1. Kötüler de Sever
Saatler süren yolculuğumuz yüksek duvarlarla çevrili konağın demir kapısı önünde sona ermişti.
Nerede olduğumuzu bilmiyordum çünkü zaten yorgun olan bedenim, bindiğimiz lüks arabanın koltuğuna dayanamayarak uykuya yenilmişti.
Önce hapishanede sonra da pavyonda çalışırken rahat bir uykuya hasret kalmıştım.
Az önce yaralı yüz tarafından ayağım tekmelenmese bu kadar daha uyuyabilmek isterdim.
Demir kapının ağır ağır açılmasını beklerken cama yaklaşıp nerde olduğumuzu tahmin etmeye çalıştım.
Çölleri aratmayan bakır rengi taşlar ve kumlarla bezeli dağlık araziye bakılırsa doğu illerinden birine gelmiştik.
Neyse ne, umrumda değil zaten.
Bir kez daha hareket ettiğimizde dışarıyı incelemeyi bırakıp önüme döndüm.
Araba töre dizisi setlerine benzer yapının avlusunun içine kadar girerek durdu.
Zemini ışıl ışıl mermer döşeli yapıyı incelemem sürerken ayağıma bir tekme daha yedim.
“Emlakçılığa merak saldıysan ev satılık değil. Çık dışarı, senin keyfini bekleyemem.”
Arabadan çıkmak için beni beklediğini o an fark ettiğim yaralı yüz bana dövecek gibi bakmaya devam ederken umursamadan araçtan indim.
Ayının tekiydi işte.
Beni sahneden kaptığı gibi kaçırmaya kalkmıştı.
Üzerimdeki dansöz kıyafetiyle mekandan çıkaracakken üşüdüğümü söylemiştim.
Bedenimi masalardan birinin üzerinden çekip aldığı kirli örtünün altına gizlemişti.
VIP minibüsüne bindiğimizde üşümem geçtiği için örtüyü sıyırmak istemiştim. Öndeki şoförü kolaçan edip açtığım kısmı öfkeyle geri kapatıvermişti.
O kıyafetle sahneye çıkıp bedenimi herkese sergilediğimi bilmiyor gibi omuz başlarımı kapatmanın derdine düşmesi çok komikti.
Saçmalıkları umurumda bile olmadığı için bu kez masa örtüsünü yavaş yavaş değil de bir çırpıda sıyırıp atmıştım.
Pes etmeyeceğimi anladığında yolumuza çıkan ilk mağazanın önünde durmuş, giymem için kıyafetler taşımıştı arabaya.
Ayılıkları o anda canımı sıksa da şimdi aldığı triko kazak ve pantolon için memnundum. Dansöz kıyafetiyle dursam keskin sabah ayazında g.tüm donabilirdi.
Benden sonra arabadan inip önüme geçti.
Sert sesi “Yürü!” diye emrettiğinde ‘senin atarın kime lan’ deyip üzerine saldırmamak için zor durdum.
Kaybedecek tek bir şeyim bile yokken kendimi kimsenin elinde oyuncak ettirecek değildim.
O yürü dediği için değil benimle derdi ne merak ettiğim için yürüdüm.
Avlunun girişinden gördüğüm ev baya büyüktü.
Bütün odalar insanlarla doluysa işimiz var.
Ben kendimi bildim bileli ailem dört kişiydi. Şimdi geriye bir tek annem ve ben kaldık.
Hapisten kaçıp pavyona sığındığımdan beri annemle de iletişimi kestim. Canımı sıkıp duruyordu son zamanlarda.
Bir arasam iyiyim desem teslim ol diye tutturacak. İyi olduğum da yok zaten. Öldüğümü bile bilmesin daha iyi.
Pahalı olduğu belli zeminde yaralı yüzü takip ederek önümüzdeki üç basamağı tırmandım. Araba yolu ile evden sayılan avluyu ayırmak için yükselti koymuşlar demek.
Avlunun etrafı sedirlerle çevrili.
Töre dizisi setlerinden fırlamış gibi gözüken ev şimdiden ruhumu bastı. Umarım burada uzun süre kalmam gerekmez.
“Ağam, hoş geldiniz ağam. Kusurumuza bakmayın, haber verseydiniz..”
Koşarak yanımıza yaklaşmaya çalışan genç, yapılı adamı yaralı yüz bir elini kaldırarak durdurdu.
“Hacet yoktu, Şahsuvar'a söylememesini ben emrettim. Daye kalkmadı mı?”
Adamın gözleri bana kayarken suratının rengi attı. Yaralı yüzün sorusunu hiç duymamış gibi bakmaya devam ederken ben de ona “derdin ne” der gibi baktım.
Sanki mezardan hortlamışım gibi davranıyordu.
“Şşş.. şey ağam, şey...”
Adamdan anlamlı bir cevap alamayacağını anlayan yaralı yüz bana döndü.
“Sen geç otur.”
Canım isterse oturacağım için inadına ayakta dikilerek kollarımı bağladım.
Burnundan bir nefes verip geldiğimiz arabayı kullanan Şahsuvar dediği adamına döndü.
“Asiye’yi çağır. Dayeye geldiğimizi haber versin. Odaya çıkmadan önce bir yüzünü görelim.”
Adam başı ile emredersin der gibi bir hareket yaptıktan sonra koşarak birinci katın koridoruna daldı.
Yaralı yüz, adamın arkasından bağlı tuttuğum kolumu yakalayıp beni, neredeyse sürükleyerek sedirlerden yana yürüttü.
Bilerek canımı yakıyordu.
“Sana otur dediysem otur, kalk dediysem kalk, öl dediysem öl. Lafımı ikiletirsen acımam.”
Şakası olmadığı belliydi ama ben canım yanacak diye korkacağım yerleri çoktan geçmiştim.
Cevap vermedim.
Sedirin önüne geldiğimizde tuttuğu kolumu çekiştirip zorla oturttu.
Güneş arkamda kaldığı için karşımdaki mermer sütunlara vuruyor, efekt uygulanmış gibi ışıl ışıl parlatıyordu.
Az evvel Şahsuvar denen adamın girdiği koridordan beli şalvarlı, başı yazmalı uzun boylu kara tenli bir kadın çıktı.
O da yüzümü fark ettiğinde kara teni ağarmıştı neredeyse.
Bu insanlara ne oluyor anlamıyordum.
“Ağam hoş gelmişsiniz. Ben şimdi hanım ağama haber ederim geldiğinizi.”
Bir kadını uyandırmak için daha ne kadar tantana çıkaracaklar merak ediyordum. Kim gelecekse gelseydi artık.
“Asiye bırak hoş geldin beş gittini, koş dediğimi yap.”
Tek bana değil herkese karşı ayıydı işte.
Kızın patırtılı adım sesleri ile üst katın merdivenlerini tırmanmaya başladığında geçip yan tarafıma oturdu.
Öylece beklediğimiz bir iki dakikadan sonra hizmetçi çıktığı merdivenden önünde yaşlı bir kadınla indi bu defa.
Yüzü derin çizgilerle kaplı kadın yöresel kıyafetler içindeydi.
Elinde tuttuğu bastonu yürümek için değil de otoritesini göstermek için taşır bir hali vardı.
Güneş ardımda olduğu için beni seçemeyeceğini düşünüyordum, zaten yaralı yüz de ayağa kalkıp önümü perdeledi.
“Roj baş daye(günaydın anne).”
“Xerhati kure min, sibehe baş ( hoşgeldin oğlum, hayırlı sabahlar).”
Bunlar hep böyle mi konuşacak merak ediyordum ki yaralı yüz kadının eline uzanıp oturtmak için yönlendirdi.
Varlığımı ancak fark eden yaşlı kadın elini oğlundan çekip parmağını yüzüme doğru uzattı.
Gözlerindeki dehşete düşmüş ifadeyi buradan bile görebiliyordum.
“Sen! Sen ölmüştün!”
Beni gören herkesin hortlakmışım gibi davranmasından sıkıldığım için yaralı yüze baktım. Kimseye ölü olmadığımı açıklamayı düşünmüyordum, çok istiyorsa o açıklasın.
“Daye, geç otur. Her şeyi anlatacağım.”
Yaralı yüz kadının eline tekrar uzanıp karşımdaki sedire oturttuğunda yaşlı karı hala gerçek miyim diye bakıyordu.
Sonunda hayalet olmadığıma karar verince oğluna döndü.
“Nereden buldun bu kızı kuremin!”
Sesindeki hoşnutsuzluğu fark etmemek imkansızdı. S.imde olmadığı için arkama yaslanıp ayak ayak üzerine attım.
Yaralı yüz tavrıma ters ters baktıktan sonra Daye dediği kadına döndü.
“Kardeşi.”
Benim kardeşi olduğum tek bir kişi vardı ama bu insanların onu tanımasına imkan yoktu. Yalan sıktığını düşünerek umursamadım.
“Mukadder’in kızı mı?”
Hay anasına! Tanıyormuş lan!
Annemin adını söylediğinde dikkat kesildim. Yaralı yüzün bana hemen neler olduğunu anlatması gerekiyordu.
“Sen annemi nereden tanıyorsun!”
Bana henüz adını bile söylememişti, ben de sormamıştım ama annemi nereden tanıdığını açıklamak zorunda. Sabırsızlıkla ısrar ettim.
“Sana sordum heey! Cevap ver çabuk.”
Ben orada yokmuşum gibi anne oğul birbirinin yüzüne baktı.
“Huyu da pek çirkinmiş. Yasemin böyle değildi.”
Hayatım boyunca en çok nefret ettiğim şey ablamla kıyaslanmak.
Yüzü benimkiyle aynı olsa da Yasemin hep mükemmel olandı.
Beş sene önce öldü de kurtuldum derken buruşuk karıdan aynı şeyi duyduğumda hızla ayağa fırladım.
“SEN KİM OLUYORSUN DA..!”
Kadının üzerine atlayacakken yaralı yüz hızla araya girdi. Kolumdan tutarak kalktığım yere fırlatırken avluyu titretecek bir sesle bağırdı.
“HADDİNİ BİL!”