Zaman kavramı benden öylesine uzaktı ki ne haldeydim, saat kaçtı hiçbir fikrim yoktu.
Burnuma gelen güzel kokular ile açlığım kendini belli ettiğinde göz kapaklarım yavaşça birkaç kez açıldı ve kapandı.
Uyuya kalmıştım.
Yatmadan önceki pozisyonunda değildim, tamamen uzanmış üzerimde de pikeler vardı.
İçerisi ilk geldiğimiz zamana göre sıcacıktı, kemiklerim dahi ısınmıştı.
Ne olduğunu ve nerede olduğumu algılamaya çalışırken dik dik yabancı adama baktığımın farkında değildim. O da tekli koltuğa oturmuş, sağ ayağının bileğini sol dizine koymuş yayılarak oturuyordu.
Sobayı yakmıştı. Sobanın yuvarlak gözlerini çıkarmış ateş gözler önündeydi. Demire takılmış büyük et tepeden aşağı sallanıyordu.
Onu nerede bulmuştu?
“O ne?”
Önce sessiz kaldı ama ısrarla soracağımı düşünmüş olmalı ki cevapladı. “Dağ keçisi.” Bu esnada elinde çevirip durduğu çalıya ilişti gözlerim. Nasıl yakaladığını bilmiyorum ama neyle kestiği belliydi. Siyah peçesi hala yüzündeydi. Sanki güzel yüzüne gölge düşürüyordu ancak esrarengiz bir hava da veriyordu.
Onu incelemekten kendimi alıkoyamıyordum.
Enteresan bir ürkütücülüğü aynı zamanda çekiciliği vardı.
Et yarım saat kadar daha pişti. Bu esnada o gözlerini kapatıp kafasını arkaya yaslamış öylece bekliyordu. Yarım saat sonra aniden ayağa kalkmasıyla korkup irkildim. Oysa ki uyuyor gibi görünüyordu.
Ne dengesiz adamdı böyle.
Eti son kez daha çevirdi ve kenarda çoktan hazırlamış olduğu sehpanın üzerine yerleştirdiği tahtaya bıraktı. İlgiyle onu izliyordum. Sehpayı kendi önüne çekip yemeye başladığında, sertçe yutkundum. Bana vermeyecek miydi? O kadar şeyi kendi mi yiyecekti?
“Bana yok mu?” dedim üzüntüyle. Gözlerini etten kaldırdı ve bana dikti.
“Yemek isteyen dışarıda avlanabilir.”
Kaşlarımı çattım. “Senin yüzünden bu lanet yerde tıkılı kaldım.”
“Arabama binmeseydin.”
“Sende durabilirdin.”
“Binmeseydin durmak gibi bir problemim olmayacaktı.”
Hızlı hızlı soluk alıp vermeye başladım.
“Dağ ayısı. Yaşantını bulmuşsun.” Dediğimde bakışlar daha da sertleşti.
“Burada seni öldürsem kimin ruhu duyar? Çeneni kapa. Dilini keserim.” Tehditti ile ne diyeceğimi bilerek ağzım kocaman açıldı.
Ardından kapattım ve ona arkamı dönüp cenin pozisyonu alarak yattım. Dağ ayısının biriyle resmen ormanın ücra köşelerinde kalakaldım. Hem de acımasızın tekiyle.
Açlıktan karnım guruldamaya başladığında ellerimi karnıma doladım. Rezilliği daniskası.
“Gel.” Dediğinde öylece bekledim. Saf ama gururlu kızı oynamakta kararlıydım.
“Seni gecenin bir yarısı kurtlara yem etmemi istemiyorsan kal ve şunu ye.” Diye adeta tısladığında korkarak yerimde doğruldum ve bana kesmiş olduğu butu alarak yemeye başladım.
Mükemmeldi.
Bu kadar lezzetli olabileceğini hiç düşünmemiştim.
İştahla öyle bir yiyordum ki yabancının gözlerinden kısa bir anlık şaşkınlık kırıntıları geçer gibi oldu ama eski, soğuk haline geri büründü. Kendi payını yedikten sonra ayağa kalkıp camın önünde dikilmeye başladı.
“Adın ne?” Sadece ufak bir meraktı.
“Sana ne?” Arkasından ters ters bakıp ağzımı güzelce sildim ve doymuşluğun ve sobanın sıcak etkisi ile mayıştım fakat uyumamaya çalışıyordum.
Ya bana bir şey yaparsa? Gerçi istese şimdiye kadar yapardı.
Ürkütücü de bir adamdı. İnsan yanında kendini diken üzerinde hissediyordu.
Hem suçlu hem güçlü dedikleri bu olsa gerek.
Kolu da yaralıydı. O şekilde nasıl durabiliyordu?
Dudaklarımı birbirine bastırıp uykuya direnmeye çalıştım. Ne yazık ki bunda başarılı olamadım. Uyku, beni çağırdı ve bende kollarına atlamaktan geri duramadım.
...
Sabah, kapının gürültüyle çalınması ile yerimden sıçradım. Gözlerim ilk önce akşam bıraktığım gibi camın önünde öylece dikilen devasa boylu yabancıya kaydı. Uyumuş muydu? Benden tarafa döndüğünde kızaran gözlerinden uyumadığını anlamak mümkündü. Yüzüme hiç bakmadan kapıya yöneldi ve tek bir hamleyle açtı.
“Patron, nihayet seni bulabildik.” Ayağa kalkıp üzerimi düzelttim ve saçımı da topuz yaparak dağınıklıktan arındırdım.
“Geç kaldınız.”
“Özür dileriz patron.” Dedi adam mahcupça. Bulduklarına şükret dememek için kendimi zor tuttum.
“İçeridekini evine kadar bırakın.” Dediğinde hızla yanına yaklaştım.
O adını söylemediği için bende söylemeyecektim.
“Çok memnun kalırım.” Diyerek iri yarı koruma olarak düşündüğüm adama gülümsedim. Kafası keldi. Sert hatları vardı.
Dışarıda bir ekip adam bekliyordu. Kimdi bu adam da böylesine korunuyordu? Tehlikeli biri olduğu belliydi. İçimden sormak gelmiyordu, alacağım cevap sanki beni korkudan titretecek gibiydi.
Hep beraber on dakikalık bir yürüyüşün ardından yola çıktık ve yolda bekleyen 3 araba ile karşılaştım. Yabancı hiç yüzüme bakmadan arabalardan birine ilerlediğinde kel adam eliyle,
“Buyrun, bu taraftan.” Dedi. Onun yönlendirmesi ile arabaya yürüdüm ve içine yerleştim. Nihayet evime gidebilecektim.
Tam araba gitmeye hazırlanıyordu ki yanımızda arabalardan biri durunca hareket etmedi. Arka tarafın camı aşağıya inmeye başladığında onu gördüm. Bende camı indirdim. Gözüme ilk takılan koluna sarılı olan beyaz atkımdı. Hala çıkarmamıştı.
“Sakın bir daha gözüme gözükme.” Dedikten sonra önüne döndü ve araba hızla gözden kayboldu.
Ben ise söylediği cümleye değil gözünün rengine takıldım. Çünkü gözü siyaha dönmüştü. Lens mi takmıştı? Ne ara? Neden? Gözleri mi bozuktu? Bozuksa neden en başta takmadı?
Çatık kaşlarımla bir süre öylece düşündüm. Sonrasında ise şoföre yolu tarif edip beklemeye koyuldum.
Son bir günde ne yaşamıştım ben böyle?
Sanırım bunu Ensar’a anlatsam ne tepki verirdi?
Sahi Ensar ne durumdaydı?
Korkudan ölmemiştir umarım.
Eve yaklaştığımız esna da şoförün telefonu çaldı ve hızla yanıtladı.
“Evet, Avcı’yı bulduk. Varmak üzeredir. Görev iptal.” Demesi ile kaşlarım yeniden çatıldı.
Avcı mı?
Bu o muydu?
O olamazdı değil mi?
Kahretsin.
Avcı ile aynı yerde mi kaldım ben tüm gece?
Sinirle ayaklarımı salladım ve yolun bitmesini bekledim.
Eve geldim, güvenlik beni gördüğü anda gözleri parladı.
“Yasemin Hanım, gözümüz yollarda kaldı. Ensar Bey çıldırdı. Her yerde sizi arıyor.” Dediğinde ona gülümsedim.
“Tahmin edebiliyorum Suat Abi. Elimde olmayan sebeplerden dolayı telefonun sinyali kesildi. Kar yağışı da başlayınca mecbur bir yerde kaldım.”
Başıyla onayladı ve kapıyı açtı. Bir daha kendi arabam olmadan dışarı çıkmayacaktım. En azından başkalarının arabasına binmek gibi bir aptallık yapmazdım.
Hele ki Avcı’nın arabasına.
Tam zili çalacaktım ki kapı aniden açıldı. Ensar kıpkırmızı gözleriyle beni karşıladı.
“Lan Allah’ın psikopatı neredesin sen?”
Ben daha cevap veremeden sımsıkı sarıldı.
“Sakin ol Ensar, iyiyim.” Bir yandan da sırtını sıvazlıyordum.
“Çabuk anlat her şeyi.” Diyerek beni içeri çekiştirdi ve kapıyı arkamızdan kapattı.
Salona geldiğimizde Emine Sultan aniden önümde belirince irkildim.
“Yavrum, aç mısın? Kahvaltı hazırlayayım mı sana?”
“Olur Sultan’ım hayır demem.” Bana gülümsedi ve hızlı adımlarla mutfağa ilerledi.
O gittikten sonra yüzümdeki gülümseme soldu.
“Çok enteresan şeyler oldu Ensar.” Dedikten sonra üzerimdeki kabanı çıkarıp kendimi koltuğa attım ve uzandım.
Hemen karşıma oturdu ve dirseklerini dizlerine yaslayıp öne eğildi. Gözleri üzerimdeydi.
Ensar, benden iki yaş büyüktü. Yani 28 yaşındaydı. Kendine ait galerisi vardı ve sosyetenin en ünlü ailelerinden olan Soylu ailesinin biricik ve tek çocuğuydu. Sarıya çalan saç rengi, mavi gözleri ve yakışıklı yüzüyle magazin sayfalarının göz bebeklerinden biriydi. Ara sıra modellikte yapıyordu. 1.87 boylarında hoş bir çocuktu. Lisede tanışmıştık, o zamanlar ailem beni henüz yeni evlat edinmişti.
Herkes beni dışlarken o hep yanımda olmuştu.
Bu nedenle benim için çok ama çok özel biriydi.
“Anlat bakalım, ne oldu?”
“Zaten olayın başını biliyorsun, senin araban yerine seninkinin birebir aynısı bir arabaya bindim. Daha ben ne olduğunu anlamadan gaza bastı bende sen sanıp azarlamak için bir döndüm ki bir de ne göreyim? Ensar yerine bir başkası. Yüzünde peçe olan, yaklaşık 1.95 boylarında iri yarı bir adam vardı. Gerçekten o kadar heybetliydi ki bir an gerçek mi diye sorgulamadım desem yalan olur. Neyse, o kadar hızlı sürüyordu ki arabayı benim panik atağım tuttu. Bir de üzerine silah sesleri duyunca al başına belayı. Bu adamda ayağım tutunca elini dışarı çıkarıp ateş falan etti ama o esnada yaralanmış. Araba durdu, aşağı indirdi beni ve suni teneffüs yaptı. Yoksa gerçekten gidiyordum. Uzun zaman sonra ilk kez atak geçirdim. Sonrasında kendime gelince bende Kolunu sardım falan filan. Kar yağmaya başlayınca ormanlık alana ilerledi bende peşine takıldım. Bir kulübede kaldık. İşin enteresan yanı, bugün ayrılmadan önce sanırım olduğunu öğrendim.”
Gözleri kısıldı, merakla dinliyordu. Çenesini kaşıyarak, “Kim?” dediğinde dudağım hafiften yukarı kıvrıldı.
“Avcı.”
“Yok artık!” gözleri irice açıldı.
“Gökte ararken,” dedim gülümseyerek. “Yerde buldum.”