Bölüm 2: "Kulübe"

1095 Words
Aklıma yanımdaki yabancının kolunu sıkışım geldiğinde olduğum yerden hızla doğruldum. Başım birkaç saniye dönse de önemsemeden ona döndüm. Bir koluyla gözünü kapatmıştı. Fakat diğer kolundan akan kanları gördüğümde az kalsın kalbime iniyordu. “Yaralanmışsın.” Bana cevap vermedi. Gerçekten sinir bozucu bir adamdı fakat şimdilik sessiz kalmayı tercih edecektim. Zaten ona en fazla ne yapabilirdim ki? Tek bir hamleyle beni burada öldürebilecek potansiyele sahipti. Benim iki katımdı resmen! Dizlerimin üzerinde durdum ve kirlenmiş beyaz kabanıma baktım. Çok severek almıştım, umarım bu lekeler çıkardı. Ayağa kalkıp arabaya yöneldim ve su var mı diye göz attım. Yarım şişe suyu gördüğümde boynumdaki atkıyı çıkarıp güzelce nemlendirdim ve geri döndüm. Hala aynı pozisyonda yatıyordu. Bayılmış olabilir miydi? Gözü de kapalıydı, az çok da olsa görebiliyordum. Tekrar dizlerimin üzerinde çöküp beyaz atkıyı yaraya sardım. Acil müdahale edilmesi gerekiyordu. Ben fazla bir şey yapamazdım. Elimde ekipman yoktu ve enfeksiyon kapma riski yüksekti. “Ambulans çağırmalıyız.” Koluna atkıyı dolamam ile elini gözlerinin üzerinden çekti ve bana baktı. Bakışları biraz baygındı. “Sence birine ulaşabileceğimizi mi zannediyorsun? Her yerde sinyal kesici var. Burası yasaklı bölge.” Dalga geçer gibi konuşması beni rahatsız etti. Olduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. “Neden yasaklı bölge?” “Bilmemen senin için daha iyi olur.” Diyerek kestirip attı fakat benim merakım daha da arttı. “Peşimizde bizi takip edip silah açanlar kimdi?” bana ters ters baktı. “Bizi değil beni. Çok fazla konuşuyorsun ve ben çok fazla konuşanlardan hoşlanmam. “ sesi git gide ürkütücü bir hal alıyordu. “Çok konuşuyorum diye bana da bir el sokarsın ne olacak.” Diye işi dalgaya vurduğumda boş boş suratıma bakması, bunu yapabilecek potansiyelde olduğunu gösteriyordu. Yüzümdeki sahte tebessüm söndü, boğazımı temizleyip bakışlarımı kaçırdım. Gözlerim arabayı buldu. Tüm tekerlekleri patlamıştı. “Yedek tekerlek var mı?” soru sormaktan hala vazgeçmiyor olmamamı sinirlendi bilmiyorum ama sabır çektiğini işittim. “İki tane var. Değiştirmek ister misin?” Sessiz kaldım. Başımı geriye atıp gözlerini kapadı. Kolu acımıyor muydu? Tam o esnada burnumun ucuna gelen kar tanesi ile adeta şok oldum. Günlerdir yağmasını beklediğim kar şu an, o yanımdayken mi yağıyordu? Saçmalığın daniskası! Zaten tüm enteresan şeyler de beni bulur. Yağan karı o da hissetmiş olmalı ki kafasını yukarı kaldırdı ve karın yağışını izledi bir süre daha. Telefonu elime alıp kontrol ettim fakat gerçekten de sinyal yoktu. Oflamaktan kendimi alıkoyamadım. Bakır rengi olan saçlarımı tepemde topuz yaptım ve önümde kalan birkaç tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bu esnada yanındaki adam ayağa kalktı ve arabaya gidip üzerine ceket aldı. Sonrasında ise arkasını dönerek onu umursamadan yürümeye başladı. “Hey! Beni burada mı bırakacaksın?” ceketi üzerine geçirirken üşüyüp üşümediğini sorguladım çünkü giydikleri gözüme ince geldi. Ben beş kat giyindiğim halde üşüyordum. “Arabadan inmek istiyordun. İndim, başının çaresine bak.” Gözüm etrafta dolaştı, karanlık bastırmak üzereydi. Ormanlık bir alandaydık ve burada, telefon bile çekmiyorkem başımın çaresine bakmamı mı istiyordu benden? Gerçekten delirmiş olmalıydı. Zaten akıllı birine de benzemiyordu. Ayrıca neden yüzünde peçe ile dolaşırdı ki bir insan? Peşine silahlı adamların takılmasından bahsetmiyorum bile. Hoş, orman bir an olsun ondan daha güvenli gelmedi desem yalan olur. Fakat en azından beni öldürse şimdiye kadar öldürürdü diye düşünüp ayağa kalktım ve çantamı da alarak peşine takıldım. Arkasında ki adım seslerini duymuş olmalı ki duraksadı. Bende hemen olduğum yerde durdum. Sol omzunun üzerinden kehribar rengi gözlerini üzerime dikti. “Kaybol.” “Kaybolmuş durumdayım zaten.” “Sinir tellerimin üzerinde geziyorsun ve bu senin için iyi olmayacak.” Dediğinde sesiz kalmayı tercih ettim. Boş boş yüzüme bakıp tekrardan sabır çekti ve yürümeye başladı. Onu takip etmeye devam ettim. Kar, şiddetini artırdı. Ürpertiyle kollarımı etrafına sardım ve ürkütücü ormanı çok fazla incelemeye çalıştım. Bir panik atak daha kaldıramazdım. Yaklaşık bir saat boyunca yürüdük. Ayaklarım ağrıyordu ve ayakkabım yeni olduğu için arka tarafı vuruyordu. Her adım attığında daha çok acıyordu. O bölgenin kıpkırmızı olduğuna eminim. Ağaçların arasında bir çıtırtı duyduğumda korkudan nefesim kesildi. Hiç düşünmeden koşturup tek sığınağım olan yabancıya yanaştım. Asıl tehlike o olsa da denize düşen yılana sarılır misali ona sığınıyordum. Göz ucuyla bana baktı ve yürümeye devam etti. Gerçekten çok kalıplıydı. 1.74 boyunda olmama rağmen omzuna dahi zor yetişiyordum. Benimle göz kontağı kurmak için eğilmesi falan gerekebilirdi. Boyu kaçtı? 2 metre falan mı? Kısa bir süre daha yürüdükten sonra durduğunda bunu beklemediğim için ona çarpmam kaçınılmazdı. Sert sırt kasları burnumu acıtırken acıdan dolan gözüme lanetler yağdırdım. En ufak şeyden yaşarırdı zaten gözlerim. Soğuktan, Soğandan, acıdan, tozdan. Güzel fiziğim için genetiğime ne kadar şükrediyorsam hassas bedenim için de o kadar küfür ediyordum. Hiç kimse kusursuz olamazdı, bunu daha iyi anlıyordum. Gözlerimi ovuşturup neden durduğuna baktım. Bir kulübenin önünde durmuştu. Küçük ama iş görürdü. En azından bu geceyi atlatabilirdik. Bana hiç aldırış etmeden büyük adımlarla kulübeye yürüdü. O ana kadar bu kadar büyük adımlar atmadığını fark ettim. Ben ona yetişeyim diye yavaş yürümüş olamazdı değil mi? Hiç sanmıyorum. Öküzün tekiydi ve kendinden başka birisini düşünecek biri gibi durmuyordu. Seni kurtarmak için yararlanmayı göze aldı aptal! İçimdeki ses bana şiddetle karşı çıktığında ürperdim. Arabasında birinin ölü bulunmasını istemediği için böyle bir şey yaptı. Başka bir açıklaması olamazdı. Kulübeye girip kapıya bir tekme atarak açtı. “İnsan önce bir kapıyı çalar. Görgüsüz.” Bana öyle bir bakış attı ki gırtlağıma yapışıp her an boğacak gibiydi. İçeri girdi, sanırım biri var mı diye kontrol ediyordu. Kimseyi görmemiş olmalı ki tekrar dışarı çıktı ve yüzüme bakmadan etrafı taradı. Ne yapıyordu bilmiyordum ama onu izlemek yerine içeri geçmeyi tercih ettim. Gerçekten çok yorulmuştum ve dün gece uyuyamadığım için fazlasıyla da uykum vardı. Karnım da açtı. Bugün burada ölmezsem daha da ölmezdim. Kulübeye girdim tek odaydı zaten. Küçük bir tuvalet hemen köşedeydi. Tam ortada bir soba, iki yanında iki tane kanepe ve bir adet tekli koltuk vardı. Sağ köşede ise minik 2 dolaplı en fazla 1 metre olan mutfak vardı. Etraf biraz tozlu görünüyor olsa da iş görürdü. Koltuğun kenarında iki tane pike bardı. Bu soğukta iş görmezdi ama seçenekte yoktu. Tuvalete girdiğimde biraz kokuyor olsa da başka seçeneğim olmadığı aklıma geldi. Çantamdan çıkardığım ıslak mendil ile güzelce silip soğuktan gelen tuvalet ihtiyacını giderdim. Küçük çatlak aynadan kendime baktım. Saçlarımda kar taneleri vardı ve nem nedeniyle kabarmıştı. Sağ gözüm ela sol gözümün yarısı mavi yarısı elaydı. Enteresan ama güzel gözüküyordu. Beyaz tenim soğuktan kıpkırmızıydı. Hele burnum çağ atlamıştı adeta. Dudaklarım mosmor gözüküyordu. Berbat haldeydim. Yorgunluktan göz altı morluklarım belirginleşmişti. Tuvaletten çıktım ve gıcırtılar eşliğinde mutfak kısmına ilerledim. Tezgahın üzerindeki buruşmuş bezi güzelce yıkqdım. Su biz gibiydi ve elim daha fazla üşüdü fakat dayanabilirdim. Bezi kalan az deterjan ile yıkayıp koltukları üstün körü temizledim ve yorgunlukla birine yerleştim. Kolçağa kafamı yaslayıp öylece beklemeye başladım. Vücudum ağırlaştı, göz kapaklarıma sanki binlerce yük bindi. Saniyeler içerisinde kendimi uykuya teslim ettim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD