Yukarı odama çıktığımda ardımda bıraktığım paçozun o kibirli aklının, söylediğim son sözle meşgul olduğunu bilirim.
Iyar agası.. yumurta kabuğundan çıkmış, kabuğunu beğenmezmiş. Aşağıdaki at nalı sıfatlıda aynı öyle beya. Kendi şivemizi severim, konuşurum.. sanane be sanane!!
Beğenmez bizi anladım ben, tepemizden bakar bize sırık oğlu sırık! Sana kalmıştım bende zaten. Şeytan görsün be yüzünü!
Abim olacak domuzada sinir oldum. Arayayım şunu da gideceğimi söyleyeyim. Kızar şimdi o da bana, “aber vermeden gidersin seni ınzır!” der bana sonra.
Elime aldığım telefonum sinirden titreyen parmaklarımın arasında kıpır kıpır beya. Abimin numarasını bulup emen aramaya geçtim. Çalar çalar ama açmaz be gıcık erif!
"Alo" dedi tanımadığım bir erifin sesi. Atladım sazan gibi!
"Abe kimsin sen? Abimin telefonuna niye sen bakarsın?"
"Asıl sen kimsin? Adında küheylan diye kayıtlı telefonda.. kimin nesisin?"
Nee? Küeylan mı?
Şok oldum bir anda.
Abim neden beni eşek ismiyle kayıt eder ki? Acaba eşek gibi inatçıyım diye mi beya? Oooşt be abi oşşt!!..
"Sen benim kim olduğumu bırakta abimin telefonuna niye başkası bakar onu söyle?"
Sesim, şaşkınlığından sıyrılırken oldukça sert çıktı. Bir yandanda alacağım cevaptan korkarım.
"Demek abin oluyor Sinan bey? Bayan Küheylan, abin Türk polisinin uzun süre konuğu olacak.. ben komiser Arda ve abin şu an sorguda!" demez mi bana ya?
Neye uğradığımı şaşırırım beya!
Abimi polis alır, e bizim iç aberimiz olmaz! Nasıl iştir bu?
"Abim hangi şubede?"
"Bununla ilgili sana bilgi veremem. Avukatını ara ondan bilgi al Küheylan hanım!" dediğinde, "sensin küeylan be! Addini bil Arda mısın nesin?" diye yapıştırdım cevabı. Buda yetmedi lap diye kapadım suratına telefonu. Zaten bozguna uğramış gibi issederim, birde erifçi oğlu bana Küeylan der. İyice ayarım bozulur beya.
Abimin avukatının telefonunu bilmem ki ben, avukatı olduğunu bile bilmezdim. Ne yaparım, ne ederim aklım karıştı ki benim. Düşünüp dururum ama bir çözüm bulamam. Son anda aklıma aşağıdaki ödük geldi. Acaba ondan yardım istesem bana yardım eder mi ki?
Yok... iç iyi bir fikir değildir bu.. emen vazgeçtim. Kime, neye nasıl ulaşacağımı iç bilmem. O avukat bari kendiliğinden beni arasada ne olup bittiği hakkında bilgi verse. Telaşım artarken, emen valizimi hazırlamaya başladım. Kulağıma çarpan adım sesleriyle bir an olduğum yerde öylece durdum. Sinirlerim fena alde bozulurken, ağlamaya başladım bir anda. Kapım aralık kaldığı halde tıklatıldığını duydum.
"Evet?" diye seslendiğimde az önceki erifin sesini duydum.
"İzninle gelebilir miyim?" diye sorar kibarcık.
"Ayırdır, ne oldu?"
"İzin var mı? Onu söyle önce!.."
"Buyur gel!"
Az önce dalgalı deniz gibi kabarıp üstüme sıçrayan erif, şimdi süt dökmüş kedi avasında aralık kalan kapıdan içeri sızdı. Yatağımın üzerine çıkardığım küçük valizimdeydi gözleri ve nedense bakışlarında hem şaşkınlık, hemde hüzün vardı.
"Başlamışsın hemen hazırlanmaya!" dediğinde gözlerindeki hüzün, sesinede yansımıştı ve ben, buna şaşırmaktan alamadım kendimi. Ruh hali çabucak değişen tiplerdendi bu adam.
"İnsan kovulduğu evde daha fazla barınmak istemez Haluk bey.. eh bu zorunlu misafirliğim artık bitmeliydi. Birazdan çıkıp gitmeliyim. Kadıköy'den kalkan otobüse anca yetişirim," dedim ama aklım ister istemez abimdeydi. Bir an sessizce birbirimize baktık ve onun gözlerime ısrarlı bakışları karşısında, bakışlarımı valizime kaydırmak zorunda kaldım. Sanki sessiz yardım feryadımı telefonum duymuştu ve bir anda çalmaya başladı. Ekranda beliren isim Sinan Paşa'm dı. Telaşla telefona cevap verdim.
"Küheylan, ben Arda. Aslında böyle bir şey asla yapmam ama haline acıdım. Vatan caddesine gel, abinin avukatı burda. Sana gerekli bilgiyi verir."
"Tamam Arda bey. Çok teşekkür ederim. Lütfen avukata benim geleceğimi söyler misiniz?" dedim kapıldığım heyecanımla.
"Tamamdır, çık gel hadi!"
Konuşma sonlandığında ne yapacağımı iyiden iyiye şaşırmıştım. Hızlıca kalan eşyalarımı valizime tıkarken odadaki adamın varlığını unutmuştum bile.
"Hayırdır ne avukatı?" diye sorduğunda, bir an olduğum yerde vurgun yemiş gibi kaldım. Sırtım ona dönüktü ve yavaşça dönüp Haluk isimli bu herife baktım.
"Abimin başı dertte, tutuklanmış. Avukatıyla görüşmeye gideceğim. Sorun nedir bilmiyorum, ne olup bittiğini öğrenmem gerekiyor," dedim.
"Nereye gideceksin?" diye sorduğunda gerçekten duyduğu bu haberle ilgileniyormuş gibiydi.
"Vatan caddesine!"
Öğrendiği bu bilgi ile yüzünden karanlık bir gölge geçti. Kaşlarını çatarken derin bir nefes aldı.
"Tamam, birlikte gideriz. Şimdi seni yalnız bırakmak olmaz," dedi ya, çok şaşırdım ama aynı anda müthiş bir rahatlama yaşadım. Yinede bu teklife sazan gibi atlamak istemedim.
Onun beni az öncesinde evinden bir pislikmişim gibi kovduğunu unutmuş değilim. Denize düşen yılana sarılır durumunu şu an canlı kanlı yaşıyor olsam bile hemen kabul etmiş gibi görünmek gururuma dokunuyordu.
"Gerek yok, sağolun.. kendim giderim," dedim ama ısrar etmesi için resmen içimden yalvarıyordum..
"Olmaz öyle şey, madem ki annemin can arkadaşının kızısın, ben götürürüm seni."
İçten içe istediğim şeyin olması ile biraz daha rahatladım ve, "peki... öyle olsun," dedim.
"Ben seni araçta bekliyorum," dedi ve bir şey söylememe fırsat tanımadan çıkıp gitti. Onun ardından son kalan birkaç parça eşyamıdavalizime koydum ve kol çantamı omuzuma taktığım gibi, bende odadan çıktım.
Dağınık bırakmadığımdan emin olmak için son kez kapıdan içeri kafamı uzattığımda, her şeyin dertli toplu olduğunu görünce rahatlama silsileme bir yenisini ekledim ve daha fazla oyalanmadan merdivenlerden hızlı adımlarımla indim.
Mevlide teyzem beni elimde valizimle görünce bakışlarını mahçubiyet sardı.
"Abe kızçem, sen bizimkinin sözlerine ne bakarsın, oldu mu şimdi böyle çabucak azırlanmak?"
"Yok ondan değil teyzem, zaten artık gitmeye niyet ederdim... bu tesadüf olur sadece," diye cevap vermekte buldum çareyi.
Valizimi hiç yere bırakmadan Mevlide teyzenin elini öptüm, hayır duasını, anneme ve tanıdıklara bol bol selamını alıp evden dışarı çıktım.
Kapalı garajdan çıkmış cillop gibi simsiyah aracı, bahçe kapısının önünde çalışır durumda görünce adeta adımlarım birbirine karışarak o yöne doğru ilerlemeye başladım. Aracın arka kapısına yanaştım ve hiç beklemeden açtım. Önce küçük valizimi sonrada kendimi aracın içine attım. Dikiz aynasından göz göze geldiğimizde, "valiz ne?" diye sordu.
"Dönüşte buraya gelmeyeceğim, otogara gidip yola çıkarım," dedim. Hiçbir şey demesede mahçup bakışlarıyla bir şeyler anlatmaya çalışır gibiydi ama o an bu benim umrumda bile değildi.
Sürgülü otomotik kapı kendi yolunda ilerlerken, bizimde Vatan caddesinde son bulacak yolculuğumuz başlayıverdi.
Florya yollarında ilerlerken aklımı meşgul eden tek düşünce abimin tutuklanmış olmasıydı ve başına nasıl bir dert sardığıydı.
Şubeye gelince etraftaki polis araçları, sağa sola koşuşturan insanlar, yolun yoğunluğu alaboraya tutulmuşum gibi hissetmeme neden oldu. Oldum bittim böyle emniyetle ilgil şeylerden ürkerim ve şimdi karşımda koskoca harflerle yazan İstanbul Emniyet Müdürlüğü yazısı bu korkumu daha bir tetikliyordu.
Arap saçına dönmüş aklım ve yüreğimle, sakinleşmek için derin nefesler alıp veriyordm ve araçtan çıkabilmek için elimi uzatıp kapı kolunu tutacaktım ki kapının açıldığını gördüm. Hızlı Gonzalez Haluk bey, çoktan soluğu benim kapının önünde almıştı. İç sesim, "a şöyle adam ol len!" desede teşekkür etmekle yetindim.
Elimde hazır tuttuğum telefonumdan yine abimin numarasını aratınca, "geldin mi Küheylan?" diye soran o polisten başkası değildi.
"İkide bir bana öyle deme, asabımı bozma benim!" diye tısladım buna.
"Ooo atarlıyız.. bekle beni kapıda Küheylan!"
Küheylan'ı üstüne basa basa söyledi elin ödüğü.. lap diye kapadım telefonu yüzüne. Aksi gibi yağmur yağmaya başlamasın mı? İki dakikada sıçana döndüm. Kocaman binaya giden yolda koşturarak yürürken, ordan çıkanlardan biriyle çok fena çarpıştık ve ben, az daha kıç üstü yeri öpecektim. Yanımda benimle koşturan Aluk bey, bir anda kolumdan tutup kendisine doğru çekti beni ve dönüp benden özür dileyen adama ters ters baktı. Bakışları yeniden beni buldu ve nedense o gıcık gözlerinde acayip bir kızgınık vardı.
‘Anam buda ayrı bir deli beya!..’
"Sende yürürken önüne bak lütfen. Milletle burda papaz etme beni," dedi bana bir anda.
Şeytan der çak şunun ağzıma bir papaz tokatı, sağımdan üfleyen melekde der ki, kız delirme!.. belki ilerde kocan olur bu erif!.. iç sesimde ikisine birden, “kesin be! Zaten cinler tepemde dokuz sekizlik roman havası oynar, birde sizinle uğraşamam ben!” der.
Sustum kaldım. Erifçi oğlu ne bilir içimde Dandanakan savaşı kopar!
Birlikte kapılardan geçip içeri girmiştik ki hoop benim telefon yine çalar. Ay şimdi deliririm az kaldı vallai!
“Nerdesin Küheylan, kapıdan yanında biri ile giren kız sen misin?”
Karşıdan iri kıyım biri telefonla konuşurken bana doğru gelmeye başladı.
“Evet benim,” dedim kısaca hemen.
Adımlarının hızlandığını görünce nedendir bilmem benimkiler yavaşlamaya başladı ve tam binanın ortasındaki alanda karşı karşıya geldiğimizde, önümde durup gıcık gıcık gülümsemeye başladı manyak erif.
“Nasılsın Kü..?”
“Sakın Arda bey!” derken, sözünü kestim hemen.
“Peki, tamam!.. adını bağışla o zaman?”
“Gözde,” dedim hemen. Bu küeylan saçmalığını daha faza kaldıramam ben. Anladı bakışlarımdan ve lafı ağzına tıkmamdan, gerisini getirmedi niayet.
“Hadi yürü, seni abinin avukatının yanına götüreyim,” diyince yanımızda sessizce duran Aluk bey, “bende gelebilir miyim?” diye sordu. Komiser Arda, önce tuhaf tuhaf ona, sonrada bana baktı.
“Siz kimsiniz ve ne sıfatla bizimle gelmek istiyorsunuz?”
Bu absürt soru karşısında şaşıran ben tam ağzımı açıp komisere cevap verecektim ki, “ben Haluk, Gözde’nin nişanlısıyım,” demesin mi bizim Aluk?
Şaşkınlığın dibine düşerken, bırak küçük dilimi, az kalsın büyük dilimi yutacaktım.
Ey kurban olduğum rabbim! Niye bütün manyaklar beni bulur beya?
~ ~ ~ ~ ~