PROLOG
' Vera!'
Bu sesi duymaya alışıktım. Yıllardır en çok bu sesi, bu seslenişi duyuyordum. Bu seslenişin devamında gelebilecek onlarca cümle olabilirdi. Okula gitmem için, odamı toplamam için, müziğin sesini kısmam için annem sesleniyor olabilirdi ya da babamın sesi belki. Okulu ektiğim için kızabilirdi, erkek arkadaşım olduğunu öğrenip azarlayabilirdi, belki de hazırlan pikniğe gidiyoruz derdi, hatta belki ailece bir tatil hazırlığı olabilirdi neden ama bu sesleniş hiçbiri değildi. Elimdeki bezi bıraktım ve ahşap merdivenlere yöneldim. Aşağıya baktığımda hala geldiğim ilk gün geliyordu aklıma.
Bu eve 15 yaşında gelmiştim. Babam olmadığını o gün öğrendiğim babam elimden tutmuş, buraya getirmiş ve daha fazla onlarla kalmaya devam edemeyeceğimi söylemişti. Bu antre o zaman ne kadar devasa görünmüştü gözüme. Ne kadar ürkütücü... İki katlı bu çiftlik evine temizlik işlerine yardım etmek için getirilmiştim. Yıllardır yaşadığım kasabaya yakın ama bir o kadar uzak, etrafında hiçbir yerleşim yeri olmayan bir evdi. Göz alabildiğine uzanan bir arazisi vardı. O kadar çok korkmuş ve o kadar çok ağlamıştım ki; evin hanımının emriyle şoför beni geri götürmüştü. Gerçeği o zaman öğrendim. Beni asıl istemeyen annemdi. Annem sevmediği bir adamdan, istemediği bir şekilde hamile kalmıştı bana. Rızası olmadan... Sonra bu olay yaşadığı yerde duyulmuştu. Yıllarca babam olarak bildiğim kişi ve annem birbirine çok aşıktı ve annemin elinden tuttuğu gibi Bursa' ya; bu kasabaya getirmiş, sıfırdan bir hayat kurmuştu annem için. Onun için ailesini, hayatını, her şeyi geride bırakmıştı. Babam anneme çok aşıktı. Aslında onun için varlığım sorun değildi. Annem için sorundu. Beni görmek istemeyen oydu. Üvey babamın isteği nedeniyle yıllarca onlarla kalabilmiştim ama artık beni gördükçe o adamı hatırlamaya dayanamıyordu. Annemin neden adımı Vera koyduğunu da öğrenmiştim. Vera; haramdan kaçınmak için sakıncalı durumlardan uzak durmak anlamına geliyordu. Öz babama benzememden daha doğduğum gün korkmaya başlamıştı. Yıllar geçtikçe de beni ona daha çok benzetmişti. Aslında hiçbir zaman harama el uzatan, başkasının sahip olduğuna imrenen biri olmamıştım. Elimden geldiğince doğru davranmaya uğraştım. Daha çocukken bile kimsenin kalbini kırmak istemez, oyunda birini üzsem gidip çiçek toplar; gidip özür dilerdim ama huy olarak benzememem bile beni sevmesine yetmemişti. Görünüş olarak benzettikçe nefret etmişti adeta benden. Dayanamadığı bir şey daha vardı. Zaten maddi durumumuz iyi değildi ve benim masraflarım yüzünden isteyerek sevdiği adamdan dünyaya getirdiği iki kardeşimin eksikleri olmasına tahammül edemiyordu. Babam arasıra kardeşlerimi görmeye gelebileceğimi söyledi. Böylece ayda bir olan iznimde tabii ellerim dolu bir şekilde kardeşlerimi görmek için oraya gitmeye başladım. Çok yüksek bir maaşım yoktu ama nerdeyse hiç masrafımda yoktu. Arasıra kendime bir kaç parça kıyafet ve kitap alıyordum. Yaptığım hem kardeşlerimi görmek hemde bir nevi borç ödemekti. Belki de minik bir sevgi kırıntısı aramak. Benim varlığım kardeşlerimin ihtiyaçlarının alınamaması yerine daha fazlasının alımmasına neden olursa belki annem birazcık severdi beni. Olmadı. Üç yıldır bunun için uğraşıyordum ama olmuyordu.
Liseyi evin hanımının sayesinde açıktan okudum. "Kadın mutlaka okumalı." demişti. Bazen çok sert, çok disiplinli; bazen oldukça sakin bir kadındı. Aslında orta yaşlıydı, böyle bir hayatı tercih edecek biri gibi görünmüyordu ama evden çok fazla çıkmazdı. Sadece arada evin şoförü; eski şoförün oğlu olan Yusuf' la birlikte çıkardı. Nereye gittiğini kimse bilmezdi. Yusuf bana bile söylemezdi. 'Geziyor.' derdi sadece. Bu durumda farklı bir şey var gibi hissediyordum ama Yusuf mert biriydi ve bir sır varsa ne olursa olsun benimle paylaşmazdı. Hanımın sevgilisi mi var diye düşünüyordum. Aslında hoş kadındı. İnzivaya çekilecek biri gibi de görünmüyordu. Sanki her devrin, her ortamın kadınıydı. Ev ve çiftlik işlerini çok iyi yönettiği gibi modadan anlar ve çok kitap okurdu. Bir köyde yaşarken ağanın oğlu ile evlendirilmişti anlattığına göre. Onunla birlikte şehirde yaşamaya başlamıştı ve iki hayatı da görmüştü. Şehir hayatına uyum sağladığı hemen belli ediyordu kendini.
Elimi merdivenin trabzanlarına sürdüm. Ahşap trabzanlar tamamıyla el işçiliği ile yapılmış, üzerine motifler işlenmişti. Antrenin yüksek tavanından sarkan ihtişamlı avizeyle tezat gibi görünse de aslında tam olarak Aliye Hanım' ı yansıtıyordu. Bu evde onun gibiydi, modern ve nostaljinin karışımıydı adeta. Her türlü lükse sahip olmasına rağmen tarihi bir dokusu vardı. Daha kapıyı açtığınız anda ahşap kokusunu hissederdiniz. Bu evin bir hikayesi vardı ama sadece görmek isteyen görürdü. Bu evin hikayesi yalnızlıktı ama neyse ki ben artık yalnız değildim.
Yusuf buradaki yaşıma yakın az kişiden biri olmasaydı bile onu severdim. Hayatımda gördüğüm en iyi insanlardan biriydi. Çok az insan görmüş olsam da herkesin böyle olmadığını biliyordum. Kadir kıymet bilen, hiç kimsenin kalbini kırmamış bir insan nerede olursa olsun dikkat çekerdi. Onu anlatmak benim için kolay değildi. Onu anlatmak konusunda kelimeler kesinlikle kifayetsiz kalırdı. Sevilmek harika bir histi. Kardeşlerim dışında ilk kez biri beni sevmişti. Benden iki yaş büyüktü ve askere gidecekti yakında. 18 yaşına girer girmez ehliyet almıştı ve babasının yerine çalışmaya başlamıştı. Abisi gibi hayırsız, doğup büyüdüğü aileyi beğenmeyen biri olmamıştı. Ailesiyle birlikte eve en yakın müştemilatta kalıyorlardı. Haftaya nişanımız vardı. Önümüzdeki ay askere gidecekti. Bu süre boyunca babası şoförlüğe devam edecekti. Yusuf geldikten sonra evlenecektik ve ailesi kendilerine köyden bir ev alacak, müştemilatta bize kalacaktı. Fazlasında gözüm yoktu zaten bildiğim dünya da bu kadardı. Bu çiftliğin dışı bana ürkütücü geliyordu. Yıllar önce gördüğümde korktuğum bu yer bana yuva olmuştu.
Merdivenleri indim ve mutfağa yöneldim. Temizlik işlerine yardım için işe alınmıştım ama elimin yatkınlığı fark edildiği için iki yıldır aşçıya yardım ediyordum. Bu iyi de olmuştu. Seher abla gergin bir kadındı. Kocasıyla birlikte onlarda çiftlikte kalıyordu. Erken evlenmişti. Mutsuzdu ve bu yüzden de hep yüzü asık, memnuniyetsizdi. Kocasının bir kez sevgiyle baktığını görmemiştim. Onları gördükçe karşıma Yusuf' un çıkmış olmasına şükrediyordum.
Seslenen aşçıydı. Yine yemek telaşına düşmüştü. Çalışanların sayısı az değildi. Bir çok hayvan vardı çiftlik içinde. Hepsinin bakıcıları vardı. Özellikle atların. En iyi yarış atları burada yetişiyordu. Atları kim alıyor, gönderiyordu bilmiyorum ama bu işten anladığı kesindi. Yarıştan anlamazdım ancak duruşları bile şampiyon olduklarını bağırıyordu adeta. Tabii burada özenle bakılıp, çalıştırılıp daha iyi olmaları sağlanıyordu. Çiftlik içinde birde ufak sayılacak tarla vardı. Bazı ürünleri organik olarak kullanma şansımız oluyordu böylece. Aliye kendine de çalışanlarına da iyi bakan biriydi.
Konuşulanlara göre hanımın iki çocuğu vardı. Kızı yurt dışında ve evliydi ve geldiğini gören olmamıştı. Bu çiftlik yaklaşık yedi yıldır Aliye Hanım' daydı ve aşçı yedi yıldır burada çalışıyordu ama o bile görmemişti. Bir de oğlu vardı. Kızı gibi onu da gören olmamıştı. Galiba para akıtmak dışında iki çocuğununda anneleriyle ilgisi, bağı yoktu. İsimleri bile geçmiyordu evde. Aliye Hanım gururlu kadındı. Onu arayıp sormayan evlatları için ağlasa bile bunu bize göstermezdi. Bu nedenle o da önemsemiyor mu yoksa acısını içinde mi yaşıyor bilmiyordum. Yemek yapmaya başladım. 18 yaşına yeni girmiş, liseyi yeni bitirmiştim. Gastronomi okumak istiyordum ama bu bir hayaldi. Liseyi açıktan okumuştum ama gastronomi uzaktan okunacak, başarılı olunacak bir bölüm değildi. Aslında biraz birikimim vardı ama yeterli olmazdı. Üstelik dışarıdaki hayat beni korkutuyordu. Önce kasabadan sonra da bu evden çıkmamıştım ki doğru dürüst. Cep telefonum bile Yusuf' un hediyesiydi ve içinde çok az kişinin numarası vardı. Yusuf' un mesajları dışında pek sesini duymazdım zaten telefonun. Bütün hayatım burasıydı. Burada da herkes seslenmeyi tercih ediyordu. Ben evin içinde kalıyordum. Bir kaç çalışanla birlikte. Evli olanlar müştemilatta kalıyordu. Her aile için iş yaptıkları yere yakın bir müştemilat vardı.
Yemekleri yaptık ve o an geldi. Beyaz gömleği, siyah pantolonu, yemyeşil gözleriyle Yusuf mutfağa giriş yaptı. Genelde bu şekilde giyinirdi ama yine de bu onu gördüğümde kalbimin hızlanmasına engel değildi. Evlenecektik, bunu herkes biliyordu ama yine de başkasının yanında gözü gözüme değse utanıyordum. Yemekleri arabaya taşımaya başladık. Aynı çiftlik içinde yemek dağıtımı arabayla yapılıyordu. Ağır tencereleri Yusuf taşıdı arabanın bagajına koydu. Her zaman nazikti, herkese karşı üstelik. Ben tabakları taşıyordum. Yusuf tencereyi koydu ve döndü. Tabakları almak için uzandığında eli elime değdi. İçim sıcacık olmasına rağmen kesin yanaklarım kızarmıştı. El ele tutuştuğumuz oluyordu ama hala alışamamıştım. Zaten birbirimize açılmamız şunun şurasında üç ay gibi bir süreydi. Aynı çiftlik içinde olmamıza rağmen onun evde, benimse evin dışında pek işimiz olmazdı. Tek bir araya geldiğimiz zaman yemek taşıma saatleriydi. Tabii Yusuf benimle konuştuktan sonra evin hanımına da niyetinin ciddi olduğunu söylemişti. Herhangi bir yanlış anlaşılmaya yol açmak istemiyordu. Birbirimizi tanıyıp, konuşmamızı söylemişti Aliye Hanım. Bu şekilde bir kaç kez bahçede sohbet etmiştik. Bir kez müsaade isteyip yanağımdan öpmüştü hepsi bu kadardı. Seher abla bir kez el ele tutuşurken görmüştü bizi ve kızardığımı fark etmişti. ' Daha elini tutunca kızarıyorsan evlenince ne yapacaksın?' demişti. Ne ima ettiğini elbet anlamıştım ama daha evliliğe bir yıldan fazla vardı henüz bunları düşünmüyordum ve bence yersiz konuşmuştu. Biraz rahat bir kadındı kocasının sert tavrına rağmen. Bazen densiz laflar ettiği oluyordu. Özellikle Yusuf' un yakışıklı olduğu ve şanslı biri olduğumla ilgili konuşmaları beni rahatsız ediyordu.
Yemekler gitti, geldi. Bulaşıklar yıkandı. Sanayi tipi makineler olmasa buranın bulaşığı asla bitmezdi. İşlerim bittiğinde telefonuma baktım ilk kez Yusuf' tan mesaj yoktu. Şaşırmıştım. Genelde yorulmuş olduğumu bildiği için mesaj atardı. Para biriktirip beni başkasının işini yaparken yorulmaktan kurtaracağını söylerdi. İşimden şikayetçi olmasam da sadece kendi evimi temizlemeyi ve sevdiğim adama, kendi aileme yemek yapmayı bende istiyordum. Yusuf' un mesajları bana umuttu. Bir süre daha bekledim ama hala yazmamıştı. Mesaj attım. Acaba yorgunluktan uyuyup kalmış mıydı?
' Biraz işim var, papatyam. Bitince seni ararım. ' yazmıştı cevap olarak. Sedef abla bugün izinliydi. Yorgun olmama rağmen içimde bir sıkıntı vardı. Üst kata çıkıp toz almaya devam ettim. Aslında görevim değildi ama Sedef abla üst kat sorumlusu olarak tek kalmıştı. Yeni biri alınıncaya kadar yardım ediyordum. Buraya yeni biri öyle kolay alınmıyordu. Aliye Hanım güvenmediği kimseyi işe almazdı. Huzurluğum azalmak yerine artıyordu. Sanki kalbimin üzerine bir ağırlık konmuş gibi hissediyordum. Galiba Yusuf 'un mesaj atmaması içimi huzursuz etmişti ama cevap vermesine rağmen içimdeki huzursuzluk geçmemişti. Toz almayı da bitirince duş alıp, geceliğimi giydim ve uzandım. Yorgunluktan uyuyakalmışım.
Sabaha karşı bir çığlık sesiyle uyandım. Adeta gökyüzünü yırtıyordu ses. Acının son perdesini yırtıp aşmış gibi güçlüydü. Yataktan fırlayıp açık olan pencereden baktığımda polis arabaları vardı. Bu çiftlik içinde ilk kez polis arabası görüyordum. Yusuf' ların evinin önündeydi. Yusuf kaza mı yapmıştı yoksa? Hemen üzerime sabahlık alıp koşar adımlarla aşağıya indim. Ayaklarımın çıplak olduğunu fark etsem de annesinin ' Yusuf' um!' diye feryat ettiğini duyunca önemsemeden koştum. Annesi hiçbir şeyi ve hiç kimseyi fark etmiyor gibiydi. Dizlerinin üzerine çökmüş, başını ellerinin arasına almıştı. Polisler sakinleştirmeye, ayağa kaldırmaya çalışıyordu ama nafileydi.
' Yusuf' um, yiğidim. Sana kim kıydı evladım? Sana kıyanın iki yakası bir araya gelmesin inşallah. '
Donup kalmıştım. Yusuf. Yusuf' u biri mi öldürmüştü? Polise sormak en iyisiydi. Annesi kendinde değildi. Yanlış anlamıştı belki de.
' Ben. Ben Yusuf' un sözlüsüyüm. Yusuf' a ne oldu?'
Polis memuru buz gibi bir adamdı. Sanki gecenin bu saatinde gelmek zorunda kaldığı için hepimizden nefret ediyordu. Acımız umrunda bile değildi. Bir an önce işini bitirip gitmek istiyor gibiydi.
' Başınız sağ olsun. Yusuf Tekin ve Sedef Taşdelen öldürülmüş olarak bulundu. Hikmet Taşdelen' in nerede olduğu ile ilgili bir bilginiz var mı? '
Sedef abla ile Yusuf' u kim öldürürdü? Neden öldürürdü? Sedef ablanın evini işaret ettim, çünkü konuşamıyordum. Gözümden yaşlar akıyordu. Çığlık atamıyordum. Bağırmak, bütün gücümle bağırmak istiyordum ama buna gücüm yoktu.
' Eve baktık ancak kimse yoktu. Nerede olabileceği ile ilgili bir fikriniz var mı? '
Kafamı olumsuz anlamda salladım. Artık önümü bile göremiyordum. Bir polis memuru yanıma geldi ve beni kenara çekti. O sırada babasına sordukları soruyu duydum.
' Oğlunuz ile Sedef Hanım' ın arasında bir ilişki olduğundan şüphelendiniz mi hiç?'
' Hayır. Oğlum sözlüsü Vera' ya çok aşıktı. Sedef' le hiçbir ilgisi yoktu. '
' Oğlunuzun Sedef Hanım' la bir ilişkisi yoksa gece yarısından sonra ıssız bir yerde aynı aracın içinde olmaları için bir neden var mıydı? Oğlunuzu en son ne zaman gördünüz? Hikmet Bey' i en son ne zaman gördünüz?'
Bu polis ne ima ediyordu? Benzer soruları evirip çevirip sorarken neye ulaşmak istiyordu. Görmüyor muydu adamcağızın güçlükle ayakta duruyor olduğunu. Müdahale etmek istiyordum. Gücüm yetmiyordu. Gücüm hiçbir şey yapmaya yetmiyordu. Sanki benim gücüm, sesim Yusuf' tu ve onunla bir gitmişti.
Ortalık aydınlandı ama benim için gün doğmadı. Doğamadı. Hikmet abi bulundu. Daha doğrusu teslim olduğu haberi geldi. Sedef ve Yusuf' un arasındaki ilişkiyi öğrenmiş ve namusunu temizlemişti. Pişmandı ve teslim olmuştu. Yusuf' un böyle bir şeyi yaptığına inanamıyordum ama gece yarısı Sedef abla ile üstelik Sedef ablanın izin gününde ne işi olduğunu da anlayamıyordum. Kim olduğunu bile hatırlamadığım biri yanıma geldi ve bunun sadece ihtiyaç meselesi olabileceğini söyledi. Bu nasıl berbat bir açıklamaydı. Aklım almadı.
Sevdiğim adamı kaybettiğimi ve aldatıldığımı aynı gece öğrenmiştim ve ikisi de canımı çok yakıyordu. İkisi de içimde acı savaşı veriyordu.