Abim, sırtındaki bej rengindeki ince ceketinin iç cebinden bir zarf çıkarıp bana uzattı. Tanırım ki ben o zarfı.. ona yazdığım mektup vardır içinde bilirim. Zarfı ondan alırken parmaklarım ayazda kalmış gibi titrer. Mektubu zarftan çıkarırken tıpkı o satırları yazdığım gecede olduğu gibi gözyaşlarım firar eder göz pınarlarımdan. Hangi satırda o yaşların olduğunu çok iyi bilirim ben ve benimkilerin yanına onunkiler düşmüştür, gördüm. Siyah renkli harfleri dağıtan o yaşlar, sanki üzerinden yıllar geçmiş gibi düştüğü yerleri sarartmaya başlamıştır bile.
Zar zor yutkunurum. Boğazım düğüm düğüm olur. Abime bakarken güçlükle gülümserim. Bilirim, okuduğu her satırla yüreciği incinmiştir, acımıştır ama bana başka çare bırakmamıştır ki! Ona, kim olduğunu hatırlatmak zorundaydım, belli ki unutmuştur ve o unuttuğu er bir şeyi ona atırlatmak boynumun borcudur, görevimdir ve ben, yüreğim kan ağlaya ağalaya görevimi yerine getirdim. Vicdanen raatım ama işte, kardeş canını yakmak yakar kavurur benimde yaralı yüreciğimi.
"Ben," der susar yine.
Neden ki? Gerçekten bu kadar zor mudur bana söylemek istedikleri o tatlı sert dudaklarından döküvermek?
Ona cesaret, güç vermem lazım gelir. Gülümserim yine, hemde onun sevdiği gibi tatlı tatlı gülümserim.
"Sen abim, döküver şu seni senden eden şeyleri ha! Bulalım birlikte yine benim yiğit abimi, sebaatkâr, ne istediğini, ne yaptığını bilen abimi, birlikte bulalım, gel hadi abim!" dedim ve elimi masanın üzerinden ona uzattım. Gözlerime bakan gözlerinde yaşlar vardı ama yine de bana gülümseyebildi. Elimi tutan eli buz gibidir.
Üşür müsün sende benim gibi be abim?
"Ben, hepinizi kandırdım abim be! Kandırmak zorunda kaldım.. ama inan bunu kendim için yapmadım. Doktor muyum? Evet doktorum gök gözlüm.. kaçakçı mıyım peki?.. ah evet ve inan bu çok ağır geliyor bana.. peki nasıl polis olabildim ben? Polis değilim be abim. Annemlerin anlayabileceği dilden konuştum o anda.. kalk gidelim burdan.. konuşamam böyle ortalık yerde. Mürefte'ye gider gibi bizim zeytin bağına gidelim.. sana her şeyi orda anlatacağım, ama benim anlattığım gibi sende hepsini unutacaksın!"
Söylediği her bir söz balyoz gibi iner yüreğime. Aklım karışır, ruhum talan olur bu sözlerle. Bir korku salar ki içime, ucu bucağı olmayan hırçın denizler gibidir.
"Tamam gidelim abim," dedim ama düşündükçe öğreneceklerimden daha çok korkar olurum.
Çıktık dondurmacıdan ve taksi durağına gittik. Bu inanılmaz sıcakta ekmek parası için sıra bekleyen taksiye bindik. Abim, “Mürefte yolu,” dedi ve şöför abi, bastı gaza.
Abim, benim yanımda arka koltukta oturdu ve elimi avucunun içine aldı. Yazık, belli ki yine çok gerilmiş, avuçları ter içinde..
Yolu izlerken dikkat ettim ki artık o güzelim zeytin bağları bir bir yok olur, yerine yeni site inşaatları yapılır. Eskiden böyle değildi ki. Bağlarına evlatları gibi bakan büyükler bu dünyadan bir bir göç ettikçe; bağ, bostan, zeytin, ay çiçeği gibi işlerle uğraşmak istemez yeni gelen nesiller. Akbabalar gibi bekleyen inşaat işlerinde olanlarda emen çöker bu bağlara, geri çevrilmeyecek paralarla mirasyedilerin gözlerini kör ederler, alırlar bereketli toprakları, mezarlara çevirirler ve er yer site olur, ev olur.. artık esamesi okunmaz bağların, baaçelerin.
Off be!.. yüreciğim daralır yine. Afif kıvrımlı asvalt yolda tam gaz giderken bizim zeytin bağıma yaklaştığımızı gören abim, “müsait bir yerde inelim,” dedi şöföre. Araç yolun sağına yanaştığında abim, taksimetrenin biçtiği ücreti adama uzattı ve kendisi araçtan iner inmez elini bana uzattı. Tuttum yine tıpkı çocukluğumdaki gibi bana güven veren o güçlü elini.
Avanın yakıcı sıcaklığı asvaltıda kızıştırır. Yerden yüzüme vuran sıcakla bir anda nefesim kesilir sandım. Asvalttan gelen o bilindik koku burun deliklerimden geçip ciğerlerime ulaştığında iyice soluksuz kaldım. Raat nefes almak için öksürünce abimin tedirgin bakışları emen yüzümü bulur.
“Devam ediyor mu yine astım krizlerin?” diye sorunca gülümsedim.
“Yok abi, epeydir bir şey olduğu yok, asvaltın kokusu ciğerlerime dolar, o tıkadı eralde şimdi biraz,” dedim. Gözlerinde hüzünle gülümser yine. Elimi tuttuğu gibi yolun karşısına geçtik. Sıra sıra zeytin ağaçlarının arasındaki toprak yolda yan yana yürüdük. Başkalarının sahip olduğu bağlar bittipte bizim ki başladığında, tozlu yoldan bizim bağın içine girdik. Birkaç ay sonra, kasım ayında şimdi etrafına tek tük zeytinleri dökmüş bu ağaçların altına kiminin hasır, kiminin kalın branda yaygıları yerlerini alacak ve hasat başlayacak. Bizim bağın köşesine bir odalık küçük bir bağ evi yapmıştı babam kendi elleriyle. Oraya doğru yürümeye devam ettik. Kaba betondan evin anahtarı, yine çatıdaki kiremitin içinde durur. Abim anahtarı yerinden aldığı gibi kapıyı açtı.
“Geç içeri kızım,” diyince bende içeri girdim emen.
“Abi telefonları da evde bıraktırdın, bizimkiler merak ederler şimdi. Fazla kalmayız değil mi burda?”
“Yok kızım, ben bilerek bıraktırdım telefonları. Her boku dinliyorlar.. seninle konuşmak zaten planladığım bir şeydi, o yüzden telefonsuz çıktık evden.”
Tahminimden daha önemli şeyler söyleyecek bana belli olur artık ve korkudan benim kalbimde sıkıştıkça sıkışır.
“Hiç sözümü kesmeden beni dinlemeni istiyorum Gözde’m. Sonra istediğin soruyu sorarsın canımın içi,” diye söze başladığında başımı afifçe sallayıp, sessiz kaldım.
İçerdeki tahta döşeklere oturduk. Kurumuş dudaklarını birbirine bastırdı ve dönüp bana baktı o derya deniz gözleriyle..
~ ~ ~
Yıllar öncesi..
Yine bir finalden başarıyla çıkmanın sevinciyle soluğu kantinde aldım. Benim can arkadaşlarım zaten çoktan tostları yaptırmak için kantine gitmişlerdi. Okulun son günleri artık ve tatil başladığı gibi soluğu ailemin yanında Şarköy’de alacağım. Nedense bu yıl çok özledim onları. Ah en çokda Gözde’m burnumda tütüyor.
Ferhat ve Anıl’ın oturduğu masaya doğru ilerlerken, masada daha önce hiç görmediğim üçüncü bir kişinin daha oturduğunu gördüm.
“Merhabalar,” dediğimde o tanımadığım şahıs, dikkatli bakan gözleri ile beni baştan aşağıya süzdü. Ürperdiğimi hissettim.
“Hoşgeldin Sinan,”dedi Anıl ve ekledi. “Abimle tanıştırayım seni,” dediğinde, içimden bir ses onun zaten beni tanıdığını fısıldıyordu kulağıma.
“Abim Togay,”dediğinde, kırklarındaki adamda elini bana uzattı. Onunla tokalaştıktan sonra, çektiğim sandalyeye otutururken, “Sinan, memnun oldum abi,” dedim.
“Bende memnun oldum Sinan. Gıyabında seni çok iyi tanıyorum. Anıl sürekli senden söz eder ve her defasında çok iyi ve güvenilir bir çocuk olduğunu söyler. Gördüğüm kadarıyla gerçekten öyle bir çocuğa benziyorsun.”
“Teşekkür ederim Anıl’a ve size. Elimden geldiğince iyi bir insan olmaya çabalıyorum abi,”dedim.
Can arkadaşımın abisine başka ne söyleyebilirdim ki?
Tostlar ve çaylar bittiğinde üçümüzün kiraladığı eve gitmek için masadan kalktığımda, Anıl ve abiside ayaklandılar. Ferhat’ın oturduğunu gördüğümde kız arkadaşını beklediğini anladım.
Anıl ve abisinden izin isteyip adım atmaya hazırlanıyordum ki Togay abi, “ne tarafa gideceksin, bırakayım seni? Anıl’ıda yolda bırakacağım, gideceği bir yer varmış,” dedi.
“Eve gideceğim abi bende.Fatih’e, biliyorsundur zaten,” dediğimde yüzünden hoş bir tebessüm geçti.
“Tamam, hadi gençler gidelim,” dediğinde aslında onlarla gitmek istemediğimi biliyordum ama Anıl’ın kalbi kırılmasın diye ses etmedim.
Kısa süren yolcuğulumuzda Anıl birkaç sokak sonra araçtan indi. Biz yola devam ettik. Togay abi arada bir dikiz aynasından bana bakıyordu.
“Gidip şöyle denize karşı bir yerde yemek yiyelim seninle,” dediğinde şaşırdım.
“Zahmet olmasın abi, eve gideyim ben,” desemde, çoktan sahil yoluna inmiştik ve gördüğüm bir şeyde vardı ki çok rahat bir şekilde emniyet şeridinden gidiyordu, hemde normal şartlarda yasak olduğu halde.
Beşiktaş’ta sahildeki bir restorana girdik ve anladığım kadarıyla zaten önceden ayırttığı bir masaya geçtik. Buralarda tanındığı belliydi. Cebinden çıkarıp, kapağını açtığı sigara paketini bana uzattınca şaşırdım.
“İçmiyorum abi,” dediğimde haylaz haylaz güldü. Cep telefonunu eline alıp, uygulamalardan birine girdi ve aradığı şeyi bulunca telefonunu çevirip bana gösterdi. Büyük bir şok dalgası bütün benliğimi kaplayıp kalbimin ritmini bozdu bir anda. Fatih’teki evin mutfağında tek başıma otururken içtiğim sigarayı aysn beyan gösteren bir resimdi. Resimden ayırdığım gözlerimdeki şaşkın bakışı görünce yine güldü.
“Sizi o eve kim yerleştirdi sanıyorsun? Hatırla o günleri.. Anıl ve sen deli danalar gibi okulunuza yakın bir ev arıyordunuz. Okul dönüşlerinde günlerce sokak sokak dolaştınız ve bak sen Allah’ın şu işine ki şimdi oturduğunuz evi buldu Anıl ve öğrenciye verildiği halde kirası oldukça da hesaplıydı.”
Derin bir nefes verip sustuğunda aklımdan geçen düşünce sözcüklerle ete kemiğe bürünüp dudaklarımdan kopuverdi.
“Kimsiniz siz?”
“Serdengeçtiler’i bilir misin?”
“Duymuştum.. yani Osmanlı döneminde savaşta yer alan öncü yeniçeriler diye biliyorum kısaca,” dedim ve sustum.
“Ehh doğru biliyorsun sayılır.. tabii şimdi artık başka isimlerle anılıyor Serdengeçtiler.. kimisi Mit diyor, kimisi de derin devlet, bazıları gladio.. kimisi de vatansever taşaronlar diyor ama ben, kime bağlıyım diye sorarsan istihbarattanım.. yani namıdiğer herkesin bildiği Mit ve aslında seni uzun zamandır izliyoruz.. tabii daha nicelerinizide.”
Sustuğunda siyah gözlerinin hedefi gözlerimdi. Artık şaşkınlık değil, deli bir meraktı beni esir alan ve saniye olsun kırpadan bana bakan o gözleri, benim söylediklerine ne tepki vereceğimi izlemenin derdine düşmüştü.
Neden beni ve onunda söylediği gibi nicelerimizi izliyorlardı ki?
Tepkisizliğim karşısında gülümsedi.
“Seni seçmekle hata etmemişiz. İstediğinde gayet soğukkanlı olabiliyorsun. Bazılarının karşısına çıkıp, birkaç şey söylediğimde korkudan altına kaçıranları gördü bu gözler,” dediğinde, korku belasına altını ıslatanlara kızamadım, çünkü aslında bende ürkmeye başlamıştım ama işte aklımı meşgul eden sorular, korkumu bastırmama yardımcı oluyordu.
“Neden beni izliyorsunuz ve benden ne istiyorsunuz?” diye sorunca, “sence?” demesi ile bu kez ben gülümsedim.
“Allah nasip ederse benim zaten bir mesleğim olacak, bunu zaten biliyorsunuz.”
Başka bir şey söylememe gerek yoktu. Bu açıkça hayır demenin başka bir yoluydu. Togay abi, yüzünde vereceğin cevabı zaten biliyordum gibi bir ifadeyle gözlerime bakmaya devam etti. Masaya bıraktığı sigara paketinden iki sigara çıkarıp birini bana uzattı ve biraz emrivaki, “yak bakalım,” dedi. Çok gergindim ve sigara içmeyi de deli gibi istiyordum. Zaten bildiği bir şeyi daha fazla saklamanın bir mantığı yoktu. Aldım sonunda sigarayı ve çakmağı çakınca beklemeden yaktım. Karşılıklı ilk sigaralarımızı içerken, “şimdilik kimse senden okulunu, ilerki zamanlardada mesleğini bırakmanı istemiyor. Hatta tam tersi okulunu çok iyi bir derece ile bitirmen en büyük temennimiz. Günü geldiğinde bu memleketin senin gibi genç ve başarılı doktorlara çok ihtiyacı olacak, lakin o günlere daha var. Ülkenin içi saha hem yurt içinden, hemde yurt dışından saha ajanları ile kaynıyor ve birçoğu ya sıradan insanlar gibi görünüyor ya da üst düzey görevlerde ve akla gelebilecek her meslek türünden işlerle meşguller. Bizde onları aynı silahla vurmanın derdindeyiz. Mesela sen benim, bir kuyumcuda çalıştığıma inanır mısın?” diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim. Sessiz kalmayı tercih edince kendinden emin bir ifadeyle gülümsedi.
“Bak çocuk, biz durduk yere hiç kimseye gidip, hey merhaba!.. ben istihbarattan falan filanım diye selam vermeyiz ve sen ne demek istediğimi gayet iyi anlıyorsun. Eğer ben senin karşına çıkmışsam ve sana kendimi olduğum gibi tanıtmışsam, artık bizdensin demektir. Sen istesende istemesende bu böyledir,” dedi ve sigarasından derin bir nefes çekti. Aklıma takılan bir soruyu sormadan, “evet, Anıl’da bizden,” dedi.
İşte o an artık ağa takılan balık gibi bu insandan ve ardındakilerden kurtulamayacağımı idrak ettim.
Karşımda ardını göremediğim yeni bir kapı açılmak üzereydi ve anladığım kadarıyla benim o kapıdan girmeme gibi bir lüksüm yoktu ve en son söylediği söz ile beni can evimden vurdu ve o an itibariyle sonu ne olacaksa olsun benden istenileni yapmaya razı oldum.
“Evlat!.. mevzubahis vatansa gerisi teferruattır!.”
~ ~ ~ ~ ~