Yasemin Karaçam
İçimizde başlattığımız savaşları, dışarıya saçtığımız öfkeyle durduramayız.
Kaygı, bir hastalık gibi iliklerimizde. Adım attığımız her an ayak bileklerimize dolanmaktan asla çekinmiyor.
Soğuğun iliklerime kadar işleyip beni etkisi altına aldığı sıradan bir gündeydim. Derin bir nefes aldım, gülümsedim. Pozitif olmak için kendime söz vermiştim.
Görevimin bir parçasıydı.
Trafik ışıklarının olduğu caddeye çıktığımda telefonum çaldı. Arayan Ensar’dı.
“Efendim?”
Önce bir hışırtı duyuldu. “Geldim.”
Gözlerim atmaca misali trafikte bekleyen arabalara takıldı ve onun son model olan Audi markalı arabasını gördüğümde rahat bir nefes aldım.
“Tamam, hemen geliyorum.”
Adımlarım arabaya yöneldi, önümdeki arabaların arasından sıvışıp hemen arabaya atladım ve benim arabaya binme yeşil ışığın yanması saniyeler içerisinde oldu.
Araba hızla öne atıldığında öne doğru sendeleyip hemen torpidodan destek alarak cama yapışmaktan son anda kurtuldum. Ağzım şaşkınlıkla araladım.
“Sen iyi misin? Bari kemeri mi takmamı bekleseydin.” Diyerek saçlarımı arkaya doğru attım ve kafamı hızlıca ona çevirdim.
Fakat, beni bambaşka bir şey karşıladı.
Yanımdaki kişi Ensar değildi.
Kömürden bile daha siyah olan saçları, gür kirpikleri ve biçimli görünen yüzüyle sanki bir model ile bakışıyordum. Burnumdan itibaren siyah bir peçe vardı yüzünde. Burnunu ve dudaklarını göremiyor olsam da kıvrımlı burnu kendini ben buradayım diye belli ediyordu. Boyu öyle uzun ve vücudu öylesine heybetliydi ki araba ona küçük geliyor gibiydi.
Peki ya bu adam kimdi?
Ensar’ın arabasını mı çalmıştı?
Arabaya bindiğim andan itibaren burnuma dolan farklı ve güzel kokudan bunu anlamalıydım.
Şaşkın şaşkın yüzüne baktım. “Sende kimsin?”
Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdığımda bir arabayı sollaması ile bu sefer gerçekten cama yapışıyordum ki yanımdaki yabacı elini göğsüme koyup beni geri ittirdi.
“Ölmek istemiyorsan kemerini tak.” Buz gibi sesi beni iliklerime kadar dondurdu. Kısa çaplı bir kalp krizi geçirmiş olabilir. Yutkunmak nedir unutmuştum, zira nefes almayı da öyle.
“B-ben...” diye başlayan cümlemi devam ettirmekte zorlandığım için sustum. Hala daha ne tepki vereceğimi, ne diyeceğimi bilmiyordum.
Kafamı ondan çekip önüme çevirdiğimde son hızla gidiyor olduğumuzu fark etmemle, gerçekten kalpten gideceğimi düşündüm. Korkuyla nefesimi tutup kemere sımsıkı sarıldım. Yanımdaki yabancı damarlı ellerini vitesin üzerine yerleştirip yeniden vites attı ve araba daha da ileri atıldı. Acaba bu lanet olası araba daha ne kadar hızlanabilirdi? Uçmamıza az kaldığına eminim.
Kalbim yerinden çıkmak istercesine atıyordu.
“Şu siktiğimin telefonuna bakacak mısın artık?” diye homurdandığımda sert sesi beni daha da ürküttü.
O diyene kadar telefonumun çaldığını dahi duymadım. Sanki kemeri bırakırsam ölecekmişim gibi sımsıkı tutuyordum. Parmak boğumlarım kıpkırmızı olmuştu sıkmaktan. Yavaş yavaş beyaza dönüyordu.
Korkuyla nefeslenip titreyen elimi kabanımın cebine attım ve telefonu çıkardım. Zar zor açarak kulağıma götürdüm.
“Kızım neredesin on dakika oldu seni bekliyorum. Sayende iyi bir küfür yedim.” Diye dalgayla konuştuğunda dilim tutulmuş gibi sustum birkaç saniye. “Orada mısın?”
“Ben, başka bir arabaya binmişim.” Dediğimde kısa süreli bir sessizlik yaşandı.
“Ne demek başka bir arabaya binmişim? Kızım sen kafayı mı yedin? Çabuk in. Neredesiniz söyle geliyorum.” Bu adamın on dakika da geldiği yolu bir saatte geleceğine emindim onun kadar basmadığı sürece.
“Bizz,” dememe kalmadan hat kesildiğinde ne olduğunu anlamaya çalışarak telefona baktım. Sinyal yoktu. Tekrar tekrar arama tuşuna bastığımda hiçbir yanıt alamadım.
“Ne oluyor ya? Hat gitti.” Ben kendi kendime söylenirken adamın,
“Sinyal kesici.” Dediğini işittim ancak anlam veremedim.
“Artık durmayı düşünüyor musun? Ne bu hız?”
Bana ters bir bakış attı. O an gözlerinin rengini yeni fark ettim.
Kehribar.
Çok güzel gözleri vardı ama bakışları bir insanın kanını dondurabilecek kadar soğuktu.
“Binmeseydin.”
“BU BENİ ALIP GÖTÜREBİLECEĞİN ANLAMINA GELİYOR!” Diye çemkirdiğimde önüne bakmaya devam etti. “İndir beni.” Dedim tekrardan bağırarak ama bana yanıt vermedi.
“Sağır mısın, indirsene beni!”
O esnada bir silah sesi ve arabaya isabet eden kurşun ile boğazımdan güçlü bir çığlık koptu. Yüzünün buruştuğunu gördüm.
Nefesim git gide daralırken ne yapacağımı şaşırmış halde derin derin nefesler almaya çalıştım.
Fakat hiçbir etkisi yoktu.
Boğazımda biriken yumrular, beni daha kötü hale getiriyordu.
Elimi boğazıma götürüp ovaladım. Gözümden nefes alamadığım için yaş gelmeye başlıyordu.
Panik atak geçiriyordum.
Ve bir iki el ateş sesi daha.
Benden tuhaf tuhaf sesler çıkmaya başlayınca yanımdaki yabancının gözleri bana döndü.
“Siktir, ne oluyor ?”
Sesler git gide silikleşmeye başladığında gözlerim neredeyse kapanmadan önce yabancının dirift çektiğini ve nereden çıkardığını görmediğim silahla arkaya birkaç el ateş ettiğini gördüm. Ardından ondan bir inleme sesi duydum fakat ne olduğunu kavrayamadım. Birkaç saniye sonra arabanın durduğunu hissettim. Çok kısa süre içerisinde benim bulunduğum tarafın kapısı açıldı, hızla dışarı çıkarıldım.
“Hey! Turuncu kafa! Kendime gel.”
Öyle söylediği zaman kendime geleceğimi gerçekten düşünüyor olabilir mi? Dudaklarından bir küfür ve inleme döküldü.
“Ulan tim belalar beni mi bulur.” Dediğinde elimi boğazıma attım. Gözüm kapalıydı ve adeta can çekişiyordum. Zar zor, “Nefes...” dedim fakat devamı gelmedi. Sanırım ne demek istediğimi anlamış olmalı ki hiç beklemediğim anda dudaklarımın üzerinde iri ve dolgun dudaklar hissettim.
Sıcacıktı.
Ölmediysem bile şimdi gerçekten ölebilirdim.
Onun ağzından benim ağzıma dökülen nefesler tüm bedenimi titretti. Kaskatı olan bedenim nefesle sokmanın etkisiyle yavaşça rahatlamaya başladı. Elimi iri koluna atıp sımsıkı tuttum sanki nefes dilenir gibi.
Birkaç saniye daha aynı işlemi tekrarladı. Gözlerim yavaşça açıldı, gözleri gözlerime tırmandı ve öylece kaldı.
Gözleri çok ama çok güzeldi.
Şu durumda bile nasıl bunu düşünebiliyordum aklım almıyordu.
Nefes vermeyi kesti ama dudaklarını çekmedi. Ne zaman ki ben gözlerimi kırpıştırdım hemen üzerimden kalktı. Suni teneffüs işlemini peçenin altından yaptığı için yüzünü göremedim. Siyah saçı sağ gözünü kapatıyordu. Oldukça dağınık ama güzeldi. Yumuşacık olduğuna emindim.
Derin derin nefesler alıp kendime gelmeye çalıştığında o da kendini hemen sol tarafıma attı ve çimenlerin üzerine yere uzandı. Çimenler nemliydi, muhtemelen gece boyunca yağmur yağmıştı. Nefes almak kadar güzel çok az şey vardı. Havanın ciğerlerime dolulu ve bedenimin ani rahatlaması o kadar muazzamdı ki olduğum yerde uyuyabilirdim bile. Sanki vücudum maratona koşmuş gibi yorgundu.
Ben şu son yarım saattir ne yaşamıştım böyle?
Gerçekten bu yıl gerekli olan tüm aksiyon ihtiyacım karşılanmıştı.
Kendime geldiğimde elimi saçlarıma götürecektim ki elime bulaşmış kanı görünce yerimde donakaldım.
Bu kanda neyin nesiydi böyle?