Bir hafta sonra...
"tatlım ya, saçımın rengini değiştirmek istiyorum. Sence bana böyle civciv sarısı gider mi?"
"gitmez, çok esmersin.. yani teninin rengi bence o tonda bir sarıyı kaldırmaz, en azından ilk boyada. Bana kalırsa kademe kademe gidelim Nesrin.. zaman içinde gözünde alıştıkça rengini açarız ve sende git bir kese attır kendine, özellikle de yüzüne.. esmer vatandaşlara benzemişsin iyice!"
Ohaa!!! Ne dedim ben ya?
Nesrin ve ben, aynada birbirimize bakıyorduk. O bana hortlak görmüş gibi bakıyordu ve ben ise kolay kolay yapmadığım boşboğazlığıma şaşırıp kalmıştım.
Fena halde dağıttığım ortalığı nasıl toparlayacaktım ki?
"kız bakma öyle ya! şakadanda anlamıyorsun!" diyerek kıvırmaya çalıştım. Allah'tan tuhaf bir espiri anlayışım olduğunu bilirdi. Rahatladığını görebiliyordum ama benim kadar olamazdı. Bildiğim sırtımdan buz gibi ter aktı ve aynı anda boynumda tatlı ılık bir esinti gezindi.
Buda neydi böyle diye düşünürken, Deniz'e seslendim.
"kızıım! esinti var bir yerden, nereyi açtın yine?"
Kuaförde çalışıpta kokulara, fön sıcaklığına dayanamayan bir elemanım vardı ve aklına estikçe kapı, cam Allah ne verdiyse hemen açar, salonun havasını değiştirirdi.
"açmadım abla bir yeri, sen gelmeden önce zaten havalandırmıştım salonu," diye cevap verdi ve elinde benim meşhur sütsüz nescafemle mutfaktan çıktı. O esintinin üstünde durmadım. Zaten kırmızı kupamı gördüm ya aklım başımdan gitti. Aşermek nedir bilmezdim ama daha önce hiç böylesine derinden, tüm canlılığıyla duyumsamadığım o koku, burnumdan içeri girdiğinde öyle bir iştahımı kabarttı ki, ağzımın sulandığını hissettim.
Deniz kahve dolu kupamı getirip, kuaför masamın üstüne bıraktı. Nesrin'e son kez bir şey isteyip istemediğini sorunca aldığım cevap yine hayır oldu.
Günah benden gitti! Aklımdan geçen düşünceyle sabırsızlandığım kupamı hemen kaptım ve dumanı üstünde tüten sıcak, hatta kaynar kahvemden büyük bir yudum aldım.
Keyfim yerine gelmişti. Kahve gerçekten lezizdi. Dilimin üstündeki tüm hücrelerimle o inanılmaz tadı hissettiğimde, o biçim mutlu oldum.
"Deniz kahvemizi değiştirdik mi biz, harika olmuş bu.. eline sağlık!" diye seslendiğimde, "yoo hep aldığımız aynı kahve," dedi hemen.
Karşımdaki aynada Nesrin'in bana şaşkınlıkla bakan gözleriyle, kahvelerim buluştuğunda bende şaşırdım.
"Bir şey mi var Nesrin?"
"anam sen yanmadın mı ya?" diye sorunca, şaşırdım. İlginçtir, yanma hissim yoktu... yani o söyleyene kadar!
Sonrasında, damağımda anında yanmaya bağlı bir baloncuk oluştu ve dilimi o bölgeye sürtmemle, baloncuğun patladığını, damağımın sızlamaya başladığını hissettim ama yiğitliğe bok sürmemek adına, omuzumu silkerken, gülümsedim.
"hanım evladı değiliz ablaaa!" dedim ve güldüm.
"bir haftadır sende var bir gariplik ama çözemedim, kız bana bak aşık falan mı oldun sen yoksa, böyle ayakların yerde değil gibisin!" dedi aniden bana.
Kafamın içinde bir kahkaha duydum ve bu kahkaha çok tatlı bir sese aitti ve yemin edebilirim bu ses erkek sesiydi.
Ürktüm ve birden bir hafta öncesinde yaşadığım o garip olayı hatırladım... hafızamdan tamamen silinip gitmişti ve birden, bir film seyredercesine karşımdaki geniş, diktörtgen aynada evimde yaşamak zorunda kaldığım her şeyi izlemeye başladım.
Olduğum yerde donup kaldım, adeta taş kestim. Sanki bir el boğazıma sarılmıştı ve nefes almamı engelliyordu. Aynadaki lanet olası görüntü zoom yapılıyormuş gibi yüzümü çok yakından gösterirken, nasıl korkuyla hareketsiz kaldığımı, tıpkı şu an olduğu gibi nefes almakta ne kadar zorlandığımı görüyordum ve kahretsin ki yine kıpırdayamıyordum.
Titremeye başlayan elimde tuttuğum kahve dolu kupam ile hareketsiz bir manken gibi durduğum yerde dikilmeye devam ederken bağırmak, yardım istemek için ölüyordum ama hiçbir şey yapamıyordum ve birden o gece gördüğüm o iki göz, ekranmış gibi bana her şeyi gösteren aynada belirdi. Bir nevi esir yataktaki aldığı bana bakmayı kesip, yönünü şimdiki bana çevirince ve ordan üstüme sıçrayınca, deli gibi bağırdım. Daha önce milim kıpırdayamazken, her nasıl olduysa elimdeki kupayı bırakmamla, yere düşmesi bir oldu. Geri geri gitmeyi başarmıştım ama titreyen bacaklarım ne olduğunu anlayamadığım bir şeye takıldığı anda, son hızla sırt üstü yere çakıldım. Düştüğüm yerdeki sehbanın sivri köşesinin kafamı deldiğinin farkındaydım ve can acısıyla bas bas bağırmaya başladım.
☁️
Gözlerimi açtığımda hastane acil servisi olduğunu anladığım bir yerdeydim. Başımı hafifçe çevirdiğimde, sol kolumda takılı olan serumu gördüm ve aynı anda başımın feci şekilde acıdığını hissettim. Etrafımdaki perdelerden biri hızla açılıp, içeri iki hemşire ve bir doktor girdi. Hemşirelerden biri doktora gördüğüm kadarıyla benimle ilgili bilgi veriyordu ve bunu yaparkende sanki zamanla bir derdi varmış gibi çok hızlı konuşuyordu. Bir sürü anlamadığım tıbbi terim, etrafımda delirmiş gibi dans ederken, siyah kalın çerçeveli gözlüklü doktor, arada bir bana sanki karşısında bir deli varmışta, ne çeşit bir şey olduğunu anlamaya çalışır gibi bakıyordu.
Sahi deli miyim ben?
Hemşirenin verdiği bilgileri dinledikten sonra, iyice yanıma yaklaştı ve iki parmağıyla sağ bileğimi tuttu, nabzımı dinlemeye koyuldu. Kahrolası monitöre bağlıydım zaten ve o gıcık olduğum sesler beynimi talan ederken, bilmesi gereken tüm bilgiler o monitörden ona zaten akıyordu.
Gözündeki gözlüğü tam orta noktasından ileri itti ve bana, "geçmiş olsun... hımm!" dedi. Sanki bir şey hatırlamaya çalışıyordu. Gözleri gözlerimdeyken, "adı neydi bu kaçığın?" dediğini duydum. Yuhhh! Kavgada söylenmez bu ya! Adım şimdiden kaçığada çıkmış, sanırım kendimi tebrik etmeliyim.
"Burçak Solmaz efendim," dediğinde çıtı pıtı sarışın hemşire, doktor tek kaşını kaldırıp ona baktı.
"emin misin, bence çoktan solmaya başlamış bu kaçık!" dedi.
Duyduğumuz sözler karşısında hemşirenin mavi gözleri şaşkınlıkla faltaşı gibi açılırken, benim gözlerimde hemşireye seve seve eşlik ediyordu ve bir an sonra hemşirenin dudağının kenarında beliren tebessümle ve dudağını ısırmaya başlamasıyla gülmemek için kendisiyle mücadele ettiğini anladım.
Benimse gülecek halim yoktu, tam tersi canımın yanması bir tarafa, nerdeyse bir dakika içinde iki kez kaçık diye anılmak ve üstelik bunu bu doktor kılıklı paçozun yapması moralimi bozmuştu.
Bana kaçık diyen benden beter olsun! Hoş zaten olmuşta.. o saçma sapan kesimli uzun saçlarını, bileğimi bırakır bırakmaz, kendi bileğindeki paket lastiği ile tam tepesinde topuz yaptı. Sağ bileğinden koluna kadar uzanan siyah ve kırmızı renkli alevler içinde yanan bir yaratığın resmedildiği dövmesi ve tutup yolmak istediğim uzun keçi sakalıyla doktordan başka her şeye benzeyen bu herife iyice sinir oldum.
Başımı, yanıma gelen diğer hemşireye çevirdiğimde göz göze geldik ve o gözlerinin bir an yüzüme sıçradığını görünce, bastım çığlığı ve serbest olan elimle hemen yüzümü kapadım. Monitördeki bütün değerlerin çıldırdığını çıkan o bip seslerinin hızlanmasından, adeta alarm vermesinden anladım.
Yanı başımdaki hemşire, "ben bir şey yapmadım!" savunmasındayken, o tatlı sesinin titremesinden çok korktuğunu fark ettim ve yüzümü kapadığım elimi yavaşça indirdim. Gayet normal bir kızcağızdı ve ben belliki onuda çok korkutmuştum. Dönüp diğer hemşire ve doktora baktığımda ise, "nefes al Burçaak, nefes aaal!" diye bağıran bir ses duydum ama kimin bağırdığını anlayamıyordum. Ne doktorun, ne hemşirenin ağzı oynuyordu ve üzerime eğilen doktorla göz göze geldiğimizde, ışığın karanlığa evrildiğini gördüm. Delice bir korkunun kollarına mahkum olurken, gözlerim yavaşça kapandı. Kulağımda hala o ses durmadan yankılanıyordu.
"Nefes aaal Burçaaak!"
☁️