Annem önde ben arkada düğünün yapılacağı çay bahçesi Ay Işığı'na doğru koştura koştura gideriz ve ben kulaklığımdan bana en sevdiğim şarkısını söyleyen Ebru Gündeş'e nefes nefese eşlik ederim.
"Seeen benim dünyamsın beaaa"
Artık kim olur o bilmemki ben!.. ama söyler durururum işte.. aklımda abim olacak kerkenezde kalır. Doktormuş.. ayyyhh.. ağzımla değil, kıçımla gülerim ben ona. Bilmezdir onu sahte hesapla instadan takip ederim.. esasında onun insta hesabıda yoktur.. birkaç ay önce arkadaşımdır diye getirip tanıştırdığı o pörtlek gözlü erifin instasını takip ederim.. arada laflarım erifle.. ağzı açık ayran torbası gibidir malın önde gideni. Belliki abimim korumasıdır.. öyle olduğunu bilirim ben, bilirimde bilmezden gelirim. Ah be Sinan agam ya.. vallaiii ben o maldan daa iyi koruma yaparım sana em vallai, em billaai!
"Gözdeee! kız kaldır o sonradan çıkmalarını.. geç kalırız iyice düğüne beya!"
"Amman be annem, yaklaşırız işte bea.. na şu sokacığıda geçtik mi, çıkarız emen çay baçesinin önüne bea!"
Gerçekten düğün başlamış yav. Tek sosyal faaliyeti düğünlerde göbek atmaktan ibaret olan ben, niyeyse bu gece ep oturmak isterim..canım sıkılır bea.. çok sıkılırım emde.. ne yapmak lazım gelir bilmem ki!
~ ~ ~
İstanbul...
Poyrazköy'de aracımın içinde oturmuş, anlaşmaya vardığımız Ukrayna asıllı sonradan Türk vatandaşı ve şimdiki adı Fikret, aslında ismi Fadeyka olan herifi bekliyordum. Adamın tırlar dolusu silahının yurt dışı sevkiyatı işini üstümüze almıştık ve eğer bu işi kazasız belasız bitirirsek, başka sevkiyatlarınıda biz yüklenecektik. Oldukça kârlı bir işe benzesede riski, getireceği kazanç ile kafa kafaya yarışır durumdaydı.
Öte yandan kız kardeşim Gözde’nin söylediklerini düşünüyordum. Annemi, kardeşimi bende çok özlemiştim ama işte işleri bırakıp gidemiyordum. Kendi küçük krallığımı inşaa etmenin derdindeydim. Bir inşaat işçisinin tek tek üst üste dizdiği tuğlalar sayesinde yükselen duvarlar gibi bende, kendi binamı inşaa ediyordum ama bana ait olan bu binanın duvarları, her an benim hapishanemde olabilirdi. Mezun olduğum tıp bölümünü birincilikle bitirip birkaç yıl doktorluk yaptıktan sonra bu işin bana göre olmadığını anlamıştım. Heycana, adrenaline aç yüreğim ve benliğim, en yakın sınıf arkadaşımın abisi ile tanıştığı gün itibariyle ne yapmam gerektiğini hemen kulağıma fısıldamıştı.
İçine girdiğim bu dünyayı seviyorum ve o heyecan benim hayatta kalmam için bana itici güç oluyor, oluyorda işte şu son olay canımı çok sıktı. O şerefsizin yaşamasına izin verdiğim için aslında çok pişmanım ama daha dünyaya yeni gelen o bebeğin yüzü suyu hürmetine yaşamasına izin verdim. O günlerde benim cadaloz kardeşim illaki evine geleceğim, yaşadığın yeri göreceğim diye tutturunca, şerefsizin evine kızkardeşimi alıp gitmiştim. Cingöz bir şeylerden huylandı ama bana hiçbir şeyde sormadı. İnşallah kalkıp anneminde aklını karıştıracak laflar atmaz ortaya.
Artık hava iyiden iyiye kararmaya yüz tutmaya başladı ve ben aklımda binbir düşünce hâlâ şu herifi bekliyorum.
Bir yanım şu adama güvensede, diğer yanım temkinli olmamı söylüyor. Rıhtımda süren bekleyişim sırasında, etrafını pembenin, eflatunun çeşitli tonlarına boyayan ve kendiside kızıl bir ateş topunu andıran güneşin yavaş yavaş ufuk noktasıyla buluşmasını izlemek büyük keyifti. Uzun zamandır böylesi muhteşem bir görsel şovu izleme şansım olmamıştı. O birbiriyle ahenkli renklerin boyadığı gökyüzünün aksinin, çarşaf gibi durgun denize vuruşunu sessizce izliyor olmak, gerilmiş olan sinirlerimi biraz olsun yumuşatmayı başarmıştı. Aracımın yanına yanaşan simsiyah aracın önce şöför kapısı, ardındanda arka sol kapısı açıldığında beklediğim misafirimin geldiğini gördüm ve son bir nefes daha çektiğim sigaramı özel yapım gümüş uzun küllüğümün deliğinden içine attım. Oyalanmadan aracımın kapısı açtığım gibi dışarı çıktım. Sözleşmiş gibi ikimizde spor giyinmiştik.
Gelip bana elini uzattığında, bende tokalaşmak için ona elimi uzattığım an, nasıl olduğunu anlayamadan bileğimde kelepçeyi gördüm ve kelepçenin diğer ucuda onun bileğine geçti.
Neye uğradığımı şaşırdım.
“Sinan bey, kanunun bana verdiği yetki ile sizi gözaltına alıyorum. Konuşmama hakkına sahipsiniz. Söyleyeceğiniz her söz aleyhinize delil olarak kullanılabilir,” dedi ve sustu.
Film falan mı çekiyoruz lan biz burda?
~ ~ ~
Temmuz ortası..
Yerde hâlâ cam kırıklarını toplamakla meşgul olan kıza bakıyordum ve o bana bakmamaya yemin etmiş sanki.
İyi madem!.. sen bakmazsan, ben zorla baktırırım yüzüme..
Parmak uçlarımda çömeldim ve onunla aynı seviyede durmaya başladım.işte o zaman başını kaldırıp yüzüme, gözlerimin içine baktı. Hayırdır dercesine kaş göz işareti yapınca ona, “ne be kaşın gözün ayrı oynar, görmez misin bardak kırdım, onların parçalarını toplarım. Em bana kim olduğumu sorarsın, asıl sen kimsin beya?” diye telaşlı ve kızgın sordu bana.
“Şarköy’lü müsün kız sen, kim çağırdı seni buraya? adım Haluk ve bu evin sahibiyim,” dediğimde o gök mavisi gözleri kocaman açıldı. Sonra hemen bakışlarını benden kaçırıp, yine etrafa bakınmaya başladı. Başka cam parçası görmemiş olacak ki hiç oyalanmadan ayağa kalktı. Bende bu durumda sızlamaya başlayan parmaklarımın üzerinde durmaktan kurtuldum ve doğruldum. Aramızda çok fazla boy farkı olmasada ben yinede ona tepeden bakıyordum. Başını yukarı kaldırıp yüzüme baktı yine.
“annelerimiz airetlik arkadaş.. senin annen bira raatsızmış, annemden rica etmiş, kızın az gelip benim yanımda kalsın demiş, annemde bana, “Gözde kızçem airetliğim astadır, benden yardım ister, senin kızçeyi bana gönder der, hazırlan İstanbul’a git der.. bende çıktım geldim. Bir aydır burdayım Aluk bey! Biraz daa durup evime dönerim sonra!”
Al işte buda bana Aluk dedi ya! Delireceğim şimdi.
Tutamadım kendimi parmağımı ona doğru uzatırken, oda geriye doğru çekildi. O gözleri parmak ucuma bakarken resmen kaydı.
“sakın bana bir daha Aluk deme! Haluk be Haluk!” diye tüm sinirimle çıkıştım bu tanımadığım kıza.
“aaa naparsın be?! çektir şu elini gözümün önünden.. Aluk derim bende sanki Asan demişim gibi kükrersin! kendine gel beya!”
Yok! Bunlar beni delirtmeye yemin etmişler.
Fıttırdım resmen. Mutfaktan çıktığım gibi üst kata çıkan merdivenlerin başına gittim ve bas bas bağırmaya başladım.
“anneee!.. nerdesiin? hemen bu kızı geri gönderiyorsun! Sakarın önde gidenini getirtmişsin birde.. yakında evi başımıza yıkacak!.. Nerdesin annee?!!”
Deli gibi bağırmama üst katta değilde salon kapısında görünen annem, telaşlı birkaç adımda yanımda bitti.
“abe kızanım, ne bağırırsın, ne istersin kızcağızdan, iç insan evden misafirini kovar mı?”
"Bu kız şimdi evde gerçekten misafir mi yoksa başka amaçla mı çağırdın onu buraya anne? Mesala ben onu beğenipte evleneyim diye ha!.. olabilir mi acaba?"
"Oooşşt küpeek! Sen kimsinde beni beğenipte kendine kadın yaparsın? Sen beni istesende ben seni istemem be! Sümüklü darbuka sıfatlı seni!"
Hayatım boyunca ilk defa duyduğum bu sözler karşısında neye uğradığımı şaşırdım. Dünün bebesi beni beğenmemişmiş!
Tüm kızgınlığım ve şaşkınlığımla dönüp anneme baktım. Tabii aklımdan geçenleri oda anlamıştı ve ortalığı düzeltmenin telaşına düşmüştü.
"aaa Aluk'um o ne biçim lakırdı a kızanım? Astayım ben beya! Airetliğim anasıda bana yardım eder, evin yükünü alır diye gönderir kızını.. sende bize iftira edersin be evlatçım! Yok öyle içbir şey!" dedi, dedi ama içime bir şüphedir düştü işte. Bakışlarım yeniden kızı bulduğunda onunda bana çok kızgın baktığını fark ettim.
"Ne bakarsın be öküzün trene baktığı gibi? Oş senin yanında öküzlük bile anlamını yitirir. Çek üstümen o ölü balık gözlerini!"
"Kız bana bak! Kendini fasulye gibi nimetten sanma. Sen kim ben kim? Annem iyi artık.. sağlıcakla evine dönebilirsin artık.. hadi uğurlar olsun," dedim ve hızla arkamı dönüp merdivenlere yöneldim.
"Teyzecim, gerçekten iyiysen ben artık evime döneyim.. misafirliğin azı makbulmuş! Ama önce şu koca öküzüne biraz olsun terbiye verirseniz çok iyi olur. Malum.. kimse, hatta hiçbir genç kız böylesi kibir budalasının eşi olmak istemez! Müsadenizle bende toparlanayım."
Bir iki adım atmıştımki arkamdan söylenen, üstelikte oldukça düzgün bir şiveyle söylenen bu sözleri duyduğumda, olduğum yerde çakıldım kaldım. Dönüp arkama bakmak istiyordum ama sebebini bilemediğim bir hisle buna cesaret edemiyordum. Çok garip bir şekilde utanmıştım. Az önce duyduğum o car car, kapı gıcırtısı gibi sesten eser yoktu kızda. Sesi çok tatlı, Türkçe'si de oldukça düzgündü. Tam cesaretimi toplayarak dönüp ona bakacaktım ki, yanımdan geçip gitti ve bir iki adım attıktan sonra dönüp bana baktı.
"Ben Gözde.. İstanbul Üiversitesi Türk Dili ve Edebiyat'ı bölümünü birincilikle bitirdim. Kpssye hazırlanan bir edebiyat öğretmeni adayıyım. İşte ben buyum!.. ya siz?"
Söyledikleri karşısında ağzımı açıp tek kelime edemedim. Bir matematikçi olarak, oldum bittim edebiyatı çok sevmiştim ama işte o konuda çok zayıftım! Sessizliğim karşısında yüzüne zafer kazanmış bir savaşçı tebessümü yavaş yavaş yayılırken, o koyu mavi gözleri, gözlerimi delip geçti sanki ve o an, kalbimin teklediğini hissettim. Ensemde hissettiğim ürpertinin bir tarifi yoktu ve ben bunu daha önce hiç yaşamamıştım.
"Suskunluğum asaletimdendir, her söze söylenecek bir sözüm vardır; yalnız bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye. Mehmet Akif Ersoy büyüğümüz, ne güzel söylemiş değil mi beyefendiciğim? Size iyi günler!"
Son sözleriyle beni bildiğim gömdü de gömdü!
Ne denir ki şimdi bu lafın üstüne? Hemde bir edebiyatçıya?
~ ~ ~ ~ ~