuyor ve ben dirseğimi masaya, elimi çeneme dayadım, öylesine izliyorum onları ahh ahh der gibi. Tamda muhabbettin en koyu yerinde her yerden duyulan bir anonsta, akşam dokuzda karaoke salonunda nostalji gecesi düzenleneceği ve herkesin davetli olduğu söyleniyo. Kızlar dikkat kesilirken, bende daldığım düşüncelerimden bir anda sıyrılıverdim. Yavaş yavaş devasa, ışıl ışıl yemek salonunu terk ederken, sigara içebileceğimiz kapalı bir alan bulmanın eşsiz ve sonsuz mutluluğunu yaşıyoruz biz sigaracılar. Cero, Emoş, Ülkü abla ve ben. Büyük, cam bir küpün içindeyiz sanki ve bol miktarda yeşil bitki, alanın dört bir yanına serpiştirilmiş. Limon ağacı bile var yav! Dört kişilik kare masaların üstünde beyaz porselenden oval küçük vazolardaki fuşya pembesi yapay minik çiçekler, renk katmış ortama. İki lafın belini kırıp, sigaralarımızı zıkkımlandıktan sonra çıkıyoruz ordan ve lobide bizi bekleyen Nuray'ın yanına gidiyoruz. "eee napıyoruz şincik?" diye sorduğumda cevap Nuray'dan geliyor. "Hadi karaokeye!" ve kızlar da onaylıyor. Ehh...çoğunluğa uymak lazım gelir. Otel, doğu-batı yönünde uzayan, dikdörtgen bir yapıya sahip yada bana öyke geliyor ve batı yönüne yönlendiriliyoruz. Salona giriyoruz. Ohaaa! Millet kırmızı, kumaş kaplı koltukları kapmış bile. Oval bir pistin etrafını çevreleyen, tam sayamadım ama altı, yedi belki de daha fazla sıra sıra arka arkaya sıralanmış koltuklar ve pistin ortasında karaoke ekranı ve cihazı yerini almış yeni assolistlerini bekliyo. Ehhh...ünlü olmak isteyenleri önden alalım lütfen! Yemek salonunda anons yapıldıktan hemen sonra görevli personel tarafından herkese numerolar dağıtılmıştı, ilgimi çekmediği için minnak pembe zarfı açıp hiç bakmamıştım. Orta sıralarda yer bulup oturunca zarfı siyah, küçük el çantamdan çıkarıp baktım. Amman! Yine yedi yav! Gülümsüyorum. Yüzümdeki tebessümü gören Cero, "hayırdır?" diye sorunca kağıdı gösteriyorum. "Ehh, vardır bunda da bir keramet şekercim," diyo. O da bilir benim yedi rakamıyla aşk yaşadığımı. Birkaç dakika sonunda salon artık tamamen dolmuş görünüyor ve tepedeki ışıklar daha bir güçlü yanmaya başladı. Sankim sinema salonundayız laa! Salonu dolduran kalabalığın uğultulu sesi, sunucunun piste gelmesiyle sona eriyor. Uzun boylu, otuzlu yaşlarında güler yüzlü sunucumuz, kulağından ağzına uzanan mikrofona "hoşgeldiniz efendim," diyor ve aynı anda tüm salonu başıyla selamlıyor. Pistin ortasına doğru adımlarken, "medeni cesaretini göstererecek olan herkese şimdiden teşekkürler efendim, işte ilk numara," diyor ve küçük bir masanın üstünde duran büyük cam fanusu eliyle şöyle bir karıştırıp, bir numara çekiyor. Yüzünde muzip bir ifade var! Heyecanı arttıtmak için "veeeee" diye uzatıyor, bakıyor hepimize... sanki araba çekilişindeyiz yav! Tuttuk nefesleri.. "25 numara" diye bağırıyor.. amanda aman! Alkış, kıyamet! Arkadaşları ıslıklarla piste gönderiyor sevimli bir tombulu. Genç bir adam ve yürürken üst bedeniyle alt tarafı ayrı yönlere gidiyor sanki.. çok sevimli ya! Gülüşüyor tüm salon. Ahhaa! Sunucu seçiyomuş şarkıyı! İskender Doğan'dan 'Kan ve Gül'ün' müziği dönmeye başlıyor ve ekranda yazılar beliriyor. Allah aşkına, kurban olam biri şu dombiliyi sustursun, kulaklarımıza işkence resmen yav! Şarkıyı söylemiyo, hönkürüyo abi ya! Gözlerim mıncıkladığım parmaklarımda, dudağımın kenarını kemiriyorum, yoksa bascam kahkahayı. Kızlar, sağlı sollu beni dürtmekte.. "kurban olıyım yapmayın yaa!" Elhamdülillah bitti! Ohh çok şükür yarabbim! Biraz daha devam etseydi ölcektim nefesimi tutmaktan. Ayıp olmasın diye alkışladık yine tüm salondakilerle birlikte. İkinci, üçüncü derken beş kişi çıkıyor piste... kimi gülüyoruz, kimi tempo tutuyoruz. Değmeyin keyfimize. Sonra tekrar geliyor bizim sırık sunucu tekrar çekiliş yapıyo ve anons yapıyo, hemde ne anons?! "Numara 7! Ha sittir be! Salonda niyeyse çıt yok! Ben mi? Ben yokum zaten, yani yok olmak istiyorum. Koltuğun altına kaçmak derdindeyim. Eğilmişim..görmeyin beni be! "7 numara burda yok mu?" diye ısrarla soruyor sunucu. Tühhh bee! Keşke göstermeseydim Ceren'e, biliyo ya benim yedi numero ve başımı çevirip ona baktığımda yaramaz bir çocuk sevinciyle beni işaret ettiğini görüyorum. Hapı yuttum ya! Aman Allahım ki ne aman Allahım! "Kız yapma, ben yoğum yoğum," diyorum ama hak getire! Yandan bir çimdiriyoki bacağımı, öldüm canımın acısından. "Ama lütfen gelir misiniz efendim? Bakın kimse kaçmadı, saklanmadı sizin gibi!" Rezil oldum yaa! Kaçmak mı? Ne kaçması olum? Buhar olup, havaya karışmak istiyom ben ya! Bizim kızlar başlıyolar tempoyla alkış tutmaya, bir de adımı çığırıyolar ki tam öldürmelikler. "Ömür, Ömür, Ömür!" Hay ömrümü yediniz be! Çenesi çekilesiceler! Mecbur çıkıyorum saklandığım delikten utana sıkıla. Ter içinde kaldım yav. Olacak işmi şimdi bu ya! Gittim sırığın yanına, bir kaşık suda bağacam herifi verseler elime ve o da ekrana bakıp, şarkıyı seçmenin derdinde. Sezen Aksu'dan 'Kaybolan Yıllar,' Olur mu ya, yapılır mı bana bu be? İtiraz ediyorum, "yok valla söyleyemem ben bu şarkıyı," diyorum. Tam bir oyun bozan modundayım. Adamın, elime sıkıştırdığı mikrofona "yok valla söyleyemem," diyorum ama salon yıkılıyo. "Söyle, söyle, söyle!" "Sıkıysa siz gelin söyleyin be!" diyince kopuyo millet ve sunucuyla bende gülüyorum ister istemez. "Dönüşü yok, beraberce karar verdik ayrılmaya" "Alışmalı arkadaşça yolları ayırmaya," ve bir anda alkış tufanı koptu. Dönüp bakıyorum salona. Bakışıyoruz tüm salonla. Çıt yok yine. "Devaaaammm!" diye bağırıyo gür sesiyle arkadan biri ve yine alkışlar. Sunucu yeniden başlatıyor şarkıyı ve yine aynı mısraları söyletiyolar bana. Kapıyorum gözlerimi, dinlerken müziği tek tek kelimeler dökülüyo dudaklarımdan titreye titreye. İçim acıya acıya, kalbim ağlaya ağlaya tam da beni anlatan şarkıyı söyletiyolar bana ya! Öyle sıkı kapattım ki gözlerimi, o tek damla yaş akmasın, incitmesin diye yanağımı, şarkının son nakaratını söyleyip bitirdiğimde ancak açabildim ıslanmış gözlerimi. Yine alkış, kıyamet ve yetmiyor bir daha nidaları. Hayatta söyleyemem bir daha. Yaşayamam aynı şeyi bir daha. Aklımda onca anı, kalbimde onca acı.. mümkün değil! Sunucuya artık nasıl baktıysam, anlıyor ama yinede bırakmıyor. Bir de şart sunuyo ya! "Tek bir şartla, yeni bir şarkı daha.. sonra gidebilirsiniz." ve geliyor ikinci şarkı. Tülay Özer 'Büklüm Büklüm,' Neey neeey? Yok artık! Noluyoz ya? Kafam karışıyo bir an, ikiz kardeşim şüpheciliğim yine hemen yanı başımda bana göz kırpıyo... Tüm gün boyunca zaman zaman söylediğim şarkının müziği salonda yükselmeye başladığında, gözlerim de etrafımı talanda. "Ne söylesen, ne beklesen," Solonun en uzak noltalarını tarıyo gözlerim. "Yaradandan, yada kaderinden," Sıra sıra koltuklarda gördüklerimin hiçbiri tanıdık değil.. sadece bizim kızlar. "Ele geçmez istediğin," Dönüyorum yavaşça, diğer taraflara bakıyorum. "Uğruna savaş vermediysen," Off Allahım ya! Tesadüf mü yani bu şimdi? "Sanki seni boğar gibi," O kapının girişinde, karanlıkta biri mi var izleyen? "Sanki, yeniden doğar gibi," Kim o yaa? Allah Allah! "Sanki zaman zaman ölür gibi," Amaan neyse ne ya? "Acısını, çilesini çekmediysen," La bi yeter, görün ya! Kimsin arkadaş sen ya? "Hani büklüm büklüm boynumda," Bitsin şu şarkı, geliyom yanına bekle beni. "Hani paramparça ruhunda," Var mı öyle gizli kaçak oynamak?.. "Hani soran gözlerle kapında," Hemde bana kaçak oynamak! "Bekleyen dargın anıların gibi," Bu oyunu bozarım ben, kimsin sen ya? Şarkıyı söyledim ama nasıl söyledim hiç bilmiyorum. Aklımda elli çeşit soru, gözlerim o karanlıktaki şahısta ve nihayet şarkı bittiğinde kaldım alkışların arasında. Millet çıldırdı sanki, yine "bir daha, bir daha" istek ve ısrarı ama benim aklım kapıdaki gizemli şahısta. Mikrofonu sunucuya uzattığımda almıyo yine ya. "Al be kardeşim, bi salın beni ya!" dedim, salak ben. Herkeste duydu iyi mi ve millet nasıl gülüyo?.. Töbe yarabbim töbe ya! Standupçıyım sanki. Sunucuda gülüyo ister istemez.."tamam, tamam...çok teşekkür ederiz, valla kulaklarımızı mest etti sesiniz, yorumunuz," dediğinde sunucuya ve herkese teşekkür edip, kaçar gibi pistten ayrılıp, kapıya koştum resmen. İlerdeki sağa kıvrılan koridora döndüğünü gördüm birinin ve heyecanım artarken, resmen düştüm peşine o şahsın, o her kimse görmeyi çok istiyordum. Bunu niye yapıyordum hiç bilmiyordum ama şüphelerim, peşine dişmem için resmen kamçılıyordu beni. Koridor bittiğinde sağa sola uzayan yine iki ayrı koridor başladı ve soldakinin en sonundan yine bir sırtın döndüğünü gördüm. Sanki bir filmin ortasındaydım. Yakalayacağım onu, taktım kafaya.. offf şu stilettolar.. hiç düşünmeden çıkardım ayakkabıları, elime aldığım gibi daha hızlı koşmaya başladım. Ayaklarım, yumuşak tatlı limon küfü rengindeki halıyla temas ettiğinde rahatladığımı hissettim. Meğer, biraz daha şişmiş benim ayacıklar. Ahh bide uzun aralıklı sarı soft led ışığıyla şöyle loş olmasaydı şu yedi sekiz metrelik koridorlar, çok daha iyi olacaktı. Koşarken, daha doğrusu kaçanı kovalarken resmen nefes nefese kaldım ben. Yok... kaybettim.. labirent gibiymiş bu alt kat! Ve ben hangi ara bu alt kata indim hiç farkında değilim. Bulamadım.. kimdi o ve ben aslında kim olmasını istiyordum? Geldiğim yolu, elimde tuttuğum ayakkabıları hafifçe sallaya sallaya, bu kez ağır adımlarla başım önümde ve hayal kırıklığıyla geri dönmeye başladım. Terlemişim de, aynı anda bizimkiler geldi aklıma. Tuuu bana! Nasıl da onların varlığını unuttum ben ya? öyle deli gibi kaçmamın adına bir bahane bulmam lazım acilinden...hah, tamam. Tuvalet tabiiki! Çok heyecanlandım ya ben, ondan yani. Az önce geçtiğim koridoru dönmemle bir anda karşımda onu gördüm ve resmen donup kaldım. Kocaman açılan gözlerime inanamazken ağzımı açıp bir şeyler söylemek istediğimde, dört parmağıyla hızla ağzımı kapadı ve belki farkında değildi, bilmiyorum ama çenemin altından baskı yapan baş parmağı, fazlasıyla canımı yakıyodu. Delirdi mi ne? "Bağırma sakın!" Niye bağırayım ki? Sadece şaşkınım, garip bir şaşkınlığa esir düştüm. Koridorun sağ köşesinden, yan tarafına hızla çekti ve sırtımı lap diye duvara dayadı. İki yanıma dayadığı kollarına bakan gözlerim, o çok özlediğim tatlı yeşillerini bulduğunda, yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve artık yarı şaşkın gülümsüyodum. Ne çok özlemişim ben onu. Biliyordum, oydu. Sadece emin olamamıştım. Boşuna kovalamadım ben onu. Tanımıştım. O kapının karanlığında, ellerini göğsüne birleştirmesinden, duvara dayanmasından, bacağının tekini önde kıvrık tutmasından tanıdım ben onu. Beni beklerken, hep öyle dururdu o. Elini ağzımdan çektiğinde derin bir nefes aldı ve dudaklarımdan ilk onun adı döküldü. "Aykut!" "Sen bu otelde ne yapıyorsun?" Gözlerindeki ifade ve onlara eş sesindeki o suçlayıcı ton ile neye uğradığımı şaşırdım ve aynı anda kalbimin kırıldığını hissediyodum. 'Ne demekti ya sen bu otelde ne yapıyorsun? neyi ima ediyodu?' Beş ay önce beni boşanmaya ikna eden, bitti bu iş diyen eski kocam, bir anda karşıma çıkmış buda yetmiyor gibi anlayamadığım şekilde bana hesap soruyodu ve kulaklarımda Ceren'in sözleri... 'Yas bitti, bitmeli ve önüne bakmalısın artık canım,' Ben, ben bilmeden anlamadan onun yasını, bizi yok etmesinin yasını tutmuşum hep, yemek yemeyi, uyku uyumayı, televizyonda komik bişeyler izlemeyi, neşeli müzik dinlemeyi, gezmeyi, yeni bişeyler alıp giyinmeyi kendime yasak etmişim, haram kılmışım ve karşımdaki bu adam bana beş ay sonra neyin hesabını soruyo ya? Düşündükçe kan beynime çıkıyo, gerildiğimi, içimde bir şeylerin bomba gibi patlamaya hazırlandığını hissediyorum. "Cevap versene bana! Burda ne işin var? Ne çabuk unuttun beni de hayatını yaşamaya başladın, sevgili de yaptın mı bari kendine?" O son sözleri ah Allahım, kalbimi lime lime parçalara bölüyor ve el bombası haline getirdiği benim, fitilimi çekiyor. Sırtımın dayandığı duvardan güç alıp ayrılırken, iki elimle ceketinin yakalarına yapışıyorum ve kendime daha çok yakınlaştırdığım yüzüne, gözlerinin içine tüm öfkemle bakıyorum. "Benim hayatıma burnunu sokacak, hele hele özelime dil uzatacak en son kişi sensin! Aklın varsa bir daha çıkma karşıma, hiç olmasa seninle ilgili anılarımı şu kötülük, pislik kusan ağzın gibi kirletme... sakın ama sakın çıkma karşıma! Siktir git şimdi!.." Bir anda yakasını bırakıp, tüm gücümle hızla geriye ittim onu ve koşmaya başladım. Deli gibi ağlıyodum ve koridoru dönecekken adımı seslendi tıpkı eskisi gibi, "Ömrüüm!" bir an olduğum yerde çakılıp kaldım. İç sesim, koş sarıl ona derken, gururum, onurum engel oldu bana. Haketmediğim o suçlamalar, canımı öylesine yakıyordu ki kalbim, sanki kor ateşin içine düşmüştü. Diliyle, sesiyle, gözleriyle ateşlere attı zavallı sadık kalbimi. Ne dönüp arkama baktım, nede ona geri döndüm. Lobiye çıkan merdivenler bittiğinde bitik haldeydim ama toparlanmak zorundaydım. İşte bizim kızlar, etrafa bakınıyolar..belli ki beni arıyolar ve Ceren dönüp arkaya baktığında beni görüyor, hızlanan adımlarıyla yanımda bitiyor...hem telaşlı, hem korkmuş. "O burda, Aykut burda... ve bana dedikleri..." Sözlerimi tamamlıyamıyorum ki. Ceren sarılıyo bana. "Hadi odana çıkalım diyo," iyiki de diyo öyle ve oyalanmadan asansörde alıyoruz soluğu. Kapıya geldiğimizde "Cero, nolur yanlış anlama.. biraz yalnız kalsam olur mu?" diye adeta yalvarırcasına sorduğumda, "tamam ama bak kötülersen hemen arıyosun beni, aklım sende, tamam mı?" diyor ve biliyorum benim için çok tedirgin. Kısaca hıçkırık arası anlattım ona. İşte ne kadar anlatabildiysem... Sarılıp, yanağına bir öpücik bırakıyorum ve kapısını açtığım odama girdiğimi görene kadar gitmiyor, "hadi kapa kapını bir duş al rahatlatır," diyor gözleri nemli. Kapıyı kapadığım an, son gücümde terk ediyor beni ve bir çuval gibi olduğum yere çöküp, yığılıp kalıyorum. Aklımda o iğrenç sözleri, kulaklarımda yankılanan o acımasızca suçlayan sesi, gözlerimin önünde o kızgın hatta tiksintiyle bakan gözleri... İnsanım ya ben, insanım galiba dimi? Deli gibi ağlıyorum ama artık neye ağladığımıda bilmiyorum. Ben suçlu değilim ki, kaçak oynayan, yalanlar konuşan, kandıran ben değilim ki...o zaman başım niye önümdeki? Bakıyorum etrafıma başımı kaldırdığımda, her yana, her köşeye... niye yalnız kalamıyorum ki? "Kapat o lanet olası ekranını! Az biraz saygı göster be! Biliyorum, ordasın, izliyosun beni... hiç olmasa şu halime saygı göster, kapa o ekranı baş belası röntgenci!" * * * Ona ne oldu böyle? Belliki biri canını fena halde sıkmış hatta ya canını yakmış gibi..oysa giderken çok keyifliydi, bana bile pis röntgenci derken hafif gülümsemişti. Hala anlamış değilim, nasıl tahmin ediyor varlığımı ve şuna bak! sanki beni görüyor gibi direk bakıyor ve nasıl bilebiliyor onu izlediğimi? Madem çok istiyorsun yalnız kalmayı, peki senin dediğin olsun bakalım küçük hanım! Şimdilik senin istediğin gibi olsun! Kapıyorum ekranı. * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD