Istanbul - Merter Mevkii..
"Getirdiniz mi herifi?"
"Evet abi... emrettiğin gibi getirdik... bal kabağında seni bekliyor!" dediğinde Çetin, o şerefsize ne ceza keseceğime dair tek bir fikrim bile yoktu. Sözümüzün dışına çıkmakla kalmayıp, birde polise ne var ne yok okuduğunu duyduk. İnsan, sağ kolum dediğine güvenemeyecekse, bu dünyanın içinde hiç gezinmesin... bizimde güvenirliğimizi sorgular hale getirdi şerefsiz.
Hızlanan adımlarımla artık bal mıdır, zehir midir bilemediğim, o şerefsiz için kestiğim ceza biletinin ödemesini almak için, bir zamanlar sabun üretim farikası olan ama şimdilerde tam bir mezbeleliğe dönülen o yere doğru ilerlemeye başladım.
Adamı mükafat gibi birde sandalyeye oturtmuşlar. Yanına vardığımda yakasından tuttuğum gibi ilk yumruğumu sol kaşının üstüne geçirdim ve daha ilk darbeyle yere devrildi, hemde üstünde oturduğu sandalyesi ile birlikte ve tabii ki yumrukların devamı geldi. Bol bol, sağlı sollu yediği yumrukların ait olduğu ellerim, kan içinde kalmıştı. Pisliği patates yaptım ama içim soğumuyordu.
"Niye lan niyeee? İhanetini hak etmek için ne yaptık? Bunca yıldır içimizdesin... her bir yaptığın işin karşılığını almadın mı? Neyin eksikti ha neyin eksikti kitabını siktiğimin haini... ulan evse ev, arabaysa araba... itibarsa itibar... daha ne istedin, neydi derdin...yediğin bok yanına kâr mı kalacak sandın? hadi gelsin bülbül gibi şakıdığın o polisler, kurtarsınlar şimdi seni bizim elimizden?"
Boğazım yırtılırcasına bağırırken, hızımı alamayıp, artık neresine denk gelirse, tekmelerim bir bir, artık gözümde beş paralık değeri bile kalmayan bedenine indi durdu.. en son belimden çıkardığım silahımı ense köküne dayadım.. namlunun soğukluğunu, ölümü çağrıştıran o buz gibi soğukluğunu hissetmesini istedim.
Pislik herif durmadan bana yalvarıyordu.
"yapma Sinan abi... kurbanın olayım yapma... benim daha yeni bebeğim oldu, babasız bırakma onu!" dediğinde parmağım tetikteydi ve tamda tetiğe basmak üzereydim.
Nefes nefese ve ter içinde kalmıştım. Onu ölümle buluşturmak ya da hayatını bağışlamak arasında düşüncelerim gidip geliyordu.
Öfkem, kızgınlığım ve hayal kırgınlığım, onu öldürmem için bana itici güç olurken, hala masumiyete inanan, inanmayı seven ve seçen yanım, sadece o masumun yüzü suyu hürmetine bu şerefsizin canını bağışlamam için diğer yanımla sağlam bir kavgaya tutuşmuştu.
Herifi döverken tüm bedenim terden adeta yağmur altında ıslanmış gibiydi. Alnımdan şakaklarıma doğru sızan teri, diğer elimin tersiyle silerken, aynı anda bu pisliğin yaşaması veya bok çukuruna bodoslama dalması konusunda karar vermeye çabalıyordum. Alt dudağımı ısırırken, hainliğini bildiğimiz halde bir şey belli etmemek adına kız kardeşimle doğum hediyesini vermeye evlerine gittiğimizde, ilk kez gördüğüm o masumun yüzü gözlerimin önüne bir hayal gibi düştü. Parmağımı tetikten çıkarmış buldum kendimi. Yapamadım, canını alamadım. Oysa ölmeyi ne çok hak ediyordu. Silahın namlusuyla, kafasının arkasına indirmemle, siyah saçlarla kaplı derisinin ikiye ayrıldığını ve açılan yarasından kanlar sızmaya başladığını gördüm. Pislik herif, başının arkasına aldığı darbenin şiddetiyle çoktan yerde bayılıp kalmıştı.
~ ~ ~
Aynı Saatler..
Antalya-Kaş..
Vallahi ben onu bunu bilmem Halûk! dikkatli ol, ayağını kaydırmaya çalışanlar var. Öyle hiç referanssız bir holdinge girip, iki yılda yükselmek, Ceo olmak her yiğidin harcı değil. Senden önceki bir iki kişide çok başarılıydı ve sıranın kendilerine geldiğini düşünüyorlardı ama işte sen kapınca işi, şimdi sana diş biliyorlar.. eh dikkat et! Benden söylemesi!.."
Asansörün çelik kapıları iki yana doğru ağır ağır çekildiğinde, aceleci ilk adımlarını atan ayaklarım, beni otelin barına doğru götürmeye başlamıştı bile.
Bülent ise, şu otele geldiğimizden beri, nerdeyse hiç susmadan kafamı ütülemeye yemin etmişti sanki. Yanımdan geçip giden, giderkende seksi seksi gülümseyen fıstık gibi esmer güzeliyle bir anlığına göz göze geldik. Tebessümü kadar, gözleride davetkârdı. Bir içim su bir hatundu gerçekten ve dudağının kenarına narin bir çiçek gibi ilişttirdiği tebessümü, bir kaç saat sonra o suyu içebilmem için aslında bariz bir davetti.. eh tabii, davete icabet etmek gerekirdi.
~ ~ ~
Birkaç saat sonra..
Akşam sekiz suları...
TEKİRDAĞ... Şarköy...
"Ümmüü!... kız Ümmüü.. eşşekler tepsin seni emi!.. kız gene geç kalırız senden ötürü.. yaydıra yaydıra na karpuz kadar büyür kıçın, başın.. Alla senin belanı vermesin.. geç kalırız düğüne geeç!"
Bahçemizin bebek mavisi yağlı boyalı portesinin (ahşap kapı) önünde, ramazan davulcusu gibi ciğerlerindeki tüm havayı boşaltarak çığıran Zehra teyzemden başkası değildir. Çok acelecidir çok.. karga bokunu yemeden, düğün evine gitmeye, orda verilen yemeklerden otlanmaya pek meraklıdır. Ayatta (hayatta) kaçırmaz beya.. sonrada başlar, ay pilav çok yağlıdır, kuru fasulye daa bağaarsağa inmeden osurtturur, baklavada merdane işidir, oklava olsa tel tel dökülür vesaire vesaire...
"Gözdeee.. kızanım anan napar bea, vallai geç kaldık!" dedi ben, kulağımda telefonlaxtek katlı eski evimizin camından dışarı baktığımda.
"Amman be teyzem... görende bizim düğünümüz sanır. Annem düğüne banyo yapmadan gitmez, sanki sefte tanırsın kardeşini.. yıkanır bea yıkanır!" diye cevap verince, yarabbi şükür dedirten cinsten yüzüme "puuu sizin sıfatınıza be! eh ben giderim o zaman, önlerden masa tutarım.. sizde gelirsiniz sonra," dedi ve daha tamam dememe fırsat tanımadan topukladı.
"Gözdee!"
"Ay abi unuturum ben seni! ha ne derdim ben?"
"Kız bana bak.. konuşma şöyle ya.."
"Sinan abim, sende çıktığın yumurtayı beğenmezsin.. bak söylerim sana.. annem seni çok özler.. oğlum doktor oldu, bizler unuttu der, gelmez gitmez oldu der, evlendirenedim onu der.."
"Gözdee.. der der der! Yeter be! kızım tek cümlede anlatsana şunları, geleceğim yakında görürüm hepinizi, izin alamıyorum hastaneden, öyle söyle anneme," dedi abim ama sanki bende salaktım inanırım ona. Ses etmedim hiç beni azarlayınca.
"Bende öyle derim abi, abim doktor izin alamaz her istediğinde derim, keyfi izin alıp gelemez işinden ötürü derim, oda bizi çok özler derim, ama anlamaz işte annem anlamaz!" dedim ve abimin kulağıma derin soluk bıraktığını duyunca tutarım nefesimi.. bırakamam korku belasına..
"Ulan onca edebiyat öğretmenliği okudun bir düzeltmedin şu konuşmanı.. tekrar üstüne tekrar.. kapat hadi.. gerdin yine beni der der, der... derim, derim, derim!.." dedi ve çat kapadı yüzüme bea.. aaa kaldım öyle budala budala..
Konuşur böyle sinirli sinirli benimde canımı sıkar.. konuşmamı beğenmezmiş.. beğenme be! kapçık ağızlı..
~ ~ ~
BİR AY SONRA...
İstanbul...
"Ya anneee! Yeter artık ya! Günlerdir tutturmuşsun şu kıza bir bak diye! İstemiyorum ya istemiyoruum. Hem sen demez miydin, davul bile dengi dengine diye? Nerde kaldı o denge.. ben koskoca yüksek makine mühendisi olmuşum, yetmemiş ülkenin en iyi holdinglerinden birinde Ceo olmayı başarmışım, o kız ne peki?"
"A be evladım, bir kerecik görseydin ne olurdu sanki? Benim memleketimin kızı, Şarköy'ümün kızı be kızanım.. gör bi kere, bak senden sefte (ilk kez) böyle bir şey isterim. Kırma şu anacığını a alukum! (Haluk)
Yok ya! Delireceğim! Yapıştı canıma sülük gibi.
"Anneee! Aluk değil ya! Haluk be Haluk! Maden kullanmıyorsunuz şu sıçtığım h harfini ne diye koyarsınız bu isimleri.. off ya offf! Kapandı bu konu.. bitti, gitti!..”
alukmuş ya!.. o ne öyle ya? alık gibi..
~ ~ ~
Birkaç hafta sonra...
Nihayet arkadaşların elinden kurtulmayı başarıp, hiç olmazsa bu pazar gününü evde geçirebilecektim. Biliyorum, annem uzun zamandır beni evde göremediği için, bu sabah en güzelinden hazırlayacaktır kahvaltıyı ve yine biliyorum ki, ortası delik lokma mı hamur kızartması mı nedir ondan yapacaktır illâki..
Uyandığım rahat ve geniş yatağımda tüm bedenimle sağa sola döne döne gerinirken, bütün bedenimi esnettim.
Denizi gören odamın kapısı kapalı olsa bile içerden gelen tıkırtıları duyuyordum.. sadece tıkırtı olsa iyi.. annemin yaşlandıkça refleksleri zayıflamış olacak ki şangur şungur bir şeylerin kırılma sesleri o tıkırtıları takip etti.
Kesin düştü bu kadın ya.. yardımcı almamın zamanı geldi de geçiyor bile.
Yatağımdan fırladığım gibi odamın kapısını açtım ve kendimi uzun, geniş koridora attım.
“Anneee! iyi misiiin?”
Sesime ses vermeyince iyice tedirgin oldum. Aşağı kata inen o merdivenleri hangi hızla, ne zaman aralığında indim hiç bilmiyorum.
“Ya anneee! Ses ver yaaa!” diye avazım çıktığı kadar bağırırken, kocaman mutfağımızın kapısından içeri girdim. Annem yoktu ama yerde bir kız, dizlerinin üstünde dururken, uzanabildiği kadarıyla etrafa saçılan kırık cam parçalarını toplamaya çalışıyordu.
Anlaşılan o ki muhteşem kahvaltımız bizden önce yerle aşk yaşamaya başlamıştı.
“Sende kimsin?” diye sorduğumda, sesim isteğimin dışında biraz kızgın çıktı ama bu benim umrumda bile değildi. Sabah sabah her kimse bu kız, sakarlığı sayesinde aklımı alacaktı. Ne çok korktuğumu o kıza bakarken daha iyi anladım. Küçük hanımın başını kaldırıp bana bakmasını bekledim ama varlığından habersiz olduğum bu kız yüzüme bakmamakta ısrar ediyordu.
Sakarlığının yanında birde sağır mı bu kız?
~ ~ ~
Rezil olduğumun resmidir bea..
Bıktım bea bu sakarlığımdan.. olmadık yerde, olmadık zamanda gelir yakalar büyle beni bee!
Bu kapçık ağızlıda sen kimsin der, sorar bana.. kimsem kimim ne sorarsın be koca ayaklı beygir!
~ ~ ~ ~ ~