Özgürlüğüm için çıktığım bu yolu köle olarak sonlandırdım. Kendimi kurtarmak için yapmama rağmen daha da battım. Peki kim kurtaracak beni? Kim benim için kendini tehlikeye atabilir ki? Hiç kimse... Kendimi gene ben kurtarabilirim.
Nerden bile bilirim ki? Beni bataktan kurtarıp daha büyük bir batağa sürüklemeyeceğini? Zaten batmışım batacağım kadar. Kendimi yokluğun, yanlışların, ihanetin ve hatanın içine sürükleyerek bu yolda kurtulmayı beklemek olası bile değil!
Bütün yollarım kapalıyken, yeni bir yola girmek ne kadar tehlikeli olsa da, her şeyi denemeliyim. Tek şansım bu. Ya pes edecektim, yada her yolu deneyecektim. Sonuçlarına katlanarak.
O konuşmadan sonra hiç odasından çıkmadı. Kahvaltı bile yapmadan gitmişti sabah. Acıkmıştır diye mutfağa girip yiyecek bir şeyler hazırladım. Dolaptan tavuk çıkardım. Kandan veya etten tiksinmediğim için hiç sorun olmuyordu. Etleri tavaya yerleştirdim. Altını da yaktıktan sonra tepsiye çatal ve ekmek koydum. Etler kızardıkça tabağa koydum. Bende biraz açtım ama ilk önce Rüzgar yesin zaten ben aç kalmam!
Etlerin hepsi kızardıktan sonra, tepsiye bir bardak kola koyup merdivenlere yöneldim. Umarım düşmem. Merdivenleri yavaş ve dikkatli adımlarla çıktıktan sonra Rüzgar'ın odasınına önünde durdum. Elim dolu olduğundan ayağımla kapıya vurdum ama ses gelmiyordu. Tekrar vurdum. "Rüzgar elim dolu kapıyı açar mısın?" cevap bekledim ama hala ses yoktu. Merak etmeye başlamıştım ama ne olabilir ki? İntihar etmiş olamaz. İçeri hırsız zaten giremez. Girebilir mi acaba? Girse Rüzgar güçlü zaten. Belki hırsız daha güçlüdür. Belki de ayağı kaydı...
Daha fazla aklımı karıştırmadan tepsiyi yere bırakıp odanın kapısını araladım. İçeriye baktığımda kimse yoktu. Tepsiyi kapının önünden alıp masaya bıraktım. Oda aynısı gibiydi tek fark biraz daha dağınık. Odadan çıkıp etrafa baktım. Hiçbir yerde görünmüyordu. Koridorda gezerken kahverengi odanın kapısının açık olduğunu gördüm. O odada ne olduğunu her şeyden çok merak ediyordum. Ama içeri girersem ve Rüzgar bunu öğrenirse yeni iş aramam gerekecek. Kapıya vurmakla yetindim. Elimi yumruk yapıp bir kaç defa kapıyı tıklattım. "Rüzgar orada mısın?" odaya göz ucuyla bakmak için kapıyı elimle hafif ittim. İçerisi aşırı karanlık olduğundan göremiyordum. Bir masa lambasının aydınlattığı büyük bir masayı görebildi sadece, oda kapının solundaydı. Elim hala kapının kolundayken kapı içeri doğru hızlı bir şekilde açıdı. Kapı kolu parmaklarımın arasından kaydı. Bir hışımla Rüzgar dışarı çıkıp kapıyı cebinden çıkardığı anahtarla kitledi.
Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Göz bebekleri büyümüş ve gözleri irileşmişti. "Sana bu kapıya yaklaşmamanı söylemiştim!"
Seslendiğimi duymamış mı? "Seslendim cevap gelmeyince merek ettim. Odana yiyecek bir şeyler bıraktım. Açsındır diye!"
Cevabını beklemeden merdivenlere yöneldim. O odada bu kadar önemli ne olabilir ki?
Merdivenlerden inip mutfağa yöneldim. Pasta yapacaktım. Pastanın hamurunu hazırlayıp yuvarlak bir kaba boşalttım. Fırına yerleştirip pasta süsü hazırlamaya başladım. O sırada elinde tepsiyle Rüzgar içeriye girdi. Pasta kremasını çırparken Rüzgar yanıma gelip ne yaptığıma baktı. "Pasta mı yapıyorsun?" kafamla onaylayıp renkli şeker hamurlarını çekmeceden çıkardım. "Sen hamurları aç ben şekil veririm."
Yanlış duydum galiba! Rüzgar bana yardım mı edecekti? Yemek yapmakta! Zaten tek başına yapsam yakar yada kötü yapardım. Olmazsa onu da suçlarım. İşime gelir. Ellerini yıkayıp yanıma geldi. Elime aldığım merdane ve zar zor bulduğum un paketini masanın üzerine bıraktım. Masaya serpiştirdiğim unun üzerinde hamuru ince şekilde açtım. Pembe hamur daha da genişlerken biraz daha un ekledim. Ellerim ve masa un olsa da aldırmadan devam ettim. Tepede topladığım saçımın, arasından çıkan bir kaç tutamı kolumla önümden çekmeye çalıştım. Tabi olmadı. Tekrar gözümün önüne düştü. Ellerimi saçıma süremediğimden, kafamı yana sallayarak önümden uzaklaştırdım. Tabiin kısa süreliğine.
Açtığım hamuru Rüzgar'a uzattım. Masadaki bıçak ve küçük kesme aletlerini hamurun yanına aldı. Saçlarım hala önümdeyken tutup koparasım geldi. Sinirlerimi bozmaya başlayan saçıma bu sefer üfleyerek önümden çekmeye çalıştım. Ve gene hüsran!Elimi yıkayacağım sırada yüzüme değen elle soluma döndüm. Rüzgar saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp, şekilli kesme kalıplarıyla hamuru kesti. Onun bana dokunduğunda hissettiğim şeyi Göktuğ ile sevgiliyken hiç hissetmedim. Yada bana dokunan başka erkekten. Zaten bana tek dokuna bilen Göktuğ ve babam. Hiçbirinde aynı huzuru hissetmedim. Yada dokunduğunda tenimde hissettiğim sıcaklığı.
Keki fırından çıkarıp soğumaya bıraktım. Rüzgar hala hamurlara şekil veriyordu. Bende pastanın dışı için krema ve beyaz bir şeker hamuru açtım. Rüzgar şekilleri masaya sıralayıp hepsini teker teker inceliyordu.
Keki kesip arasına pasta kremasını sürdüm. Üstünede son hazırladığım kremayı sürüp beyaz şeker hamuruyla kapattım. "Bundan sonrasını ben yapayım sen tabakları ve içecekleri hazırla."
"Arya'yı da mı çağırsak?" aklıma gelen fikiri hemen öne sürdüm.
"Okuldadır."
"Arya nerede yaşıyor? Yanına almayı düşünmedin mi?" annesinin öldüğünü biliyorum ama babasına ne oldu? "Babanla mı yaşıyor?" soruları üst üste sormaya başlamıştım ama cevap vermiyordu. Derin bir nefes alıp dışarı bıraktı. O sırada kulağıma gelen müzikle geldiği yere baktım. Masanın üzerinde ki telefon son sesiyle çalıyor bir yandanda titriyordu.
Rüzgar ellerine baktı sonra benim ellerime. "Elim pis. Telefonu aç."
Kafamla onaylayıp telefona baktım. İsim yazmıyordu. "Kayıtlı olmayan bir numara. Açayım mı?"
"Aç. Elim pis kulağıma sen tut." masada ki telefonu alıp açtım. Rüzgar'ın kulağına yaklaştırdığım da bana ses gelmiyordu. Rüzgar'ın yüzüne baktığımda kaşları çatılmıştı. Elinin pis olmasına aldırmadan telefonu elimden alıp mutfaktan çıktı. Salona girdiğinde direk pencerenin köşesine gidip bahçeye baktı. Sinirlenmişti, üstelik boşta ki elini yumruk yapmıştı. Gözlerinde ki öfke ve buğulanmayı yakınında olmadan bile görebiliyordum. Bana dönüp baktığında bende ona baktım. İlk defa gözlerini kaçırdı benden. Sorun ne acaba? Rüzgar'ın buz mavisi gözleri öfke ve kırgınlıkla bakıyordu. Telefonu kapatınca tekrar bana döndü. Mutfağa girmeden kanepeye oturup laptopu açtı. Bende bardaklara içecekleri koyup salona geçtim.
"Gidecek misin gene?"
Anlamamış gibi bakınca açıklama yapmadan mutfağa döndüm. Pastanın süsleri tam olarak tamamlamıştı. Kalan süslemeleri pastanın üzerine öylece yerleştirip, bıçak alıp salona girdim. Rüzgar kolayı eline almış yudumluyordu. Canı bir şeye sıkılmış. Pastayı masaya bırakıp yanına oturdum. "Kötü götürüyorsun. Bir şey mi var?"
Bana bakmıyordu. Pastaya odaklanmıştı. "Yok bir şeyim. Olamaz da!"
Hahh eski Rüzgar geri döndü. Pastayı dilimlere ayırıp tabaklara yerleştirdim. Büyük dilim olanı kendim alıp diğerini Rüzgar'a uzattım. Elimden tabağı alıp yemeye başladı. Umarım güzel olmuştur.
"Evini neden terk ettin?"
"Soru-cevap oyunu mu oynayacağız?" anlamamış gibi yapınca devam ettim. "Ben senin sorunu cevaplanacağım ve sende benim sorunu cevaplayacaksın."
"Oyunlardan hoşlanmam." bir şeyi de sevse otoritesini bozar zaten.
"İstiyor musun? İstemiyor musun?"
"Tamam cevapla sorumu." Rüzgar'ı pes ettirdim. Merak her şeyi yaptırır işte.
Derin bir nefes alıp dışarı verdim. Elimde ki tabağı masaya bırakıp Rüzgar'a döndüm. O da bana bakıyordu. "Babam çok sert bir adamdı. Onun gözünde hep suçluydum. Bende dayanamadım."
"Tek sebep bu mu? Baban!" kaşları çatılmış. Alnındaki kırışıklıklar bile onun güzelliğini bozmuyordu.
"Evet! Tek ve en büyük sorun babam."
"Emin ol senin babandan daha kötü babalar var."
Söylediği şeyin altında yatanı anlamıştım. Kendi babasından bahsediyordu. Ne kadar kötü olabilir ki? "Nasıl yani?"
"Kimi baba evden atıyor. Sen kendin terk etmişsin evi."
"Tamam sıra bende." aklımda onlarca soru var. Çoğunu ilerleyen zamanlarda öğrenirim ama o odayı hiçbir zaman öğrenemem. Tabii bir şansım var. "O odada ne var?"
Tek kaşı havalanırken ayağa kalkıp kolumdan tuttu. "Öğrenmeyi çok mu istiyorsun?"
Kolumu kavrayan elini tehditkar bir şekilde sıkmaya başladı. Canımı yakmaya başlamıştı ama aldırmadım. "Evet!"
Kolumdan çekerek beni merdivenlere yöneltti. Basamakları seri çıkarken düşmemek için diğer elimle bende onun kolunu kavradım. Merdivenler bittiğinde cebinden anahtar çıkarıp odanın kapısına ilerledi. Bende peşinden gitmek zorunda kaldım. Güçlü parmaklarını tenimde hissederken aynı güven duygusu tek fark biraz da korku hissediyordum. Kapıyı açıp beni içeri çekti. Aslında savurdu. Düşmemek için karanlıkta elime değen ilk şeyden tutundum. Soğuk bir ahşap. Pürüzsüz ve sert. Etraf bir anda aydınanınca Rüzgar'a baktım oda bana bakıyordu.
"Bana değil odaya bak Hayal! Burayı ben ve kardeşim dışında gören tek insansın. Ama bunun bedeli büyük olacak!" odada ne olduğunu bırakıp Rüzgar'ın dediği şeyi idrak etmeye çalıştım. Bedel! Nasıl bir bedel!